ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٢٠٠﴾

200. Ey îman edenler! (Din yolunda meşakkatlere) sabredin, sabırda yarışın ve râbıta edin (nöbet tutun). Allah’tan korkun ki, felah bulasınız.

İzah: Ey îman edenler! Din yolunda meşakkatlere sabredin ve sabrınızla Allah’ın düşmanlarına gâlip olun. Yani gâlibiyet sabrın sonundadır. Râbıta ile nefsinizdeki ve zâhirinizdeki düşmanları gözetleyin, bekleyin. Allah’ın size emrettiğini yaparak ve nehyettiğini de yapmayıp belâya düşmekten sakınarak, Allah’ın gazabından korkun. İşte bunları bilip korkar da, emrini tutar ve nehyini yapmazsanız, her korkudan kurtulur, selâmet bulursunuz, demektir..

Allah yolunda sınırda nöbet tutmak hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رِبَاطُ يَوْمٍ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا وَمَوْضِعُ سَوْطِ أَحَدِكُمْ مِنْ الْجَنَّةِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا وَالرَّوْحَةُ يَرُوحُهَا الْعَبْدُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ أَوْ الْغَدْوَةُ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا (خ عن سهل بن سعد الساعدى)

″Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak, dünyâdan ve onun içinde bulunan şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin Cennette sahip olacağı bir kamçı boyu yer, dünyâdan ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. Allah yolunda akşam ve sabah yürümek, dünyâ ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır.″[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Cihat 72.


HACC SÛRESİ

﴿ وَلِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۜ فَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُٓ اَسْلِمُواۜ وَبَشِّرِ الْمُخْبِت۪ينَۙ ﴿٣٤﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى مَٓا اَصَابَهُمْ وَالْمُق۪يمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿٣٥﴾

34-35. Ve her ümmete, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanları Allah’ın ismini zikrederek boğazlasınlar diye kurban kesecek bir yer tahsis ettik. İlahınız bir tek ilahtır. O halde sâdece O’na teslim olun. Ey Resûlüm! Muhbitîn kullarımı (itaatkâr ve ihlaslı olanları) müjdele.* O kullarım ki, Allah’u Teâlâ zikrolunduğu vakit kalpleri titrer, her ne musîbet gelse ona sabrederler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklarından infak ederler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de kesilecek olan hayvanların; Allah’ın ismi zikredilerek boğazlanması gerektiği beyan edilmektedir. Bu zikir de, ″Bismillâhi Allah’u Ekber″dir. Bu hususta daha geniş bilgi için Sûre-i En’âm, Âyet 118’in izahına bakınız.

Hac yapan kimse için, kurban kesme yeri Mina’dır. Mina, Müzdelife ile Mekke arasında bir bölgedir. Müzdelife’de, sabah namazı vakfesinden sonra hacılar, Mina bölgesine gelerek önce şeytanı taşlarlar ve sonra da kurbanlarını keserler. Buraya Mina denmesi, kurban kesilerek kan akıtılmasından dolayıdır. Allah’u Teâlâ’nın, İsmâil Aleyhisselâm’a bedel olarak gönderdiği koçun burada kesildiği kabul edilir. Zîrâ Mina, kelime olarak, kan akıtmak mânâsına gelmektedir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mina’da şöyle buyurmuştur:

نَحَرْتُ هَاهُنَا وَمِنىً كُلُّهَا منْحَرٌ فَانْحَرُوا في رِحَالِكُمْ (د عن على)

″Ben kurbanı şurada kestim. Mina’nın her tarafı kesim yeridir. Bu sebeple kurbanlarınızı konak yerlerinizde kesin.″[1]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

عَرَفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ عُرَنَةَ وَالْمُزْدَلِفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ مُحَسِّرٍ وَمِنَى كُلُّهَا مَنْحَرٌ (طب عن ابن عباس)

″Arafat’ın her tarafında vakfe yapılabilir. Yalnız Batn-ı Urena’dan çekinin. Müzdelifenin de her tarafında vakfe yapılabilir. Ancak orada da Muhassır Vâdisi’nden çekinin. Mina’nın ise her tarafı kurban kesme yeridir.″[2]

Yine Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme’de: Muhbitîn kullarımı (itaatkâr ve ihlaslı olanları) müjdele diye buyurarak, bu kullarının alâmetlerini şöyle beyan etmiştir:

Bunlar, Allah‘u Teâlâ‘yı çok zikrederler, hattâ zikrullah ederken kalpleri onun tesiri ile kamaşır, hoplar. Bunlar kendinde olmayarak çırpınır, haykırır; ″Hayy, Hakk, Allah″ diye bağırırlar. Sonunda bunlar, Mutmainne ehli olurlar. Allah’u Teâlâ Sûre-i R’ad, Âyet 28’de şöyle buyurmuştur:

Onlar, îman edenlerdir ve kalpleri zikrullah ile mutmain olanlardır. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَبَقَ الْمُفْرِدُونَ قَالُوا وَمَا الْمُفْرِدُونَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الْمُسْتَهْتَرُونَ فِي ذِكْرِ اللّٰهِ يَضَعُ الذِّكْرُ عَنْهُمْ أَثْقَالَهُمْ فَيَأْتُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ خِفَافًا (ت عن ابى هريرة)

″Çalışanlar ileri geçtiler.″ Ashâb-ı Kirâm: ″Yâ Resûlallah! Bu ileri geçenler kimlerdir?″ deyince, buyurdu ki: ″Zikrullahta kendilerinden geçenlerdir. Zikir onların ağırlıklarını indirir (günahlarını yok eder) ve onlar mahşer gününe hafiflemiş (günahsız) olarak gelirler.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

اِذَا اَقْشَعِرُّ جِلْدُ الرَّجُلِ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ تَعَالَى تَحَاتَتْ عَنْهُ خَطَايَاهُ كَمَا يَتَحَاتُ عَنِ الشَّجَرَةِ الْبَالِيَةِ وَرَقَهَا (هب طب والشافعى والحكيم عن العباس)

″Bir adamın Allah korkusundan vücudu titreyip cezbelense, ağaçların yaprağını döktüğü gibi günahları dökülür.″[4]

İşte Mevlid-i Şerif’te geçen ″Bir kez Allah dese aşk ile lisân, dökülür cümle günah misli hazan″ dediği de bu cezbe hâlidir.

Yine bu zâtlar, zikrullah yolunda hakka kavuşmak için çalışırlarken, her ne musîbet gelse ona sabrederler. Yani tahammüllü olurlar ve kimseye hallerinden şikâyet etmezler. Kimseye kötülük düşünmezler. Her şeyi Allah‘u Teâlâ‘ya havâle ederler.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِهِ خَيْرًا يُصِبْ مِنْهُ )خ عن ابى هريرة(

“Allah’u Teâlâ kime hayır dilerse, ona musîbet verir.”[5]

Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ذَهَبَ مَالِي وسَقِمَ جَسَدِي فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا خَيْرَ فِي عَبْدٍ لَا يَذْهَبُ مَالُهُ وَلَا يَسْقَمُ جِسْمُهُ إِنَّ اللّٰهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا ابْتَلَاهُ وَإِذَا ابْتَلَاهُ صَبَّرَهُ (ابن أبي الدنيا في كتاب المرض والكفارات عن أبي سعيد الخدري)

Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Hem servetim gitti, hem de vücudum hastalandı″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah’u Teâlâ bir kulu sevdiği vakit ona ibtilâ verir. İbtilâ verdiği zaman da ona sabretmesini öğretir.″[6]

Yine bu zâtlar, Allah’u Teâlâ’ya olan inançları kuvvetli olduğu için namazı devamlı ve çok kılarlar. Farzları, sünnetleri ve yapabildikleri kadar da gece ve gündüz nâfile namazlara devam ederler. Böyle olunca da Allah’u Teâlâ onları sever.

Nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de, Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

مَنْ عَادَى لِى وَلِيًّا فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْحَرْبِ وَمَا تَقَرَّبَ اِلَيَّ عَبْدِى بِشَيْءٍ أَحَبَّ اِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُهُ وَمَا يَزَالُ عَبْدِى يَتَقَرَّبُ اِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى اُحِبَّهُ فَاِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ لَهُ سَمْعُهُ الَّذِى يَسْمَعُ بِهِ وَبَصَرَهُ الَّذِى يُبْصِرُ بِهِ وَيَدَهُ الَّتِى يَبْطِشُ بِهَا وَرِجْلَهُ الَّتِى يَمْشِى بِهَا وَاِنْ سَأَلَنِى أَعْطَيْتُهُ وَلَوِ اسْتَعَاذَنِى لَأُعِيذُنِيهِ (خ حب ق عن ابى هريرة)

Her kim Benim evliyâmdan birine düşmanlık ederse, Bana karşı harp ilan eyledi. Kulum Bana farz namazı kılarken yakın olduğu gibi başka bir şey ile yakın olamaz. O kulum, nâfilelere devam ettiği sürece, bu yakınlığı devam eder. Hattâ o kulumu severim. Bir kulumu seversem; onun işiten kulağı Ben olurum, Benim ile işitir. Gören gözü Ben olurum, Benim ile görür. Tutan eli Ben olurum, Benim ile tutar ve yürüyen ayağı Ben olurum, Benim ile yürür. Benden ne isterse istediğini veririm. Bana sığınır ise Ben de onu muhafazama alırım.[7]

Yine bu zâtlar, gâyet cömert olurlar. Allah‘ın verdiği rızıktan Allah yoluna sarf ederler. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثٌ أَعْلَمُ أَنَّهُنَّ حَقٌّ مَا عَفَا امْرُؤٌ عَنْ مَظْلَمَةٍ اِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا عِزًّا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ مَسْأَلَةٍ يَبْتَغِي بِهَا كَثْرَةً إِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا فَقْرًا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ صَدَقَةٍ يَبْتَغِي بِهَا وَجْهُ اللّٰهِ تَعَالَى اِلَّا زَادَهُ اللّٰهِ بِهَا كَثْرَةً (هب عن ابى هريرة)

″Üç haslet var ki onlar haktır: Haksızlığa uğrayan bir kimse (eline fırsat geçtiği halde sabredip) affederse, şüphesiz Allah’u Teâlâ, o kulun şerefini artırır. Çok dünyâlık bulmak kastıyla kendisine dilencilik kapısını açan bir kula da, Allah’u Teâlâ yokluk kapısı açar. Bir kimse de Allah’ın rızâsını dileyerek Allah yoluna malını sarf ederse, Allah’u Teâlâ da onun malını kat kat artırır.″[8]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَا يَزَالُ أَرْبَعُونَ رَجُلًا مِنْ أُمَّتِى قُلُوبُهُمْ عَلَى قَلْبِ اِبْرَاهِيمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ يَدْفَعُ اللّٰهُ بِهِمْ عَنْ أَهْلِ الْأَرْضِ يُقَالُ لَهُمُ الْاَبْدَالُ اِنَّهُمْ لَمْ يُدْرَكُوهَا بِصَلَوةٍ وَلَا بِصَوْمٍ وَلَا بِصَدَقَةٍ، فَبِمَ أَدْرَكُوهَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟ قَالَ بِالسَّخَاءِ وَالنَّصِيحَةِ لِلْمُسْلِمِينَ (حل طب عن بن مسعود)

Ümmetimin içinde kırk kişi hiç eksik olmaz. Kalpleri İbrâhim Aleyhisselâm‘ın kalbi gibidir. Yeryüzünü Allah’u Teâlâ onlarla korur. Onlara, ″Ebdallar″ derler. Onlar o mertebeye namazla, oruçla, zekât ile ermediler. ″Ne ile erdiler Yâ Resûlallah?″ dediler. Şöyle buyurdu: ″Cömertlikle ve Müslümanlara bol nasihatla.″[9]

Her kimde bu dört vasıf tamam ise, o büyük zâttır. Yani Allah‘u Teâlâ’nın: Muhbitîn kullarımı (itaatkâr ve ihlaslı olanları) müjdeledediği bunlardır. Dünyâda ilim, irfan, ilm-i ledün, füyuzât-ı ilâhi ve vuslat-ı ilâhi bunlaradır.

Allah’u Teâlâ bu vasıflara sahip olan kullarını, ″Hakkıyla Mü’minler bunlardır″ diyerek Sûre-i Enfâl, Âyet 2-4’te şöyle övmektedir:

″Mü’minler şu kimselerdir ki, Allah’u Teâlâ zikrolunduğu vakit kalpleri titrer. Kendilerine Allah’ın âyetleri okunursa, îmanları artar ve Rablerine tevekkül ederler.* Onlar, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.* İşte onlar, hakkıyla Mü’minlerdir. Onlar için Rableri katında yüksek dereceler, bağışlanma ve bol rızık vardır.″


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 64.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11068; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 315/9.

[3] Sünen-i Tirmizî, Daavât 12.

[4] Ma’rifet’üs-Sahâbeti li Ebî Naim İsbehâni, Hadis No: 7379; Râmûz’ul Ehâdîs, s. 33/12; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 5879.

[5] Sahih-i Buhârî, Merdâ 1.

[6] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No: 139.

[7] Sahih-i Buhârî, Rikâk 38; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 330/3.

[8] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 7846; Muhtâr’ul-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 492.

[9] Ebû Nuaym İsbehânî, Ma’rifet’üs-Sahâbe, Hadis No: 4013.


ASR SûRESİ

﴿ وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣﴾

1-3. Asr’a yemin olsun ki,* şüphesiz insan, elbette zarardadır.* Ancak îman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Asr″; ikindi zamanına yemin ederim, demektir. Bir diğer görüşe göre de, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, dünyâ yaşamının ikindi vaktinde gönderilmiştir. Yani, Hz. Âdem’den kıyâmete kadar olan süreyi bir gün olarak görürsek, Peygamber Efendimiz bu günün ikindi vaktinde gönderilmiştir. O Asr-ı Saadet’e yemin ederim, demektir.

Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: Ben asr’a yemin ederim ki, insanların hepsi zarar etmektedir, gece gündüz kendi kesesinden harcayıp yiyen; hazır malını yiyip, çalışmayıp zarar gören gibidir.

Ancak îman edip sâlih ameller işleyenler zarar etmezler, onlar dâimâ yükselmektedir ve Allah’a sevilmektedirler. Onlar, Rablerinin in’amına, ihsânına, Cennetine ve Cemâline nâil olurlar. Bunlar, birbirlerine hakkı tavsiye ederler; dâimâ hakkı tanıtmak, bildirmek ve öğretmek isterler ve hakkı söylerler. Haklı olan sözü kabul ederler. Bir de, ″Hepiniz elinizden geldiği kadar haram yemeyin, hak ve hukuka riâyet edin, birbirinizin aleyhinde söylemeyin, Allah’a sevilecek işte bulunun ki, Allah’u Teâlâ sizi sevsin″ diye hakkı tavsiye ederler. Ve bunlar, sabrı da tavsiye ederler. Bir kimse belâya düşmüş ve ona sabredemiyorsa: ″Sabret, sabrın sonu şöyle iyidir, sabredene Allah’u Teâlâ şöyle yardımcıdır″ der; hakkı tavsiye eder ve sabrı tavsiye eder. İşte Benim hâlis kullarım onlardır.