ZORLAMA (İKRÂH)

″İkrâh″ lügatta; birine zorla bir iş yaptırma, zor kullanma, zorlama gibi anlamlara gelmektedir. Fıkhî bir terim olarak da; bir kimsenin, bir şahsı haksız olarak istemediği bir işi yapmaya tehdit ve korkutma yoluyla sevk etmesidir.

İkrâh; insanı, tabiatı gereği ya da şer’an hoşlanmadığı bir işi yapmaya zorlamaktır. İnsanın daha zararlı bir şeyi üzerinden savmak için râzı olmadığı bir şeyi yapması, zorlandığı şeyi yapmasına tercih edilir. Sonra denilmiştir ki; ikrâh, rızâya aykırı bir şaka ile de muteber olur.

İkrâh iki kısımdır:

1- İkrâh-ı gayr-i mülci (tahammülü aşmayan zorlama): Dövme, hapis gibi insanın katlanabileceği bir şeyle zorlanmasıdır ki, bu zorlama sebebiyle zorlanan insanın, o işi yapmaya rızâsı bulunmaz.

2- İkrâh-ı mülci (tahammülü aşan zorlama): Öldürme ve bir âzayı kesme gibi insanın katlanamayacağı bir şeyle zorlanmasıdır ki, bu zorlama sebebiyle zorlanan kimsenin seçme hakkı kalmaz.

İkrâh, her iki kısmıyla da zorlanan kimsenin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

İkrâhın sahih (geçerli) olmasının şartı:

- Zorlayan kimse gerek otorite sahibi olsun, gerek eşkiya olsun tehdit ettiği şeyi yapabilecek durumda bulunması, zorlanan şahsın zorlandığı işi yapmadığı takdirde zorlayan kimsenin tehdit ettiği fenâlığı muhakkak yapacağından korkması, zorlanan şahsın kölesini âzat etme, karısını boşama gibi gerek kendi hakkı olsun, başkasının malını telef etme gibi gerek başkasının hakkı olsun, şarap içme gibi gerek şeriatın hakkı olsun, zorlanmadan önce bu işleri yapmaktan çekinir olması şarttır.

İkrâhta korkuyu gerektiren tehdidin şartı:

- Öncelikle öldürme yahut bir âzayı kesmekle olmasıdır. Meselâ; yaptığı tehdidi gerçekleştirebilecek durumda olan bir kimse, bir şahsa; ″Falanın şu malını telef et, yoksa seni öldürürüm veya kulağını keserim″ diye zorlasa, o şahıs, o malı telef edince, o malı yalnız zorlayan kimse öder.

- İkrâhta korkuyu gerektiren tehdidin ikinci şartı, zorlanan kimsenin rızâsını gidermesidir yani ortadan kaldırmasıdır. Bu şart, şahsa göre değişebilir. Mevkî sahibi, faziletli, çabuk alınan kimseler kendilerine söylenilen sözlerden üzülürler, bâzı insanlar da şiddetli dövülmekten bile sıkıntı duymazlar.

Bu konu hakkındaki diğer hükümler de genel olarak şöyledir:

- Bir kimse, bir şeyi satmaya yahut satın almaya yahut bir yeri kirâya vermeye yahut bir şeyi ikrâr etmeye öldürülme yahut şiddetli dövülme yahut uzun zaman hapsedilme ile tehdit edilip, zorla bu muâmeleler yaptırılsa, bu muâmeleler gibi yapıldıktan sonra bozulması mümkün olan tasarruflar zorlama ile yapılınca geçerli olmaz. Bu durumda zorlanan şahıs muhayyer olup, zorlama kalktıktan sonra dilerse bunlara izin verir, isterse bunları bozar, ikrârını da yalanlar. Bu hususta ikrâhın mülcî (tahammülü aşan) ve gayr-i mülcî (tahammülü aşmayan) olması eşittir.

- Bir kimseye zorla bir malı sattırılsa, satın alan şahıs o malı teslim aldığında, o mala fâsit olan mülk ile mâlik olmuş olur. Satın alan şahıs, zorla malı sattırılan kimseden satın aldığı köleyi âzat etse, bu âzat etme sahih olur ve ona kölenin kıymetini vermesi lâzım gelir.

Zorla malı sattırılan kimse, kendi isteği ile sattığı malın parasını alması yahut kendi isteğiyle sattığı malı teslim etmesi, bu satışa izin vermesidir. Çünkü kendi isteğiyle sattığı malın parasını alması yahut sattığı malı teslim etmesi, bu satışa râzı olduğunun delilidir. Ama zorla malı sattırılan kimse, sattığı malın parasını istemeyerek alsa ve sattığı malı istemeyerek teslim etse, bunlarla satışa izin vermiş olmaz.

Bir kimseye malı zorla hibe ettirildikten sonra, hibe ettiği malı isteyerek vermesi, hibeye izin vermiş olmaz.

- Bir kimseye zorla sattırılan mal, onu kendi isteğiyle satın alan şahsın elinde helâk olsa, satın alan şahsın onun kıymetini ödemesi gerekir. Zorla malı sattırılan kimsenin, kendisini zorlayan kimse ile malı satın alan şahıstan dilediğine malının kıymetini ödettirmesi câizdir.

Zorla sattırılan bir malı satın alan başkasına satarak, elden ele geçirmiş bulunduktan sonra, zorla malı sattırılan kimse bu satın alanlardan birisine malının kıymetini ödettirirse, bu ödeyen şahıstan sonra yapılan satışlar geçerli olup, bundan önceki satışlar geçersizdir. Şâyet zorla malı sattırılan kimse, bu satışlardan birisine izin verse, bu izin verdiği satış muâmelesinden önce yapılan satışlar da, sonra yapılan satışlar da câiz olur.

- Bir kimseye zorla malı sattırılsa, bu malı satın alan şahıs da bu malı başkasına sattıktan sonra zorlanan kimse satışı bozsa, son alan şahsın elinde mal mevcutsa, malı ona satan şahsın, o malı geri alması câizdir.

- Zorlayan kimsenin yaptığı tehdit ya öldürülme ya âzâyı kesme yahut elem ve üzüntüyü gerektirip râzı olmayı yok edecek bir halde olması şarttır. Bu itibarla bir şahsın, bir gün hapsedileceğine yahut sırtına bir kamçı vurulacağına dair olan bir tehdit örf ve âdete göre zorlama sayılmaz. Ancak zorlanan kimse mevki sahibi olup, bir günlük hapisten, bir kamçı vurulmasından sıkıntı alıp zarar görürse, bunlar onun hakkında zorlama sayılır.

- Bir kimse murdar hayvan yahut domuz eti yemek yahut kan veya şarap içmek üzere dövülmek yahut hapsedilmek yahut bağlanmak ile tehdit edilip zorlansa, bunları yemesi veyahut içmesi helal olmaz. Çünkü bunların haram olması, Âyet-i Kerîme ile sâbit olmuştur Ama bunları yemesi yahut içmesi için öldürülmek yahut bir âzâsının kesilmesiyle tehdit edilip zorlansa, bunları yemesi ve içmesi helal olur. Bir kimse bunları yemek ve içmek üzere öldürülmek yahut bir âzası kesilmek ile tehdit edilip zorlansa, ölecek derecedeki açlık hâlinde bunların yenilmesinin ve içilmesinin mübah olduğu gibi, bu halde de mübah olduğunu bilmekle beraber sabredip öldürülse, günahkâr olur. Zîrâ bir adam aşırı derecede aç olsa, murdar bir hayvan bulup yemese ve açlıktan ölse, günahkâr olur. Çünkü bir kimse ölümle yahut bir âzâsının kesilmesiyle tehdit edilip zorlandığında yahut ölüme götürecek derecede aç kalıp başka bir şey bulunmadığında, ölmeyecek kadar bunlardan yemesi veya içmesi farz olur.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 173’te şöyle buyurmaktadır:

″Şüphesiz O, size murdar olarak ölen hayvanları, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen hayvanları haram etti. Fakat çâresiz kalan kimsenin, isyan etmeden ve zarûret ölçüsünü aşmadan (ölmeyecek kadar) bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.″[1]

- Bir kimse, kâfir olması yahut Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sövmesi için ölümle yahut bir âzasının kesilmesiyle tehdit edilip zorlansa, kalbi îman ile mutmain olduğu halde, lisânı ile küfrü yahut Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sövmeyi açıklamasına şer’an izin verilmiştir. Fakat sabır ve sebat eder de küfür kelimesini söylemediğinden dolayı öldürülür veya bir âzâsı kesilirse, Allah katında sevap ve mükâfaata nâil olur. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Nahl, Âyet 106’da: ″Kalpleri îman ile mutmain olduğu halde, inkâra zorlananlar müstesnâ, imânından sonra Allah’ı inkâr ederek göğsünü küfre açanlar, Allah’ın gazabına uğrarlar″ diye buyurmuştur. Bu Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere kalpleri îman ile mutmain olan kişi, Ammâr b. Yâsir Radiyallâhu anhu’dur. Bu olayı İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle anlatmaktadır:

Müş­rikler, Ammâr’ı, babası Yâser, annesi Sümeyye’yi ve Suheyb’i, Bilâl’i, Habbab’ı ve Salim’i alıp onlara işkence etmeye başladılar. Sümeyye, iki deveye bağlandı ve ön tarafına bir harbe saplandı. Ona, sen erkekler sebebiyle İslâm’a girdin, de­nildi. Hem kendisi hem de kocası Yâsir öldürüldü. İslâm tarihinde ilk şehit edilen kişiler bunlardır. Ammâr ise, zor ve baskı altında diliy­le onların istediklerini söyledi: ″Ben, Muhammed’i sevmiyorum, onun dininden döndüm″ dedi. Bu husus Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e arz edilince: ″Ammâr’ın damarının içindeki kanı, bizimle beraber. O bizden dönmez″ diye buyurdu. Oradakiler: ″Duyduk″ dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Korkusundan″ demiştir, buyurdu. Biraz sonra Ammâr geldi ve ″Yâ Resûlallah! Kardeşlerim beni öldüreceklerdi. Onları kandırmak için böyle söyledim″ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kalbini nasıl buluyorsun″ dedi. O da: ″Îman ile mutmain″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Yâ Ammâr! Sen onların yanına gittiğin zaman, beni sevmediğini kendilerini sevdiğini söyle, fırsat bulursan benim yanıma da gel″ buyurdu.[2]

Bu durumda sabredip öldürülenlerin mükâfatına dair de şu hâdise nakledilmiştir:

خُبَيْبًا رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ صَبَرَ عَلَى ذَلِكَ حَتَّى صُلِبَ وَسَمَّاهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَيِّدَ الشُّهَدَاءِ وَقَالَ فِي مِثْلِهِ هُوَ رَفِيقِي فِي الْجَنَّةِ.

Hubeyb b. Adiyy el-Ensâri Radiyallâhu anhu öldürülünceye kadar sabretti. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onu ″Şehitlerin efendisi″ diye isimlendirdi ve hakkında: ″O, Cennette benim arkadaşımdır″ diye buyurdu.[3]

Fakat bir kimse, kâfir olması için dövülmek yahut hapsedilmek ile tehdit edilip zorlansa, kalbi îman ile mutmain yani dolu ve sâbit olduğu halde, lisan ile küfür kelimesini söylemesine şer’an izin yoktur.

- Bir kimse, Müslüman bir şahsın malını telef etmesi için ölüm, âzasının kesilmesi yahut dövülmesi, hapsedilmesi ile tehdit edilip zorlansa, zorlanan kimse başkasına âit bulunan bu malı telef eder, bu şekilde telef edilen malı yalnız zorlayan şahıs öder, zorlanan kimse ödemez.

- Bir kimse, bir şahsa hitâben; ″Falan adamı öldür″ yahut ″ Onun bir âzasını kes, yoksa seni öldürürüm veya burnunu keserim″ diye tehdit edip zorlasa, o şahsın o adamı öldürmesi veya onun bir âzasını kesmesi için şer’an ruhsat (izin) yoktur. Çünkü nefisler eşittir. Bunları yapan kimse günah işlemiş olur. Bununla beraber o şahıs, o adamı öldürse veya onun bir âzasını kesse, İmam-ı Âzam’a göre; kısas ancak zorlayan kişiye uygulanır. İmam Ebû Yusuf’a göre; zorlayana da zorlanana da kısas uygulanmaz. İmam Züfer’e göre ise; kısas zorlanana uygulanır, zorlayana değil.

- Bir kimse, bir şahsı kendi kendisini bir dağdan atlamaya zorlasa, o şahıs da kendi kendini dağdan aşağı atsa, İmam-ı Âzam’a göre; o şahsın diyeti zorlayanın âkilesine lâzım gelir. İmam Muhammed’e göre; zorlayan kısâsen öldürülür. İmam Ebû Yusuf’a göre; o şahsın diyeti zorlayan kimsenin malından ödenir.

- Bir kimse bir şahsa hitâben; ″Kendini şu yüksek yerden aşağı at″ yahut ″Kendini şu ateşe at″ yahut ″Kendini şu suya at, yoksa seni öldürürüm″ diye zorlasa, bunlardan her birisi öldürücü olsalar, bu takdirde zorlanan şahıs, İmam-ı Âzam’a göre; muhayyer olup, isterse bunlardan birisine kendini atar, dilerse sabredip zorlayanın öldürmesini bekler. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; o şahsa lâzım olan sabretmesidir. Çünkü kendi nefsini bu üçten birisine atmak doğrudan doğruya ölmeyi seçmektir.

- Bir gemide yangın çıksa, gemide bulunan şahıs sabrettiğinde yanacak, kendisini denize attığında boğulacak olsa, İmam-ı Âzam’a göre; o şahıs da muhayyer olup, isterse sabreder, isterse kendini denize atar. İmam Muhammed’e göre;o şahsın gemi içinde sebât etmesi lâzımdır.

- Bir kimse, bir şahsa hitâben; ″Karını boşa″ yahut ″Köleni âzat et″ yahut ″Karını boşaması için vekil tâyin et″ yahut ″Köleni âzat etmesi için vekil tâyin et″ diye tehdit ederek zorlasa, zorlanan şahıs da karısını boşasa yahut kölesini âzat etse yahut karısını boşaması veya kölesini âzat etmesi için vekil tâyin etse; bu vekil karısını boşasa yahut kölesini âzat etse, karısı boş ve kölesi âzat olur.

Hanefi mezhebine göre; karısını boşamaya veya kölesini âzat etmeye zorlanan kişi bu istekleri yerine getirirse; karısı boş ve kölesi âzat olmuş olur. Zîrâ boşama ve âzat etme sözü, şakayla da söylense kesinlik kazanır. Zorlama, kişinin kastını elinden almaz. Zorlanarak da olsa, kişi bu durumda karısını boşamayı ve kölesini âzat etmeyi kasdetmiştir. Dolayısıyla o kimse kendisi için iki kötülükten ehven olanını seçmiştir. Bu durumda karısı boş ve kölesi de âzat olur.

Bu durumda kendisini zorlayana, kölesinin kıymetini ödettirir ve kölenin velâyeti de âzat edene âit olur. Boşama da gerdeğe girmeden evvel olmuşsa, mehrin yarısını ve eğer mehir belirlenmemişse, vermesi gereken mut’ayı zorlayandan alır. Zîrâ ayrılığın kadından gelmesi durumunda düşmesi muhtemel olan mehrin yarısı veya mut’a, zorlama sebebiyle kesinlik kazanmıştır. Bu sebeple bu miktar mal telef edilmiş olur ve zorlayana nispet edilir. Boşama cinsî münâsebetten sonra olmuşsa hüküm böyle değildir. Zîrâ cinsî münâsebetle mehir kesinlik kazanmıştır.

Zorla yaptırılan adak, yemin, bedel-i hul, zıhâr[4], boşamadan ric’at etmek[5], îlâ[6] ve fey’ (bu yeminden dil ile geri dönmek) de böyledir. Çünkü bu gibi şeylerin feshi kabul değildir ve şakayla da söylenseler, sahih olurlar.

Adak ve yemin sebebiyle verilmesi vâcip olan şeyleri, zorlayanın vermesi gerekmez. Çünkü bu gibi sebeplerle verilmesi gereken şeyleri bu dünyâda talep eden kimse yoktur. Bu sebeple bu gibi şeyleri zorlayıcıdan isteyemez.

Nikâh, talâk gibidir. Eğer nikâh mehr-i misil veya daha az bir mehir üzerine yapılmışsa, zor altında evlenen erkek, kendisini zorlayandan bir şey isteyemez. Zîrâ mülkiyetinden çıkanın karşılığını yani kadını almıştır. Ama nikâh, mehr-i misilden fazla bir mehir üzerine yapılmışsa, fazlalık bâtıl olur. Çünkü mehr-i misilden fazla olan miktarın ödenmesinin mecburî olması için kocanın rızâsı şarttır. Ama bu şart gerçekleşmemiştir. Eğer evlenmeye zorlanan kadınsa, koca da onun dengi olup kendisine mehr-i misil verilmişse; nikâh caiz olur ve açıkladığımız gerekçeden dolayı zorlayandan başka bir talepte bulunamaz. Ama mehr-i misilden daha az bir mehirle evlendirilirse, kocası ya bunu mehr-i misile tamamlar ya da ayrılır. Gerdeğe girmemişse, kocasının bir şey vermesi gerekmez. Çünkü ayrılık kadının tarafından gelmiştir. Zîrâ o, belirtilen mehre râzı olmamıştı. Kadın istemediği halde, zorla kocası kendisiyle gerdeğe girmişse; kadın, belirtilen mehre râzı olmadığından dolayı mehr-i misil alma hakkına sahip olur. Şâyet kadın, gönüllü olarak gerdeğe girmişse; demek ki kadın belirtilen mehre râzı olmuştur. Bilindiği üzere bu durumda İmam-ı Âzam’a göre; kadınların velileri için itiraz etme hakkı bâkidir.

- Bir kâfire zorla Müslümanlık kabul ettirilse –hakkında hayır olduğuna ve hâlinin görünüşüne bakarak- Müslümanlığına hükmolunur. Fakat böyle zorlanarak Müslüman olan şahıs, sonra Müslümanlıktan dönse, mürted olduğundan dolayı öldürülmez.

- Borçlu olan bir kimse, alacaklısının önüne geçip tehdit ederek borcunu bağışlatsa, sahih olmaz. Sonra alacaklı, alacağını yine alır.

- Bir Müslüman, mürted olması için tehdit edilip zorlansa, mürted olmaz. Bu takdirde böyle zorla mürted olan kimsenin karısı kendisinden boş olmaz. Bu kimsenin karısı; ″Sen mürted oldun, ben senden boş oldum″ diye dâva etse, kocası da; ″Kalbim îman ile mutmain olduğu halde ben mürtedliğimi açıkladım″ dese, bu durumda kocanın sözü tasdik edilir. Çünkü mürtedlik itikâdla ilgilidir. İtikâd ise, tehdit ve zorla değişmez.

- Bir kimse bir şahsı zinâ etmek üzere tehdit edip zorlasa, o şahıs da zinâ yapsa, zinâ yapmaya zorlayan hükümdar değilse, İmam-ı Âzam’a göre; zinâ eden şahsa zinâ cezâsı lâzım gelir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; zinâ cezâsı lâzım gelmez. Fetvâ da, zinâ cezâsının lâzım gelmemesi üzerinedir. Çünkü zorlama, zinâ cezâsını düşürür.


[1] Yine bakınız: Sûre-i Mâide, Âyet 3; Sûre-i En’am, Âyet 119, 145; Sûre-i Nahl, Âyet 115.

[2] Bakınız: Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3319; Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 437.

[3] el-İnâye şerh’ul-Hidâye, c. 13, s. 168; Mevsılî, Kitâb’ul-İhtiyâr, 2/129.

[4] Zıhâr: Kocanın karısını ebedî nikâhı düşmeyen bir kadının bakması câiz olmayan bir âzasına benzetmesidir.

[5] Ric’at: Bir veya iki talakla boşadığı karısına, bundan vazgeçerek dönmektir.

[6] Îlâ: Erkeğin en az dört ay karısına yaklaşmaması için yemin etmesidir.