MERYEM SÛRESİ

﴿ كٓهٰيٰعٓصٓ ﴿١﴾ ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ ﴿٢﴾ اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِيًّا ﴿٣﴾ قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّاْسُ شَيْبًا وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِيًّا ﴿٤﴾ وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓائ۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ ﴿٥﴾ يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا ﴿٦﴾

1-6. Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.* Ey Resûlüm! Bu okuduğumuz, senin Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya rahmetinin (lütuf ve ihsanı­nın) kıssasıdır.* Hani o, Rabbine gizli olarak nidâ etmişti.* O, şöyle demişti: ″Yâ Rabbi! Şüphesiz kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Şimdiye kadar Sana ettiğim duâların hiçbirinde mahrum olmadım.* Doğrusu ben, benden sonra yerime geçecek olan yakınlarımdan (amcaoğullarımdan) endişeliyim. Zevcem de kısırdır. Lütuf ve kudretinle bana bir çocuk ihsan et.* O çocuk, hem bana vâris olsun, hem de Yâkub ailesine vâris olsun. Yâ Rabbi! Onu, rızânı kazananlardan eyle.″

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رَحِمَ اللّٰه أَخِي زَكَرِيَّا مَا كَانَ عَلَيْهِ مِنْ وِرَاثَة مَاله حِين قَالَ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْك وَلِيًّا يَرِثنِي وَيَرِث مِنْ آلِ يَعْقُوب (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن الحسن)

Allah’u Teâlâ, kardeşim Zekeriyya’ya rahmet eylesin. ″… Lütuf ve kudretinle bana bir çocuk ihsan et.* O çocuk, hem bana vâris olsun, hem de Yâkub ailesine vâris olsun…″ dediği zaman, onun malına mîrasçı olacak kimse yoktu.[1]

Zekeriyya Aleyhisselâm, Allah’u Teâlâ’dan kendisinin bir çocuğu olması için duâ ettiğinde Âyt-i Kerime’de geçtiği üzere, ″O çocuk, hem bana vâris olsun, hem de Yâkub ailesine vâris olsun″ diye duâ etmiştir. Yani Yâ Rabbi! bana bir çocuk nasip et ki, hem Peygamber olsun ve hem de malıma vâris olsun, demektir. Çünkü Peygamberlerin evlatlarına mîras kalmaz. Peygamberlerin malları ancak onun yerine geçen Peygambere veya halifesine mîras olarak kalır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا سَهَّلَ اللّٰهُ لَهُ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلَائِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ طَالِبَ الْعِلْمِ يَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ حَتَّى الْحِيتَانِ فِي الْمَاءِ وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ إِنَّ الْعُلَمَاءَ هُمْ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ إِنَّ الْأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلَا دِرْهَمًا إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ (د ت ه عن ابى الدرداء)

″Her kim bir yola ilim aramak için giderse, Allah’u Teâlâ onun için Cennete giden bir yolu kolaylaştırır ve şüphesiz melekler ilim talep edenin rızâsını istedikleri ve ondan râzı oldukları için kanatlarını indirirler. Yine şüphesiz göktekiler ve yerdekiler ve hattâ sudaki balıklar bile ilim talep eden kişi için Allah’u Teâlâ’dan bağışlanma dilerler. Gerçekte âlimin, âbid olana üstünlüğü, gökteki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki âlimler, Peygamberlerin mîrasçılarıdır. Şüphesiz ki Peygamberler, ne altın ne de gümüş mîras bırakırlar. Peygamberler, mîras olarak ancak ilim bırakırlar. Bu sebeple her kim Peygamberlerin mîrası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.″[2]

Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de vefât ettiğinde, kendisinden sonra Peygamberlik olmadığı için bütün malı halifesine yani Beyt’ul-Mala devredilmiştir.

﴿ يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍۨ اسْمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا ﴿٧﴾ قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا ﴿٨﴾ قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـًٔا ﴿٩﴾ قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِيًّا ﴿١٠﴾ فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا ﴿١١﴾

7-11. Allah’u Teâlâ: ″Ey Zekeriyya! Biz seni, Yahyâ ismiyle anılan bir erkek çocukla müjdeleriz. Ondan evvel bu ismi hiç kimseye vermedik″ buyurdu.* Zekeriyya: ″Yâ Rabbi! Zevcem kısır, ben de iyice ihtiyarlamış iken nasıl oğlum olabilir?″ dedi.* Allah’u Teâlâ, Zekeriyya’ya: ″Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken var eden benim.″* Zekeriyya: ″Yâ Rabbi! (Zevcemin hâmile olduğuna dair) bana bir alâmet ver″ dedi. Allah’u Teâlâ da: ″Zevcenin hâmile olduğuna alâmet, sapasağlam olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır″ buyurdu.* Sonra Zekeriyya, ibâdetgâhından çıktı ve kavmine, sabah akşam Allah’u Teâlâ’yı tesbih etmelerini işâret etti.

İzah: Rivâyete göre, Zekeriyya Aleyhisselâm 120 veya 99, hanımı ise 98 yaşında idi. Hanımı da, Hz. Meryem’in annesi Hanne’nin kız kardeşidir.

Zekeriyya Aleyhisselâm, Süleyman Aleyhisselâm’ın neslindendir. İsrailoğullarına Peygamber olarak gönderilmiş olup, Mûsâ Aleyhisselâm’ın şeriatıyla amel ederdi.

Zekeriyya Aleyhisselâm hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كَانَ زَكَرِيَّا عَلَيْهِ السَّلَام نَجَّارًا (حم عن ابى هريرة)

″Zekeriyya Aleyhisselâm, marangozluk yapardı.″[3]

Hz. Meryem, Zekeriyya Aleyhisselâm’ın himâyesinde idi. Allah’u Teâlâ’nın kudretiyle Hz. Meryem babasız olarak Îsâ Aleyhisselâm’ı dünyâya getirmişti. Yahudiler, Îsâ Aleyhisselâm’ın beşikte iken konuşması gibi birçok harikulâde haller görmelerine rağmen, Hz. Meryem’e ve Zekeriyya Aleyhisselâm’a iftira da bulunmuşlar ve sonunda Zekeriyya Aleyhisselâm’ı şehit etmişlerdir.

Yahyâ Aleyhisselâm, daha çocuk yaşında iken Tevrat’ı okumaya başlamıştı. İnzivâya çekilerek ibâdet eder ve o da babası gibi Hz. Mûsâ’nın şeriatıyla amel ederdi.

Bunlar, Zekeriyya Aleyhisselâm’ı öldürdükleri gibi, Hz. Yahyâ’nın da şehit edilmesine sebep oldular. Rivâyete göre, Yahudiler bu hâdiselerde olduğu gibi, üç yüz Peygamberin ölümünden mesuldürler.

Yahudiler, Yahyâ Aleyhisselâm’ın ölümüne sebep oldukları için Allah onları cezalandırmıştır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَوْحَى اللّٰه تَعَالَى إِلَى إِنِّى قَدْ قَتَلْتُ بِيَحْيَى بْنِ زَكَرِيَّا سَبْعِينَ أَلْفاً وَإِنِّى قَاتِلٌ بِابْنِ بِنْتِكَ سَبْعِينَ أَلْفاً وَسَبْعِينَ أَلْفاً (ك عن ابن عباس)

Allah’u Teâlâ bana şöyle vahyetti: ″Zekeriyya oğlu Yahyâ sebebiyle yetmiş bin kişiyi öldürdüm. Ve senin kızının oğlu (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) sebebiyle ise yetmiş bin ve yetmiş bin kişiyi öldürürüm.″[4]

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Zevcenin hâmile olduğuna alâmet, sapasağlam olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır″ ifadesinden maksat da, bir rahatsızlığın olmadığı halde, insanlarla üç gün boyunca gece gündüz konuşamayıp, ancak işâretle konuşmandır. İşte bu da hanımının hâmile olduğunun alâmetidir, demektir.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Sonra Zekeriyya, ibâdetgâhından çıktı ve kavmine, sabah akşam Allah’u Teâlâ’yı tesbih etmelerini işâret etti″ diye buyrulmaktadır. İmam Taberî, bu âyet-i Kerîme’yi şöyle izah etmiştir:

- Zekeriyya Aleyhisselâm, kendisine oğul verileceğinin alâmeti olarak üç gün dili tutulunca ibadet ettiği namazgâhından dışarı çıkmış ve konuşamadığı için eliyle veya yazı yazarak kavmine, sabah akşam Allah’a ibâdette bulunmalarını, O’nu zikretmelerini emretmiştir.

Bu husus Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 41’de de şöyle geçmektedir:

Zekeriyya: ″Yâ Rabbi! (Zevcemin hâmile olduğuna dair) bana bir alâmet ver″ dedi. Allah’u Teâlâ da: ″Üç gün insanlar ile konuşamayıp, ancak işâretle konuşmandır. Ayrıca Rabbini çok zikret ve akşam sabah tesbih et″ buyurdu.


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 5, s. 213.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 17; Sünen-i Ebû Dâvud, İlim 1; Sünen-i Tirmizî, İlim 19.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7606.

[4] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3103, 4117; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 157/1.


ENBİYÂ SÛRESİ

﴿ وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ ﴿٨٩﴾ فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ ﴿٩٠﴾

89-90. Ey Resûlüm! Zekeriyya’nın, ″Yâ Rabbi! Beni yalnız (evlatsız) bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın!″ diye nidâ ettiği vakti de zikret.* Biz de onun duâsını kabul ettik ve ona Yahyâ’yı ihsan ettik. Zevcesinin de kısırlığını giderdik. Şüphesiz onlar, hayırlı işlerde yarışır, sevabımıza rağbet eder ve azâbımızdan korkarak Bize duâ ederlerdi. Onlar, Bize karşı çok itaatkârdılar.

İzah: Zekeriyya Aleyhisselâm çocuğunun olması için, ″Yâ Rabbi! Beni yalnız (evlatsız) bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın!″ diye duâ etmiştir. Yani, ″Yâ Rabbi! Bana bir çocuk nasip et ki, hem Peygamber olsun, hem de malıma vâris olsun″ diye buyurmuştur. Çünkü Peygamberlerin evlatlarına mîras kalmaz. Peygamberlerin malları ancak onun yerine geçen Peygambere veya halifesine mîras olarak kalır.

Abdullah İbn-i Ukeym Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre, Ebû Bekir es-Sıddîk Radiyallâhu anhu bir hutbesinde; Besmele, Hamd ve Salavattan sonra şöyle buyurmuştur:

أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللّٰهِ وَأَنْ تُثْنُوا عَلَيْهِ بِمَا هُوَ لَهُ أَهْلٌ وَأَنْ تَخْلِطُوا الرَّغْبَةَ بِالرَّهْبَةِ فَإِنَّ اللّٰهَ أَثْنَى عَلَى زَكَرِيَّا وَأَهْلِ بَيْتِهِ فَقَالَ: إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (ك عن عبد اللّٰه بن عكيم)

Ben size Allah’tan korkmanızı, lâyık olduğu şekilde O’na senâda bulunmanızı, korku ile ümit arasında olmanızı öğütlerim. Allah’u Teâlâ, Zekeriyya Aleyhisselâm ve ailesini övmüş ve ″Şüphesiz onlar, hayırlı işlerde yarışır, sevabımıza rağbet eder ve azâbımızdan korkarak Bize duâ ederlerdi. Onlar, Bize karşı çok itaatkârdılar″[1] diye buyurmuştur.[2]

Bu sebeple Mü’min, dâimâ ″Havf ve recâ (korku ile ümit)″ arasında olmalıdır. İbâdetin sermâyesi havf ile recâdır. ″Havf″ o dur ki, kişinin Cenâb-ı Hakk’a karşı her ne kadar ibâdeti çok olsa da, Allah korkusunu yüreğinden çıkaramaz. Çünkü O’nun gazabına uğradığı zaman, iyi amelinin hepsinin gideceğini, bir hükmünün olmadığını bilir. ″Recâ″ da o dur ki, kişi Cenâb-ı Hakk’a güvenmeli, evlat babasına nasıl güvenirse ondan daha ziyâde güvenmeli, Allah’u Teâlâ’nın kendine yardım edeceğine inanmalıdır.

Yine havf ve recâ hakkında Sûre-i Secde, Âyet 16’da Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

″Onların (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine, korku ve ümit ile duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler.″


[1] Sûre-i Enbiyâ, Âyet 90.

[2] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3404.