Cenâzeyi Yıkama:

Kişi can verdikten sonra vücudunda oluşabilecek necasetten dolayı ölünün yakınında, yıkanıp temizlenene kadar Kur’ân-ı Kerîm okunması uygun değildir. Ancak ayrı bir mekanda okunmasında bir sakınca yoktur.

Cenâzenin yıkanmasına geçilmeden önce bazı hazırlıkların yapılması gerekir. Cenâzenin yıkanacağı yer hazırlanmış olmalı ve kapalı bir yerde yıkanmalıdır. Böyle bir yer bulunmazsa bir örtü çekilerek başkalarının görmesine mani olacak hâle getirilmelidir. Yine cenâzenin yıkanacağı su, hazırlanmış olmalıdır. Suyun fazla sıcak olması doğru olmadığı gibi, soğuk olması da arzu edilmez. En iyisi ikisinin ortası olmalıdır. Cenâze için ısıtılan suya, mersin yaprağı, sedir yaprağı gibi bir şey atılarak ısıtılırsa iyi olur. Eğer bunlardan hiçbiri bulunmazsa, o zaman sadece suyun ısıtılması yeterlidir.

Teneşirin etrafı buhur ve emsali güzel kokularla üç, beş, yedi defa tütsülenmiş olması güzeldir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إذَا أَجْمَرْتُمْ الْمَيِّتَ فَأَجْمِرُوهُ وِتْرًا (حب ك عن جابر)

″Ölüyü tütsülediğinizde onu tek sayıyla tütsüleyin.″[1]

Cenâzenin yıkanacağı teneşir, yıkayacak kimsenin göbek hizasında olmalıdır. Cenâzenin sarılacağı kefen, cenâze yıkanmaya başlamadan alınıp, kesilmiş olmalıdır. Cenâze malzemelerinden olan havlu, sabun, pamuk, lif ve peştamal gibi ihtiyaçları cenâze yıkamaya geçilmeden evvel hazırlanmış olmalıdır.

Cenâzeyi yıkayacak kimseler; gerek erkek ve gerekse kadın olsun, sır saklayan, Allah’tan korkan, cünüp olmayan ve dînî sorumluluğunun bilincinde olan biri olması lâzımdır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لِيُغَسِّلْ مَوْتَاكُمْ الْمَأْمُونُونَ (ه عن ابن عمر)

″Ölülerinizi güvendiğiniz kimseler yıkasın.″[2]

Bu sebeple bir ölüyü, ona en yakın olan kimse veya takvâ sahibi güvenilir kimse yıkamalıdır.

Gerek cenâzeyi yıkayan ve gerekse onun yardımcıları, ölüde gördükleri çirkin ve kötü halleri başkalarına anlatamazlar. Ancak ölü de bir nurlanma, bir güzelleşme, bir rayiha (güzel bir koku) duyulur ve görülürse, bunu başkalarına söylemekte bir sakınca yoktur, hattâ ibret olması için daha da iyidir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallalâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

اذْكُرُوا مَحَاسِنَ مَوْتَاكُمْ وَكُفُّوا عَنْ مَسَاوِيهِمْ (د ت عن ابن عمر)

″Ölülerinizin güzelliklerini söyleyin ve kötülüklerinden (onları anlatmaktan) kaçının.″[3]

مَنْ غَسَّلَ مَيِّتاً فَكَتَمَ عَلَيْهِ غَفَرَ اللّٰهُ لَهُ أرْبَعِينَ مَرَّةً‏(ك عن رافع)

″Her kim ölü yıkar da onda gördüğü hoşa gitmeyecek halleri gizlerse, Allah’u Teâlâ o kimseyi kırk defa bağışlar...″[4]

مَنْ غَسَّلَ مَيِّتًا وَكَفَّنَهُ وَحَنَّطَهُ وَحَمَلَهُ وَصَلَّى عَلَيْهِ وَلَمْ يُفْشِ عَلَيْهِ مَا رَأَى خَرَجَ مِنْ خَطِيئَتِهِ مِثْلَ يَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (ه عن على)

″Her kim bir ölüyü yıkar, onu kefenler, kefenine güzel koku saçar, cenâzesini taşır, üzerine namaz kılar ve kötü belirtilerden gördüğünü ölü aleyhinde yaymazsa, annesinden doğduğu gün gibi hatâlarından çıkmış (günahlarından arınmış) olur.″[5]

Cenâzeyi yıkayan kimsenin, üzerine pis su sıçramaması için peştamal kullanması uygun olur. Ölü yıkayacak kimsenin önce gusletmesi sevaptır. Hattâ yardımcılarının da gusül abdesti almaları daha iyi olur.

Cenâze yıkanırken, yıkayıcı ve yardımcılarından başkasının orada bulunması doğru olmadığı gibi, bâzı kimselerin oraya girip çıkmaları da doğru bir hareket değildir. Cenâze yıkanırken ne yıkayıcılar, ne yardımcıları, ne de dışarda bekleyenler, zarûret hasıl olmadıkça konuşmazlar. Bilakis ölü için Allah’u Tealâ’dan mağfiret talebinde bulunmalıdırlar.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mübârek naaşı, başı batı tarafa, ayakları doğu tarafa, sağ tarafa döndürüldüğünde yönü kıbleye gelecek şekilde yıkanmıştır. Nitekim kabrine de bu şekilde konulmuştur. İşte cenâze bu şekilde veya baş tarafı kıble yönüne gelecek şekilde yıkanır. Cenâzenin ayakları kıbleye uzatılmaz. Bu hususta Hanefi ulemâsından Muhammed Bilâl Nâdir Hazretlerinin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

- Cenâzeyi yıkayacak kişinin ilk önce niyet etmesi; sonra cenâzenin başının kıbleye, ayaklarının kuzeye getirilmesi lâzımdır. Şimdi her nedense ayaklarını kıbleye getirmek âdet olmuş, bu yanlıştır. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ″Beytullah (Kâbe)″ hakkında şöyle buyurmuştur:

قِبْلَتِكُمْ أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (د عمير بن قتادة)

″Beytullah, diri iken de ölüyken de sizin kıblenizdir.″[6]

Bu sebeple bir insan sağlığında Kâbe’ye saygı ve hürmetinden dolayı ayak uzatamıyorsa, aynı şekilde bu Hadis-i Şerif’e göre öldükten sonra da Kâbe, kıblemiz olduğuna göre, aynı saygı ve hürmetin gösterilmesi gerekir. Bundan dolayı ölünün ayağının kıbleye uzatılması yanlıştır.

Cenâzenin ayaklarını kıbleye getirenlerin açıklaması ise; cenâze yıkanırken az oturtulur gibi yapıp biraz doğrultulduğunda yönü kıbleye gelsin diyedir. Halbuki bu uygulama yanlıştır.

Bundan sonra yıkama işlemine geçilir. Cenâzeyi yıkamak Müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir.[7] Öyle ki; ölen bir Müslümanın cenâzesi yıkanmazsa, diğer bütün Müslümanlar günahkâr olurlar.

Cenâzenin yıkanmasının aslına dair Übeyy b. Ka’b Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve şöyle buyurmuştur:

كَانَ آدَم رَجُلًا أَشْعَرَ طُوَالًا كَأَنَّهُ نَخْلَةٌ سَحُوقٌ فَلَمَّا حَضَرَهُ الْمَوْتُ نَزَلَتْ الْمَلَائِكَةُ بِحَنُوطِهِ وَكَفَنِهِ مِنْ الْجَنَّةِ } فَلَمَّا مَاتَ عَلَيْهِ السَّلَامُ غَسَّلُوهُ بِالْمَاءِ وَالسِّدْرِ ثَلَاثًا وَجَعَلُوا فِي الثَّالِثَةِ كَافُورًا وَكَفَّنُوهُ فِي وِتْرٍ مِنْ الثِّيَابِ وَحَفَرُوا لَهُ لَحْدًا وَصَلَّوْا عَلَيْهِ وَقَالُوا هَذِهِ سُنَّةُ وَلَدِ آدَمَ مِنْ بَعْدِهِ (عن أبي بن كعب)

Âdem Aleyhisselâm, uzun dallı bir hurma gibi uzun saçları olan bir adam idi. Âdem Aleyhisselâm öleceği zaman melekler güzel kokulu şeyler ve Cennetten kefenle geldiler. Âdem Aleyhisselâm ölünce onu su ve sidr ile üç kere yıkadılar ve üçüncü yıkamadan sonra kâfur serptiler. Onu tek ile biten kefene sardılar. Onun için mezar kazıp lahid yaptılar. Sonra namazını kılıp defnettiler ve ″Bu, Âdemoğlullarına bundan sonra sünnettir″ dediler.Bir diğer rivâyette de; ″Cebrâil Aleyhisselâm imam olup Kâbe-i Muazzama’da namazını kıldılar″ diye geçmektedir.[8]

Cenâzenin temiz ve cemaatin önünde olması hakkında İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur: ″Cenâze namazı kendisine uyulan bir sünnettir. Bu itibarla cenâzenin imam gibi cemaatin önüne geçirilmesi şart kılınmıştır. Namazın câiz olması için imamın temiz olması şart olduğu gibi cenazenin te temiz olması şarttır. Aynı zamanda bir kimse öldükten sonra Allah’u Teâlâ’ya arzolunacağı ve ona döneceği için Allah’u Teâlâ’ya tâzimden dolayı, o kimseyi yıkamak vâcip olmuştur.″[9]

Cenâzenin yıkanması, ölümüyle abdestsiz veya cünüp olduğu içindir. Abdestsizlik ve cünüplük yıkanma ile giderilir. İnâye ve Nihâye’de böyle yazılıdır.

Cenâze burada tarif edildiği üzere, ayakları kıbleye gelmeyecek şekilde bir, üç, beş gibi tek olarak buhurlanmış bir teneşir üzerine sırt üstü yatırılır. Başının altına hafif bir şey konularak başı azıcık kaldırılır, böyle konulması sünnettir. Ölünün elbiseleri soyulmamış ise elbiseleri tamamen soyulur. Yalnız dizinden göbeğine kadar her tarafı bir bez ile örtülür. Çünkü dizinin altından göbeğine kadar avret (mahrem) yeridir. Bu araya sağ iken de, öldükten sonra da bakmak ve dokunmak katiyyen câiz değildir. Bu nedenle ölünün kıyafetleri çıkarılırken de bu mahremiyete dikkat etmek gerekir.

Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ali Kerremallâhu veche’ye hitâben şöyle buyurmuştur:

لَا تُبْرِزْ فَخِذَكَ وَلَا تَنْظُرْ إِلَى فَخِذِ حَيٍّ وَلَا مَيِّتٍ (ه عن على)

″Uyluğunu açma. Ne sağ olanın, ne de ölünün uyluğuna bakma.″[10]

Ölüm ile mahremlik düşmediğinden sağ olsun, ölü olsun mükellef bir insanın avret-i galîzasına (tenasül organlarına ve makatına) bakmak ve dokunmakta bir fark yoktur. Bu hususta kadınlar da aynen erkekler gibidir. Yani kadın ölüsü de tamamen elbisesinden soyularak yalnız dizinden göbeğine kadar, erkek gibi bir bezle avret-i galîzası tamamen örtülür. Zîrâ kadının kadınlara göstermesi câiz olmayan avret yeri, erkeğin erkeklere olduğu gibi yalnız dizinden yani diz kapağının altından göbeğine kadardır.

Bâzı yerlerde ve bâzı kimseler, kadın ölüsünü gömlekle beraber yahut bir çarşaf üzerinden yıkarlar. Fakat bu doğru değildir. Çünkü Hanefi mezhebine göre; iyice temizlik hâsıl olması için elbisesini tamamen çıkarmak vâciptir. Zîrâ elbise üzerinde olduğunda ölü, yıkandığı sularla elbise murdar olur ve o murdar elbise tekrar ölünün cesedini de murdar eder ve bu sûretle yıkamaktan beklenen temizlik hâsıl olmaz. Onun için yıkanacak ölü, kadın olsun erkek olsun elbisesini tamamen çıkarmak ve yalnız dizinden göbeğine kadar olan avrat mahallini bir sütre bezi ile örtmek vâcip olur.

İmam Şâfii ise; ″Cenazenin geniş bir gömlek içinde yıkanması sünnettir. Yıkayıcı ellerini yenlerine sokup bedenini yıkar. Yenleri dar olursa yırtılır. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, üzerinde bulunan mübârek gömlekleri içinde yıkanmışlardır. Peygamber hakkında sünnet olan şey, o şeyin Peygambere mahsus olduğuna dâir delil bulunmadıkça, diğerleri hakkında da sünnettir″ demiştir.

Bu hususta Hanefilerin delili, Hz. Âişe annemizden nakledilen şu olaydır:

Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem, ebedî olan âleme irtihal ettiklerinde, Sahâbe-i Güzîn toplanıp Resûlü Ekrem Efendimizi nasıl yıkayacaklarını bilemediler. Bunlar hayret içerisindeyken, Cenâb-ı Hakk tarafından bunlara bir uyku verildi. Bu sırada bir münâdi,″Resûlü Ekrem’i üzerinde olan elbise ile yıkayın″ diye nidâ etti. Ashâb-ı Kirâm; ″Diğer cenâzelerin elbiselerini çıkarmak sünnettir. Elbisenin çıkarılmaması Resûlü Ekrem’e mahsustur. Çünkü Resûlullah’a tâzim ve hürmet etmek lâzımdır″ diye ittifak ettiler.[11]

Cenâzeyi yıkayacak kişi, hazırlığını yaptıktan sonra, ölünün başına geçerek: ″Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm. Niyet ettim bu cenâzeyi yıkamaya veya bu cenâzenin gusul farzını kaldırmaya″ der ve yıkama sona erinceye kadar:

غُفْرَانَكَ يَٓا رَحْمٰنُ.

″Gufrâneke yâ Rahman (Ey Rahman olan Allah’ım! Affını dilerim), der.

Yalnız bunu açıktan söylemez. Kalbinden söylemesi lâzımdır. Burada açıktan Kur’an okunmaz ve Allah’u Teâlâ’nın isimleri zikredilmez. Çünkü ölünün yıkandığı yerde pislik ve necâset eksik olmaz.

Abdest aldırmaya başlamadan önce, ölüye taharet aldırılır. Ölüye taharet verecek olan kimse, çıplak eli ölünün mahrem yerine değmesi câiz olmadığından sol eline bir bez sarıp ölünün sol tarafından ve uyluğunun altında elini sokarak ölünün taharet verilecek mahalline uzatır. Su döken kimse de ölünün üzerindeki sütre bezini göbeğinden azıcık kaldırıp, su dökmekte olduğu kabı bezin altına sokarak oradan aşağı taharet verenin eline doğru bol su döker, bu suretle taharet temizce ve kolaylıkla yapılır. Abdest işlemine geçmek için de ölünün ayak tarafından dolanarak sağ tarafına geçer.

Taharet verirken elini çıplak olarak, ölünün avret yerine değdirmek câiz olmadığı gibi, ölünün avret yerini açmak, bakmak, başkalarına göstermek ve görmelerine sebebiyet vermek de haramdır. Ayrıca iyi taharet veremeyip taharet mevkiinde necâset kalması da cenâze namazının sıhhatine mâni olacağından o da haramdır. Bu sebeple taharet verirken gerek taharet veren ve gerekse su dökenin, çok dikkat ve itina ile bu hizmeti yapıp, sütre bezinin açılmamasına çok dikkat etmesi lâzımdır. Çünkü namahremlik, ölüm ile ortadan kalkmaz. Ölünün namahremliği sağ olanınkinden farksızdır, ölünün avret-i galîzası sağ olanınki gibi muhafaza edilmelidir.

Taharet işleminden sonra abdest aldırma işlemine geçilir. Ölüye abdest aldırmak, namaza aklı yeten yedi yaşından yukarı olanlara mahsus ise de, abdest guslün sünnetlerinden olduğu için küçük çocuklara da abdest aldırılır. Ümmü Atıyye Radiyallâhu anhâ’dan nakledildiğine göre:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَسْلِ ابْنَتِهِ ابْدَأْنَ بِمَيَامِنِهَا وَمَوَاضِعِ الْوُضُوءِ مِنْهَا (خ عن ام عطية)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kızı Zeyneb Radiyallâhu anhâ’yı yıkayan kadınlara: Yıkamaya sağ tarafından ve abdest organlarından başlayın″[12] diye emretmiştir.

Sonra ağzına ve burnuna su vermeden, abdest aldırır. Cenâzenin ağzını, burnunu yıkamak güçtür. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْمَيِّتُ يُوَضَّأُ وُضُوءَ الصَّلَاةِ وَلَا يُمَضْمَضُ وَلَا يُسْتَنْشَقُ.

″Cenâzeye namaz abdesti gibi abdest aldır. Fakat mazmaza ve istinşak verilmez″[13] diye buyurmuştur.

Ölüyü yıkayan kimse, parmağına bir bez sarıp ölünün dişlerini, dilini, dudaklarını, burnunu ve göbeğini o bezle meshedip siler. Ancak ölü, cünüp veya hayız yahut lohusa olursa, tahareti tamamlamak için mümkün olduğu kadar ağzına ve burnuna su vermek ve ağzını burnunu yıkamak lâzımdır. Ölünün yüzü yıkandıktan sonra evvelâ sağ kolu, sonra sol kolu elleri ve dirsekleri ile beraber tamamen yıkanır. Sonra başına mesh edilir. Ondan sonra evvelâ sağ, sonra sol ayağı güzelce yıkanır.

Bu şekilde abdest tamamlandıktan sonra ölünün üzerine ılık su dökülerek başı ve sakalı sabun ve lif ile güzelce oğuşturularak temizce yıkanır. Lif bulunmadığı takdirde sabunu köpürtecek sert ve temiz bir bez veya bir miktar sert yün dahi o hizmeti ifa eder. Evlâ olan suyun tatlı, olmasıdır. Çünkü içilebilir tatlı sular, kiri iyi çıkarır ve sabunu iyi köpürtür.

Cenâzenin başı ve sakalı yıkandıktan sonra sabunlu lif ile bedeni, önce sağ taraftan başlanarak güzel bir şekilde ovalanarak yıkanır. Zîrâ sağ taraftan başlamak sünnettir. Sonra bol su ile durulanır. Bu, bir defa yıkamaktır.

Böyle tarif edildiği gibi başı, sakalı, saçı ve bedeni sabun ve lif ile güzelce ovalanarak üç defa yıkanır ve her yıkanmasında, ölünün sağ ayağı sol ayağının üzerine konularak, sağ omuzundan bir adama tutturulup kaldırılarak sol omuzu üzerine çevrilir ve arkasının sağ tarafı kaldırılarak güzelce yıkanır. Sonra sol ayağı sağ ayağının üzerine konularak sol omuzundan bir adama tutturulup kaldırılır ve sağ omuzu üzerine çevrilerek arkasının sol tarafı kaldırılıp güzelce yıkanır. Ölünün arkasını yıkamak için ölüyü yüzüstü yatırmak câiz değildir.

Yukarıda tarif edildiği üzere birinci ve ikinci defa yıkadıktan sonra, ölü kaldırılıp yarı oturtulur bir hale getirilir. Sonra cenâzenin karnı yavaşça sığanır. Bir şey çıkarsa su dökülüp giderilir. Yeniden abdestini almaya ve yıkamaya gerek yoktur. İmam-ı Şafii Hazretlerine göre ise, mahrecinden bir şey çıkmışsa abdesti iade edilir.

Hz. Ali Kerremallâhu veche, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizi yıkarken, mübârek karnını yavaşça sığadı. Fakat hiçbir şey çıkmadı. Bunun üzerine Hz. Ali Kerremallâhu veche: ″Tertemiz bir hayat geçirdin ve tertemiz olarak âhirete gittin″ diye buyurmuştur.

Ondan sonra ölü, yine eskisi gibi yatırılarak tarif edildiği şekilde yıkanır ve üç defa yıkama gerçekleştirilerek sünnet üzere yıkama işi tamamlanmış olur. Çünkü ölünün cesedini bol sularla üç defa tamamen yıkamak sünnettir. Zarûret olmadıkca üçten noksan veya fazla yıkamak mekruh olur. Zîrâ üçten noksan cimrilik, fazla yıkamak israf olur. Üçten fazla yıkamak icabettiğinde yine de sayısının tek olması lâzımdır.

Ölünün yıkanması tamamlandıktan sonra kurulanmasına geçilir. Yıkayıcı ölünün ıslak bedenini havlu veya temiz olan herhangi bir bez parçası ile kurulayabilir. Fakat, yün veya pamuk gibi mamul olmayan şeylerle kurulanması doğru değildir. Kurulandıktan sonra başı ve sakalı üzerine güzel kokular dökerler, alın, burun, ellerin içi, diz ve ayaklar gibi üzerlerinde secde edilen uzuvlarına kâfur serperler. Çünkü güzel kokular sürmek sünnet olmakla beraber bu uzuvlar, üzerinde secde edildiği için ayrı bir payeye (öneme) sahiptirler. Ölü bu işlemlerden sonra kefene sarılır.

Ölüyü yıkayan kimse hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ غَسَّلَ مَيِّتًا فَلْيَغْتَسِلْ (ه عن أبى هريرة)

″Bir ölüyü yıkayan kimse (yıkadıktan sonra) gusletsin.″[14]

Eğer gusül abdesti almaya müsâit değilse veya zaman darsa normal abdest alabilir. Cenâze namazını, bu namaz abdesti ile kılabilir. Bu sebeple âlimler, ölüyü yıkayan kimsenin cenâzeyi yıkadıktan sonra gusletmesi fazilet yönündendir, demişlerdir.


[1] Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, 1/120; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42242.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 8.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 56; Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 30.

[4] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1254.

[5] Sünen-i İbn-i Mâce ,Cenâiz 8.

[6] Sünen-i Ebû Dâvud, el-Vesâye 10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 7800, 7807, 7817; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13571; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 184, 1962.

[7] Farz-ı kifâye; Müslümanlardan bir kısmının yapmasıyla diğerlerinin üzerinden sorumluluğun kalkmasıdır. Ölünün yıkanması farz-i kifâyedir: Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Müslümanın Müslüman üzerinde altı hakkı vardır″ (Sünne-i İbn-i Mâce, Cenâiz 1) buyurmuş ve burada öldükten sonra Müslümanın yıkanmasını da saymıştır. (Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, 1/120)

[8] Feth’ul-Kadir, c. 3, s. 328; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 129; Ramuz’ul-Ehâdîs, 81/13.

[9] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 129.

[10] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 8.

[11] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, 130.

[12] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 10; Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 29; Mevsilî, KitÂb’ul-İhtiyâr, 1/120.

[13] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, 130.

[14] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 8.