Ehl-i Sünnet’in Amelde İmamları:

Birincisi: Hanefi imamının ismi şerifi, İmam-ı Âzam Ebû Hanife Nûman b. Sâbit’tir. Hicri 80 tarihinde Kûfe’de doğmuş, 150 tarihinde Bağdat’ta vefât etmiştir. İmam-ı Âzam’ın dedeleri, İran’ın Fâris denilen şehrindendir. Babası Sâbit, Kûfe’de İmam-ı Ali Kerremallâhu veche’ye hizmet etmiş ve nesli hakkında onun duâsını almıştır. İmam-ı Âzam’ın babası Sâbit vefat edince, annesi İmam Câferi Sâdık ile evlenmiş, İmam-ı Âzam da bu mübârek zâtın yanında yetişmiştir.

İmam-ı Âzam, ilimde Tabiin’in büyüklerinden olup, Ashâb-ı Kirâm’dan Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu’yu ve daha üç veya yedisini görmüş ve bunlardan Hadis-i Şerifler öğrenmiştir.

İmam-ı Âzam, bütün Ehl-i Sünnet tarafından yüceltilen dört büyük müçtehidin birincisidir. ″İmam-ı Âzam (en büyük imam)″ denilince yalnız kendisi hatıra gelir.

Onun hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَوْ كَانَ الدِّينُ عِنْدَ الثُّرَيَّا لَذَهَبَ بِهِ رَجُلٌ مِنْ فَارِسَ أَوْ قَالَ مِنْ أَبْنَاءِ فَارِسَ حَتَّى يَتَنَاوَلَهُ. (م حم عن ابى هريرة)

″Eğer din Süreyya yıldızına gitmiş olsa bile, Farslardan bir kimse veya Fârisoğullarından birisi muhakkak ona gider ve onu uzanıp alır.″[1]

Şâfii âlimlerinden olan İmam Suyûti Hazretleri şöyle buyurmuştur: ″Bu Hadis-i Şerif’in, İmam-ı Âzam’ı gösterdiği söz birliği ile bildirilmiştir.″ Nu’man Alûsi de, bu Hadis-i Şerif’in, Ebû Hanife’yi gösterdiğini, dedesinin Fâris soyundan olduğunu yazmaktadır.[2]

İmam-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri hakkında İbn-i Hacer-i Mekkî Hazretlerinin ″Hayrât-ül-Hisân″ kitabında naklettiği bir Hadis-i Şerif’te de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تُرْفَعُ زِينَةُ الدُّنْيَا سَنَةَ خَمْسِينَ وَمِائَةَ

″Dünyânın ziyneti 150. senesinde kaldırılır.″ Büyük fıkıh âlimi Şemsü’l-Eimme Abdülgaffar Kerderî der ki: ″Bu Hadis-i Şerif’in, İmam-ı Âzam Ebû Hanife’yi bildirdiği açıktır. Çünkü o, hicri 150 yılında vefât etmiştir.″

Yine İmam-ı Âzam Ebû Hanife hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivâyet olunmuştur:

إنَّ آدَمَ افْتَخَرَ بِي وَأَنَا أَفْتَخِرُ بِرَجُلٍ مِنْ أُمَّتِي اسْمُهُ نُعْمَانُ وَكُنْيَتُهُ أَبُو حَنِيفَةَ هُوَ سِرَاجُ أُمَّتِي

″Şüphesiz Âdem benimle iftihar etmiştir. Ben de ümmetimden ismi Numan, künyesi Ebû Hanife olan bir zatla iftihar edeceğim. O ümmetimin kandilidir.″[3]

إنَّ سَائِرَ الْأَنْبِيَاءِ يَفْتَخِرُونَ بِي وَأَنَا أَفْتَخِرُ بِأَبِي حَنِيفَةَ مَنْ أَحَبَّهُ فَقَدْ أَحَبَّنِي وَمَنْ أَبْغَضَهُ فَقَدْ أَبْغَضَنِي

″Sâir (diğer) Peygamberler benimle iftihar edecekler. Ben de Ebû Hanife ile iftihar edeceğim. Her kim onu severse beni sevmiş, her kim de ona buğzederse bana buğzetmiş olur.″[4]

Ebu’l-Leys’in ″Mukaddime″si şerhi ″Takdime″de böyle denilmek-tedir. ″ez-Ziyaü’l-Ma’nevî″ adlı eserde şöyle deniliyor: İbni’l-Cevzî’nin bu hadis hakkında ″Uydurmadır″ demesi bir taassubdur. Çünkü hadis muhtemel yollardan rivâyet olmuştur.

Yine İbrâhim Nadrî, Muhammed İbn-i Ebû Nu’aym’dan şöyle rivâyet eder: İmam-ı Âzam rüyâsında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Kabr-i Saadet’lerini açıp, mübârek vücudunu kucaklayıp göğsüne götürür. Bu rüyâdan korkup İbn-i Sîrîn’in[5] huzuruna varıp rüyâsını ona arzeyler. Bunun üzerine İbn-i Sîrîn şöyle der: ″Bu rüyâyı gören sen değilsin. Belki bunun sahibi Ebû Hanife’dir.″ İmam: ″Ebû Hanife benim″ dedi. İbn-i Sîrîn’de: ″Sırtını aç göreyim″ dedi. İmam sırtını açınca, İbn-i Sîrîn bakıp iki omuzu arasında bir ben gördü ve şöyle dedi: ″Sen o kişisin ki Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem senin hakkında şöyle buyurmuştur:

يَخْرُجُفِيأُمَّتِي رَجُلٌ يُقَالُ لَهُأَبُو حَنِيفَةَبَيْنَ كَتَفَيْهِ خَالٌ يُحْيِي دِينَ اللّٰهِ تَعَالَى وَسُنَّتِى عَلَى يَدَيْهِ

″Ümmetimden bir adam çıkacak ki, ona Ebû Hanife denir. İki omuzu arasında bir ben vardır, Allah’ın dinini ve benim sünnetimi diriltecektir.″[6]

İmam-ı Âzam Ebû Hanife hakkında onun geleceğini bildiren daha başka nakiller de vardır. Taşköprüzâde, bütün bu hadisleri naklettikten sonra şöyle demektedir: Her ne kadar bâzıları zayıf, rivâyetler ihtilaflı da olsa, zikredilen rivâyetlerle İmam-ı Âzam Ebû Hanife’nin üç sıfatla vasıflandırılmasında ittifak vardır. Bu sıfatlar da, ″Sirâci’l-Ümme (ümmetin kandili), ″Muhyi’ş-Şeria (şeriatı ihyâ edici)″, ″Sabıkı Zımenih (zamanın sâbıkı, öncüsü)dür.

Yine Zâhid Sirâci, İmam Nadrî’den, o da Hezhaz’dan şöyle rivâyet etti: İmam-ı Hammad Radiyallâhu anhu’nun yanındayken Ebû Hanife Radiyallâhu anhu geldi. Hammad Radiyallâhu anhu şöyle dedi: ″Sen İbrâhim en-Nehâî’nin bize haber verdiği Nûman’sın. O şöyle demişti: ″Allah’u Teâlâ onun yoluna ve ihyâ ettiklerine zeval vermesin, adı Nûman, künyesi Ebû Hanife olan biri gelecektir. O Allah’u Teâlâ’nın ve Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şeriatını ihyâ edecek ve İslâm dini bâki kaldıkça ahkâmı bâki kalacak. Kim onun hükümlerine uyarsa helâk olmaz. Yâ Hammâd! Ona kavuşursan benden selâm söyle.″ Bu sözler İbrâhim en-Nehâî’nin kerametlerindendir.[7]

Rivâyet olunur ki: İmam-ı Âzam, (on iki imamdan) Câfer-i Sâdık Radiyallâhu anhu’nun babası İmam-ı Bâkır Radiyallâhu anhu’nun huzuruna geldi. İmam Bâkır Radiyallâhu anhu, İmam-ı Âzam’ı görünce dedi ki: ″Gönlüme öyle doğuyor ki, sen ceddim Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünneti öldükten sonra onu dirilteceksin. Haksızlığa uğrayan herkese yardım edeceksin, dertlilerin derdine derman olacaksın ve yoldan çıkmışlara doğru yolu göstereceksin. Allah’u Teâlâ sana yardım etsin ve seni bu yolda muvaffak kılsın.″[8]

İmam-ı Âzam Efendimiz, Arap olmayan bir kavimdendi. İslâmiyetin zâfiyete düşüp bâtıl fikirlerin çoğaldığı bir dönemde gelerek, İslâmiyeti tekrar güçlendirip kuvvet kazandırmıştır. Ömrünün on yedi yılını hadis toplayarak geçirmiş ve bu hadislerden edindiği bilgi üzerine de Hanefi Mezhebi’ni kurmuştur. İmam-ı Âzam Efendimizin altmış bin dini meseleye çözüm ürettiği rivâyet edilmiştir. Kendisine tâbi olan Müslümanların, İslâmiyeti Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve Ashâbın yaşadığı gibi yaşamalarına ve bu hâlin kıyâmete kadar da devam etmesine sebep olduğu için Hadis-i Şeriflerde övgüye mazhar olmuştur. İşte İslâm’a yaptığı bu büyük hizmetten dolayı, Mü’minler tarafından gerçek adı Numan olmasına rağmen, İmam-ı Âzam yani en büyük imam diye isimlendirilmiştir. Nitekim yukarıda geçen Hadis-i Şeriflerde bizzat İmam-ı Âzam Efendimizden övgüyle bahsetmektedir ki, hadis âlimleri de bunu doğrulamışlardır.

İmam Şâfii Rahimehullah İmam-ı Âzam hakkında: ″İnsanlar fıkıh ilmi hususunda Ebû Hanife’nin çoluk çocuğudur″ demiştir.[9]

İmam-ı Âzam’ın talebeleri arasında da müçtehitler yetişmiş, fakat hepsi de esas bakımından üstadlarına tâbi olmuş ve Hanefi fukahasından sayılmıştır. Bunların en meşhurları İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer’dir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e ″İmâmeyn″ denir. Hanefi Mezhebi’nde ihtilaflı meselelerde evvelâ İmam-ı Âzam’ın, sonra İmam Ebû Yusuf’un, sonra İmam Muhammed’in, daha sonra da İmam Züfer’in kavli, içtihadı alınır. Bu bir esastır. Ancak bâzı meseleler müstesnâdır.

İmam-ı Âzam’ın oğlu Hammad babasını şöyle tarif etmiştir: ″Babam uzunca boylu, az esmer, güler yüzlü ve heybetliydi. Boş sözler sarfetmez, ancak bir şeye cevap vermesi gerektiği zaman konuşurdu.″

İmam-ı Âzam, mezhebini Kûfe’de kurdu. Fıkıh ilminde çalışma metodunu şöyle izah eder: ″En başta Kur’ân-ı Kerîm’e dayanırım. Eğer orada aradığım delili bulamazsam Peygamber Efendimizin Hadislerine başvururum. Burada da aradığımı bulamayınca, Sahabilerden istediğimin sözünü alırım. Onların sözünden çıkıp başkalarının dediklerini kabul etmem. Bunların sözlerinde aradığımı bulamayıp başkalarının dediklerine muhtaç olunca içtihadda bulunan diğer kimseler gibi ben de içtihada (delillere dayanarak yeni hükümler çıkarmaya) koyulurum.″[10]

Emevilerin Irak emiri, İbn-i Hübeyre ona Kûfe kadılığını teklif etti. O da reddetti. Buna kızan emir ona hergün on değnek olmak üzere yüz on değnek vurdurdu. O yine reddetti. Bunun üzerine verdiği cezâların İmam-ı Âzam’ı ikna etmediğini gören emir, onu salıverdi. Ahmed b. Hanbel Rahimehullah’a bu hâdise anlatıldığında, İmam-ı Âzam’a acıyarak göz yaşlarını tutamayıp ağladı. Abbâsi devletinin ilk yıllarında halife Mansur onu Bağdat’a çağırdı ve kadılık makamını teklif etti. O yine reddetti. Verdiği değnek cezâları imamı ısrarından vazgeçiremediğini görünce, halife Mansur onu hapse attırdı.[11] Bunun üzerine İmam-ı Âzam Efendimiz çok yaşamayıp vefât etmiştir.

İkincisi: Mâliki imamının ismi şerifi, İmam Mâlik b. Enes’tir. Hicri 93 tarihinde Medine-i Münevvere de doğmuş, 179 tarihinde yine orada vefât etmiştir. İmam-ı Âzam ve İmam Ebû Yusuf ile görüşmüştür. Medine halkının o zamanda en bilgin âlimidir. İslam hukuku tertibine uygun olarak yazdığı ″Kitab’ul-Muvatta″ adlı hadis kitabı meşhurdur.

İmam Şâfii onun hakkında şöyle demiştir: ″Hadis okunan yerde, Mâlik, gökteki yıldız gibidir, ilmi ezberlemekte, anlamakta ve korumakta, hiç kimse, Mâlik gibi olamadı. Mâlik ile Süfyan bin Uyeyne olmasalardı, Hicaz’da ilim kalmazdı.″

Üçüncüsü: Şâfii imamının ismi şerifi, İmam Muhammed b. İdris Şâfii’dir. Hicri 150 tarihinde Şam beldelerinden Gazze’de doğmuş, 204 tarihinde Mısır’da vefât etmiştir. İmam Mâlik ve İmam Muhammed’den ders okumuştur. Mezhebi bir çok ülke yayılmıştır.

Ebû Ubeyd şöyle demiştir: İmam Şâfii’den duydum, buyurdu ki: ″İmam Muhammed’den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kûfe âlimlerinin çocuk-larıdır. Onlar da Ebû Hanife’nin çocuklarıdır.″

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا تَسُبُّوا قُرَيْشًا فَإِنَّ عَالِمَهَا يَمْلأُ الأَرْضَ عِلْمًا (ط قط في المعرفة عن ابن مسعود)

″Kureyş’e sövmeyin. Zîrâ Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur.″[12]

İslâm âlimleri; ″Bu Hadis-i Şerif, İmam Şâfii’nin geleceğini bildirmiştir″ demişlerdir.

İmam Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, babasının İmam Şafii’ye çok duâ ettiğini görmüş. Ona sebebini sorunca da; ″Oğlum, İmam Şâfii’nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifâsıdır″ demiştir. Bir seferinde de; ″Eline kalem kağıt alan herkesin İmam-ı Şafii’ye şükran borcu vardır″ demiştir.

Dördüncüsü: Hanbeli imamının ismi şerifi, İmam Ahmed b. Hanbel’dir. Hicri 164 tarihinde Bağdat’ta doğmuş, 241 tarihinde yine orada vefât etmiştir. İlk önce İmam-ı Âzam’ın talebesi olan İmam Ebû Yusuf’tan fıkıh ve hadis ilminde ders almıştır. Daha sonra İmam Şâfii’den de ders almıştır. Bağdat âlimlerinden olup büyük müfessir ve hadis âlimidir. 40.000’den fazla hadis içeren ″Müsned″ adlı eseri meşhurdur. İmam Ahmed b. Hanbel, hadis ilminde zamanın en büyük âlimidir. Üç yüz binden fazla Hadis-i Şerif’i senetleriyle birlikte ezbere bilirdi.

İmam Şâfii Hazretleri onun hakkında şöyle buyurmuştur: ″Bağdat’tan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel’den daha âlim, daha fakih, haramlardan ve şüphelilerden kaçan kimseyi bırakmadım.″

Dünyânın her tarafında yayılmış olan milyonlarca Müslüman, İslâm tarihinin ilk asırlarından günümüze kadar bu dört büyük müçtehitten birisine tâbi olmuşlardır. Bu dört imam, Müslümanlar için bir rahmeti ilâhiyedir. Bunlar Edille-i Şer’iyye’den dini hükümleri açıklamış ve Müslümanlara takip edecekleri yolu açıkça göstermişlerdir. Bunlardan herhangi birisinin mezhebine uyan bir Müslüman, hak bir mezhebe intisap etmiş, Peygamberimizin ve Ashâbının yolunda bulunmuş olur.

Bu muhterem dört müçtehide ″Eimme-i Erbaa (dört imam)″, İmam-ı Âzam’dan başka üçüne de ″Eimme-i Selâse (üç imam)″ denir. Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri hepsinden râzı olsun. Âmin!


[1] Sahih-i Müslim, Fedâil’üs-Sahâbe 59 (230 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7735, 9038.

[2] Burası Ahmed Cevdet Paşa’nın ″Faideli Bilgiler″ adlı eserinden alınmıştır. İmam-ı Âzam ile ilgili geniş bilgi için bakınız: el-Kerderî, Menâkib’ul İmam Ebî Hanife Radiyallâhu anhu, c. 1, s. 54-55.

[3] İbn-i Âbidin, Redd’ül-Muhtar, c. 1, s. 58.

[4] İbn-i Âbidin, Redd’ül-Muhtar, c. 1, s. 58.

[5] İbn-i Sîrîn: Tâbiin’in büyüklerindendir. Otuz kadar Sahabe-i Kirâm ile görüşmüştür.

[6] Muhammed İbn Muhammed el-Kerderî, Menâkib’ul-İmam Ebî Hanife Radiyallâhu anh, c. 1, s. 55.

[7] Muhammed İbn Muhammed el-Kerderî, Menâkib’ul-İmam Ebî Hanife Radiyallâhu anh, c. 1, s. 54.

[8] Muhammed İbn Muhammed el-Kerderî, Menâkib’ul-İmam Ebî Hanife Radiyallâhu anh, c. 1, s. 53.

[9] Nûr’ul-İzah, s. 5.

[10] Nûr’ul-İzah, s. 5.

[11] Nûr’ul-İzah, s. 6.

[12] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 33876.