ŞÂHİTLİK (ŞEHÂDET)

″Şehâdet″ lügatta; şâhitlik, tanıklık, kesin haber, gözle görülen şeyler mânâsındadır. Fıkhî bir terim olarak ise; bir kimsenin, bir şahısta olan hakkını ispat için şâhitlik sözüyle hâkimin huzurunda ve dâvalının karşısında doğru olarak verilen haberdir. Bu şâhitlik, zinâ ve adam öldürme gibi fiillerde olduğu üzere ya görerek olur veya akit ve ikrârlardaki gibi işiterek olur. Hazır bulunup iyice görmeden veya işitmeden şâhitlik yapılmaz. Hâdise iyice hatırlanıncaya kadar da şâhitlikte bulunmak câiz değildir. Zan ve tahmin yoluyla şâhitlik yapılmaz. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Şerif’inde:

إذَا رَأَيْتَ مِثْلَ الشَّمْسِ فَاشْهَدْ وَإِلَّا فَدَعْ.

″Bir hâdiseyi, güneş gibi gördüğün zaman şâhitlik yap, aksi takdirde şâhitlik yapma″[1] diye buyurmuştur.

Başkasına ait olup dâva edilen bir hakkı, bir hâdiseyi hâkimin huzurunda haber vermekten ibâret olan şâhitliğin rüknü; ″Şâhitlik ederim″ sözüdür. ″Bu dâvacının, bu dâvalıda borç cihetinden şu kadar alacağı olduğuna şâhitlik ederim″ denilmesi gibi. Böyle haber veren kimseye ″Şâhit″, lehine şâhitlik edilen kişiye ″Meşhûd’un-leh″, aleyhinde şâhitlik edilen kimseye ″Meşhûd’un-aleyh″, şâhitlik edilen şeye de ″Meşhûd’un-bih″ denilir.

- Bir hâdise hakkında şâhitlik yapan kimse, ″Zannettiğime″ yahut ″Kanaatime″ yahut ″Bildiğime″ yahut ″Tahminime göre şöyledir″ dese, bu şekilde yapılacak haberler şâhitlik sayılmaz. Şâhitliğin iki tarafı vardır: Biri, hâdiseyi bilip öğrenme tarafıdır ki, buna ″Tahammül-i şehâdet (şâhitliği yüklenme)″ denilir. Diğeri, görülen hâdiseyi anlatmak için çağrıldığında görülen hâdiseyi hâkimin huzurunda anlatmaktır ki buna ″Edâ-i şehâdet (şâhitliği yerine getirme)″ denilir.

Bir kimsenin, kendisi şâhit gösterilmese de, satış, ikrâr gibi akitlere ve hukuka dair bütün duyduklarına ve gördüklerine şâhitlik etmesi câizdir. Çünkü şâhitlik; hakkı gerektiren sebebi öğrenip, kesin olarak bilmektir. Şâhit; ″Ben şuna şâhitlik ederim ki…″ der. Çünkü o meseleyi anlamış ve bilmiştir. Zîrâ Allah’u Teâlâ Sure-i Zuhruf, Âyet 86’da: ″… Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler müstesnâ″ diye buyurmuştur.

Bir kimsenin, bir şeyi perde arkasından duyması hâlinde şâhitlik yapması câiz değildir. Böyle bir şâhitliği hâkim geçersiz sayar. Çünkü sesler birbirine benzediğinden bu konuda kesin bilgi meydana gelmemiştir. Ancak evde, gördüğü kişiden başka kimse bulunmadığını bilerek içeri girdikten sonra kapıda oturur ve kapıdan başka da eve girilecek yer bulunmadığı halde içerdekini görmeden ikrârını işitirse bu konuda şâhitlik edebilir. Çünkü bu durumda kesin bilgi meydana gelmiştir.

Şâhitlik üzerine şâhitlik etmek ise, böyle değildir. Çünkü şâhit tutulmadan başkasının ettiği şâhitliğe şâhitlik etmek de câiz değildir. Zîrâ bir Hadis-i Şerif’inde Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

احْفَظُونِي فِي أَصْحَابِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ حَتَّى يَشْهَدَ الرَّجُلُ وَمَا يُسْتَشْهَدُ وَيَحْلِفَ وَمَا يُسْتَحْلِفُ (ه عن ابن عمر)

″Ashâbıma, sonra onları tâkip edenlere, sonra da onları tâkip edenlere hürmet ederek bana olan hürmetinizi muhafaza edin. Daha sonra yalan yayılır. Öyle ki, kişi kendisinden istenilmeden şâhitlik yapar ve yemin teklif edilmeden yemin eder.″[2]

Bir kimsenin, bir hâdiseyi görüp ondan başka da hâdiseyi gören bulunmayarak, onun şâhitliği yüklenmesi belirlenmiş olduğu takdirde, o hâdisenin şâhitliğini yüklenmesi mutlaka lâzımdır. Şâhitliğe çağrıldığında, bundan geri durması câiz değildir. Çünkü geri durursa, hak sahiplerinin hakları zâyi olur. Şâyet şâhitlik etmek üzere belirlenmemişse, o zaman serbesttir. Böyle bir şâhitliği yüklendikten sonra, şâhitlik yapması için çağrıldığı zaman o kimsenin şâhitlik yapması farz olur. Zîrâ Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 282’de: ″Şâhitler, şâhit olmaları için dâvet olundukları zaman şâhitlikten kaçınmasınlar″ diye buyurmuştur, Yine Sûre-i Bakara, Âyet 283’te de: ″Ey şâhitler! Şâhitliği gizlemeyin. Şâhitliği gizleyen kimsenin kalbi günahkâr olur″ diye buyurmuştur. Şâhitliği gizleme hâlinde insanların hukuku zâyi edilmiş olacağından, şâhitlikten çekinmek haramdır.

Eğer bir hâdiseyi bir kimse görüp, ondan başka şâhit bulunmazsa, bu belirli olan kişinin şâhitlik yapması farz olur. Ama bir hâdiseyi birkaç kişi görüp, bu şâhitlerin bir kısmı tarafından şâhitlik yapılarak dâvacının hakkı ispat edilirse, bu takdirde diğerlerinin şâhitlik yapması farz olmaz. Meselâ; şâhitler listesinde hakkı ortaya koyacak kendisinden başkalarının da adı varsa, o zaman şâhitlikten çekinebilir. Zîrâ bu durumda hak zâyi olmaz. Zaten şâhitlik farz-ı kifâyedir. Şâhitlik için dâvacının talepte bulunması gerekir. Çünkü bu onun hakkıdır.

- Hadlerle (şer’î cezâlarla) ilgili şâhitlikte şâhit, isterse olayı gizler, isterse de açıklar. Ancak bu durumlarda olayı gizlemek efdaldir. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ (ه عن أبى هريرة)

″Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’u Teâlâ da o onun ayıbını dünyâ ve âhirette örter″[3] diye buyurmuştur. Bu husus bir diğer nakilde de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den:

مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللّٰهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَنْ سَتَرَ عَلَى مُسْلِمٍ سَتَرَ اللّٰهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللّٰهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ (د عن أبى هريرة)

″Her kim bir Müslümanın dünyâ sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah’u Teâlâ da onun mahşer günündeki sıkıntılarından birini giderir. Her kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah’u Teâlâ da dünyâ ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’u Teâlâ da dünyâ ve âhirette onun ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah’u Teâlâ da onun yardımcısı olur″[4] diye zikredilmiştir. Hadlerdeki şâhitliğin gizlenmesinde, Müslümanın kanının korunması vardır. Ayrıca bu hususta, dört defa zinâ ettiğini ikrar etmesi sonucunda recm cezâsı verilen Mâiz Radiyallâhu anhu’ya yaptığı bu suçu gidip Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e itiraf etmesini söyleyen Hezzâl adındaki bir adama Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَوْ سَتَرْتَهُ بِثَوْبِكَ لَكَانَ خَيْرًا لَكَ (د عن يزيد بن نعيب عن أبيه)

″Eğer sen onu elbisenle gizleseydin, senin için daha hayırlı olurdu″[5] diye buyurmuştur. Bir diğer Hadis-i Şerif’inde de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

تَعَافُّوا الْحُدُودَ فِيمَا بَيْنَكُمْ فَمَا بَلَغَنِي مِنْ حَدٍّ فَقَدْ وَجَبَ (د عن عبد اللّٰه بن عمرو بن العاص)

″Hadleri aranızda bağışlayın. Bana ulaşan haddin uygulanması ise artık vâcip olur″[6] diye buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif, daha hâkime ulaşmadan önce haddi gerektiren suçları bağışlamayı teşvik etmektedir. Suçu bağışlamaktan maksat; gizlemek, hâkime intikal ettirmemektir. Böyle suç işleyenin durumunu gizlemek, hâkime götürmemek vâcip değil, müstehaptır. Zîrâ Hadis-i Şerif’te geçtiği üzere haddi gerektiren bir suç hâkime intikal etmiş ise, artık haddi uygulamak vâcip olur. Af söz konusu olamaz.

Hırsızlık hâdisesinde şâhitlik yapan şâhide efdal olan, ″Falan şahıs çaldı″ demeyip, ″Aldı″ demesidir. Zîrâ ″Aldı″ demede, örtmek vardır. ″Çaldı″ demede, el kesilmesinin lâzım olması vardır.


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 70. Bu husus İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan da şöyle nakledilmiştir: أن رجلا سأل النبي صلى اللّٰه عليه وسلم عن الشهادة فقال: هل ترى الشمس؟ على مثلها فاشهد أو دع (أبو سعيد النقاش في القضاة عن ابن عباس) Adamın biri, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den şâhitliği sordu. Peygamber Efendimiz de; ″Güneşi görüyor musun?″ diye buyurdu. Adam; ″Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz; ″Olayı güneşi gördüğün gibi gördüğün zaman şâhitlik et, yoksa etme″ buyurdu. (Kenz’ul-Ummal, Hadis no: 17782; Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 211)

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Ahkâm 27; Râmûz’ul Ehâdîs, s. 19/5.

[3] Sünen-i İbn-i Mâce, Hudûd 5; Sahih-i Müslim, Birr 21.

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7711.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Hudûd 6.

[6] Sünen-i Ebû Dâvud, Hudûd 5.