EF’ÂL-İ MÜKELLEFÎN:

Akıl sahibi olan ve ergenlik çağına girmiş bulunan bir Müslümanın yapacağı işler ve hükümler demektir. Kız olsun, erkek olsun bir çocuk büyüyüp akıl bâliğ olduğunda evvelâ îman esaslarını, ikinci olarak şer’î hükümleri bilip ona göre davranması gerekir. Şer’î hükümler sekizdir. Bunlar; farz, vacip, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsid’dir. Bunların mânâları şöyledir:

Farz: Yapılması dînimizce kat’î ve apaçık de­lillerle emredilen iş ve vazifelerdir. Farz, iki türlüdür. Birine ″Farz-ı ayn″ denir ki, mükellef olanlardan her birinin ayrı ayrı işlemesi şarttır. Cünüp ise yıkanmak, beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek, haccetmek gibi. Diğerlerine de ″Farz-ı kifâye″ denir ki, mükelleflerden bir kısmının işlemesiyle, di­ğerlerinin üzerinden kalkar. Cenâze namazı kılmak, Kur’ân hâfızı olmak, muharebeye gitmek gibi. Farzı terk eden Cehennem azâbına lâyık ve inkâr eden kâfir olur.

Farz şu şekilde de ikiye ayrılmıştır: Birincisi ″İtikâdi Farz″dır ki, kat’î (kesin) bir delille yani Kur’ân-ı Kerîm’in açık bir âyetiyle veya Peygamber Efendimizin açık bir Hadis-i Şerif’iyle sâbit olan ve yapılması kesin olarak bildirilmiş vazifedir. Buna ″Farz-ı Kat’î″ de denilmiştir. Hükmü, bunu yapmayan günahkâr olup azâba müstahak olur ve inkâr eden kâfir olur. Diğeri de ″Amelî Farz″dır ki, müçtehitlerce kesin bir delile yakın derecede kuvvetli görülen zannî bir delille sâbit olup, amel hususunda itikâdi farz kuvvetinde olan vazifedir. Buna ″İçtihâdi Farz″ da denir. Bunun hükmü, inkâr eden kâfir olmaz. Meselâ: Abdestte başa mutlak olarak meshetmek kesin bir farzdır. Fakat başın dörtte bir kadarını meshetmek ise, amelî bir farzdır.[1]

Vâcip: Farz kadar kat’î ve açık bir delile da­yanmamakla birlikte yapılması farz gibi şart olan va­zifelerdir. Vitir namazı kılmak, Ramazan’da fitre vermek, Kurban bayramında kurban kesmek, Bayram namazı kılmak gibi. Vâcibi terk eden büyük günah işlemiş olur. Vâcip olan şeylerden birinin vâcip olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Lâkin ″Şeriatta vâcip yoktur″ diyen kâfir olur.

Sünnet: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığı ve yapılmasını hoş gördüğü ve tavsiye ettiği işlerdir. Üç kısma ayrılır. Birincisi Sünnet-i Müekkede’dir ki, hiç terk olunmaz. Peygamber Efendimizin devamlı olarak işlediği şeylerdir. Sabah namazının sünneti, öğle namazının ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti ve yatsı namazının son sünneti, Cuma namazının sünnetleri ve Terâvih namazı gibi. İkincisi Sünnet-i Gayr-i Müekkede’dir ki, şer’î mâzeretlere binâen bâzen terk olunabilir. Peygamber Efendimizin çok zaman yapıp bâzen terk ettiği şeylerdir. İkindi namazının sünneti, yatsı namazının ilk sünneti gibi. Üçüncüsü Sünnet-i Ale’l-Kifâye’dir ki, bir kasabada sâlihlerden bir kaçının işlemesiyle diğerlerinden sâkıt olan şeylerdir. İtikâf[2] gibi. Sünneti terk eden şefaatten mahrum olur ve terkini âdet eden fâsık olur. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ تَرَكَ سُنَّتِي لَمْ يَنَلْ شَفَاعَتِي

″Her kim benim sünnetimi terkederse şefaatime nâil olamaz.″[3]

Sünnetlerden birine râzı olmayan yahud küçümseyen, hor gören, hafife alan kimse kâfir olur. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب )

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[4]

Müstehab: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bâzen işledikleri ve ümmetini teşvik buyurdukları şeylerdir. Nâfile namaz kılmak, nâfile oruç tutmak, sadaka vermek, yetimlere şevkat göstermek gibi. Müstehabı işlemeyen kimseye azap olunmaz. Şefaatten de mahrum kalmaz. Fakat işlenmesinde sevap vardır.

Mübah: İşlenip işlenmemesinde sevap veya gü­nah olmayan işlerdir. Yenmesi helâl olan bir şeyi yiyip içmek gibi.

Haram: Dînimizce kat’î ve apaçık de­lillerle işlenmesi menedilen şeylerdir. Kumar oynamak, zinâ etmek, domuz eti yemek, anneye ve babaya âsi olmak, haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak gibi. Haram, iki kısımdır. Birine ″Liaynihi Haram″ denir ki, Aslı itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarap, kan, leş gibi. Diğerine de, ″Ligayrihi Haram″ denir ki, aslında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir. Şeriat çerçevesinde sahibinin izni olmadıkça o şeyden başkaları faydalanamaz. Haramı işleyen Cehennem azâbına lâyık ve haramı helal sayan kâfir olur. Allah’u Teâlâ’nın emirlerini inkâr etmeyip aksini yapan, yasaklarını da yasak bildiği halde yapan günahkâr olur. Yani haramı işleyen günahkar olur.

Mekruh: Dînimizde kat’î ve apaçık de­lillere dayanmamakla birlikte işlenilmesi menedilen şeylerdir. İki kısma ayrılır. Birincisi Tahrîmen Mekruh; harama yakın olan mekruhtur. Mekruh olan vakitlerde namaz kılmak, vâcipleri terk etmek gibi. Tahrîmen Mekruh olan bir şeyi işleyen günahkâr olur. İkincisi Tenzîhen Mekruh; helâle yakın olan mekruhtur. Cemaate giden kimsenin soğan sarımsak yemesi gibi. Tenzîhen Mekruh olan bir şeyi yapana günah yoktur, kınama vardır. Ancak bunlardan kaçınmak, övülmeyi ve sevabı gerektirir.

″Kerâhet″ de, esasen bir şeyi fenâ görmek, bir şeye râzı olmamak mânâsındadır. Şeriatte, terkedilmesi herhalde iyi olan bir şeyin terk edilmeyip, yapılması demektir. Fıkıh kitaplarında mutlak sûrette kullanılan kerâhet tâbirinden çok kere ″Tahrîmen Mekruh″ kastedilir.

Müfsid: Namazı ve orucu bozan işler gibi başlanmış bir ibâdeti bozan şeylere denir. Namazda iken gülmek, oruçlu iken yemek ve içmek gibi.

″Fâsid″ de, kendi başına sahih ve meşru iken gayri meşru bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru olmaktan çıkan şeydir. İbâdet konusunda fâsid ile bâtıl aynı hükümdedir. İşte meşru olan bir işi bozan, hükümsüz kılan şeye de ″Müfsid″ denir. Kasten yapılması azâba sebep ise de, yanılarak yapılması azâbı gerektirmez. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek aslında sahih olan namazı bozar. ″Bâtıl″ ise, rükünlerini ve şartlarını tamamen veya kısmen kendisinde toplamayan herhangi bir ibâdet veya muâmeledir. Bir özür bulunmaksızın taharetsiz (abdestsiz) kılınan namaz gibi.


[1] Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 3.

[2] İtikâf; Ramazan-ı Şerif’in yirmisinden bayrama kadar bir câmi veya tekkede ibâdet ve taatle meşgul olmaktır. Kadınlar i’tikaflarını evlerinin bir köşesinde yapmalıdırlar.

[3] İbn-i Âbidîn, Redd’ül-Muhtar, c. 1, s. 133.

[4] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 11.