TAKVÂ:

Takvâ lügatta; korkmak, çekinmek, sakınmak gibi anlamlara gelir. Dîni bir terim olarak da, Allah’tan korkmaktır. Takvâ ehli; yaptığı her işte Allah’ın rızâsını gözeten ve her zaman Allah korkusunu kalbinde taşıyan kimsedir.

Takvâ ehli hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Hucurât, Âyet 13’te şöyle buyurmaktadır:

″Ey insanlar! Şüphesiz ki, Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en makbul olanınız, en fazla takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır.″

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de Mekke’de verdiği Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَلَا إِنَّ رَبَّكُمْ وَاحِدٌ وَإِنَّ أَبَاكُمْ وَاحِدٌ أَلَا لَا فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَى أَعْجَمِيٍّ وَلَا لِعَجَمِيٍّ عَلَى عَرَبِيٍّ وَلَا لِأَحْمَرَ عَلَى أَسْوَدَ وَلَا أَسْوَدَ عَلَى أَحْمَرَ إِلَّا بِالتَّقْوَى ... (حم عن ابى نضرة)

″Ey İnsanlar! Şüphesiz ki sizin Rabbiniz birdir. Şüphesiz ki sizin baba­nız da birdir. Şunu bilin ki Arap olan birisinin Arap olmayana, Arap olmayan birisinin Arap olana, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır…″[1]

Yine bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَنْ أَكْرَمُ النَّاسِ قَالَ أَتْقَاهُمْ (خ م عن ابى هريرة)

″Yâ Resûlallah! İnsanların en şereflisi kimdir?″ denildi. Şöyle buyurdu: ″Allah’tan en çok korkan takvâ sahipleridir.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allah’u Teâlâ’dan en çok korkan kişi olduğuna dair de Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

جَاءَ ثَلَاثَةُ رَهْطٍ إِلَى بُيُوتِ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْأَلُونَ عَنْ عِبَادَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا أُخْبِرُوا كَأَنَّهُمْ تَقَالُّوهَا فَقَالُوا وَأَيْنَ نَحْنُ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ قَالَ أَحَدُهُمْ أَمَّا أَنَا فَإِنِّي أُصَلِّي اللَّيْلَ أَبَدًا وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَصُومُ الدَّهْرَ وَلَا أُفْطِرُ وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَعْتَزِلُ النِّسَاءَ فَلَا أَتَزَوَّجُ أَبَدًا فَجَاءَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ أَنْتُمْ الَّذِينَ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا أَمَا وَاللّٰهِ إِنِّي لَأَخْشَاكُمْ لِلَّهِ وَأَتْقَاكُمْ لَهُ لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي (خ عن انس بن مالك)

Üç kişi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zevcelerinin evlerine gelip Peygamberimizin ibâdetinden soruyorlardı. Bunlara Peygamberimizin ibâdeti haber verilince kendi yaptıkları ibâdeti azım-sadılar: ″Biz nerede, Resûlullah nerede? Allah’u Teâlâ, Peygamberinin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır″[3] dediler. İçlerinden biri: ″Bana gelince, ben geceleri dâimâ namaz kılacağım″ dedi. Diğeri de: ″Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım″ dedi. Üçüncüsü de: ″Ben de kadınlardan uzak duracağım ve hiç evlenmeyeceğim″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onların yanlarına gelerek şöyle buyurdu: ″Bu sözleri söyleyenler siz misiniz? Vallâhi! En fazla Allah’tan korkanınız ve en fazla takvâlı olanınız benim. Bununla beraber ben hem nâfile oruç tutarım, hem oruçsuz bulunurum, hem nâfile namaz kılarım, hem uyurum ve kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.″[4]

Takvâ hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de de şöyle buyrulmuştur:

إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ أَمَرَ اللّٰهُ مُنَادِيًا يُنَادِي: أَلا إِنِّي جَعَلْتُ نَسَبًا، وَجَعَلْتُمْ نَسَبًا، فَجَعَلْتُ أَكْرَمَكُمْ أَتْقَاكُمْ فَأَبَيْتُمْ إِلا أَنْ تَقُولُوا: فُلانُ بن فُلانٍ خَيْرٌ مِنْ فُلانِ بن فُلانٍ، فَأَنَا الْيَوْمَ أَرْفَعُ نَسَبِي، وَأَضَعُ نَسَبَكُمْ أَيْنَ الْمُتَّقُونَ (طب عن ابى هريرة)

Mahşer gü­nü olduğu zaman Allah’u Teâlâ buyurur ki: Şüphesiz Ben bir nesep yarattım, siz de bir nesep tespit ettiniz. Ben sizin en şereflinizin, en takvâlınız olduğunu ortaya koydum, siz ise bunu kabul etmeyerek; ″Filan oğlu filan, filan oğlu filandan hayırlıdır″ dediniz. Bugün Ben kendi nesebimi yükseltiyor, sizin uydurduğunuz nesepleri alçaltıyorum. Nerede takvâ sahipleri?[5]

Allah’a yaklaştıkça kişinin korkusu artmalıdır. Evvela, ibâdet ederek bu korku kazanılır. Ancak yaptığı ibâdete güvenir yani nefsine güven gelirse bu korkuda azalma olur. Çoğu kişiyi Allah yolunda ilerlemekten geri koyan budur. İşte takvâ sahibi, her zaman Allah korkusunu kalbinde taşıyan kimsedir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

رَأْسُ الْحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللّٰهِ (الحكيم هب عن بن مسعود )

″Hikmetin başı, Allah korkusudur.″[6]

لَا يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنْ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لَا بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ (ت ه عن عطية السعدى)

″Kul, sakıncalı şeyden korktuğundan dolayı sakıncalı olmayan şeyi de bırakmadıkça takvâlı kişilerden olamaz.″[7]

Fetvâ ile amel vardır, takvâ ile amel vardır, bir de azim ile amel vardır. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Fetvâ ile amel edin″ diye emrederdi. Takvâyı tavsiye edip kendisi de tutardı. Azim ile amel eyleyip verâyı da elden bırakmazdı.

Takvâ sahipleri ile ilgili Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

جَاءَ رَجُلٌ اِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَوْصِنِى قَالَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ بِتَقْوَى اللّٰهِ تَعَالَى! فَاِنَّهَا جِمَاعِ كُلُّ خَيْرٍ وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ فِى سَبِيلِ اللّٰهِ تَعَالَى! فَاِنَّهُ رُهْبَانِيَّةُ الْمُسْلِم۪ينَ وَعَلَيْكَ بِذِكْرِ اللّٰهِ تَعَالَى وَتِلَاوَةِ الْقُرْآنِ! فَاِنَّهُ نُورٌ لَكَ فِى الْاَرْضِ وَذِكْرٌ لَكَ فِى السَّمَاءِ وَاَخْزِنْ لِسَانِكَ اِلَّا مِنْ خَيْرٍ فَأِنَّكَ بِذَلِكَ تَغْلِبُ الشَّيْطَانَ (ع خط عق صف طح غ عن أبى سعيد الخدرى)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir adam gelerek: ″Yâ Resûlallah! Bana vasiyet eyle″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Takvâ ile amel edesin. Çünkü hayrın hepsi ondadır. Ve senin üzerine Allah yolunda (nefsin ile) mücâhede etmek olsun ki bu, Müslümanların ruhbanlığıdır.[8] Ve senin üzerine zikrullah etmek olsun ve Kur’ân okumak olsun. Çünkü bunlar, sana yeryüzünde nûr ve gökyüzünde de senin için zikirdir. Ve senin üzerine dilini tutmak olsun. Yalnız hayırda tutmalı değil, hayrı söylemelisin. İşte sen bunların hepsini yaparsan, şeytana gâlip gelirsin.[9]

Takvâ ve verâ sahibi olan kişiler, herkesten fazla ibâdet ederler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de takvâ ve verâ sahibi idi. Kendisinin geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde, herkesten fazla ibâdet ederdi.

Bu hususta İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ لَا يَكُونُ فِى الْمُصَلِّينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ صَلَاةً وَلَا يَكُونُ فِى الذَّاكِرِينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ ذِكْرًا (ابو نعيم خط عن ابن مسعود)

″Namaz kılanlar içinde herkesten fazla namazı Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kılardı. Allah’u Teâlâ’yı zikredenler içinde de herkesten fazla zikri o yapardı.″[10] Namazda da zikirde de hepimizden ileriydi, demektir.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22391.

[2] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 8; Sahih-i Müslim, Fedâil 44 (168).

[3] Bakınız: Sûre-i Fetih, Âyet 2.

[4] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).

[5] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 164, 426.

[6] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 762, 763; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 613.

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 24; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 19.

[8] Ruhbanlık hakkında Sûre-i Hadîd, Âyet 27 ve izahına bakınız.

[9] Râmûz’ul-Ehâdîs, 317/8.

[10] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 547/15; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 17931.