BAKARA SÛRESİ

﴿ وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ ﴿٥١﴾ ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٥٢﴾

51-52. Ve bir vakit, Mûsâ ile kırk gece için vaadleşmiştik. O gittikten sonra siz, (Sâmirî’nin altından yaptığı) buzağıyı ilah edindiniz ve zâlimler (kâfirler) oldunuz.* Bu olaydan sonra da şükretmeniz için sizi affettik.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen bu vaadleşme olayı Sûre-i A’râf, Âyet 143’te de şöyle geçmektedir:

Mûsâ, (kırk geceyi tamamlamak için) mîkatımıza geldiği zaman, Rabbi onunla (vâsıtasız) konuşunca, ″Yâ Rabbi! Bana zâtını da göster, Seni göreyim!″ dedi. Allah’u Teâlâ da, ″Beni göremezsin. Lâkin şu dağa bak. Eğer yerinde durabilirse, sen de Beni görürsün″ dedi. Rabbi Teâlâ, o dağa tecellî edince, dağı parça parça etti. Mûsâ da düşüp bayıldı. Ayılınca, ″Yâ Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana tevbe ettim. Ben, îman edenlerin (bu ümmetten İslâm’ı kabul edenlerin) ilkiyim″ dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm’ın, Allah’u Teâlâ ile vaadleştiği üzere kırk geceliğine gitmesi olayı, kavmiyle beraber Kızıldeniz’i geçtikten sonra olmuştur. Bu kırk günlüğüne vaadleşilen yer, müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre Tûr Dağı’dır. Çünkü âyetlerde de geçtiği üzere Allah’u Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselâm ile Tûr Dağı’nda konuşmuştur. Bâzı ulemâya göre ise bu vaadleşilen yer, hac görevi için gittiği Mekke’dir. Bu konu hakkında geniş bilgi için Sûre-i A’râf, Âyet 143’ün izahına bakınız.

Ayrıca Sûre-i Bakara, Âyet 51’de Yahudilerin, Sâmirî’nin altından yaptığı buzağıya taptıkları tefsirlerde beyan edilmiştir. Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu rivâyet nakledilmiştir:

Fira­vun ve ordusu, Mûsâ Aleyhisselâm ve İsrailoğullarını tâkip ederken denize varınca, Firavu­n denizin ikiye yarıldığını görmüş, tehlikeyi sezerek denize girmemiş ve askerlerini göndermiştir. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm, bir dişi atla gelerek Fi­ravun’un atının denize girmesine sebep olmuştur. Şöyle ki, Cebrâil Aleyhisselâm’ın atının dişi olması nedeniyle Firavun’un erkek atı, o dişi atın peşinden gitmiş ve böylece Firavun’un atını durdurmak için yaptığı bütün çabalar boşa gitmiştir.[1] Bu arada Sâmirî de, Cebrâil Aleyhisselâm’ın atının ayağının izinden bir avuç toprak alıp saklamış, daha sonra açılan denizin tekrar kavuşmasıyla, Firavun ve askerleri helâk olmuştur.

Mûsâ Aleyhisselâm, Allah’u Teâlâ ile vaadleştiği yere, kırk günlüğüne gittiğinde, Sâmirî, Cebrâil Aleyhisselâm’ın atının izinden aldığı toprağı, erittiği altının içine karıştırarak sihirle ses çıkaran altından bir buzağı yaptı. Bu husus Sûre-i Tâhâ, Âyet 95-96’da şöyle geçmektedir:

Mûsâ: ″Ey Sâmirî! Sen niçin böyle yaptın?″ dedi.* Sâmirî de: ″Ben, onların görmedikleri bir şeyi gördüm. Resûlün (Cebrâil’in) izinden (atının bastığı yerden) bir avuç toprak aldım ve onu erimiş altınların üzerine bıraktım. İşte böyle, bunu bana nefsim hoş gösterdi″ dedi.

Sâmirî’nin teşviki ile İsrailoğulları bu buzağıya tapmaya başladılar. Hârun Aleyhisselâm uyarmak için ne kadar çaba sarfetti ise dinlemediler.

﴿ وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿٥٤﴾

54. Ve o zaman ki Mûsâ, kavmine: ″Ey kavmim! Siz buzağıyı tanrı edinmekle nefsinize zulmettiniz (kâfir oldunuz). Hemen sizi yaratan Allah’a tevbe edin de nefislerinizi öldürün (ıslah edin). Böyle yapmanız, sizin için Rabbiniz katında daha hayırlıdır″ demişti. Böylece Allah’u Teâlâ tevbenizi kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.

﴿ وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ ﴿٩٢﴾

92. Yemin olsun ki, Mûsâ size mûcizelerle geldi de, sonra siz onun arkasından buzağıyı ilah edindiniz. Böylece zâlimlerden oldunuz.

İzah: Sâmirî’nin altından yaptığı buzağıyı ilah edindiklerine dair geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 51’in izahına bakınız.

﴿ وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٣﴾

93. (Ey İsrailoğulları!) Şu vakti de hatırlayın ki, üzerinize Tûr Dağı’nı kaldırarak sizden sağlam ahid almıştık, ″Tevrat’a sımsıkı sarılın ve emirlerini dinleyin (gereğince amel edin)″ demiştik. Onlar ise, ″İşittik ve isyan ettik″ dediler. Ve küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi yerleştirildi. Ey Resûlüm! Onlara de ki: ″Eğer siz (iddianız üzere) Mü’min iseniz, îmanınızın size emrettiği şey ne kötüdür!″

İzah: Sûre-i Bakara, Âyet 91’de geçtiği üzere Yahudiler: ″Biz ancak bize indirilene îman ederiz″ demişlerdi. Bu âyette de açıkça, Tevrat’a da îman etmeyip, onunla amel etmedikleri anlatılmıştır. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ, Tûr Dağı’nı Yahudilerin üzerine kaldırmıştır. Tûr Dağı’nın üzerlerine kalktığını gören İsrailoğulları, dehşete kapılarak çok korkmuşlar ve o anda Tevrat’ın hükümle­riyle amel etmeyi kabul etmişlerdir. Fakat sonra yine bu hükümlere uymamışlardır.

Yahudilerin kalbine, Allah’u Teâlâ’ya yaptıkları isyanları ve küfürleri sebebiyle buzağı sevgisi yerleştirilmiş ve bu sebeple hakkı göremez olmuşlardır.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

حُبُّكَ الشَّيْءَ يُعْمِي وَيُصِمُّ (د عن ابى الدرداء)

″Senin bir şeyi sevmen; seni kör ve sağır kılar.″[2]

Bu hâdise ile ilgili olarak tefsirlerde şu rivâyete de yer verilmektedir:

Mûsâ Aleyhisselâm, Sâmirî’nin altından yaptığı buzağıyı parçalayıp yakarak eritti, küllerini ve bütün kalıntılarını denize attı. Sonra Mûsâ Aleyhisselâm, kalplerinde buzağı sevgisi olanların meydana çıkması için, onlara denizin suyundan için de­di. Onlar da içtiler. Kalplerinde buzağı sevgisi olanların ağzının etrafında buzağıya ait olan alâmetler belirdi. Bunun için Allah’u Teâlâ: ″Ve küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi yerleştirildi″ diye buyurmuştur.


[1] Bu olayın tafsilatı hakkında Sûre-i Şuarâ, Âyet 63-66’nın izahına bakınız.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 125.


NİSÂ SÛRESİ

﴿ يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَانًا مُب۪ينًا ﴿١٥٣﴾

153. Ehl-i Kitap’tan Yahudiler, senin gökten kendilerine (gözleriyle görecekleri) bir kitap indirmeni isterler. Mûsâ’dan daha büyüğünü istemişler ve ″Allah’ı açıktan bize göster″ demişlerdi. Artık bu zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Kendilerine apaçık mûcizeler geldiği halde, yine buzağıyı ilah edindiler. Böyle iken, onları affederek helâk etmedik. Ve Mûsâ’ya açık bir hâkimiyet verdik.


A’RÂF SÛRESİ

﴿ وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلًاۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ ﴿١٤٨﴾

148. Mûsâ, tâyin olunan vakitte vaadleşilen yere gittiğinde, kavmi ziynet eşyalarından yaptıkları bir buzağı heykelini ilah edindiler. Ondan buzağı böğürmesi gibi bir ses işitirlerdi. Görmezler mi ki, o buzağı kendilerine söz söylemez ve kendilerini doğru yola sevk etmez. Böyle iken o buzağıyı ilah edindiler de zâlim kimseler oldular.

İzah: Samîrî’nin altını eritip, sihirle ses çıkaran buzağı şeklinde bir heykel yapması ve İsrailoğullarının da ona tapması hakkında geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 51’in izahına bakınız.

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ ﴿١٥٢﴾

152. Şüphesiz ki, buzağıyı ilah edinenlere, elbette Rablerinden bir gazap ve dün­yâ hayatında da bir zillet erişecektir. İşte (şirk ile) iftira edenleri böyle cezâlandırı­rız.

İzah: İsrailoğullarının zillete düşürülmesi ise, onların yurtlarından kovulmaları ve yabancı diyarlarda dolaşıp durmalarıdır. Rivâyete göre, Buzağı heykelini yapan Samîrî’yi, Mûsâ Aleyhisselâm öldürmek istedi. Fakat Allah’u Teâlâ: ″Onu öldürme, çünkü o cömert birisidir″ dedi. Mûsâ Aleyhisselâm da Samîrî’yi kovdu. Bundan sonra Samîri, çölde dolaşmaya başladı ve birini gördüğü zaman, ″Bana dokunma″ diye bağırmaya başlardı. Çünkü bir kimse ona dokunursa, ikisi birden hasta olurdu.

Bu husus Sûre-i Tâhâ, Âyet 97’de de şöyle geçmektedir:

Mûsâ, Sâmirî’ye dedi ki: ″Aramızdan çık. Hayatın boyunca her tesadüf ettiğin kimseye, ″Bana dokunma″ demen cezân olsun. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayaca­ğın, vaad edilmiş bir azap vardır. Bütün gün ibâdet ettiğin ilâhına bak! Biz onu nasıl yakacağız ve sonra külünü denize savuracağız.″