BAKARA SÛRESİ

﴿ وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٨﴾ فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟ ﴿٥٩﴾

58-59. Tih çölünden çıktıktan sonra, onlara: ″Şu beldeye (Eriha’ya) girin, dilediğiniz yiyecekleri refah içinde bol bol yiyin. Kapıdan girerken şükür secdesi yapın ve ″Hıtta! (Yâ Rabbi, günahlarımızı bağışla!)″ deyin ki, Biz de hatâlarınızı bağışlayalım. Muhsinlere ise sevabı daha da artıracağız″ dediğimiz zamanı hatırlayın.* Fakat onlardan zâlim olanlar, kendilerine söylenilen sözü değiştirdiler. Biz de o zâlimlere, hak yoldan sapmaları sebebiyle semâdan azap indirdik.

İzah: Bu âyetler hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

Yahudiler, secde ederek girmeleri emredilen kapıdan, kıç­ları üzerine gerisin geri sürünerek girdiler. Bunlar: ″Yâ Rabbi, günahlarımızı bağışla!″ anlamına gelen ″Hıtta″ kelimesi yerine; ″Hınta fî şaîrah″ diğer bir rivâyet­te de, ″Habbe fi Şaîrah″ diyorlardı. Bu sözlerinin ne mânâya geldiği bilinmiyor­du. Bir kısım âlimler; onların, bu anlamsız sözleri söyleyerek, Allah’u Teâlâ’dan af dilemeyi reddettiklerini ve bunun üzerine de Allah’u Teâlâ’nın, kendilerini cezâlandırarak yetmiş bin kişinin, tâun (vebâ) hastalığından öldüğünü söylemişler­dir. Bu hususta Üsâme b. Zeyd Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَكَرَ الطَّاعُونَ فَقَالَ بَقِيَّةُ رِجْزٍ أَوْ عَذَابٍ أُرْسِلَ عَلَى طَائِفَةٍ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ فَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلَا تَخْرُجُوا مِنْهَا وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَلَسْتُمْ بِهَا فَلَا تَهْبِطُوا عَلَيْهَا (خ ت عن اسامة بن زيد)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, tâun (vebâ) hastalığından bahsederek buyurdu ki: ″Tâun, İsrailoğullarından bir taifeye gönderilen bir pislik veya azap artığıdır. Tâun, bir yerde baş gösterir ve siz orada bulunursanız oradan çıkmayın! Şâyet bir yerde baş gösterir ve siz de orada olmazsanız, o yere girmeyin!″[1]

﴿ وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟ ﴿٦١﴾

61. Siz şu vakti de düşünün ki, ″Yâ Mûsâ! Biz bir çeşit yiyecek (bıldırcın eti ve kudret helvası) üzere aslâ sabredemeyiz. Bizim için Rabbine duâ et de bize, yerin bitirdiği sebze, salatalık, buğday, mercimek ve soğandan çıkarsın″ demiştiniz. Mûsâ da: ″Siz, da­ha hayırlı olan şeyi, daha basit bir şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Öyleyse bir şehre (Mısır’a) inin. Orada istediğiniz şeyler vardır″ demişti. Böylece onlara, zillet ve yoksulluk vuruldu. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bu da şüphesiz ki onların, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve Peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Yine bu cezâ, isyan etme­lerinden ve haddi aşmalarından dolayıdır.

İzah: Rivâyete göre; Yahudiler, üç yüz Peygamberin ölümünden sorumludurlar. Zekeriyya, Yahyâ ve Şuayb Aleyhimüsselâm Yahudilerin öldürdüğü bilinen Peygamberlerdendir.


[1] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 54; Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 65.