Yemeği Birlikte ve Yer Sofrasında Yemek:

Yemeği birlikte yemek hakkında Vahşî İbn-i Harb Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ أَصْحَابَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّا نَأْكُلُ وَلَا نَشْبَعُ قَالَ فَلَعَلَّكُمْ تَفْتَرِقُونَ قَالُوا نَعَمْ قَالَ فَاجْتَمِعُوا عَلَى طَعَامِكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِ يُبَارَكْ لَكُمْ فِيهِ (د وحشي بن حرب عن أبيه عن جده)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbı: ″Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, ancak bir türlü doymuyoruz, ne yapalım″ dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara; ″Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!″ diye sorunca, ″Evet, öyle yapıyoruz″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de; ″Öyleyse yemeği birlikte yiyin, Besmele çekerek yemeğe başlayın. Böyle yaparsanız yemeğiniz bereketlenir″ buyurdu.[1]

Yine yemeği birlikte yemenin bereketine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

طَعَامُ الِاثْنَيْنِ كَافِي الثَّلَاثَةِ وَطَعَامُ الثَّلَاثَةِ كَافِي الْأَرْبَعَةِ (خ عن أبى هريرة)

″İki kişilik yemek üç kişiye, üç kişilik yemek de dört kişiye yeter″[2]

كُلُوا جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا فَإِنَّ الْبَرَكَةَ مَعَ الْجَمَاعَةِ (ه عن عمر بن الخطاب)

″Toplu halde yiyin. Çünkü bereket, toplulukla berâberdir.″[3]

Toplulukla beraber yemek yerken uyulması gerekan âdab hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إذَا وُضِعَتِ الْمَائِدَضةُ فَلْيَأْكُلِ الرَّجُلُ مِمَّا يَلِيهِ وَلَا يَأْكُلْ مِمَّا بَيْنَ يَدَيْ جَلِيسِهِ وَلَا مِن ذِرْوَةِ الْقَصْعَةِ فَإنَّمَا تَأْتِيهِ الْبَرَكَةُ مِنْ أَعْلَاهَا وَلَا يَقُومُ رَجُلٌ حَتَّى تُرْفَعَ الْمَائِدَةُ وَلَا يَرْفَعْ يَدَهُ وَإنْ شَبِعَ حَتَّى يَرْفَعَ الْقَوْمُ وَلْيُعْذِرْفَإنَّذَلِكَ يُخْجِلُ جَلِيسَهُ فيَقْبِضُ يَدَهُ عَسَى أنْ يَكُونَ لَهُ فِي الطَّعَامِ حَاجَةً (ه هب عن ابن عمر)

″Sofra kurulduğu zaman kişi önünden yesin. Oturanların önünden yemesin. Tabağın tepesinden de yemesin. Çünkü bereket, yukarıdan gelir.[4] Sofra kalkmadan ev sahibi de kalkmasın. Kendisi doysa bile yemektekiler ellerini yemekten çekmedikçe, kendi de elini çekip kaldırmasın. Çünkü bu durum yemekteki arkadaşlarını utandırır da doymadıkları halde kalkmak zorunda kalırlar″[5] diye buyurmuştur.

Yine Abdullah İbn-i Büsr Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَصْعَةٌ يُقَالُ لَهَا الْغَرَّاءُ يَحْمِلُهَا أَرْبَعَةُ رِجَالٍ فَلَمَّا أَضْحَوْا وَسَجَدُوا الضُّحَى أُتِيَ بِتِلْكَ الْقَصْعَةِ يَعْنِي وَقَدْ ثُرِدَ فِيهَا فَالْتَفُّوا عَلَيْهَا فَلَمَّا كَثَرُوا جَثَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَعْرَابِيٌّ مَا هَذِهِ الْجِلْسَةُ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ اللّٰهَ جَعَلَنِي عَبْدًا كَرِيمًا وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا عَنِيدًا ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُلُوا مِنْ حَوَالَيْهَا وَدَعُوا ذِرْوَتَهَا يُبَارَكْ فِيهَا (د عن عبد اللّٰه بن بسر)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in dört kişinin taşıyabildiği ″Garrâ″ adlı bir yemek kabı vardı. Kuşluk vakti girip kuşluk namazı da kılındıktan sonra, içinde tirit bulunan bu yemek kabını getirdiler. Ashâb–ı Kirâm da etrafına toplandı. Sahâbiler çoğalınca Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem diz çöktü. Bunu gören bir bedevî; ″Bu nasıl oturuş?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de; ″Allah’u Teâlâ beni inatçı bir zorba değil, şerefli bir kul olarak yarattı″ buyurdu. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti; ″Yemek kabının kenarlarından itibaren yiyin. Tepesinden yemeyin ki, yemek bereketli olsun.″[6]

Yemeği önünden yemelidir. Ancak meyvede öyle değildir. Kişi, meyve yerken elini dolaştırabilir. Çünkü bu, ayıplanmaz ve iğrenilmez. Nitekim Hadis-i Şerif’te:

كُلْ مِمَّا يَلِيكَ ثُمَّ كَانَ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدُورُ عَلَى الْفَاكِهَةِ فَقِيلَ لَهُ فِي ذَلِكَ فَقَالَ لَيْسَ هُوَ نَوْعاً وَاحِدًا.

″Önünden ye″ diye buyrulmuş ve buna rağmen Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, meyveler üzerinde elini dolaştırmıştır. ″Bu nasıl olur?″ diye sorduklarında, ″Meyve, yemek gibi bir çeşit değildir″ buyurmuştur.[7]

Yer sofrasında yemek yemenin sünnet olduğuna dair de Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

مَا عَلِمْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكَلَ عَلَى سُكْرُجَةٍ قَطُّ وَلَا خُبِزَ لَهُ مُرَقَّقٌ قَطُّ وَلَا أَكَلَ عَلَى خِوَانٍ قَطُّ قِيلَ لِقَتَادَةَ فَعَلَامَ كَانُوا يَأْكُلُونَ قَالَ عَلَى السُّفَرِ (خ عن أنس)

″Ben, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ne sükürrüce[8] üzerinde yemek yediğini, ne ona inceltilmiş ekmek[9] yapıldığını ve ne de hivân[10] üzerinde yemek yediğini hatırlamıyorum. Enes Radiyallâhu anhu’nun bu sözünü nakleden Katâde’ye; ″Peki neyin üzerinde yemek yiyorlardı″ diye sorulmuştu. ″Sufer[11] (sofralar) üzerinde″ diye cevap verdi.″[12]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, sayıları dört yüz, sonraları yedi yüz olan Ashâb-ı Suffa‘ya bir kaptan yemek yedirirdi. Dört kulplu büyük bir sinisi vardı. Adı ″Garrâ″ idi. Abdullah İbn-i Busr Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, o şöyle buyurmuştur:

كَانَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَصْعَةٌ يُقَالُ لَهَا الْغَرَّاءُ يَحْمِلُهَا أَرْبَعَةُ رِجَالٍ (د عن عبد اللّٰه بن بسر(

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ″Garrâ″ adında dört kişinin ancak taşıyabileceği kadar büyük bir sinisi vardı.″[13]

Bu sininin üzerine bir kat pilav, bir kat et yığarlardı. Öyle olurdu ki bu tarafta oturan, pilavın yığınından öbür tarafındakini görmezdi. Yedi yüz Ashâb-ı Suffa ve bir onun kadar da misafir, o sininin etrafında nöbet nöbet oturur, yerlerdi. Zâten Ashâb-ı Suffa, nefisleri ile mücahede için bir öğün yemeyi adet edinmişlerdi. Yirmi dört saatin tümünde, Resûlullah‘ın sofrasında, o sininin başında gece-gündüz canı isteyen orada yemek yerdi.


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Et`ime 15. Kütüb-i Sitte, Hadis No: 3871.

[2] Sahih-i Buhârî, Et`ime 11.

[3] Sünen-i İbn-i Mâce, Et`ime 17.

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Et’ime 17; Sünen-i Tirmizî, Et’ime 12.

[5] Beyhaki, Şuab’ul-İman, Hadis No: 5615; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 65/12; Muhtar’ül- Ehadisin-Nebeviyye, Hadis No: 134.

[6] Sünen-i Ebû Dâvud, Et`ime 17; Riyâz’us-Sâlihin, Hadis No: 748.

[7] İhyâu Ulûmi’d-Din, c. 2, s. 15; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 522/14.

[8] Sükürrüce: Üzerinde az bir katık yenen küçük bir kaptır. İçerisine çoğunlukla iştah açıcı çerezler konulur. Farsça bir kelimedir.

[9] Yufka ekmek yememesinin sebebi, o zamanda elle çekilen taş değirmenlerinde un yapıldığından, o un ile yufka açılamıyordu. Yoksa sakıncası olduğu için değildir.

[10] Hıvân: Altında bitişik vaziyette bakırdan sehpası bulunan boyu bir zirâ (68 cm) uzunluğunda bakırdan büyük bir tepsidir. Üzerine tereffüh maddeleri konmuş olarak ehl-i keyf zenginin önüne en az iki veya daha fazla kimse tarafından taşınarak konur. Bu; ihtişam, zenginlik ve itibar ifade ederdi.

[11] Süfer: Sofralar demektir. Bu kelime esas itibariyle sefer (yolculuk) kelimesinden gelmekte olup, yolcunun beraberinde taşıdığı azık anlamındadır. Azığın taşındığı bu bohça zamanla sofra adını almıştır. O zamanda bu bohça, yuvarlak ve deriden yapılırdı. Sonraları yere serilen her türlü sergi için yer sofrası tabiri kullanmak âdet olmuştur.

[12] Sahih-i Buhârî, Et`ime 8, 26; Sünen-i Tirmizî, Et`ime 1; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 3866.

[13] Sünen-i Ebû Dâvud, Etime 20; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 544/15.