Oruçlara Ait Niyetler:

1- Herhangi bir oruca kalp ile niyet yeterlidir. Oruç için sahura kalkmak da bir niyettir. Niyetin dil ile yapılması ise sevaplıdır. Ramazan orucu, belirli günlerde tutulması adanan oruç ve herhangi bir nâfile oruç için böyle mutlak bir niyet yeterlidir. ″Yarınki günün orucunu tutmaya, yarın oruç tutmaya, yarın nâfile oruç tutmaya″ diye niyet edilebilir. Bununla beraber bunlar için gece niyet edilmesi, bu oruçların tâyin edilerek; ″Yarınki Ramazan orucunu tutmaya niyet ettim″ diye söylenmesi efdaldir.

Ramazan orucu, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar ve nâfile oruçlar için niyetin vakti, güneşin batışından başlayarak kaba kuşluğa (istivâ zamanına)[1] kadar devam eder. Bu zaman içinde niyet edilebilir. Fakat güneş batmadan önce veya tam istivâ zamanında veya ondan sonra akşama kadar hiçbir oruca niyet edilemez. Böyle niyet hususunda, mukîm, misafir, sağlıklı ve hasta olanlar eşittir.Bununla beraber istivâ zamanına kadar böyle niyet edilebilmesi, ikinci fecirden (imsak vaktinden) sonra yiyip içmek gibi orucu bozan haller bulunmadığı takdirdedir. Böyle orucu bozan bir şey, kasten veya sehven (yanılarak) yapılacak olsa, artık niyet câiz olmaz.[2]Böyle imsaktan sonra niyet eden kimse, kalben niyet edebileceği gibi, ″Bugünkü Ramazan orucunu tutmaya niyet ettim″ diye dil ile söyleyerek de niyet edebilir. Niyeti dil ile söylemek daha güzeldir.

Sûre-i Bakara, Âyet 185’te: ″… Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar. Ramazan ayında hastalık yahut sefer sebebiyle oruç tutmayanların, Ramazan’dan sonra kazâ etmeleri lâzımdır…″ diye geçtiği üzere, Ramazan ayına yetişen ve mükellef olan her Müslüman’ın, o ayda oruç tutması farz kılınmıştır. Bu nedenle Ramazan ayı girdiğinde, hiçbir Müslüman âyette geçtiği üzere, hastalık yahut sefer durumu olmaksızın orucu kasten yiyemez.

Ramazan ayı girdiğinde bir kimsenin oruca niyet etmesi ya da niyet etmemesi bu farziyeti ortadan kaldırmaz. Eğer bir kimse: ″Ben oruç tutmaya niyet etmedim″ diyerek, kasıtlı olarak orucu yerse, bu kimseye hem keffâret ve hem de yediği günün kazâsı lâzım gelir. Keffâret ise sırası ile, maddi gücü elveriyorsa; bir köle azat etmek, buna gücü yetmezse altmış gün aralıksız oruç tutmaktır. Elli dokuz gün tutar mazeret olmadan son gün için ara verirse, tekrar baştan altmış gün üst üste oruç tutması gerekir. Yaşlı veya hasta olduğundan do­layı oruç tutamayan kimse de altmış miskini[3] sabah ve akşam doyurmak zorundadır.

Hanefi mezhebine göre; her gün için oruca niyet etmek şarttır ve geceden veya şer’î gündüzün yarısından[4] önce muhakkak kişinin oruca niyet etmesi gerekir. Sahura kalkan bir kimse de, oruca niyet etmeyi unutsa dahi onun sahura kalkması niyet sayılır. Fakat akşamdan oruca niyet etmez, ihmal edip sahura da kalkmaz ve sabah kalktığında niyet etme zamanını da geçirmişse, bu kimse akşama kadar yine oruca devam eder, ancak Ramazan’dan sonra niyetsiz tuttuğu o bir günü kazâ eder. Nitekim ″Ne oruçlu olmaya, ne de oruç tutmamaya niyet etmeksizin (aç susuz olarak) oruçlu gibi akşam etmek, sâdece kazâyı gerektirir″[5] diye buyrulmuştur. Yoksa kişi kasıtlı olarak oruç tutmamaya niyet ederek orucu yerse, bu kimseye keffâret gerekir. Çünkü burada bilinçli olarak orucu yemeye dair kasıt vardır. Bu kimse Allah’u Teâlâ’nın âyette: ″Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar″ diye geçen emrine karşı gelmiştir.

Yine Ramazan’da gündüz oruçlu kalması gereken kimseler hakkında verilen fetvâlardan bâzıları şöyledir:

Oruç tutması gerekmeyen bir kimse, Ramazan günleri içinde oruç tutmasını gerektiren bir hâl ile karşılaşırsa, günün geri kalanını oruçlu geçirmesi, yani yiyip içmemesi gerekir. Meselâ; gündüzün bir miktar daha varken lohusa veya aybaşı kanından temizlenen kadın ile seferîlikten dönen kimsenin, gündüzün kalan kısmında oruçlu imiş gibi davranıp orucu bozan şeylerden sakınmaları gerekir.[6] Yine Ramazan’da, hastalık gibi bir özürden dolayı orucu bozulduktan sonra iyileşen bir kimsenin, günün kalan kısmında oruçlu kalması gerekir. Ancak bu kimselerin, daha sonra o günün orucunu kazâ etmeleri lâzımdır.[7] Yine bir kimse abdest alırken istemeyerek boğazına su kaçsa, bu kimse de ″Orucum nasıl olsa bozuldu″ diye orucunu yiyemez. Bu kimse oruca devam eder ve daha sonra da bu orucunu kazâ eder. Yine, aklını kaybettikten sonra kendine gelen bir mecnun, büluğa eren çocuk[8], İslâm’ı kabul eden kimse ve herhangi bir sebeple orucu bozulan için gerekli olan, günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmektir.Böyle davranmak, sahih olan görüşe göre vâciptir. Büluğa eren çocuk ile İslâm’ı kabul eden şahsa, o günün orucunu ayrıca kazâ etmek gerekmez. Diğerlerinin ise, kazâ etmesi gerekir. Bir gayr-i müslim Ramazan ayı içinde Müslüman olduğu halde, geri kalan günleri oruç tutmayacak olsa, bakılır; eğer küfür diyârında İslâm’a girmişse ve Ramazan ayı çıkıncaya kadar orucun farz olduğunu öğrenmemişse, özürlü sayılır. İslâm’a girdikten sonra geçirdiği günler için kazâ etmesi gerekmez. Fakat İslâm yurdunda İslâm dinini kabul etmişse, her hâlukârda kazâ etmesi lâzımdır. Çünkü İslâm diyârında bu gibi cehalet özür sayılmaz. Yine geçimini kazanmaya muhtaç olan bir işçi veya sanatkar, bu işle uğraştığı takdirde, orucunu bozmasını mübah kılacak bir hastalığa uğrayacağını bilecek olsa, daha hasta olmadan oruç tutmaması helâl olmaz.

Bu fetvâlardan anlaşılan; bir Müslümanın, hastalık ve seferîlik gibi bir durumu yoksa, Ramazan ayı girdiğinde oruç tutmamaya bir bahanesi olamaz. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَفْطَرَ يَوْمًا مِنْ رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ رُخْصَةٍ وَلَا مَرَضٍ لَمْ يَقْضِ عَنْهُ صَوْمُ الدَّهْرِ كُلِّهِ وَإِنْ صَامَهُ (خ ت د عن ابى هريرة(

″Bir kimse Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın bir günlük orucunu yerse, ömür boyu oruç tutsa da, o günün borcunu gerçekten ödeyemez (kazâ eder, ama sevâbını tam olarak alamaz).″[9]

Bu husus ″Mebsut″ adlı eserde de şöyle geçmektedir:

[″Oruç tutmamaya niyetli olarak sabahlayan kişi, bu niyetinin orucunu bozduğunu zannetse ve kendisine böyle fetvâ verilse, bu yüzden günün yarısından önceye kadar yese zihnine giren şüphe nedeniyle ona keffâret değil kazâ gerekir.″

Bu konu, iki bölümdür.

Birincisi: Bir kimse oruca niyetli olarak sabahlar, sonra oruç tutmamaya niyet ederse; biz Hanefilere göre bununla orucu bâtıl olmaz. İmam Şâfii’ye göre ise bu kimsenin orucu bâtıl olur. Çünkü oruca başlamak niyetten başka bir fiil gerektirmez. Aynı şekilde oruçtan çıkmak da niyetten başka bir fiili gerektirmez. Ayrıca niyet, orucun yerine getirme (edâ) koşuludur. Kişi, niyetini zıddı ile değiştirmiştir. Koşulu bulunmaksızın da ibâdet yerine getirilmez.

Biz Hanefilerin delili; daha önce naklettiğimiz:

الْفِطْرُ مِمَّا يَدْخُلُ.

″Oruç vücuda giren şeyden dolayı bozulur″[10] hadisidir. Oruç bozma niyeti ile, vücudunun içine hiçbir şey ulaşmış olmaz. Ayrıca niyet, gönülden geçen bir şeydir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إنَّ اللَّهَ تَجَاوَزَ لِأُمَّتِي عَمَّا حَدَّثَتْ بِهِ أَنْفُسَهَا مَا لَمْ يَعْمَلُوا أَوْ يَتَكَلَّمُوا (خ عن أبى هريرة)

″Allah’u Teâlâ konuşmadıkları veya yapmadıkları sürece gönüllerinden geçen şeylerden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz″[11] buyurmuştur. Sâdece niyetle diğer ibâdetlerden çıkılmadığı gibi, oruçtan da çıkılmaz. Yerine getirme durumunun tamamında niyetin bulunması ittifakla koşul değildir. Nitekim kişi günün bir kısmını baygın geçirse, tuttuğu oruç geçerlidir. Bu bölümde kişiye orucunun câiz olmadığı yönünde fetvâ verilip o da orucunu bozsa, âlimlerin ihtilafı nedeniyle şüphe bulunduğu için kendisine keffâret gerekmez. Çünkü halktan birisinin müftünün fetvâsına göre hareket etmesi gerekir.

İkincisi: Bir kimse oruca niyetlenmemiş olarak sabahlar sonra da yerse; Ebû Hanife’ye göre ister öğleden (zevâlden) önce ister sonra yemiş olsun keffâret gerekmez.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre, öğleden önce yemişse keffâret gerekir, öğleden sonra yemişse gerekmez. Çünkü öğleden önceki imsakın (orucu tutmanın) hükmü, niyetle bunun oruca dönüşmesine bağlıdır. Dolayısıyla öğleden önce yemesi durumunda, oruca karşı suç işlemiş, onu yok etmiş olur. Öğleden sonraki imsakın hükmü ise niyetle oruca dönüşmeye bağlı değildir. Dolayısıyla o kimse bu vakitte yemesiyle, oruca karşı bir suç işlemiş olmaz.

Ebû Hanife şöyle der: Keffâret, oruca karşı işlenen suçun tam olmasını gerektirir. Bu da, oruca ve aya gösterilmesi gereken saygıyı birlikte ihlal etmekle gerçekleşir. Halbuki bu meselede o, oruca gösterilmesi gerekli saygıyı ihlal etmemiştir. Çünkü o, niyet etmeden önce oruçlu değildi. Böylece aya gösterilmesi gerekli saygıyı ihlal, oruca gösterilmesi gerekli saygıyı ihlalden ayrılmıştır. Bu da keffâreti gerektirmez. Nitekim Ramazan’ı kazâ ederken orucu bozmak suretiyle oruca gösterilmesi gereken saygıyı ihlal de, aya gösterilmesi gereken saygıyı ihlalden ayrılmıştır.

İmam Züfer’in görüşüne göre kişi niyet etmese bile oruçlu sayıldığı için ister öğleden önce ister öğleden sonra yesin keffâret gerekir.][12]

2- Ramazan’da tutulamayıp başka zamanlarda kazâ edilen Ramazan orucu, her çeşit keffâret oruçları, başlanıp da bozulan nâfile oruçların kazâsı ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlar için niyetin imsak vaktinden önce gece yapılması şarttır. Ayrıca tutacağı bu oruçta dil ile veya kalben niyetini belirtmesi gerekir. Bundan dolayı bunlardan herhangi biri için imsaktan sonra niyet edilirse veya bunlardan hangisinin tutulacağı kalp ile tâyin edilmezse, bu oruçların tutulmaları sahih olmaz. Çünkü bu oruçlar için belli bir gün yoktur. Bunlara hangi günlerin ayrılacağı, ancak böyle bir niyet ile tayin edilmiş olur.

Oruçlara ait niyetlerle ilgili verilen fetvalardan bâzıları da şöyledir:

- Bir kazâ orucuna imsaktan sonra niyet edilecek olsa, bununla kazâ sahih olamayacağından, nâfile oruç tutulmuş olur. Eğer bu oruç bozulacak olsa, kazâ edilmesi gerekir. Çünkü başlanmış olan bir ibâdet yarıda bırakılamaz.

- Bir kimse, daha güneş batmadan: ″Yarın oruç tutayım″ diye niyet edip de, sonra yarınki günün istivâ zamanına kadar uyusa, gâfil veya baygın bir halde bulunsa, oruç tutmuş olmaz. Fakat güneşin batmasından sonra böyle niyet etmiş olursa, orucu sahih olur.

- Bir kimse, gece herhangi bir oruç için niyet etmiş bulunsa, sonra imsaktan önce bu niyetinden dönse, bu dönüşü sahih olur. Fakat oruçlu bir kimse, orucunu bozmaya niyet ettiği halde bozmasa, sâdece bu niyet ile orucu bozulmuş olmaz.

- ″İnşallah yarın oruç tutmaya niyet ettim″ diye yapılan bir niyet sahihdir. Fakat: ″Yarın dâvete çağırılsam iftar etmeye, çağrılmazsam oruç tutmaya″ diye yapılan bir niyet geçerli değildir. Böyle tereddütlü bir niyetle oruç tutulmuş olmaz.

- Ramazan gecesinde veya gündüzünde bayılan veya deliren kimse, istivâ zamanından önce kendine gelip oruca niyet edince oruçlu bulunmuş olur.

- Bir kimse, Ramazan ayında başka bir vâcip oruca niyet edecek olsa, o kimse Ramazan orucuna niyet etmiş sayılır. Bu hususta İmâmeyn’e göre, mukim ile seferî olan arasında fark yoktur. İmam-ı Âzam’a göre ise, seferî olunca, niyet ettiği vâcip için oruçlu bulunmuş olur. Çünkü seferî olanın Ramazan orucunu tutma mecburiyeti yoktur. Nâfile oruca niyet edilecek olsa, sahih olan görüşe göre; Ramazan orucuna niyet edilmiş sayılır. Hastanın da bu şekilde olan niyetleri, sahih olan görüşe göre; Ramazan orucuna sayılır.Seferî ile hastanın, niyetinde ne orucu olduğunu belirtmeden sâdece oruca niyet etmesi de Ramazan orucuna sayılır.

- Bir kimse, önceden oruç tutmak üzere belirlemiş olduğu bir adak gününde; keffâret veya Ramazan orucunun kazâsı gibi bir oruca niyet ederek oruç tutsa, sahih olan görüşe göre; bu tutulmuş olan oruç geçerlidir. Belirlenmiş olan o adak orucunun ise kazâsı lâzım gelir.

- Bir oruç için hem kazâya, hem de yemin keffâretine niyet edilecek olsa, hiçbiri geçerli olmaz. Çünkü bunların aralarında zıddiyet vardır. Bu durumda o oruç, bir nâfile olmuş olur. Fakat bir oruç için hem keffârete, hem de nâfileye niyet edilse, keffâret olarak câiz olur.

Aşûrede ve Şevval ayında tutulan oruçların seneyi oruçlu geçirmiş gibi olacağını ifade eden Hadis-i Şeriflerdeki müjdeden dolayı, belli günlerdeki bu nâfile oruçlara niyet ederek oruç tutan bir kimsenin ″Kazâ orucum da kalmamış olur″ demesi hatâdır. Kâza orucu varken kişi nâfile oruç tutabilir. Ancak tuttuğu nâfile oruç, kazâyı üzerinden düşürmez.

- Bir veya birkaç Ramazan’dan orucu kazâya kalmış olan kimse için uygun olan, bunları kazâ ederken; ″Üzerine kazâsı ilk icap etmiş olan oruca″ niyet etmektir. Bununla beraber böyle belirtmeksizin yalnız kazâya niyet etmesi de yeterlidir.

- Bir kadın henüz hayız hâli içinde iken, gece oruca niyet edip imsaktan önce temizlenecek olsa, orucu sahih olur.

- Esir bulunan bir kimse, Ramazan ayının girip girmediğini bilemez ise araştırır, kanaatine göre oruç tutar. Sonra bakılır; eğer orucu Ramazan-ı Şerif’e rastlamışsa veya Ramazan’dan yahut oruç tutulması yasak olan günlerden sonra gece niyet ederek oruç tutmuş ise, orucu Ramazan-ı Şerif nâmına câiz olur. Ramazan günlerinden noksan olarak oruç tutmuşsa, bu noksan günlerini kazâ eder. Fakat Ramazan’dan öncesine rastlamışsa câiz olmaz, yalnız nâfile bir oruç olmuş olur.


[1] Kaba kuşluk (istivâ vakti): İmsak vaktinde başlayıp akşam vaktinde sona eren şer’î gündüzün ortasıdır. Yani imsak ile akşam vaktinin ortasıdır. Takriben öğle namazının biraz öncesine denk gelir.

[2] Mâlikilere göre; nâfile oruç için böyle gün ortasına kadar niyet edilemez. Çünkü sabah niyet edilmeyince, o gün iftar etmek kararlaşmış olur. Bir günün hem oruca, hem de iftara ihtimali olamaz.Şafiîlere göre ise; güneşin batışından öncesine kadar niyet edilebilir. Yeter ki, sabahtan itibaren oruca aykırı bir iş yapılmamış olsun. Çünkü nâfile ibâdet için din yönünden takdir edilmiş bir zaman yoktur. Bu oruç, oruç tutacak olan kimsenin isteğine bağlıdır. Zevalden sonra da oruç tutma arzusu bulunabilir.

[3] Miskin: Aslî ihtiyaçlarının hâricinde kendisine ait hiçbir malı olmayıp, bir günlük yiyeceği olan kimsedir.

[4] Şer’î gündüz: Fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar olan zamandır. Bu sûretle şer’i gündüzün yarısı, dahve-i kübra (kaba kuşluk) zamanıdır. Yani imsak ile akşam vakitleri toplamının yarısıdır.

[5] el-Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 278; Nûr’ul-İzah ve Tercümesi, s. 132, 133.

[6] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 279.

[7] Nûr’ul-İzah ve Tercümesi, s. 133.

[8] Büluğ: Belli bir çağa yetişmek ve belli birtakım vasıflara sahip olmak demektir. Belli bir yaşta bulunan ve belli vasıflara sahip olan kimseye ″Bâliğ ve bâliğa″ denir. Meselâ: Kendisine gusletmesi lâzım gelen bir erkek bâliğdir. İlk defa adet gören kız da bâliğadır. Bâliğ ve bâliğa olma yaşının başlangıcı erkek çocuklar için tam on iki, kız çocuklar için de tam dokuz yaştır. On beş yaşını bitirmiş olduğu halde, büluğ eseri belirmeyen kimse hükmen bâliğ sayılır.

[9] Sahih-i Buhârî, Savm 29; Sünen-i Tirmizî, Savm 27; Sünen-i Ebû Dâvud, Savm 38.

[10] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c. 2, s. 467; Serahsî, Mebsut, c. 4, s. 81.

[11] Sahih-i Buhârî, Îman 14; Serahsî, Mebsut c. 4, s. 81.

[12] Serahsî, Mebsut c. 4, s. 81; Serahsî, Mebsut Tercümesi, c. 3, s. 133-134.