KÂBE VE ETRAFINDA BULUNAN KUTSAL MEKÂNLAR

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’u Teâlâ Kâbe için, ″el-Beyt’ül-Harâm″, onu çevreleyen mescide ″el-Mescid’ül-Harâm″, Mekke şehri için de, ″Harem″ (hürmet edilmeye lâyık)″ ifadesini kullanmaktadır.

Sûre-i Hacc, Âyet 29’da Kâbe için, ″Beyt-i Atîk″ diye bir tabir geçmektedir. Beyt, ev anlamındadır. Atîk de kadim, eski anlamına gelir. Yani ″Eski ev″ demektir. ″Korunmuş ev″ anlamına da gelmektedir. Bu hususta Ebû Zerr Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَيُّ مَسْجِدٍ وُضِعَ فِي الْأَرْضِ أَوَّلُ قَالَ الْمَسْجِدُ الْحَرَامُ قُلْتُ ثُمَّ أَيٌّ قَالَ الْمَسْجِدُ الْأَقْصَى قُلْتُ كَمْ بَيْنَهُمَا قَالَ أَرْبَعُونَ سَنَةً وَأَيْنَمَا أَدْرَكَتْكَ الصَّلَاةُ فَصَلِّ فَهُوَ مَسْجِدٌ (م عن ابى ذر)

″Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?″ diye sordum. ″Mescid-i Haram (Kâbe)″ buyurdu. ″Sonra hangisi?″ dedim. ″Mescid-i Aksâ″ buyurdu. ″Bu ikisinin kuruluşu arasında ne kadar zaman var?″ dedim. ″Kırk sene″ dedi. ″Ondan sonra hangisi?″ deyince de, buyurdu ki: ″Namaz sana nerede yetişirse, namazı orada kıl. İşte orası bir mescittir.″[1] Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 96-97’de şöyle buyurmaktadır: ″İnsanlar için yapılmış olan ilk ev, mübârek olan ve âlemler için hidâyet kaynağı olarak kurulan Mekke’deki Kâbe’dir.* Orada açık alâmetler vardır. Makâm-ı İbrâhim oradadır. Oraya her kim girerse, emniyette olur. Kudreti olanların hac için orayı ziyaret etmeleri, Allah’u Teâlâ’nın insanlar üzerindeki hakkıdır. Her kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, âlemlerden Ganî’dir (O’nun hiçbir şeye ihtiyâcı yoktur).″

Kâbe’nin yapılması hakkında şu hâdise nakledilmiştir:

Allah’u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’ı yaratacağını meleklere haber verdiği zaman, onlar Sûre-i Bakara, Âyet 30’da geçtiği üzere, ″Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa bizler Seni hamd, tesbih ve takdis ediyoruz″ dediler. Allah’u Teâlâ da: ″Ben sizin bilmediklerinizi bilirim″ diye buyurdu. Melekler bu cevapta bir azarlama sezerek, söylediklerine pişman olup af dilediler. Bunun üzerine Allah onlara keffâret olmak üzere bir iş yükledi ve Arş’ta Beyt’ül-Mâmur’u yapıp orada tavaf etmelerini emretti.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre, Âdem Aleyhisselâm yeryüzüne indirildiği vakit, daha evvel işittiği meleklerin tesbih ve zikirlerini işitemez oldu. Bunun üzerine mahzun oldu. Allah’u Teâlâ: ″Yâ Âdem! İşlediğin kabahat meleklerin sesini işitmene mânidir. Ancak Benim yeryüzünde bir evim vardır. Onun üzerine bir bina yap, temellerini yükselt, sonra da tavaf et″ diye buyurdu.

Âdem Aleyhisselâm, Allah’u Teâlâ’nın kendisine arkadaş kıldığı melekler vâsıtasıyla Kâbe’nin yerini tespit etti. Sonra yine meleklerin taşıdığı taşlarla Kâbe temelleri üzerinde bir bina vücuda getirdi. Rivâyete göre; Kâbe, Arş’ta bulunan ve meleklerce tavaf edilen Beyt’ül-Mâmur’un tam altına denk gelmektedir.[2] Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

أَوْحَى اللّٰهُ إِلَى آدَمَ فَقَالَ: يَا آدَمُ حُجَّ هَذَا الْبَيْتَ قَبْلَ أَنْ يَحْدُثَ عَلَيْكَ حَدَثٌ، قَالَ: وَمَا يَحْدُثُ عَلَيَّ يَا رَبِّ؟ قَالَ: مَا لَا تَدْرِى وَهُوَ الْمَوْتُ، قَالَ: وَمَا الْمَوْتُ؟ قَالَ: سَوْفَ تَذُوقُهُ (الديلمي عن أنس)

Allah’u Teâlâ Âdem’e vahyedip buyurdu ki: ″Ey Âdem! Başına bir iş gelmeden önce şu beyti (Kâbe’yi) haccet.″ Âdem: ″Yâ Rabbi! Başıma gelecek iş nedir?″ diye sordu. Buyurdu ki: ″Sorduğun o şey ölümdür.″ Âdem: ″Ölüm nedir?″ deyince de buyurdu ki: ″Sen onu tadacaksın.″[3]

İnsanların Kâbe’yi gidip haccetmeleri hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Hacc, Âyet 26-27’de şöyle buyurmaktadır:

″Ey Habîbim! Hatırlat o vakti ki, İbrâhim’e Kâbe’nin yerini gösterip şöyle vahyettik: ″Bana bir şeyi ortak koşma ve Benim evimi, tavaf edenler, kıyam, rükû ve secde edenler için temiz tut.″* Ve insanları hac için dâvet et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan binekler üzerinde sana gelsinler.″

İbrâhim Aleyhisselâm zamanında, önceden yapılmış olan Kâbe’den Nûh Tufanı sebebiyle bir eser kalmamıştı. Allah’u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’a inşaa ettirdiği Kâbe’nin temel yerlerini Cebrâil vâsıtasıyla İbrâhim Aleyhisselâm’a göstererek buldurdu ve aynı temeller üzerine Kâbe’yi tekrar inşaa ettirdi.[4]

Daha sonra Allah’u Teâlâ bu âyette, İbrâhim Aleyhisselâm’a: ″Ve insanları hac için dâvet et″ diye emretti. İşte bu emirden dolayı hac vazifesi, İbrâhim Aleyhisselâm’dan beri hâli vakti yerinde olan bütün Müslümanlar için farz kılınmıştır. Bu sebeple İbrâhim Aleyhisselâm’dan sonra gelen bütün Peygamberler ve ümmetleri de bu emri yerine getirmişlerdir.

Kâbe’nin inşaatı bittikten sonra, İbrâhim Aleyhisselâm’a: ″Ve insanları hac için dâvet et″ emri gelince, rivâyete göre o: ″Yâ Rabbi! Dünyâdaki bütün insanlara sesimi nasıl duyururum″ dedi. Allah’u Teâlâ da: ″Sen çağır, dâvetini onlara duyuracak olan benim″ dedi. Bunun üzerine İbrâhim Aleyhisselâm Safâ Tepesi’ne çıkarak: ″Ey insanlar! Allah’u Teâlâ size hac vazifesini, bu mukaddes beyti ziyaret etmeyi farz kılmıştır″ diye nidâ etti.

Allah’u Teâlâ’nın, beyti için dünyâda da en uygun gördüğü yer burasıdır. Burası insanların hac için çağrıldığı mekândır. Allah’u Teâlâ, bütün kâinatı, var olan her şeyi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hürmetine yaratmıştır. Hadis-i Kudsî’de Allah’u Teâlâ: ″Ey Habîbim! Eğer sen olmasa idin Ben, eflâkı (gökleri, yeri ve bütün mükevvenâtı) yaratmazdım.″[5] diye buyurmuştur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de burada dünyâya gelmiştir. Bu nedenle bu belde Allah yanında çok önemli ve değerlidir. Mekke şehri hakkında Allah’u Teâlâ Kur’ân’da; ″Şehirlerin anası″[6] tabirini kullanmaktadır. Mekke’nin önemi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

اِنَّ هَذَا الْبَلَدَ حَرَّمَهُ اللّٰهُ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فَهُوَ حَرَامٌ بِحُرْمَةِ اللّٰهِ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَلَمْ يَحِلَّ لِى اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ وَإِنَّهَا سَاعَتِى هَذِهِ حَرامٌ بِحُرْمَةِ اللّٰهِ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا يُعْضَدُ شَجَرُهُ وَلَا يُخْتَلىَ خَلَاهُ. فَإِنْ أَحَدٌ تَرَخَّصَ بِقِتَالِ رَسُولِ اللّٰهِ فَقُولُوا اِنَّ اللّٰهَ أَذِنَ لِرَسُولِهِ وَلَمْ يَأْذَن لَكُمْ (خ م عن بن عباس و عن ابى شريح)

″Bu beldeyi Allah’u Teâlâ gökleri ve yeri yarattığı gün haram kıldı. Kıyâmet gününe kadar da Allah’ın haram kılmasıyla bu belde haramdır. Benden önce hiç kimseye orada savaş helâl olmamıştır. Be­nim için sâdece günün belirli bir süresinde helâl kılındı. Bu belde şu anda Allah’ın haram kıldığı gibi kıyâmet gününe kadar haramdır. Ağa­cı kesilmez, otu koparılmaz.″ Bir kişi Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in burada sa­vaştığını söyleyerek kendine ruhsat çıkarmaya çalışırsa ona deyin ki: ″Allah’u Teâlâ, Resûlüne savaşmak için izin verdi, ama size vermedi.″[7]


[1] Sahih-i Müslim, Mesâcid 1; Sahih-i Buhârî, Ehâdis’ul-Enbiyâ 10.

[2] Râmûz’ul-Ehâdis, s. 196/3.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 156/2; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11852.

[4] Mir’at-ı Mekke, c. 1, s. 136-155.

[5] Envâr’ul-Âşıkîn, s. 170.

[6] Sûre-i En’âm, Âyet 92.

[7] Sahih-i Buhârî, Cizye 21, Megâzi, 48; Sahih-i Müslim, Hac 82 (446).