Namazın Dışındaki Farzlar:

Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlardır. Bu altı şarta, namazın şartları da denir. Şart; alâmet mânâsındadır. Kavram olarak, başka bir şeyin olması onun varlığına bağlıdır, ama kendisi o şeye dâhil değildir. Meselâ: Namazın sahih olması, abdestin olmasına bağlıdır. Burada murad, namazın sahih olmasının şartıdır, yoksa namazın varlığının şartı değildir. İşte bu altı şart şöyledir:

1- Hadesten tahâret: Necâset-i hükmiyye denilen, guslü veya abdesti gerektiren şeylerden temizlenmektir. Yani namaz kılacak kişinin; abdesti yok ise abdest, cünüp ise gusül abdesti alması lâzımdır.

2- Necâsetten tahâret: Necâset-i hakiki denilen, maddeten pis olan şeylerden temizlenmektir. Hakiki pislik hakkında geniş bilgi için ″Necâset″ bahsine bakınız. Yani namaz kılacak kişinin; bedeninin, elbisesinin ve namaz kılacağı yerin temiz olması lâzımdır.

3- Setr-i avret: Namazda avret mahallini örtmektir. Namazda örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz bulunmayan uzuvlara ″Avret mahalli″ denir. Erkeklerin avret mahalli (yeri), göbeklerinin altından diz kapaklarının altına kadar olan yerdir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

عَوْرَةُ الرَّجُلِ مَا بَيْنَ سُرَّتِهِ إلَى رُكْبَتِهِ. (عن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده) وَفِي رِوَايَةٍ: مَا دُونَ سُرَّتِهِ حَتَّى يُجَاوِزَ رُكْبَتِهِ.

″Erkeklerin avret yeri, göbeği ile diz kapaklarının arasıdır.″ Bir rivâyette de; ″Göbeğin altından başlayarak, diz kapaklarını geçinceye kadardır″ diye buyurmuştur.

Hür olan kadınların avret mahalli ise, el ve yüzü hâriç bütün bedenleridir.[1] Bu sebeple buraları mutlak sûrette örtmek şarttır.

Hür kadınların, ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır.Sahih olan görüşe göre, kadınların ayakları da avret değildir. Yani ayaklarında çorap olmasa da namazlarını kılabilirler. Çünkü bunları örtmek, fakirler için müşküldür. Fakat imkan dâhilinde çorap ile kılmaları daha iyidir. Diğer bir görüşe göre de, hür olan bir kadının namazı, ayağının dörtte biri açık bulunması ile bozulur, denilmiştir.

Hür kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir. Zîrâ Sûre-i Nûr, Âyet 31’de: Ey Resûlüm! Mü’min kadınlara de ki: ″Gözlerini haramdan sakınsınlar. Edep yerlerini korusunlar. Ziynet-lerini, görünmesi zarûri olan kısmı (el ve yüz) hâriç göstermesinler. Başörtülerini yakalarına kadar indirsinler…″ diye buyrulmuş; kadınların nefislerini haramdan korumaları ve saçı, kulağı ve boynu görülmeyecek şekilde başlarını örtmeleri emredilmiştir.

Bu hususta Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

أَنَّ أَسْمَاءَ بِنْتَ أَبِي بَكْرٍ دَخَلَتْ عَلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهَا ثِيَابٌ رِقَاقٌ فَأَعْرَضَ عَنْهَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ يَا أَسْمَاءُ إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتْ الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إِلَّا هَذَا وَهَذَا وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ. (د عن عائشة)

Bir gün Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ ince bir elbise ile Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna girmişti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: ″Ey Esma! Bir kadın ilk olarak âdet görmeye başlayınca, ellerinden ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi câiz değildir.″[2]

Allah’u Teâlâ Sûre-i A’râf, Âyet 26’da: ″Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek elbise ve bir de ziynet elbisesi yarattık. Fakat takvâ elbisesi daha hayırlıdır...″ diye buyurarak, insanların ayıp yerlerini örtmeleri ve ziynetlenmeleri için elbise yarattığını beyan etmekte ve ayrıca, ″Fakat takvâ elbisesi daha hayırlıdır″ diye de, takvâ elbisesine vurgu yapmaktadır. Takvâ elbisesi, sünnete uygun olan elbisedir. Bu elbiselerin özelliği ise, kalın, bol ve uzun olmasıdır. Bu ölçü, hem erkek ve hem de kadın için geçerlidir.

Karın, uyluk, baldır, kadının saçı, erkeğin tenâsül uzvu ve makadı gibi avret sayılan uzuvlardan birinin dörtte biri açılırsa namaz câiz değildir. Muhtelif avret yerlerinin birer parçası açılıp da bunların toplamı, en küçük avret organının en az dörtte birine eşit olursa ve açıklık müddeti de bir rüknü yerine getirecek bir zaman devam ederse, namaz bozulur; değilse bozulmaz.

Bir kimse namaz kılarken, elinde olmayarak açılan bir avret yerini hemen kapayacak olsa, namazı bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya rükû gibi bir rüknü yerine getirecek kadar bir zaman örtmezse, sahih olan görüşe göre namaz bozulur. Namaz içinde elbiseye sıçrayan bir pisliği hemen atmak veya bekletmekte de aynen bu hüküm uygulanır. Fakat bu gibi namaza engel işler, insanın kendi iradesi ile yapılırsa, namaz hemen bozulur.

Derinin rengini gösterecek şekilde ince olan bir elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bunun için böyle bir elbise ile namaz sahih olmaz.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ وَنِسَاءٌ كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مُمِيلَاتٌ مَائِلَاتٌ رُءُوسُهُنَّ كَأَسْنِمَةِ الْبُخْتِ الْمَائِلَةِ لَا يَدْخُلْنَ الْجَنَّةَ وَلَا يَجِدْنَ رِيحَهَا وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ كَذَا وَكَذَا (م عن ابى هريرة)

″Cehennem ehlinden iki sınıf var ki, henüz onları görmedim. Biri sığır kuyrukları gibi kamçılarla insanları dövenlerdir. Diğeri de, giyinik, fakat çıplak olan, salınarak veya kibirlenerek yürüyen, diğer kadınlara da kendileri gibi olmayı telkin eden ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. Onlar Cennete girmeyecekler, onun kokusunu bile alamayacaklardır. Halbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar mesâfeden hissedilir.″[3]

Elbise bulacağını ümit eden çıplak bir kimse, vaktin çıkmasından korkmadıkça bekler. Temiz yer bulacağını ümit eden kimse de böyle yapar. Elbisesi pis olan bir kimse, o pisliği giderecek su ve suya benzer temiz ve temizleyici bir madde bulamazsa, o pis elbisesiyle namazı kılar, sonra su bulunca namazı tekrar kılmaz. Bunun iki şekli vardır. Eğer elbisesinin dörtte biri yahut daha fazlası temiz ise o elbiseyle namaz kılar, çıplak olarak kılması câiz değildir. Çünkü herhangi bir şeyin dörtte biri, o şeyin tamamı hükmündedir. İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre; elbisenin dörtte birinden azı temiz olsa, o kimse çıplak kılmakla, o elbiseyle kılmak arasında muhayyerdir. Fakat efdal olan o elbiseyle kılmasıdır. Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, namazı ayakta, rükû ve secde ile kılsa câizdir. Fakat efdal olan, oturarak îmâ ile kılmasıdır. Çünkü Ashâb-ı Kirâm böyle yapmışlardır. Îmâ, işâret mânâsında olup kıyam, rükû ve sücuda (secde etmeye) gücü olmayan kimsenin oturduğu veyahut yattığı yerde başıyla namaz kılmasıdır. Kaş ve göz ile îmâ olmaz.

Ayrıca bir kişinin elbisesi yerde sürünecek kadar uzun olmamalıdır. Çünkü elbisesi, çarşıda, pazarda, abdesthanede yerde süründüğü zaman, her türlü pisliği üzerinde barındırır. O elbise ile de namaz kılınmaz. Bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Bir adam, elbisesinin eteklerini yerde sürüyerek namaz kılıyordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona: ″Git abdest al″ buyurdu. O da gidip abdest alıp geldi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona tekrar: ″Git abdest al″ diye emretti. Bunun üzerine orada bulunanlardan bir kişi, ″Yâ Resûlallah! Niçin ona abdest almasını emrettiniz de, sonra sustunuz?″ diye sorunca da buyurdu ki:

إِنَّهُ كَانَ يُصَلِّي وَهُوَ مُسْبِلٌ إِزَارَهُ وَإِنَّ اللّٰهَ لَا يَقْبَلُ صَلَاةَ رَجُلٍ مُسْبِلٍ (د عن ابى هريرة)

″O, elbisesini yerde sürüyerek namaz kılıyordu. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimsenin namazını kabul etmez.″[4]

4- İstikbâl-i Kıble: Namazda kıbleye doğru yönelmektir. Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 144’te: ″… Ey Müslümanlar! Namaz için her nerede olursanız yüzünüzü Kâbe tarafına çevirin…″ diye buyurmuştur. Mekke’de bulunanların kıblesi, Kâbe-i Muazama’nın kendisidir. Hattâ bir Mekkeli evinde namaz kılsa, duvar kırıldığında yönünün tam Kâbe’ye doğru olması lâzımdır. Fakat Kâbe-i Muazzama’dan uzak bulunan kimselerin kıblesi, Kâbe tarafına dönmeleridir. Çünkü insan, gücünün yettiğinden sorumludur.

Zâhiriyye’de; bâzı âriflerin, ″İnsanların kıblesi Kâbe-i Muazzama, gök ehlinin kıblesi Beyt-i Mâmur, Allah’a en yakın meleklerin kıblesi Kürsî, Hamele-i Arşın (arşı taşıyanların) kıblesi Arş’tır. Hepsinin matlûbu Allah’ın rızâsıdır″ dedikleri naklonulmuştur.[5]

Namazda özürsüz göğsünü kıbleden çeviren kimsenin namazı fâsid olur (bozulur). Yalnız yüzünü çeviren kimse kerâhat-i tahrime işlemiş olur. Kerâhat-i tahrime, harama yakın olduğundan bilerek işleyene azap vardır.

Bir kimse kıble tarafını bilemezse ve kıbleyi soracak bir kimse de bulamazsa, o kimse kıble tarafını araştırır, kendi kanaatine göre tayin edeceği tarafa doğru namazını kılar. Zîrâ Ashâb-ı Kirâm, kıble tarafını şüphe ettiklerinde araştırıp namazlarını kılarlardı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de onlara, ″Niçin böyle yapıyorsunuz?″ diye kınamazdı. Namaz kıldıktan sonra kıblede hatâ ettiğini anlayan kimse, namazı tekrar kılmaz. Bir kimse, kıble yönünü bilemeyip kendi kanaatine göre tayin ettiği tarafa doğru namaz kılarken, namaz içinde kıble yönünü bilecek olsa, o tarafa döner, namazını tamamlar. Kıble yönünde şüphe ederek namaza durulmaz. Araştırıp kıble yönüne kalbi kanaat getirerek namaza durulması gerekir. Araştırmaksızın kalbi kannat getirmeden bir yöne durarak namazı kılan kimse, kıbleye isâbet etmiş olsa bilse câiz değildir.

Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini döndürecek kimse bulunmadığı veya hasta olmadığı halde bir düşman veya yırtıcı bir hayvan sebebiyle kıble tarafına dönmekten korktuğu takdirde, gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar, çünkü yükümlülük, güce göre olur.

Birtakım insanlar, karanlık bir gecede kıble yönünü bilemeyip araştırarak namaz kılsalar, imamlarının hangi tarafa döndüğünü bilmeseler, imamdan ileri geçmeyenin namazı câizdir. İmamdan ileri geçenin namazı câiz değildir. Aynı şekilde, imamın ne tarafa döndüğünü bilip de, o tarafa dönmeyenin namazı da câiz değildir. Çünkü o kimse, imamın hatâ ettiğine inanmıştır.

Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden bir binek üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir.

Allah’u Teâlâ, bir Müslümanın her nerede olursa olsun, namaz kılmak için yönünü Kâbe’ye döndürmesi gerektiğini emretmiştir. Bütün Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri yerin Kâbe olması, kıblenin önemini ve ona hürmet edilmesi gerektiğini de göstermektedir.

Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, mescidin kıblesinde bir sümük gördü, ağırına gitti. Kalkıp onu eliyle kazıdı ve sonra şöyle buyurdu:

إِنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا قَامَ فِي صَلَاتِهِ فَإِنَّهُ يُنَاجِي رَبَّهُ أَوْ إِنَّ رَبَّهُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْقِبْلَةِ فَلَا يَبْزُقَنَّ أَحَدُكُمْ قِبَلَ قِبْلَتِهِ (خ عن انس بن مالك)

″Sizden biri namaza kalktığı zaman Rabbine yakarır. Rabbi Teâlâ, kendisiyle kıblesi arasında tecelli eder. Bu yüzden hiçbiriniz kıblesine doğru tükürmesin.″[6]

Kıblenin önemi hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِنَّ لِكُلِّ شَيْءٍ سَيِّدًا وَاِنَّ سَيِّدَ الْمَجَالِسِ قُبَالَةَ الْقِبْلَةِ (طب عن ابى هريرة)

″Şüphesiz ki, her şeyin bir efendisi vardır. Muhakkak ki, meclisin efendisi de kıbleye karşı oturandır.″[7]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ بِمَنْزِلَةِ الْوَالِدِ أُعَلِّمُكُمْ فَإِذَا أَتَى أَحَدُكُمْ الْغَائِطَ فَلَا يَسْتَقْبِلْ الْقِبْلَةَ وَلَا يَسْتَدْبِرْهَا وَلَا يَسْتَطِبْ بِيَمِينِهِ وَكَانَ يَأْمُرُ بِثَلَاثَةِ أَحْجَارٍ وَيَنْهَى عَنْ الرَّوْثِ وَالرِّمَّةِ (د عن ابى هريرة)

″Doğrusu ben, size gö­re baba mevkiindeyim. Ben, size öğretirim. Sizden birinizin büyük abdesti geldiğinde kıbleye önünü ve arkasını dönmesin. Sağ eliyle istincâ yapmasın.″ Râvi der ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, üç taş kullanılmasını emrederdi ve hayvan tersiyle, kemikle taharetlenmeyi yasaklardı.″[8]

Bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şeriflerden dolayı bir Müslüman, kıbleye karşı ayak uzatmamalı, bu halde ayağını uzatarak yatmamalı, kıbleye doğru tükürmemeli ve abdest bozarken kıbleye doğru önünü ve arkasını dönmemelidir. Velhâsıl bir Müslümanın, kıbleye karşı terk-i edepte bulunması çok mahsurludur, doğru değildir.

5- Vakit: Her namazı tayin olunan zamanda kılmaktır. Farz namazlarla bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vakit şarttır. Vakti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise edâ değil, kazâ edilmiş olur. Bir namazın özür olmaksızın kazâya bırakılması, Allah katında büyük sorumluluk gerektirir.Sünnet namazlarla, Cuma ve bayram namazları, vakitleri çıkınca kazâ edilmezler.

Bir kimse, ikindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünnetini, eğer geçirmiş olduğu namazı varsa, o sünneti kazâ yerine kılabilir. Fakat müekked olan diğer sünnet namazlar kazâ yerine kılınmaz.

Namaz Vakitleri:

Sûre-i Nisâ, Âyet 103’te: ″Şüphesiz ki namaz, Mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş farzdır″ diye buyrulmaktadır. Allah’u Teâlâ âyetlerde namazı hangi vakitte, nasıl ve kaç rek’at kılacağımızı açıklamamıştır. Fakat Allah’u Teâlâ, namazın nasıl kılınacağını Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e öğretmiş ve bizim de ondan öğrenmemizi emretmiştir. Nitekim bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ حم عن مالك بن حويرث)

″Siz, ben nasıl kılıyorsam namazı öyle kılın″[9] diye buyurmuştur.

Namazın vakitleri hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: أمَّنِى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَنْدَ البَيْتِ مَرَّتَيْنِ، فَصَلَّى الظُّهْرَ فِى الْأُولَى مِنْهُمَا ح۪ينَ كَانَ الْفَىْءُ مِثْلَ الشِّرَاكِ، ثُمَّ صَلَّى الْعَصْرَ ح۪ينَ كانَ كُلُّ شَىْءٍ مَثْلَ ظِلِّهِ، ثُمَّ صَلَّى المَغْرِبَ حِينَ وَجَبَتِ الشّمْسُ، وَأَفْطَرَ الصَّائِمُ، ثُمَّ صَلَّى العِشَاءَ حِينَ غَابَ الشّفَقُ، ثُمَّ صَلَّى الْفَجْرَ حِينَ بَزَقَ الْفَجْرُ، وَحَرُمَ الطَّعَامُ عَلَى الصَّائِمِ، وَصَلَّى الْمَرَّةَ الثَّانِيَةَ الظُّهْرَ حِينَ كانَ ظِلُّ كُلِّ شَىْءٍ مَثْلَهُ لِوَقْتِ الْعَصْرِ بِاْلأَمْسِ، ثُمَّ صَلَّى الْعَصْرَ ح۪ينَ كانَ ظِلُّ كُلِّ شَىْءٍ مِثْلَيْهِ، ثُمَّ صَلّى الْمَغْرِبَ لِوَقْتِهِ اْلأَوَّلِ، ثُمَّ صَلَّى الْعِشَاءَ الْاٰخِرَ حِينَ ذَهَبَ ثُلُثُ الَّيْلِ، ثُمَّ صَلَّى الصُّبْحَ حِينَ أَسْفَرَتِ اْلأَرْضُ، ثُمَّ الْتَفَتَ اِلَىَّ جِبْرِيلُ، فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ: هَذَا وَقْتُ اْلأَنْبِيَاءِ عَلَيْهِمُ الصَّلَاةُ والسَّلَامُ مِنْ قَبْلِكَ، وَالْوَقْتُ ف۪يمَا بَيْنَ هَذَيْنِ الْوَقْتَيْنِ (د ت عن ابن عباس)

″Cebrâil Aleyhisselâm bana, Beytullah’ın yanında iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı yeryüzü ağarınca kıldı.″ Sonra Cebrâil Aleyhisselâm bana yönelip, ″Yâ Muhammed! Bunlar senden önceki Peygamberlerin namaz vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır″ dedi.[10]

Bu Hadis-i Şerif’te namazın kılınma vakitleri iki farklı şekilde belirtilmiştir. Beş vakit farz olan namazın vakitleri şöyledir:

Sabah namazının vakti: İkinci fecirden yani imsak vaktinden başlar, güneş doğmaya başladığında sona erer. Şâfiiler için efdal olan vakit, imsak vaktidir. İmam Şâfii; ″Bütün namazları erken kılmak daha sevaplıdır″ demiştir. Hanefiler için ise ortalığın ilk ağarmaya başladığı vakittir. Hanefiler, sabah namazını iyice aydınlanıncaya kadar ertelemenin müstehab olduğuna dair Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu Hadis-i Şerif’ini delil getirmişlerdir:

أَسْفِرُوا بِالْفَجْرِ فَإِنَّهُ أَعْظَمُ لِلْأَجْرِ (ت عن رافع بن خديج)

″Sabah namazını ortalık iyice aydınlanınca kılın. Çünkü bu, sevap itibariyle daha büyüktür.″[11]

Öğle namazının vakti: Güneşin zevâlinden (tepe noktasından batıya meyletmesiyle) başlar, her şeyin gölgesi iki boy olana kadar devam eder. Bu zamana ″Asrı sâni (ikinci vakit)″ denir. Bu, İmam-ı Âzam’a göredir. İmameyn‘e ve üç büyük imama göre ise, her şeyin gölgesi, zeval gölgesinden başka her şeyin gölgesi bir misline ulaşınca öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana da ″Asrı evvel (birinci vakit) denir.

Bu ihtilaftan kurtulmak için efdal olan; öğlen namazını her şeyin gölgesi bir misli olacak zamana kadar kılmaktır. İkindi namazını da her şeyin gölgesi iki misli olunca kılmaktır.

Cuma namazının vakti de öğle namazının vaktidir.

Yaz günleri öğle namazlarını serinliğe bırakmak müstahabdır. Zîrâ bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا كَانَ الْحَرُّ أَبْرَدَ بِالصَّلَاةِ وَإِذَا كَانَ الْبَرْدُ عَجَّلَ (ن عن انس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, sıcak olunca öğle namazını serinliğe bırakırdı. Soğuk olduğunda namazı acele kılardı.″[12]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَبْرِدُوا بِالظُّهْرِ فَإِنَّ شِدَّةَ الْحَرِّ مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ (خ عن ابى سعيد)

″Öğleyi serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti, Cehennemin kükreyişindendir.″[13]

İkindi namazının vakti: İmam-ı Âzam’a göre; her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaştığında başlar, diğer imamlara göre ise bir misline ulaştığında başlar, güneş batmaya başladığında sona erer. Akşam ezanına kırk beş dakika kalıncaya kadar sünneti ile birlikte kılmalıdır. Fakat bu vakitten az kalmışsa bir süre kalmışsa, sâdece farzı kılınır.

Güneşin rengi değişmedikçe, ikindi namazını tehir etmek müstehabdır. Yani vakit girince bekleyip, güneşin rengi değişmeden biraz önce kılmalıdır. Zîrâ ikindi namazı kılındıktan sonra namaz kılmak mekruh olduğu için ikindi namazı ne kadar geç kılınsa o kadar nâfile namazları kılmaya imkân verilmiş olur. Güneşin renginin değişmesi; ona bakan kimsenin gözlerinin kamaşmayacağı bir duruma gelmesidir ki, ikindi namazını bu vakte bırakmak mekruhtur. Yani bu vakit gelmeden kılmak gerekir, demektir.

Akşam namazının vakti: Güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır. Şafak, İmam-ı Âzam’a göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmâmeyn ile üç büyük imama göre ise, ufukta meydana gelen kızartıdan ibarettir. Vakit girdiğinde, akşam namazını hemen kılmak efdaldir.

Akşam namazını yaz ve kış acele kılmak müstehabdır. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَا تَزَالُ أُمَّتِي بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الْمَغْرِبَ وَأَخَّرُوا الْعِشَاءَ.

″Ümmetime akşam namazını acele, yatsı namazını geç kıldıkları müddetçe hayırda devam etmektedirler″[14] diye buyurmuştur.

Yatsı namazının vakti: Şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin doğmasına (imsak vaktine) kadar devam eder.

Yatsı namazını, gecenin üçte birine kadar tehir etmek müstehabdır. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَوْلَا أَنْ أَشُقَّ عَلَى أُمَّتِى لَأَخَّرْتُ الْعِشَاءَ اِلَى ثُلُثِ اللَّيْلِ.

″Eğer ümmetime zorluk meydana getirmekten korkmasaydım, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir ederdim.″[15]

Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir. Fakat yatsı namazı kılınmadıkça vitir namazı kılınmaz. Vitir namazını uyanacağına emin olan kimsenin, gecenin sonuna bırakması müstehabdır. Gece uyanacağına emin olmayan kimse evvel kılmalıdır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ خَافَ أَنْ لَا يَقُومَ مِنْ آخِرِ اللَّيْلِ فَلْيُوتِرُ أَوَّلَهُ، وَمَنْ طَمِعَ أَنْ يَقُومَ آخِرَهُ فَلْيُوتِرُ آخِرَ اللَّيْلِ فَاِنَّ صَلَاةَ آخِرِ اللَّيْلِ مَشْهُودَةٌ مَحْضُورَةٌ وَذَلِكَ أَفْضَلُ (م ت عن جابر)

Her kim gecenin sonunda kalkamayacağından korkarsa, vitir namazını gecenin evvelinde kılsın. Her kim de gecenin sonunda kalkacağından emin olursa, vitir namazını gecenin sonunda kılsın. Zîrâ gecenin sonunda kılınan namaz (gece ve gündüz meleklerinin şehâdetleri altında kılındığı için) şâhitlidir. Bu yüzden daha faziletlidir.″[16]

Terâvih namazının vakti, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Hem vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir.

Bayram namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip de kerâhet vakti çıktıktan itibaren başlar ve güneşin istivâ (tam ortada bulunma) zamanına kadar sürer.

Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci günün istivâ zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istivâ zamanına kadar kılınır. Özür devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özürden dolayı birinci gün kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır.

Vaktin müsâit olduğunu sanarak bir sünnet namaza başlamış olan kimse, iki rek’at kıldıktan sonra farzın kaçırılacağından korkarsa, başlamış olduğu namazı bırakmaz, iki rek’attan sonra teşehhüde oturup sonra selâm verir. Eğer üçüncü rek’atta ise, dördüncü rek’atı da kılar, sonra selâm verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine getirilmesi gerekir.[17]

Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden bir-ikisi bulunmasa, o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmamış olur. Meselâ: Bâzı yerlerde senenin bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti girmektedir. Artık bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur. Nitekim abdest uzuvlarından bir-ikisini kaybeden kimse için de o uzuvlarını yıkamak zorunluluğu kalmaz. Bu şekilde fetvâ verilmiştir.Altı ay gece ve altı ay gündüz olan kutup bölgelerinde de bir gün içerisinde namaz vakitleri oluşmadığı için, bu bölgelerde namaz farz olmaz. Ancak nâfile namaz kılınır.

Kerâhet Vakitleri (Mekruh vakitler):

a- Güneş doğarken, yani güneşin doğmasından bir mızrak boyu yükselmesine kadar olan zamandır ki; güneşin doğmasından elli dakika geçinceye kadar olan vakittir.

b- İstivâ (zeval vakti), yani güneş tam tepede bulunduğu vakittir. Güneş tepe noktasından öğle vaktine kadar yaklaşık otuz dakikadır.

c- Güneş batmaya meylettiği zaman, yani güneşin ışığı gözleri kamaştırmayacak bir duruma geldiği zamandan battığı zamana kadar olan vakittir. Güneşin batmasına otuz dakika kalan süredir. Akşam ezanından da yaklaşık kırk beş dakika öncedir.

Mekruh olan vakit girmişse ve o günün ikindi namazı kılınacaksa, sünneti kılınmayıp sâdece farzı kılınır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَدْرَكَ مِنْ الْعَصْرِ رَكْعَةً قَبْلَ أَنْ تَغْرُبَ الشَّمْسُ فَقَدْ أَدْرَكَ وَمَنْ أَدْرَكَ مِنْ الْفَجْرِ رَكْعَةً قَبْلَ أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ فَقَدْ أَدْرَكَ (م عن أبى هريرة)

″Her kim ikindi namazının bir rek’atini güneş batmadan evvel yetiştirirse, onu yetiştirmiştir. Her kim de sabah namazının bir rek’atini güneş doğmadan evvel yetiştirirse, o da bu namazı yetiştirmiştir.″[18]

Güneş batmadan önce ikindi namazının bir rek’ati kılındıktan sonra gün batarsa, namaz bâtıl olmayıp tamamlanması gerektiği hususunda fakihlerin ittifakı vardır. Sabah namazı hakkında da cumhurun (İmam Şâfii, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel’in) kavli budur. Yalnız Hanefi fakihleri, sabah namazı tamam edilmeden gün doğarsa namaz bâtıl olur, derler. Namazın bâtıl olmasının onlara göre illeti, nehiy vaktinin girmesidir. Zîrâ güneş doğunca kerâhet vakti başlar, hiçbir namaz kılınmaz. Ancak güneş battıktan sonra böyle bir durum yoktur.[19]

İşte bu üç vakitte ne kazâya kalmış farz namazlar veya vâcip olan vitir namazı, ne daha önce hazırlanmış olan cenâze namazı kılınabilir, ne de daha önce okunmuş bir secde âyetinin tilâvet secdesi yapılabilir. Bu üç vakitte nâfile namaz da kılınmaz.

Ukbe İbn-i Âmir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

ثَلَاثُ سَاعَاتٍ كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَنْهَانَا أَنْ نُصَلِّى فِيهِنَّ أَوْ نَقْبُرَ فِيهِنَّ مَوْتَانَا: حِينَ تَطْلُعُ الشَّمْسُ بَازِغَةً حَتَّى تَرْتَفِعَ، وَحِينَ يَقُومُ قَائِمُ الظَّهِيرَةِ حَتَّى تَمِيلَ الشَّمْسُ، وَحِينَ تَضَيَّفُ الشّمْسُ لِلْغُرُوبِ حَتَّى تَغْرُبَ (م د ت ن ه عن عقبة بن عامر)

″Üç vakit vardır ki Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi kabre koymaktan nehyetti: 1- Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar. 2- Öğleyin güneş tepe noktasına gelip meyledinceye kadar. 3-Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar.″[20]

Tilâvet secdesinin mekruh olması da namaza benzediği içindir. Çünkü namazda şart olan temizlik, örtünme, kıbleye dönme tilâvet secdesinde de şarttır.

Bu üç vakit, ateşe tapanların ibâdet zamanlarıdır. Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.

d- Fecr-i Sâdık’ın doğmasından (imsak vaktinden) güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir. Fecir doğduktan sonra, sabah namazının sünnetinden başka nâfile namaz kılınmaz. Bu hususta Hafsa Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا طَلَعَ الْفَجْرُ لَا يُصَلِّي إِلَّا رَكْعَتَيْنِ خَفِيفَتَيْنِ (م عن حفصة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellemfecir doğunca, hafif olarak iki rek’attan başka nâfile namaz kılmazdı.″[21]

e- İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan vakittir.

Bu son iki vakitte yalnız nâfile namaz kılmak mekruhtur.Eğer kılınırsa, harama yakın mekruh işlenmiş olur. Fakat kazâ namazı, cenâze namazı kılmakta ve tilâvet secdesi yapmakta sakınca yoktur. Zîrâ bu iki vakitte namaz kılmanın mekruh olması, bu vakitlerde herhangi bir özellik bulunduğu için değil, bu vakitlerin farz namazın vakitleri olduğu içindir. Bunun için bu vakitlerde farz namazın, ister edâ, ister kazâ olsun kılınması ve tilâvet secdesi gibi bizâtihi vâcip olan bir dînî ödevin yerine getirilmesi mekruh değildir. Fakat adanmış olan namaz, tavaf namazı ve (nâfile olarak) başlandıktan sonra bozulan namaz gibi herhangi bir sebepten dolayı vâcip olan namazları bu vakitlerde kılmak da mekruhtur. Çünkü bu namazlar bizâtihi vâcip olmayıp adanmış olan namaz, kişinin onu boynuna borç kılmasıyla, tavaf namazı onunla tavaf mühürlensin diye, başlandıktan sonra bozulan namaz da, edâ edilmekte olan ibâdet yarıda bırakılmasın diye vâcip olmuştur.[22] Fakat bâzı âlimler, sabah namazının sünnetinin kuvvetinden dolayı ona istisnâ getirmişlerdir. Yani bir kimse farza yetişemeyeceğinden korkarsa, sabah namazının sünnetine başlar, sağa ve sola selâm vererek namazdan çıkar ve hemen imama uyar. Farzdan sonra da güneş doğmadan yarıda bırakmış olduğu sabah namazının sünnetini kazâ eder. Bu hususta geniş bilgi için ″Cemaatle namaz″ bahsine bakınız.

Bu iki kerâhet vakti hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ الصَّلَاةِ بَعْدَ الْعَصْرِ حَتَّى تَغْرُبَ الشَّمْسُ وَعَنْ الصَّلَاةِ بَعْدَ الصُّبْحِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ (م عن أبى هريرة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar ve sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılmaktan nehyetti.″[23]

Hz. Ali Kerremallâhu veche’den nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُصَلِّي فِي إِثْرِ كُلِّ صَلَاةٍ مَكْتُوبَةٍ رَكْعَتَيْنِ إِلَّا الْفَجْرَ وَالْعَصْرَ (د عن على)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellemsabah ve ikindi hâriç her namazın (farzının) arkasında iki rek’at kılardı.″[24]

Sabah ile ikindiden sonra kazâ namazı ve cenâze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi de yapılabilir. Bu vakitlerde kazâ namazı kılmak câiz görülmüştür. Tilâvet secdesini de kerâhet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Fakat cenâze namazı, bu iki kerâhet vaktinde kılınabilir. Çünkü hazır olan bir cenâzeyi bir an önce kaldırmak mendubdur (sevaplıdır).

Güneş battıktan sonra akşam namazının farzından önce de nâfile namaz kılınmaz. Yine Cuma, bayram, yağmur duâsı, güneş tutulması, hac hutbeleri gibi hangi hutbe olursa olsun hutbe okunurken nâfile namaz kılınmaz. Çünkü namaz kılmak hutbeyi dinlemeye mânidir. Ayrıca namaz için kamet getirildiği zaman, sabah namazının sünneti hâriç, nâfile bir namaza başlamak mekruhtur.

Mekruh olmayan bir vakitle başlanmış olan nâfile bir namaz bozulmuş olsa, bunu kazâ etmek vâcip olduğundan, ikindi namazından sonra güneşin batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar kazâ edilmez, mekruhtur. Bununla beraber kazâ edilse sahih olur. Diğer kerâhet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan ilk üç kerâhet vakti böyle değildir. Onların birinde kazâ edilmesi sahih olmaz. Yeniden kazâsı gerekir.

Bayram namazlarının kılındığı yerde, camide ve nerede olursa olsun bayram namazlarından önce nâfile namaz kılınmaz. Hz. Ali Kerremallâhu veche, bayram namazının kılındığı yere geldiğinde birtakım insanların nâfile namaz kıldıklarını görmüş ve ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanında bilmediğimiz bu namaz nedir?″ diye sormuş. Hz. Ali’ye: ″Onları namazdan menetmez misin?″ dediklerinde Hz. Ali: ″Bir kulu namaz kılmaktan menetmeyi hoş görmem″ diye buyurmuş. Böylece namazlarını kıldıktan sonra uyarılmaları gerektiğini vurgulamıştır.

Seferî de olsa, mukim de olsa, bir vakitte iki namazı cem etmek (bir arada kılmak) câiz değildir. Çünkü Allah’u Teâlâ Sûre-i Nisâ, Âyet 103’te: ″Şüphesiz ki namaz, Mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş farzdır″ diye buyurmuştur. Bir vakitte, iki vakti birleştirmek ise vakti bozmaktır. Kazâya kalmış namazları bir vakitte kılabilir. Fakat vakit gelmeden, o vaktin namazını önceki vakitte kılamaz. Öğle namazını son vakte tehir edip ikindi namazını evvel vakitte kılıp ikisini bir yerde kılmak câizdir. Yani öğle namazını vaktin sonuna kadar geciktirilir, son vaktinde kılınır. İkindi namazı da, vakti girer girmez, hemen kılınır. Böylece öğle ve ikindi namazları vakit itibariyle değil, fiilen birleştirilmiş olur. Fakat ikindi vakti girmeden ikindi namazını kılmak câiz değildir.[25]

İmam Şâfii’ye göre ise; öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı yağmur, hastalık ve sefer özürleri sebebiyle cem etmek (bir arada kılmak) câizdir. Hanefilere göre; sâdece Arafat’ta öğle ve ikindiyi, öğle vaktinde ve Müzdelife’de akşam ile yatsıyı, yatsı vaktinde cem etmek (bir arada kılmak) câizdir.[26]

Bir kadın ikindi vaktinde veya yatsı vaktinde âdetinden kesilirse, yalnız o vakitleri kılar. Öğle ile akşamı kılmaz. İmam Şâfii’ye göre ise; öğle ile akşamı da kılar. Çünkü ona göre, özürden kesilme de öğle ile ikindi, akşam ile yatsı bir vakit gibidir. İki vakit bir arada kılınır.

Bir kimse vaktin sonunda mükellef olsa, o vakti de kılamasa sonra kazâ eder. Fakat vaktin sonunda âdet gören veya lohusa olan bir kadın o vakti, sonra kazâ etmez. Meselâ: Bir çocuk vaktin sonunda ergenlik çağına girse veyahut bir kâfir Müslüman olsa, o vakitten ancak tekbir alacak kadar zaman kalsa, o vaktin farzını kazâ etmek bu kimseler üzerine vâcip olur. Ama vaktin sonunda bir kadın âdet görse veya lohusa olsa, bu kadınlar o namazı sonra kazâ etmezler. Çünkü İmam-ı Âzam’a göre; bir namazın farz olması vaktin sonuna bağlıdır. Bir insan vaktin sonunda mükellef olursa, yetiştirebilirse namazı o vakitte kılar, yetiştiremezse kazâ eder.

6- Niyet: Namazlarda niyet de şarttır. Amellerin kıymetleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalıdır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ(خ م عن عمر بن الخطاب)

″Şüphesiz ki, bütün ameller niyete göredir...″[27] diye buyurmuştur.

Niyet; hangi vaktin namazı kılınacaksa kalbi ile, o namaz sünnet veyahut farzını kasdetmek, demektir. Niyet, iftitah tekbiri zamanıyla beraber olmalıdır. Yiyip, içmek ve dünyâ kelâmı konuşmak gibi namaza zıt olan bir şey araya girmeden iftitah tekbirinden önce niyet etmek de câizdir. Niyet kalbe aittir. Bununla beraber niyetin kalp ile yapılıp, dil ile söylenmesi efdaldir.

Nâfilelerde, sünnetlerde ve terâvih namazında mutlak niyet kifâyet eder (yeterli olur). Farzlar için tayin şarttır. Meselâ: ″Niyet ettim Allah rızâsı için bugünün ikindi namazının farzını kılmaya″ demek lâzımdır. Yalnız ″Farza niyet ettim″ demek yeterli değildir. Çünkü farzlar çeşitli olduğu için hangi namaz olduğunu tayin etmek lâzımdır. İmama uyan kimsenin; ″Niyet ettim Allah rızâsı için bugünün ikindi namazını kılmaya″ dedikten sonra ″Uydum hâzır olan imama″ demesi de lâzımdır. Cenâze için; ″Niyet ettim Allah rızâzı için namaza meyyit için duâya, uydum hâzır olan imama″ diye niyet edilir. Bu arada meyyitin kadın, erkek veya çocuk olduğu da zikredilir.

Namazların sünnetlerine gelince, ″Şu vaktin ilk sünnetini veya son sünnetini kılmaya niyet ettim″ demek yeterlidir. Müekked veya gayr-i müekked sünnet olduğunu tayin etmeye lüzum yoktur. Terâvih namazı için de terâvih namazını kılmaya niyet ettim demek yeterlidir. Hangi namaz olursa olsun, rek’atların adedine niyet etmek şart değildir.

Edâ niyetiyle kazâ ve kazâ niyetiyle edâ câizdir. Meselâ: Bir kimse daha öğle namazının vakti çıkmamıştır zannıyla öğle namazını edâya (yerine getirmeye) niyet edip de bilahare vaktin çıkmış olduğunu anlasa, o namaz kazâ mahiyetinde olarak câiz olur.

Bir kimse, bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlasa da sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazı tamamlasa, bu namazı o farzdan sayılır. Çünkü namazın sonuna kadar niyetin hatırlanması şart değildir.

Bir kimse nâfileye niyet ederek tekbir aldıktan sonra farza niyet ederek tekrar tekbir alsa, farz namaza başlamış olur. Aksi de böyledir.

Bir kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı halde imam henüz namaza başlamamış bulunsa bu uyma, sahih olmamış olur. Hattâ ″Allah″ veya ″Ekber″ lafzını imam daha bitirmeden kendisi bitirse, imama uymuş olmaz. Fakat ikinci defa olarak tekbir alırsa bununla imama uymuş olur. Cemaatin imama uymaya niyeti, imamın ″Allâhu Ekber″ diye namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş olsun ve imamdan önce tekbir alınmış olmak ihtimali kalmasın. Bu, İmâmeyn’in kavlidir (görüşüdür). İmam-ı Âzam’a göre ise, cemaatin tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır. Çünkü bunda ibâdete acele etme fazileti vardır. O halde niyetin önce olması lâzımdır. Sonuçta niyet önceden edilebilir, ancak imamdan önce tekbir alınamaz.

İmam olan şahıs da kıldıracağı namaza niyet ederek, ″Bana uyanlara imam oldum″ diye imamete de niyet eder.


[1] Câriyeler için avret mahalli ise, göğüs ve sırt kısmı dahil diz kapağının alt kısmına kadar olan yerleridir. Hz. Ömer Radiyallâhu anhu tesetürlü bir câriyeye rast geldiğinde, ″Ey musîbet! Başından örtüyü at, yoksa hür olan kadınlara mı benzemek istiyorsun″ diyerek örtünmelerine engel oldu. (Mültekâ Tercümesi, Mevkûfat, c. 1, s. 60)

[2] Sünen-i Ebû Davûd, Libâs, 33.

[3] Sahih-i Müslim, Cennet 13 (52).

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Libas 25. Ayrıca bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 83.

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 60.

[6] Sahih-i Buhârî, Salât 33; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 1202.

[7] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7790; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 513.

[8] Sünen-i Ebû Dâvud, Tahâre 4.

[9] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15045.

[10] Sünen-i Tirmizî, Salât 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 2; Sünen-i Nesâî, Namazın vakitleri 6; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2364.

[11] Sünen-i Tirmizî, Vitir 1; Sünen-i Nesâî, Namazın vakitleri 27.

[12] Sünen-i Nesâî, Namazın vakitleri 4.

[13] Sahih-i Buharî, Namazın vakitleri 9.

[14] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 56.

[15] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 56; Sünen-i İbn-i Mâce, Salât 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16418.

[16] Sahih-i Müslim, Salât’ül-Müsâfirîn 21 (162 Sünen-i Tirmizî, Salât 334; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2992.

[17] Eğer dört rek’atlık nâfile bir namazı iki rek’atta tamamlarsa, kerahet vakti de değilse, farz kılındıktan sonra bu namazı yeniden kılmalıdır. Bu husuta geniş bilgi için ″Cemaatle namaz″ bahsine bakınız

[18] Sahih-i Müslim, Mesâcid 30 (165).

[19] Hanefilerdeki sabah namazındaki farklı durum İmam-ı Âzam’ın görüşüdür. Böyle farklı fetvâ vermeleri, bu hadise muhalefet değildir. Bâzı Hanefi ulemâsı bu hadisi farklı yorumlamış, bâzıları da bu husustaki diğer hadisleri kaynak göstermişlerdir. Yani onlara göre bu kısım nesh olmuş olabilir.

[20] Sahih-i Müslim, Salât’ul-Müsâfirîn 51 (293 Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 55; Sünen-i Tirmizî, Cenaiz 41; Sünen-i Nesâî, Namaz vakitleri 31; Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 30; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2416.

[21] Sahih-i Müslim, Salât’ul-Müsâfirîn 14 (87, 88).

[22] el-Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 89, 90.

[23] Sahih-i Müslim, Salât’ul-Müsâfirîn 51 (285).

[24] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 299.

[25] Seferî durumlarda namazların cem edilmesi (bir arada kılınması) ile ilgili hadisleri Hanefiler böyle izah etmişlerdir.

[26] Öğle ile ikindiyi, öğle vaktinde; akşam ile yatsıyı, akşam vaktinde bir arada kılmaya"Cem’-i Takdîm″denir. Öğle ve ikindiyi, ikindi vaktinde, akşam ile yatsıyı, yatsı vaktinde bir arada kılmaya ise″Cem’-i Te’hîr″denir. Şâfilerde, gerekli sefer şartlarını taşıyan ve seferî olan kimselerin öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem’-i takdîm veya cem’-i te’hîr şeklinde kılmaları câizdir. Bu namazlar sırasına göre kılınmalıdır. Hanefilerde ise, sâdece Arafat’ta öğle ve ikindi "Cem’-i Takdîm″ ileMüzdelife’de akşam ile yatsı ″Cem’-i Te’hîr″ ile hac ibadetinin bir gereği olarak kılmak câizdir.

[27] Sahih-i Buhârî, Îman 41, Nikâh 5; Sahih-i Müslim, İmâre 45 (155 Sünen-i Ebû Dâvud, Talak 11; Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ül–Cihat 16.