Cenâzenin Defnedilmesi:

Kabre varıldığında cenâze yere indirilmeden oturmak mekruhtur. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ تَبِعَ الْجَنَازَةَ فَلَا يَجْلِسْ حَتَّى يُوضَعَ.

″Cenâzenin peşinden giden, cenâze yere konmadıkça oturmasın″[1] diye buyurmuştur.

Ölü omuzlardan yere indirildikten sonra ise çalışmayan ve zarûri olmayan kimseler oturmalıdır.

Kabrin, bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar enli olması güzeldir. Yarım boy kadar derin olması da yeterlidir. Kabirlerde efdal olan lahiddir. Mezar kazılıp tamam olduktan sonra kıble cihetinde ölüyü koymak için lahid yapılması sünnettir. Bu hususta Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şu hâdiseyi nakletmiştir:

لَمَّا مَاتَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اخْتَلَفُوا فِي اللَّحْدِ وَالشَّقِّ حَتَّى تَكَلَّمُوا فِي ذَلِكَ وَارْتَفَعَتْ أَصْوَاتُهُمْ فَقَالَ عُمَرُ لَا تَصْخَبُوا عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَيًّا وَلَا مَيِّتًا أَوْ كَلِمَةً نَحْوَهَا فَأَرْسَلُوا إِلَى الشَّقَّاقِ وَاللَّاحِدِ جَمِيعًا فَجَاءَ اللَّاحِدُ فَلَحَدَ لِرَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ دُفِنَ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. (ه عن عائشة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem vefat ettiği zaman, Ashâb-ı Kirâm kendi aralarında onun lahid veya şak usulünden hangisiyle defnedileceği hususunda ihtilaf ettiler. Bu hususta aralarında konuştular hatta seslerini yükselttiler. Bunun üzerine Hz. Ömer: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında, ne sağ iken ne de vefat etmiş iken bağırmayın! Şak usulüyle kazan kimseye de lahid usulüyle kazan kimseye de adam gönderin″ dedi. Bunun üzerine lahid yapan erken geldi. ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellemin mezarı için bir lahid kazıldı ve sonra oraya defnedildi.[2]

Lahid: Mezarın kıble tarafı kazılarak, ölünün konulacağı kadar bir yer yapmaktır. Yani toprağı sert olan bir kabrin içinde kıble tarafı oyulur. Ölü bu lâhid’e konulup, yüzü kıbleye karşı sağ omuzunun üzerine lâhid’in içerisine yatırılır. Arkası tahta, kamış veya kerpiç benzeri şeyler konularak kapatılır. Böylece toprak, tam ölünün üzerinde değil, bu şeyler üzerine atılmış olur. Bu ölüye karşı bir saygıdır. Ayrıca lahid’in geniş yapılması, tahta veya kerpiçlerin de ölünün cesedine değmemesi lâzımdır.

Şakk (yarma): Mezarın tabanının ortasından yarıp ölü sığacak kadar kanal şeklinde bir hendek açmaktır. Toprak çok yumuşak ve gevşek olurda şakkın yanları tutmayacak olursa, iki tarafı tahtayla tutturulur veya kerpiç ve tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konulur. Üzerine de, ölüye dokunmayacak şekilde kerpiç veya tahtalar ile tavanımsı bir örtü yapılır. Ne sûrette olursa olsun, tahta veya kerpiçler üzerine konulacak ağaç veya benzeri şeyler, ölünün cesedine değmeyecek şekilde olması lâzımdır.

Kabirlerde efdal olan lâhid yapılmasıdır. Kabrin yeri yumuşak olup da, lâhid yapılması mümkün olmazsa, şakk yapılmasında da bir sakınca yoktur.

Ölüyü kabrine indirmekte müstehab olan şudur; cenâze mezarın kıble tarafında yere konulur. Mezara inenlerin yüzleri kıbleye karşı oldukları halde yukarıdakiler tarafından ölü bunların kucağına verilir. Bunlar da ölüyü kollarının üzerine alarak ve eğildiklerinde ölünün düşmemesi için kollarının birini ölünün üzerinden aşırarak kabre indirip lâhidine koyarlar. Eğer yerin darlığından veya lâhidin çökme tehlikesi olduğunda böyle yapmak mümkün olmazsa, kolaya geldiği ve mümkün olduğu kadar ölüyü düz bir şeklide, eğip bükmeden kabre indirirler. Ölüyü düz olarak kabrine indirmek sünnettir. Çünkü baş aşağı asılırsa midesinden bir takım şeylerin ağzına ve burnuna gelmesi ile abdestinin bozulma ihtimali vardır. Bu sebeple ölüyü mümkün olduğu kadar düz olarak kabrine indirmeye dikkat etmelidir.

Kadın cenâzesini mezarına, kadının akrabalarından olan mahremlerinin indirmeleri daha iyidir. Kadının akrabalarında da erkek mahremi bulunmazsa, akraba olmayan süt veya hısımlık ile mahremi bulunanların kabre indirmeleri daha iyidir. Bunlardan hiçbiri bulunmayan kadın cenâzesini ise, sâlih ve takvâ sahibi kimselerin kabre indirmeleri daha iyidir.

Kadınlar, ölüyü yıkayıp kefenledikten sonra, yıkandığı yerden tabuta koyup erkeklere teslim etmelidir.

Ölü kadın olursa cesedi mezara konurken mezara inmiş olanlar tahta veya kerpiçleri yerlerine düzünceye kadar mezarın üzerini çarşaf ve benzeri geniş bir şey ile örtmek müstehabdır. Yağmur veya kardan kabre inmiş olanları korumak gibi bir zarûret olursa, erkek mezarı da çarşaf veya benzeri bir şeyle örtülebilir.

Ölü kabre indirildiğinde kabrin içerisi lâhid olsun veya şakk olsun her ikisinde de, ölü sağ omuzu üzerine yatırılıp sağ kulağı yere getirilerek yüzü kıbleye karşı olmalıdır. Çünkü ölüyü kabirde sağ omuzu üzerine yatırıp yüzünü kıbleye karşı getirmek vâcip yahut vâcip derecesinde müekked sünnettir.

Zaman-ı saadette Abdulmuttalip oğullarından bir zât vefat etmiş, Resûlullah Sallallâhu aleyhi vesellem, İmam-ı Ali Radiyallâhu anhu’ya hitâben: ″Yâ Ali! Ölü kabre indirildiğinde sağ omuzu üzerine yatırıp yüzünü kıbleye getir ve hepiniz beraber:

بِسْمِ اللّٰهِ وَبِاللّٰهِ وعَلٰى مِلَّةِ رَسُولِ اللّٰهِ.

″-Bismillâhi ve billâhi ve alâ milleti Resûlillâh-[3] deyin. Ölüyü yüzüstü veya arkası üzeri yatırmayın″[4] buyurmuştur. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Şerif’inde de ″Beytullah (Kâbe)″ hakkında şöyle buyurmuştur:

قِبْلَتِكُمْ أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (د عمير بن قتادة)

″Beytullah, diri iken de ölü iken de sizin kıblenizdir.″[5]

Ölü kabirde sağ omuz üzerine yatırıldığında, tekrar dönmemesi için ölünün arkası ve yanları toprak veya emsali bir şeyle beslenir.

Kabirde ölünün altına minder veya hasır gibi şeyler sermek veya başının altına yastık, kerpiç, tuğla, taş ve benzeri şeyleri koymak, kabirde gülsuyu ve benzeri kokular cenâzenin üzerine dökmek tahrimen (harama yakın) mekruhtur. Çünkü bunların hiçbiri Ashâb-ı Kirâm zamanında görülmemiş ve işitilmemiştir.

Mezarda bulunanlar, ölüyü lahdine koyunca şu duâyı okuyabilirler:

اَللّٰهُمَّ افْتَحْ أَبْوَابَ السَّمَاءِ لِرُوحِهِ وَأَكْرِمْ نُزُلَهُ وَوَسِّعْ مُدْخَلَهُ، وَوَسِّعْ لَهُ فِي قَبْرِهِ.

″Allâhümmeftah ebvâbe’s-semâi lirûhihî ve ekrim nuzulehû ve vessi’ mudhalehû ve vessi’ lehû fî kabrihî″[6]

Ölü kabirde lâhidine konulup arkası beslendikten sonra, yolda açılma tehlikesinden dolayı kefen; baş, ayak uçlarından ve göbek hizasından bağlanmışsa bu bağlar çözülür. Bu bağlar çözülürken de şu duâ okunabilir:

اَللّٰهُمَّ لَا تَحْرِمْنَا أَجْرَهُ وَلَا تَفْتِنَّا بَعْدَهُ.

″Allâhümme lâ tahrimnâ ecrahû ve lâ teftinnâ ba’dehû″[7]

Ondan sonra tahta veya kerpiçler dizilerek ölünün arkası lahid’e kadar örülüp tamamen örtüldükten sonra üzerine toprak dökülür. Kabre dizilen tahta veya kerpiçler aralıklı olur da aralarından ölünün üzerine toprak dökülme ihtimali olursa, muhafaza için ara yerlere ot, kamış veya hasır parçası gibi şeylerle tıkanır ve ondan sonra toprakla mezar kapatılır. Kabir yerden bir karış veya daha fazla yükseltilerek üzeri sırt gibi yapılır. İbrâhim en-Nehâî Hazretleri; ″Bana Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi vesellem’in, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in mübârek kabirlerinin dört köşe olmayıp, yüksek oldukları haber verilmiştir″ demiştir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in oğlu Hz. İbrâhim’in kabri önce düzdü, sonra yükseltilmiştir. İnâye ve Nihâye’de böyle yazılıdır.[8] Kısaca kabrin deve hörgücü gibi yapılması mendubdur (sevaplıdır). Düz bir şekilde yapılmaz.

Cenâze defnedildikten sonra yapılması güzel görülen, sevaplı olan bâzı uygulamalar vardır. Bunlar şöyledir:

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu‘dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, o şöyle buyurmuştur:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَّى عَلَى جِنَازَةٍ ثُمَّ أَتَى قَبْرَ الْمَيِّتِ فَحَثَى عَلَيْهِ مِنْ قِبَلِ رَأْسِهِ ثَلَاثًا (ه عن أبى هريرة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir cenâzenin namazını kıldı ve kabre kadar giderek ölü defnedildikten sonra üç defa birer avuç toprak alıp baş tarafından kabre attı.″[9]

Fukahanın beyan eylemiş olduğu üzere, cenâze ile kabre kadar gitmiş bulunan cemaatin her biri üç avuç toprak alıp:

مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى.

Birincide: ″Minhâ halaknâküm.″ İkincide: ″Ve fîhâ nuîdüküm.″ Üçüncüde: ″Ve minhâ nuhricüküm târeten uhrâ.″ [10] Kavl-i Şerif’ini okuyup, baş tarafından kabre atmaları müstahaptır.

Kabirden bir avuç toprak alıp da üzerine yedi kere ″Kadir Sûresi’ni okuduktan sonra o toprağın üzerine üfleyip ölünün yanına atılırsa, azâbının hafiflemesi fukahâdan rivâyet edilmiştir.

Ölü defnedildikten sonra üzerine su serpmek de sünnettir. Bu hususta Ebû Râfî Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

سَلَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَعْدًا وَرَشَّ عَلَى قَبْرِهِ مَاءً (ه عن أبى رافع)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Sa’d b. Muaz Radiyallâhu anhu’nun cesedini yavaşça kabre indirdi. Defnedildikten sonra da kabrinin üstüne su serpti.″[11]

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, oğlu İbrâhim Radiyallâhu anhu’nun kabrini bir karış kadar kaldırıp üzerini semer gibi sırt yaptıktan sonra toprağın üzerine su serptiği de nakledilmiştir.

Yine Bezzar ve Beyhakî Âmir b. Rebîa Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif’i nakletmişlerdir:

رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ دَفَنَ عُثْمَانَ بْنَ مَظْعُونٍ صَلَّى عَلَيْهِ وَكَبَّرَ عَلَيْهِ أَرْبَعًا وَحَثَا عَلَى قَبْرِهِ بِيَدِهِ ثَلاَثَ حَثَيَاتٍ مِنَ التُّرَابِ وَهُوَ قَائِمٌ عِنْدَ رَأْسِهِ. وَزَادَ الْبَزَّارُ: فَأَمَرَ فَرُشَّ عَلَيْهِ الْمَاءُ. (البزار والبيهقي قط عن عامر بن ربيعة)

″Osman b. Mez’un Radiyallâhu anhu defnedildiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onun üzerine dört tekbirle namazını kıldı. Son­ra kabrine eliyle üç defa toprak alıp attı ki, o sırada onun kabri­nin baş ucunda ayakta duruyordu. Bezzar, bu rivâyete şunu da eklemiştir: ″Ve emretti de onun kabri üzerine su serpildi.″[12]

Vâllâhu a’lem! Kabrin üzerine su serpmenin amacı; toprağın birbirine yapışması içindir. Böylece yükseltilen toprağın dağılması önlenir. Ayrıca kabirin üzerinde yeşilliklerin çıkmasını sağlamak da olabilir.

Kabir üzerindeki yeşilliklerin orada yatan kimseye faydası olduğuna dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ مَرَّ بِقَبْرَيْنِ يُعَذَّبَانِ فَقَالَ إِنَّهُمَا لَيُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ فِي كَبِيرٍ أَمَّا أَحَدُهُمَا فَكَانَ لَا يَسْتَتِرُ مِنْ الْبَوْلِ وَأَمَّا الْآخَرُ فَكَانَ يَمْشِي بِالنَّمِيمَةِ ثُمَّ أَخَذَ جَرِيدَةً رَطْبَةً فَشَقَّهَا بِنِصْفَيْنِ ثُمَّ غَرَزَ فِي كُلِّ قَبْرٍ وَاحِدَةً فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ لِمَ صَنَعْتَ هَذَا فَقَالَ لَعَلَّهُ أَنْ يُخَفَّفَ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا (خ عن ابن عباس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem azap olunan iki kabre uğradı ve şöyle buyurdu: ″Bu ikisi azap görüyor. Bu ikisi işlemiş oldukları büyük bir günah sebebiyle azap görmüyor. Bu ikisinden biri bevlinden sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf taşırdı. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, taze bir hurma dalı aldı ve bunu ortadan ikiye böldü. Sonra her bir kabre bunlardan birini dikti. ″Yâ Resûlallah! Niçin böyle yaptın?″ diye sordular. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Bu dallar yaş kaldığı müddetçe, bu iki kabir sahibinin azâbının hafiflemesini ümit ederim.″[13]

Kabrin yaş ağaçlarını ve otlarını kesip koparmak mekruhtur. Mezarlıktaki ağaçlar ve otlar yaş bulundukça bir nevî hayat sahibidirler. Bunlar yaratılış halleri ile Allah’u Teâlâ’yı tesbih ederler. Bu sebeple orada yatmış bulunan îman sahiblerinin Allah’ın rahmetine kavuşacakları umulur. ″Bezzaziye″ kitabında: ″Kabristandaki yeşil otları koparmak mekruhtur. Çünkü bu otlar Allah’ı tesbih eder. Bu tesbihler ölünün azaptan kurtulmasına vesîle olur. Ölü, bu tesbihlerle rahat eder″ diye buyrulmuştur.

Muhammed Bilâl Nadir Hazretleri; kabrin üstünde çalı türü bitkilerin büyümesini ve kabrin başucuna ağaç dikmeyi iyi görmemiştir. Sebebi sorulunca da şöyle buyurmuştur: Kuş gelir içine girer, yuva yapar, pislik atar. Ağacın üzerine kuş konar, kuş o kabrin üzerine pislik atar, ayrıca ağacın kökü kabre girerek kabre zarar verir. Bunun dışında kabrin etrafında yeşillik ne kadar çok olursa o kadar iyidir. Otlar orada yatan ölü için istiğfar çeker. Bunu da ölüler duyar, bu otları koparmak iyi değildir. Kabristanlığın bulunduğu bölge halkına en fazla rızık darlığı getiren hususlardan birisi de, kabristanın etrafının duvarla çevrili olmamasıdır. Böyle olmazsa hayvanlar kabristanın içine girer, mezarları tepeler, pislik atar, bu da o belde halkına rızık darlığı getirir. Kabristanın etrafının çevrili olması hâlinde içinde ot biter, onlarda istiğfar edince hem ölülerin günahının af olmasına, hem dirilerin rızıklarının genişlemesine faydası olur. Ayrıca kabirlere yakın bulunan meyveli ağaçların meyvesinden yemek de sakıncalıdır. Çünkü o ağaçların kökleri kabirlere kadar girip gıdalanabilir.

Kabirlerin üzerine sâdece yaş dalları, güzel kokulu çiçekleri ve yeşillikleri koymak ise sakıncalı değildir. Sünnet olan yeşil olan ağaç dalı dikmektir. Müslüman olmayan başka milletlerin adetlerinden yapmak ise aslâ câiz değildir. Mezar taşlarına fotoğraf koymak, bez bağlamak veya buket çiçek yaparak kabrin üzerine koymak dinimizde yeri olmayan adetlerdir.

Ölünün defin işi tamam olup toprakla kapatılıp kabrin üzeri sırt gibi yapıldıktan sonra, din kardeşlerinin hemen oradan dağılmaları uygun değildir. Cenâzenin ruhu, onların bulunuşu ile alışkanlık kazanır, yöneltilecek sorulara hazırlanmış olur ve Allah’u Teâlâ’nın mağfiretini gözetlemiş bulunur. Bu hususta Hz. Osman b. Affan Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا فَرَغَ مِنْ دَفْنِ الْمَيِّتِ وَقَفَ عَلَيْهِ فَقَالَ اسْتَغْفِرُوا لِأَخِيكُمْ وَسَلُوا لَهُ بِالتَّثْبِيتِ فَإِنَّهُ الْآنَ يُسْأَلُ. (د عن عثمان بن عفان)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ölünün defin işi bittikten sonra kabrin yanında durur ve şöyle buyururdu: ″Kardeşiniz için Allah’u Teâlâ’dan mağfiret isteyin, kardeşiniz şimdi sual olunmaktadır. Allah’u Teâlâ’dan îmanında onu sâbit bulundurmasını niyaz edin″[14]

Kabir suâli hakkında Berâ b. Âzib Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

خَرَجْنَا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي جِنَازَةِ رَجُلٍ مِنَ الْأَنْصَارِ فَانْتَهَيْنَا إِلَى الْقَبْرِ وَلَمَّا يُلْحَدْ فَجَلَسَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَجَلَسْنَا حَوْلَهُ وَكَأَنَّ عَلَى رُؤُسِنَا الطَّيْرَ وَفِي يَدِهِ عُودٌ يَنْكُتُ فِي الْأَرْضِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ اسْتَعِيذُوا بِاللّٰهِ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلَاثًا ثُمَّ قَالَ إِنَّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ إِذَا كَانَ فِي انْقِطَاعٍ مِنَ الدُّنْيَا وَإِقْبَالٍ مِنَ الْآخِرَةِ نَزَلَ إِلَيْهِ مَلَائِكَةٌ مِنَ السَّمَاءِ بِيضُ الْوُجُوهِ كَأَنَّ وُجُوهَهُمْ الشَّمْسُ مَعَهُمْ كَفَنٌ مِنْ أَكْفَانِ الْجَنَّةِ وَحَنُوطٌ مِنْ حَنُوطِ الْجَنَّةِ حَتَّى يَجْلِسُوا مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ ثُمَّ يَجِيءُ مَلَكُ الْمَوْتِ عَلَيْهِ السَّلَام حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ أَيَّتُهَا النَّفْسُ الطَّيِّبَةُ اخْرُجِي إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ ... (د حم عن البراء بن عازب)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber Ensârdan bir adamın cenâzesinde bulun­duk. Kabre vardığımızda kabrin henüz lahdi yapılmamıştı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem oturdu. Biz de onun çevresinde, başlarımızda sanki kuşlar varmış gibi sessiz bir şekilde oturduk. Peygamberimizin elinde bir ağaç parçası vardı ve onunla toprağı karıştırıyordu. Başını kaldırdı ve buyurdu ki: ″Kabir azâbından Allah’a sığının.″ Bu sözü iki veya üç defa tekrarladı ve sonra şöyle buyurdu:

Mü’min bir kulun dünyâdan ayrılıp âhirete yönelme vakti gelince, onun yanına gökten, yüzleri güneşe benzeyen beyaz yüzlü melekler iner. Yanlarında Cennet kefenlerinden bir kefen ve Cennet kokularından bir koku bulunur. O me­lekler, can vermekte olan kişinin gözünün göreceği kadar bir uzaklıkta oturur­lar. Sonra Azrâil gelir, onun başucuna oturur ve ″Ey pâk ve temiz ruh! Vücuttan çık. Allah’ın affına ve rızâsına kavuş″ der. Bunun üzerine su kabından bir damlanın akması gibi ruh vücuttan akıp çıkar. Melek onu alır ve diğer melekler o ruhu Azrâil’den, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin alırlar. Cennetten getirdikleri o ke­fenin ve kokunun içine koyarlar. O ruhtan yeryüzündeki en güzel miskin koku­su gibi bir koku çıkar ve o melekler bu ruhu alıp yukarı çıkarlar. Hangi melek topluluğuna uğrarlarsa, onlar: ″Bu hoş ve güzel ruh kimin?″ diye sorarlar. O ruhu taşı­yan melekler, onun dünyâda çağırıldığı en güzel adını söyleyerek: ″Bu, falan oğlu falandır″ derler. Nihâyet o ruhla birlikte Dünyâ semâsına varırlar ve kapının açılmasını isterler. Kapı onlara açılır. Her katta bulunan ileri gelen kimseler, o ruhu bir üst kata kadar yolcu ederler. Nihâyet yedinci kat semâya ulaşırlar. Orada Allah’u Teâlâ: ″Bu kulumun amelini İlliyyin’e yazın ve tekrar kendisini yere gönderin. Çünkü Ben onları oradan yarattım, onları oraya iâde ederim. Bir kere daha onları yine oradan çı­kartırım″[15] diye buyurur. Bunun üzerine ruhu tekrar cesedine iade edilir.

İki melek gelip yanına oturur. O meleklerden biri: ″Rabbin kim? der. O da: ″Rabbim Allah’tır″ der. Melek: ″Dînin nedir?″ der. O da: ″Dînim İslâm’dır″ der. Melek: ″Size gönderilen Peygamber kimdir?″ diye sorar. O da: ″Allah’ın Resûlüdür″ der. Melek bu sefer: ″Amelin nedir?″ diye sorar. O da: ″Allah’ın kitabını okudum. Ona îman ettim ve onu tasdik ettim″ der.

Bunun üzerine gökten: ″Kulum doğru söyledi. Onun altına Cennetten ser­giler serin ve onu Cennetten giydirin. Ona, Cennete bakan bir kapı açın″ diye bir nidâ gelir. O kişiye Cennetin havası ve kokuları gelir. Kabri, gözün görebileceği kadar genişler. Yanına güzel yüzlü temiz elbiseli, hoş kokulu bir adam gelir ve ona: ″Ben seni, sevindirici bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaad edilen gün bugündür″ der. Ölen kişi de ona: ″Sen kimsin? Yüzünden bile, hayırlı bir haber getirdiğin belli oluyor″ der. O kişi: ″Ben senin, dünyâda işlediğin sâlih ameli­nim″ der. Bunun üzerine ölen kişi: ″Yâ Rabbi! Kıyâmeti kopar. Tâ ki aileme ve Cennetteki nîmetlere kavuşayım″ der.

Bir kâfirin de, dünyâdan ayrılıp âhirete yönelme vakti gelince, onun yanına gökten, siyah yüzlü melekler iner. Yanlarında bir paçavra vardır. O me­lekler can çekişmekte olan kişinin gözünün görebileceği kadar bir uzaklıkta otu­rurlar. Sonra Azrâil gelir, onun başucuna oturur ve ″Ey pis ruh! Vücuttan çık ve Allah’ın gazabına uğra″ der. Bunun üzerine ruh, ki­şinin vücudunun her tarafına yayılır. Melek o ruhu, ıslak yünün içinden kebap şişini çekercesine çekip alır ve diğer melekler, göz açıp kapayıncaya kadar bekletmeksizin onu Azrâil’den alırlar ve onu, getirdikleri paçavranın içine koyarlar. O paçavradan, yeryüzündeki en pis kokulu leşten çıkan koku gi­bi bir koku çıkar. Melekler onu alıp yukarı çıkarırlar. Hangi melek topluluğuna uğrarlarsa onlar: ″Bu pis ruh kimin?″ diye sorarlar, O ruhu taşıyan melekler, kişinin dünyâda çağırıldığı en kötü adını söyleyerek, ″Bu falan oğlu falandır″ derler. Nihâyet o ruhla dünyâ semâsına varırlar ve onun için kapıların açılması is­tenir. Fakat kapı ona açılmaz. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Şüphesiz ki, âyetlerimizi yalanlayanların ve kibirlenerek onları kabul etmeyenlerin ruhları için göklerin kapıları açılmaz. Deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar onlar Cennete giremezler…″[16] diye devam eden âyeti okudu.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti:

Aziz ve Celil olan Al­lah: ″Bunun amelini, yerin en alt katında bulunan Siccîn’e ya­zın″ diye buyurur. Bundan sonra onun ruhu aşağıya atılır. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″… Her kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışmış veya rüzgâr onu uzak bir yere atmış gibidir″[17] diye geçen âyeti okudu.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti:

Bu ada­mın ruhu vücuduna döndürülür. İki melek gelip yanına oturur. O meleklerden biri: ″Rabbin kim?″ der. O da: ″(Gülerek) hah, hah, bilmiyorum!″ der. Melek: ″Dînin nedir?″ der. O da: ″Hah, hah, bilmiyorum!″ der. Melek: ″Size gönderilen Peygamber kimdir?″ diye sorar. O da: ″Hah, hah, bilmiyorum!″ der.

Bunun üzerine gökten: ″Kulum yalan söyledi. Altına ateşten sergiler se­rin ve kendisine, Cehenneme bakan bir kapı açın″ diye nidâ gelir. Bu kişiye Cehennemin sıcağı ve alevi gelir. Kabri sıkıştırıldıkça sıkıştırılır, kaburgaları birbirine girer. Yanına çirkin yüzlü, pis kokulu bir kişi gelir ve ona: ″Seni, hoşuna gitmeyecek bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaad edilen gün bugündür″ der. Ölen kişi de ona:″Sen kimsin? Yüzün bile kötülüğü ifade ediyor″ der. O da: ″Ben senin kötü amelinim″ der. Bunun üzerine ölen kişi: ″Yâ Rabbi! Sen kıyâmeti koparma″ der.[18]


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 135.

[2] Kütüb-i Sitte, c 17, Hadis No: 6467.

[3] Mânâsı: Allah’ın adıyla ve Allah ve Resûlullah’ın milleti (dîni) üzere.

[4] Bu husus bir diğer Hadis-i Şerif’te de: إِذَا وَضَعْتُمْ مَوْتَاكُمْ فِي الْقَبْرِ فَقُولُوا بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مِلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ (حم حب عن ابن عمر)

″Ölülerinizi kabre koyduğunuz sırada, -Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh- deyin″ diye geçmektedir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 4581; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42376) Bir nakilde de; بِسْمِ اللَّهِ وَبِاللَّهِ وَعَلَى مِلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ″Bismillâhi ve billâhi ve alâ milleti Resûlillâh″ ifadesi geçmektedir. (Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 40)

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, el-Vesâye 10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 7800, 7807, 7817; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13571; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 184, 1962.

[6] Mânâsı: Allah’ım! Bu ölünün rûhu için gök kapılarını aç. Mezara konulmasını keremli kıl. Onun dâhil olduğu yeri ve kabrini genişlet. (Mukadder Yolculuk, s. 187) Yine bu hususta bakınız: Sûre-i A’râf, Âyet 40; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8414)

[7] Mânâsı: Allah’ım! Bizi bunun sevâbından mahrum bırakma ve bizi ondan sonra fitneye düşürme. (Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23288; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42300)

[8] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 136.

[9] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 44.

[10] Sûre-i Tâhâ, Âyet 55. Mânâsı: ″Biz sizi yerden (topraktan) yarattık. Öldükten sonra sizi oraya döndürürüz ve oradan bir kere daha çıkarırız.″

[11] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 38.

[12] Beyhakî, es-Sünen’ül-Kübrâ, c. 3, s. 410; Sünen-i Dârimî, Cenâiz 6, Hadis No: 1858.

[13] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 82; Sahih-i Müslim, Tahâret 34; Sünen-i Ebû Dâvud, Tahâret 11.

[14] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 73.

[15] Bakınız: Sûre-i Tâhâ, Âyet 55.

[16] Sûre-i A’râf, Âyet 40. Allah’u Teâlâ’nın: ″Deve, iğnenin deliğinden geçinceye kadar″ diye buyurması, Araplarda kullanılan bir darb-ı meseldir; aslâ mümkün olmayacak durumlar için kullanılan bir tâbirdir. Bu nedenle o kâfirler kesinlikle Cennete girmezler, demektir. Yani devenin iğnenin deliğin­den geçmesinin mümkün olmadığı gibi, kâfirlerin de Cennete girmelerinin müm­kün olmayacağı belirtilmiştir.

[17] Sûre-i Hacc, Âyet 31.

[18] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17803.


Kabirin Başında Kur’ân Okumak:

Ölü defnedilince kabrinin başında Kur’ân okunması hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا مَاتَ أَحَدُكُمْ فَلَا تَحْبِسُوهُ وَأَسْرِعُوا بِهِ إِلَى قَبْرِهِ وَلْيُقْرَأْ عِنْدَ رَأْسِهِ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَعِنْدَ رِجْلَيْهِ بِخَاتِمَةِ الْبَقَرَةِ فِي قَبْرِهِ. (طب هب عن ابن عمر)

″Sizden biri vefat ettiğinde onu fuzuli bekletmeyin, bir an evvel kabrine ulaştırın. Kabrinin baş tarafında Fâtiha’yı, ayak tarafında da Bakara Sûresi’nin sonunu (Âmenerresûlü’yü) biriniz okusun.″[1]

Hadis-i Şerif’in bir rivâyetinde, Fâtiha Sûresi yerine Bakara Sûresi’nin ilk beş âyeti yazılıdır. Her ikisi de birleştirilerek kabrin baş ucunda Fâtiha ve Bakara’nın başı olan ″…müflihûn″ ifadesine kadar okunursa daha iyi olur.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ مَيِّتٍ يَمُوتُ فَيُقْرَأُ عِنْدَهُ يس إلَّا هَوَّنَ اللّٰهُ عَلَيْهِ (أبو نعيم عن أبي الدرداء وأبي ذر)

″Yanında Yâsîn Sûresi okunan her bir ölünün, Allah’u Teâlâ mutlaka işini kolaylaştırır.″[2] Cenâze defnedilirken özellikle Yâsîn Sûresi’nin okunması bu sebepledir. Diğer sûreler de okunabilir. Bir Müslüman kabrinde gömüldükten sonra orada bir deve boğazlanıp paylaşılacak kadar[3] bir zaman bekleyip Kur’ân okumak güzel görülmüştür. Genelde; ″Mülk, Vâkıa, İhlâs, ve Muvazzateyn Sûreleri, sonra Fâtiha ve Bakara Sûresi’nin başı okunur. Okunan sûrelerin sevâbı da, cenâzenin ve diğer îman sahiplerinin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için Allah’u Teâlâ’ya duâ edilir.

Kur’ân okunurken sâdece defin işlerini yapanlar çalışabilir ve konuşabilir. Onun hâricinde cemaatin tamamının oturup, Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeleri farzdır. Kendi aralarında konuşmaları Allah’u Teâlâ’nın kelâmına saygısızlık olur ve büyük günahtır. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i A’raf, Âyet 204’te şöyle buyurmaktadır:

″Ey îman edenler! Kur’ân okunduğu vakit, dinleyin ve sukût edin ki, Allah’ın rahmetine nâil olasınız.″

Bu Âyet-i Kerîme’ye göre, Kur’ân okunduğu zaman, onu duyar duymaz; hemen sesi kesip dinlemek bütün Mü’minler üzerine farzdır. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân’ı okumak sünnet, dinlemek ise farzdır.


[1] Bir devenin kesilip, etlerinin pay edilerek dağıtılması kastedilmiştir, bu da yaklaşık bir buçuk iki saat gibi bir süredir.

[2] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42186.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42186.