Cenâzeyi Kefenleme:

Kefen, ölen bir Müslümanın temizlenmesinden sonra üzerine sarılan dikişsiz bir elbisedir. Kefen hakkında Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

خَيْرُ ثِيَابِكُمْ الْبَيَاضُ فَكَفِّنُوا فِيهَا مَوْتَاكُمْ وَالْبَسُوهَا (ه عن ابن عباس)

″Elbiselerinizin en hayırlısı beyaz olanıdır. Bunun için ölülerinizi beyaz elbise içinde kefenleyin ve beyaz elbise giyin.″[1]

إِذَا كَفَّنَ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ فَلْيُحْسِنْ كَفَنَهُ فَإِنَّهُمْ يُبْعَثُوْنَفِيأَكْفَانِهِمْ وَيَتَزَاوَرُوْنَفِيأَكْفَانِهِمْ(خط سمويه عن أنس)

″Sizden biri din kardeşine velî olduğu zaman, onun kefenini güzel yapsın. Çünkü ölüler kefenleriyle sevkolunurlar ve kefenleri ile birbirlerini ziyaret ederler.″[2]

Kefenin beyaz olmasının faziletini beyan eden Hadis-i Şerifler pek çoktur. Fıkıh kitaplarında beyan olunduğu üzere yün ve kıldan dokunmuş şeylerden yahut hayvan derisinden kefen yapmak mekruh görülmüştür.

Ölen bir Müslümanın; guslünden defnine kadar geçirdiği safhaların noksansız olarak yerine getirilmesi, geride kalan Müslümanlar için kaçınılması mümkün olmayan bir borç ve bir farz-ı kifâyedir.

Herkesin kefeni, kendi malından tedarik edilir.[3] Kefen masrafı; borçtan, vasiyet ile mirastan öncedir. Fakat borç mukâbilinde rehin bırakılmış olan mal, kefene sarfedilemez. Geriye mal bırakmamış olan bir ölünün kefen masrafı, hayatta iken nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu kimselere aittir. Böyle bir kimsesi bulunmazsa, beyt’ül-mal tarafından karşılanır. Bu da mümkün olmazsa, Müslümanlar kendi aralarında tedarik ederek karşılarlar. Kadınların kefenleri zengin olsalar da kocalarına aittir. Fetvâ bu yöndedir. İmam Muhammed’e göre ise, mal bırakmayan kadınların techiz ve tekfin masrafları, nafakalarını vermekle yükümlü olan kimselere aittir. Eğer kadınların malları varsa, masraflar o maldan karşılanır. İmam Şâfii’ye göre de böyledir.

Bir ölünün kabri açılıp kefeni çalınmış olursa bakılır; eğer cenâze bozulmamışsa, yeniden kefene sarılır. Bu kefen, ölenden kalan mal henüz bölünmemiş ise bu maldan karşılanır, bölünmüş ise vârisleri tarafından temin edilir.

İmam-ı Âzam Ebû Hanife ile İmam Mâlik’e göre; ihramlı kimse ölünce ihramlık hâli sona erdiğinden aynen diğer cenâzeler gibi ke­fenlenir, başı örtülür, üzerine güzel kokular sürülebilir. Bunlara göre bu hac, namaz ve oruç gibi îfâsına başlanıp da ölüm ile bâtıl olan bir ibâdettir. Nasıl ki Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِذَا مَاتَ الْإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَمَلُهُ إِلَّا مِنْ ثَلَاثَةٍ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ وَعِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ وَوَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ (م د ت ن عن ابى هريرة)

″İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez: Sadaka-i câriye (devam eden hayır), yararlı ilim ve kendisine duâ eden sâlih bir evlat″[4] buyurmuşlardır. İhrâm da, kesikliğe uğrayan amellerden biridir. Bu hususta Hanefiler, Atâ’nın naklettiği şu Hadis-i Şerif’i de delil olarak gösterirler:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سُئِلَ عَنْ مُحْرِمٍ مَاتَ فَقَالَ: خَمِّرُوا رَأْسَهُ وَوَجْهَهُ وَلَا تُشْبِهُوهُ بِالْيَهُودِ (عن عطاء)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e ihramlı olarak ölen bir kişi sorulunca, şöyle buyurmuştur: ″Başını ve yüzünü örtün. Onu Yahudilere benzetmeyin.″[5]

وَسُئِلَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا عَنْ ذَلِكَ فَقَالَتْ: اصْنَعُوا بِهِ مَا تَصْنَعُونَ بِمَوْتَاكُمْ.

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’ya da bu sorulunca; ″Ölülerinize ne yapıyorsanız, ona da aynısını yapın″[6] buyurmuştur.

İmam Şâfii ile İmam Ahmed b. Hanbel’e göre ise; ihramlı iken ölen bir kimse sâdece ihram elbisesiyle kefenlenir, başka bir kefene lüzum yoktur. Bunlar; ihramlı olarak vefât eden Mü’minin, ihram hâlinin öldükten sonra da devam edeceği hükmüne varmışlar ve kefenlendiğinde başının örtülmesi, koku kullanılması nehyedilmiştir, demişlerdir.[7]

Ölünün Kefenlenmesi Üç Şekilde Olur:

1- Sünnet olan kefen: Erkekler için Lifafe, İzar ve Kamis’ten ibaret olmak üzere üç parçadır. Kadınlar için ise Lifafe, Dîr, İzar, Hımar, Kamis’ten ibaret olmak üzere beş parçadır.

Hanefilere göre; kefende sarık yoktur.

Lifafe: Ölünün baş ve ayak uçlarından taşacak uzunlukta olan beze verilen isimdir. Kullanılışı, baş ve ayaklardan taşan uzunlukların büzülerek başka bir bez parçası ile bağlanmasından meydana gelir. İzar’dan daha uzundur.

İzar: Genişliği bir metreden fazla olup, baştan ayağa kadar uzanan bezdir.

Kamis: Gömlek demektir. Uzunluğu omuzlardan ayaklara kadar olan uzunluğun iki katıdır. Kolu ve yakası yoktur. Ölü üzerinde kullanılışı ise, mevcut olan uzunluk ikiye katlanır ve kat yerinden baş geçecek şekilde makasla kesilir. Kol ve etek yerlerine makas vurulmaz.

Hımar: Baş örtüsü demektir. Uzunluğu iki zira’ (100 cm) ve eni bir karış olan bir bez parçasıdır. Eni, bir karıştan biraz fazla da olabilir.

Dîr: Göğüs örtüsü demektir. Uzunluğu üç zira’ (150 cm) ve eni koltuğu altından dizlerine varıncaya kadardır. Bâzıları; göbeğine varıncağa kadardır, demişlerdir. Yani yaklaşık olarak 60 veya 40 cm enindedir. Hırka diye de tâbir olunmuştur.

Ölü sahibi, sünnet olan kefeni almak isterse, erkekler için yedi veya yedi buçuk; kadınlar için de dokuz veya dokuz buçuk metre kefenlik alması yeterli olur. Bu orta boylu olanlar içindir. Ölen kişinin boyuna göre bu uzunluk değişebilir.

Kefenin kenarından tahminen beş santimetre kadar eninden yırtılır, ölünün baş ve ayak uçları bağlanır. Birde mezara indirmeye kolaylık olsun diye göbekten bağlanır. Kabre inince üçü de çözülür.

2- Kifâyet olan kefen: Erkekler için Lifafe ve İzar’dan ibaret olup, Kamis’i bulunmayan ve sâdece bu iki parça ile yetinilmiş olandır. Kadınlar için ise; Lifafe, İzar ve Hımar’dan ibaret olup üç parçadır.

Malı az ve varisleri de çok olan ölüler için kifâyet olan kefen ile yetinilmiş olması daha uygundur. Aksi halde sünnet olan kefen evlâdır.

3- Zarûret olan kefen: İçinde bulunulan durumun imkansızlığına bağlı olarak zarûret hâlinde yapılan bir uygulamadır. Burada adet önemli olmayıp sâdece ölünün üzerinin örtülmesine bakılır. Hattâ ayak uçları açık kalırsa, ot ile örtülür.

Ashab-ı Kirâm’dan Uhud’da şehit olan Hz. Hamza ile Hz. Mus’ab İbn-i Ümeyr Radiyallâhu anhumâ’nın cenâzeleri elbiseleri ile defnedilmiş ve vücudundan açık kalan yerleri de izhir otu (bir nevi kokulu bir ot türü) ve Mekke ayrığı ile örtülmüştür.

Erkeklerin Kefenlenmesi:

Ölüyü sünnet üzere kefenlemek için evvela en büyük parça olup dış tarafta kalacak olan ″Lifafe″, bir tahta üzerine veya tabut içine açılır ve üzerine bir miktar hoş koku serpilir. Sonra onun üzerine ″İzar″ denilen yine büyük parça açılır ve onun da üzerine bir miktar yine hoş koku serpilir ve onun üzerine de ″Kamis″ açılır. Kamis’in bir katı toplanıp başının arka tarafına gelecek yere yığılır ve etrafında yanmış tütsü hâlinde buhur dolaştırılır. Bu dolaştırılma üç, beş, yedi defa olmak üzere tek olarak buhur gezdirilir veya üzerine koku serpilir. Sonuç olarak ölü üç yerde buhurlandırılır veya güzel kokular sürülür: ″1- Ruhunu teslim edince kerih kokuların gitmesi için. 2- Yıkandığı yerde. 3- Kefenlenirken.″

Kefenin tabut üzerinde açılıp kokulandırma ve buhurlandırma işi tamam olduktan sonra ölü, sarılmış olduğu havlu veya çarşafla yerinden kaldırılıp Kamis’in üzerine ve başının geçmesi için Kamis’de açılmış olan delikten başı geçirildikten sonra başının arka tarafına yığılı bulunan Kamis’in üst katı ayaklarına kadar üzerine çekilir. Kamis’in altında kalan havlu veya çarşaf hafifce çekilip ölünün hiçbir yeri açılmadan alınarak Kamis ölüye sarılır ve ölünün kolları gömleğin içinde yanlarına aşağı doğru uzatılır. Ölünün kollarını göğsü üzerine koymak mekruhdur.

Sonra İzar denilen büyük parça, evvelâ sol tarafından sonra sağ tarafından, sağ tarafı üstte kalacak şekilde ölüye sarılır. Ondan sonra Lifafe, yine evvelâ sol tarafından sonra sağ tarafından, sağ tarafı üstte kalacak şekilde ölüye sarılır.

İzar ve Lifafe adları verilen büyük kefen parçaları, ikisi birden ölüye sarılmaz, teker teker sarılır ve yolda giderken kefenin açılma durumu olabileceğinden baş, ayak uçlarından ve göbek hizasından bağlanır. Ölü kabre indirilince bu bağlar çözülür.

Kadınların Kefenlenmesi:

Kadın ölüsünü sünnet üzere kefenlemek için evvelâ erkek kefeninde olduğu gibi ″Lifafe″ diye tâbir olunan büyük parça açılır. Sonra onun üzerine ″İzar″ denilen yine büyük parça açılır. Ondan sonra koltuklarından veya boynundan uyluklarına ve dizlerine kadar gelecek olan ve ″Dîr″ diye tâbir edilen parça açılır. Onun üzerine de ″Hımar″ diye tâbir olunan baş örtüsü, bir ucu ölünün omuzlarının altına gelmek üzere açılır. Onun üzerine de ″Kamis″, erkek kefeninde olduğu gibi serilir. Bunların da her birine açılınca koku sürülür. Ondan sonra ölü, sarılı bulunduğu havlu veya çarşafla beraber kefenin üzerine getirilip erkek de olduğu gibi konulur. Kamis, başından geçirilip erkek de olduğu gibi giydirilir. Kamis başından geçirilerek ayaklarına kadar uzatılıp sarılır ve altında ki havlu veya çarşaf gibi ne varsa hafifce çekilerek alınır. Kolları erkekte olduğu gibi yanlarına uzatılır. Saçları iki bölük yapılarak yüzünün yanlarından aşağı Kamis’in üzerinden göğsüne doğru uzatılır. Sonra Hımar denilen baş örtüsü, omuzlarının altından ve başının arkasından geldiği gibi yüzünün üzerinden göğsüne doğru enli olarak açılıp yüzüne ve başına sarılır. Ondan sonra İzar, erkek kefeninde sarıldığı gibi evvelâ sol tarafından, sonra sağ tarafından alınıp sağ tarafı üste gelecek şekilde ölüye sarılır. Ondan sonra Dîr diye tâbir edilen parça, omzundan uyluklarına veya dizlerine kadar arkadan ve önden sıkıca ölüye sarılır. En son, Lifafe denilen büyük parça, İzar gibi evvelâ soldan, sonra sağdan, sağ tarafı üste gelecek şekilde hepsinin üzerinden sarılır.

Çocukların Kefenlenmesi:

Canlı olarak doğduktan sonra ölen küçük çocukları, bir veya iki parça kefenle kefenlemek câiz ise de evlâ olan zarûret yoksa hiç ayrım yapılmayıp, erkek çocuklar, mükellef erkekler gibi üç parça ile, kız çocukları da mükellef kadınlar gibi beş parça ile sünnet üzere kefenlenmelidir.


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 12.

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 66/14.

[3] Eğer ölen kimsenin kefeni, bir yakını veya herhangi bir kimse tarafından alınırsa, bunda bir sakınca yoktur. Fakat kefeni alan bir kimse olmazsa, o zaman ölünün kendi malından alınır.

[4] Sahih-i Müslim, Vasiyye 3 (14 Sünen-i Ebû Dâvud, Vasâya 14; Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 36; Sünen-i Nesâî, Vasâya 8.

[5] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 407.

[6] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 407.

[7] Bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud Tercümesi ve Şerhi, Cenâiz 78-80; Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, c. 4, s. 340.