Mânevî Temizlik:

Bir Müslümanda hem zâhir (vücud) temizliği, hem de kalp (ruh) temizliği olmalıdır. Zîrâ kalp temizliği hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Şuarâ, Âyet 88- 89’da şöyle buyurmaktadır:

″O gün, mal ve oğulların faydası yoktur.* Lâkin âlemlerin Rabbinin huzuruna selim bir kalple gelenler müstesnâ.″

Allah’u Teâlâ Sûre-i Kâf, Âyet 31-33’te de şöyle buyurmaktadır:

″O gün Cennet, Allah’tan korkanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılır.* Onlara şöyle denir: ″İşte bu, sizin vaad olunduğunuz şeydir. Bu vaad, Allah’a yönelen, şeriatın hududunu koruyan,* görmediği halde Rahmân’dan korkan ve Allah’ın huzuruna hâlis bir kalp ile gelen kimseler içindir.″

Bu kalp temizliği, sırf Allah’u Teâlâ’nın rızâsı gözetilerek ibâdet yapılırsa elde edilir. Bu kimsenin, Allah’u Teâlâ’nın korkusu ve sevgisi kalbinden çıkmaz. Kalbini, niyetini başka şeye çevirenin yaptığı, yapacağı ibâdetler Allah’u Teâlâ’nın yanında makbul olmaz, kazanamaz. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ(خ م عن عمر بن الخطاب)

″Şüphesiz ki, bütün ameller niyete göredir...″[1] diye buyurmuştur.

Kalpleri güzel amel ve güzel ahlâk ile temizlemelidir. Günahlar ile kirlenen ruhları, kalpleri tevbe ile istiğfar ile temizlemelidir. Günahlar, kebâir (büyük), seğâir (küçük) diye ikiye ayrılır. Büyük günahların başlıcaları şunlardır: Allah’u Teâlâ’yı inkar etmek, Allah’u Teâlâ’ya ortak koşmak ve katiyyen sâbit olan bir dîni hükme inanmamak ki, bunlar küfürdür. Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, Allah’ın azâbından, mekrinden emin olmak, günahta ısrar etmek, namazı, orucu terk etmek, Allah yolunda cihaddan kaçmak, anne ve babaya âsi olmak, yalan yere şâhitlik ve yemin etmek, bir kimseyi haksız yere öldürmek, fâiz yemek, sihir yapmak, rüşvet almak, yetimlerin mallarını yemek, zinâ ve livata denilen fuhşiyatı yapmak, iffetli kadınlara zinâ iftirasında bulunmak. İşte bunlar büyük günahlardır.[2] Diğer birçok günahlar da seğâirdir.

Bu hususta Ebû Said Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَلَسَ عَلَى الْمِنْبَرِ ثُمَّ قَالَ :وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا مِنْ عَبْدٍ يُصَلِّي الصَّلَوَاتِ الْخَمْسَ وَيَصُومُ رَمَضَانَ وَيُؤَدِّي الزَّكَاةَ وَيَجْتَنِبُ الْكَبَائِرَ السَّبْعَ إِلَّا فُتِّحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ ثَمَانِيَة يَوْم الْقِيَامَةِ، حَتَّى أَنَّهَا لَتَصْطَفِقُ، ثُمَّ تَلَا {إِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ. . .} الآية (حب عن ابى سعيد الخدرى)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem minbere oturdu ve ″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, beş vakit namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahtan kaçınan kişiye mahşer gününde Cennetin sekiz kapısı da açılır ve kapı kanatları birbirine çarpmaya başlar″ buyurdu. Sonra Eğer nehyedildi-ğiniz büyük günahlardan sakınırsanız, sizin (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi çok güzel bir yere (Cennete) girdiririz[3] âyetini okudu.[4]

Günahların bir kısmı, yalnız Allah’u Teâlâ’nın hakkına aittir. Diğer bir kısmı da insanların haklarıyla alakalıdır. Birinci kısımda insan kalben pişman olup Allah’tan affını dilemeli ve bir daha öyle bir günah işlememeye katiyyen karar vermelidir. İşlediği günah küfrü gerektirecek mahiyette ise hemen tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikahta bulunmalıdır.[5] Namaz ve oruç gibi kazâsı lâzım gelen ibâdetin terkinden ise, hemen bunu kazâya çalışmalıdır. Günahların insanlarla alakalı olan kısmında ise, yine kalben pişmanlık duyarak Allah’tan af dilemeli, hem de hakkına geçtiği kimselerden mümkün ise helâllik istemelidir. İşte günah kirlerinden ancak bu şekilde temizlenilir.

Bu hususta Ebû Bekir es-Sıddîk Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُذْنِبُ ذَنْبًا ثُمَّ يَتَوَضَّأُ فَيُصَلِّي رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ يَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ تَعَالَى لِذَلِكَ الذَّنْبِ إِلَّا غَفَرَ لَهُ وَقَرَأَ هَاتَيْنِ الْآيَتَيْنِ {وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرْ اَللّٰهَ يَجِدْ اللّٰهَ غَفُورًا رَحِيمًا وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ الْآيَةَ (حم عن ابو بكر الصديق)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Günah işleyen, sonra abdest alıp iki rekât namaz kılarak bu günahı için Allah’tan af dileyen hiçbir Müslüman yoktur ki bağışlanmış olmasın″ buyurarak, ″Her kim bir fenâlık yapar yahut (bir günah işleyerek) nefsine zulmeder ve sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’u Teâlâ’yı çok bağışlayıcı ve çok merhametli bulur″ mealindeki Sûre-i Nisâ, Âyet 110 ile ″Ve onlar, büyük bir günah yaptıkları yahut (herhangi bir mâsiyeti yüklenmekle) nefislerine zulmettikleri vakit, Allah’u Teâlâ’yı hatırlayarak hemen günahlarına istiğfar ederler. Allah’u Teâlâ’dan başka günahları kim bağışlar? Onlar günahlarında bile bile ısrar etmezler″ mealindeki Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 135’i okudu.[6]

Her insan günah işleyebilir. Hatâ edebilir. Asıl olan insanın hatâsının farkına varıp tevbe etmesidir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ (ه عن انس)

″İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise işlediği günaha pişman olup tevbe edendir.″[7]

İnsan pâk ve mâsum olarak dünyâya getirilmiştir. Dünyâ bir imtihan yeridir. Bu sebeple günahkâr bir halde âhirete gitmekten sakınmalıdır. İnsanda, beşeriyet hâli vardır, bu sebeple günaha düşer. Önemli olan kişinin hatâsının farkına varıp, pişman olarak Allah’tan af dilemesidir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَذَهَبَ اللّٰهُ بِكُمْ وَلَجَاءَ بِقَوْمٍ يُذْنِبُونَ فَيَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ (م عن ابى هريرة)

″Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işledikten sonra Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları da affederdi.″[8]

İslâm Dîni hem maddi, hem de mânevi temizliğe çok önem vermiştir. Bunların her biri birbiriyle bağlantılıdır. Meselâ: Abdest almak; hem maddi, hem de mânevi bir temizliktir. Maddi şeyler ile kirlenen vücudu, bir elbiseyi, bir mekânı temizlemek İslâm’da bir vazife olduğu gibi, mâsiyet denilen mânevi fenâlıklarla kirlenmiş bulunan bir ruhu temizlemek de bir vazifedir.


[1] Sahih-i Buhârî, Îman 41, Nikâh 5; Sahih-i Müslim, İmâre 45 (155 Sünen-i Ebû Dâvud, Talak 11; Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ül–Cihat 16.

[2] Bu hususta bakınız: Sahih-i Buhârî, Vasâya 23, Sahih-i Müslim , Îman 38 (145).

[3] Sûre-i Nisâ, Âyet 31.

[4] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 348; Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 1778; Sünen-i Nesâî, Zekât 1.

[5] Tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikah: İman ve nikah tazelemedir. İmamlar genellikle Cuma geceleri yatsı namazından sonra veya Cuma namazından sonra bunu yaparlar.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 46.

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 30.

[8] Sahih-i Müslim, Tevbe 2 (11).