YEME-İÇME MİKTÂRI VE ÂDÂBI:

Ölmeyecek kadar yiyip, içmek farzdır. Çünkü bedenin bekâsı; yeme, içme ile kâimdir. Bir kimse yiyip, içmeyi terk edip ölse, kendi nefsini tehlikeye attığı için günahkâr olur. Allah’u Teâlâ Sure-i Bakara, Âyet 195’te: ″Nefislerinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın″ diye buyurmuştur.

Ayakta namaz kılmanın mümkün olması, oruç tutmanın kolay olması için farz miktarından fazla yemek mendubdur (sevaplıdır). Bedenin kuvvetini artırmak için doyuncaya kadar yemek mübahtır. Doyduktan sonra yiyip, içmek ise haramdır. Ancak ertesi gün tutacağı oruç sebebiyle kuvvetli olmak için yahut misafiri utandırmamak için doyduktan sonra biraz fazla yiyip, içmekte bir sakınca yoktur.

Yemeğin ölçüsüne dair Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Şerif’inde:

مَا مَلَأَ آدَمِيٌّ وِعَاءً شَرًّا مِنْ بَطْنٍ بِحَسْبِ ابْنِ آدَمَ أُكُلَاتٌ يُقِمْنَ صُلْبَهُ فَإِنْ كَانَ لَا مَحَالَةَ فَثُلُثٌ لِطَعَامِهِ وَثُلُثٌ لِشَرَابِهِ وَثُلُثٌ لِنَفَسِهِ (ت عن مقدام بن معدي كرب)

″İnsanoğlu karından daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şâyet bu miktarın aşılması kaçınılmaz ise bu durumda, midenin üçte biri yemeği, üçte biri içmesi, üçte biri de nefesi için ayrılmalıdır″[1] diye buyurmuştur. Bu sebeple en azından, sofradan tam doymadan kalkmak güzeldir. İyice acıkmadıkça yememek ve yediği zamanda da doymadan elini çekmek, yemek yeme âdâbındandır. ″Kim bu şekilde yemek yerse, doktora muhtaç olmaz″ diye nakledilmiştir.[2] Her ne kadar mübah ise de doyuncaya kadar yemek yemekten kaçınmalıdır. Zîrâ Hadis-i Şerif’te:

إِنَّ أَطْوَلَ النَّاسِ جُوعًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَكْثَرُهُمْ شِبَعًا فِي الدُّنْيَا، يَا سَلْمَانُ الدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ (طب عن سلمان)

″Mahşer gününde en uzun açlığı, dünyâda en çok doyanlar çekecektir. Ey Selmân! Dünyâ, Mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir″[3] diye buyrulmuştur.

Halktan uzaklaşıp ibâdete çekilmeye ″İnzivâ″, az yemenin adına ″Riyâzet″ ve nefsin hoşlanmadığı şeyleri yapmaya ve ibâdete çok çalışmaya da ″Mücâhede″ denir.

Cihat iki kısımdır. Birincisi, kâfirlerle yapılan cihattır. Diğeri de nefisle yapılan mücâhededir. Zîrâ Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ غَزَاةٍ فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: قَدِمْتُمْ خَيْرَ مُقَدَّمٍ وَقَدِمْتُمْ مِنَ الْجِهَادِ الْأَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْأَكْبَرِ قَالُوا: وَمَا الْجِهَادُ الْأَكْبَرُ؟ قَالَ: مُجَاهَدَةُ الْعَبْدِ هَوَاهُ (الديلمي الخطيب في تاريخه عن جابر)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir harpten[4] dönerken: ″Daha hayırlı olana dönüş yapıyorsunuz. Küçük cihattan büyük cihada dönüyorsunuz″ buyurdu. Sahâbîler: ″O büyük cihat nedir?″ dediler. ″Kulun nefsiyle edeceği cihattır″ buyurdu.[5]

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَرْكُ الدُّنْيَا أَمَرٌّ مِنَ الصَّبْرِ وَأَشَدُّ مِنْ حَطْمِ السُّيُوفِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَلَا يَتْرُكْهَا لِلّٰهِ أَحَدٌ إِلَّا أَعْطَاهُ اللّٰهُ مِثْلَ مَا يُعْطِي الشُّهَدَاءَ وَتَرْكُهَا قِلَّةُ الأَكْلِ وَالشَّبَعِ وَبُغْضُ الثَّنَاءِ مِنَ النَّاسِ فَإِنَّهُ مَنْ أَحَبَّ الثَّنَاءَ مِنَ النَّاسِ أَحَبَّ الدُّنْيَا وَنَعِيمِهَا وَمَنْ سَرَّهُ النَّعِيمُ فَلْيَدَعِ الدُّنْيَا وَالثَّنَاءَ مِنَ النَّاسِ (الديلمي عن ابن مسعود)

″Dünyâyı terk etmek; sabırdan daha acıdır. Allah yolunda kılıç sallamaktan da şiddetlidir. Bir adam bunu yaparsa, Allah’u Teâlâ şehitlere verdiğinin mislini ona da verir. Dünyâyı terk etmek; az yemek, doymadan sofradan kalkmak ve insanların övmesinden hoşlanmamaktır. Zîrâ kim insanların övmesinden hoşlanırsa, dünyâyı ve nîmetlerini sevmiş olur. Kimin de Cennetin ebedî nîmetleri hoşuna giderse, dünyâyı ve insanların kendini övmesinden hoşlanmayı terk etsin.″[6]

Farz olan ibâdetleri edâ etmekten zayıf düşecek derecede yiyip, içmeyi azaltmak suretiyle riyâzette bulunmak câiz değildir. Çünkü ibâdetleri terk etmek, câiz değildir. İbâdeti terk etmeye vardıran şey de câiz değildir. Bunun dışında az yiyip, içmenin kişiye faydası vardır. Zîrâ bu hususta da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

خَمْسٌ مِنَ الْعِبَادَةِ: قِلَّةُ الطَّعْمِ وَالْقُعُودِ فِي الْمَسَاجِدِ وَالنَّظَرُ إِلَى الْكَعْبَةِ وَالنَّظَرُ فِي الْمُصْحَفِ وَالنَّظَرُ إِلَى وَجْهِ الْعَالِمِ (فر عن أبي هريرة)

″Şu beş şey ibâdettendir: Az yemek, mescitlerde oturmak, Kâbe’ye bakmak, Kur’ân-ı Kerîm’e bakmak ve âlimin yüzüne bakmak.″[7]

نُورُ الْحِكْمَةِ الْجُوعِ وَرَأْسُ الدِّينِ تَرْكُ الدُّنْيَا وَالْقُرْبَةِ إِلَى اللّٰه حُبُّ الْمَسَاكِينِ وَالدُّنُو مِنْهُمْ وَالْبُعْدَ مِنَ اللّٰه الَّذِي قَوَى بِهِ عَلَى الْمَعَاصِي الشَّبَعُ فَلَا تُشْبِعُوا بُطُونَكُمْ فَتُطْفِئُ نُورَ الْحِكْمَةِ مِنْ صُدُورِكُمْ فَاِنَّ الْحِكْمَةَ تَسْطَعُ فِي الْقَلْبِ مِثْلَ السِّرَاجِ (ابن عساكر عن أبي هريرة)

″Hikmetin nuru açlıktır. Dinin başı da dünyâyı (ona gönül vermeyi) terk etmektir. Allah’u Teâlâ’ya yakınlık da miskinleri sevmek ve onlara yakınlıkladır. Allah’u Teâlâ’dan uzaklık da mâsiyete (günaha) sebep olan tokluktur. Öyleyse karnınızı şişirmeyin ki, göğüslerinizdeki hikmet nuru sönmesin. Zîrâ hikmet, kalpte kandil gibi parlar.″[8]

إِذَا أَقَلَّ الرَّجُلُ الطَّعَمَ مُلِأَ جَوْفُهُ نُورًا (الديلمى عن أبي هريرة)

″Kişi az yemek yerse, karnı nurla dolmuş olur.″[9]

اَلْبَطَرُفِيالدِّينِ قِلَّةُ التَّفَكُّرِوَالْعِبَادَةُ قِلَّةُ الطَّعَمِ (ك في تاريخه عن ابن عباس)

″Dinde kibir, tefekkürün azlığıdır. İbâdet ise, az yemektedir.″[10]

الْكَافِرُ يَأْكُلُ فِي سَبْعَةِ أَمْعَاءٍ وَالْمُؤْمِنُ يَأْكُلُ فِي مِعًى وَاحِدٍ (م عن ابن عمر)

″Kâfir, yedi bağırsağını, Mü’min bir tek bağırsağını doldurmak için yer.″[11]

Böyle olunca; Mü’min, hayatını devam ettirmek ve ibâdetlerini yapabilmek için yer. Kâfir de, hırs, şehvet ve lezzeti talep için yer. Âhiret hayatını dünya hayatına tercih eden Mü’minlerin mükâfatlandırılacağı, kâfirlerin ise dünyâyı âhirete tercih etmeleri sebebiyle cezâlandırılacağına dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Muhammed, Âyet 12’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, îman edip sâlih amellerde bulunanları, altlarından nehirler akan Cennetlere girdirir. Kâfirler de dünyâda menfaatlenirler ve hayvanların yedikleri gibi yerler. Onların yeri ateştir″ diye buyurmaktadır.


[1] Sünen-i Tirmîzi, Zühd 34.

[2] Mecmâ’ul-Âdâb, s. 456.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 6060; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 6217; Sahih-i Müslim, Zühd 1; Sünen-i Tirmizî, Zühd 12

[4] Bu Hadis-i Şerif’te geçen harp, Tebuk Gazvesi’dir (Gunyet’üt-Tâlibîn, c. 1, s. 155).

[5] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11719, 11260; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 334/6; İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 3, Hadis No: 117.

[6] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 250/9.

[7] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 43493; Deylemî, Müsned’ül-Firdevs, Hadis No: 3966; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 279/2. Bir diğer Hadis-i Şerif’te; ″Anne, babanın yüzüne bakmak da ibâdettir″ diye geçmektedir (Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 238/14). Bir Hadis-i Şerif’te de; ″Âlim ile oturmak ibâdettir″ diye geçmektedir. (Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 392/6.

[8] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 453/10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 43479.

[9] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 33/13; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 40772; Muhtâr’ül-Ehadis’in-Nebeviyye, Hadis No: 73.

[10] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 195/9; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 7792.

[11] Sahih-I Müslim, Eşribe 34; Sahih-i Buhâri, Et’ime 12; İmam-ı Âzam Ebû Hanife Rahimehullah, Müsned, Hadis No: 411/22.