BAKARA SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣﴾

183. Ey îman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için size de farz kılındı.

İzah: Ramazan orucu hakkında Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ عَاشُورَاءُ يُصَامُ قَبْلَ رَمَضَانَ فَلَمَّا نَزَلَ رَمَضَانُ قَالَ مَنْ شَاءَ صَامَ وَمَنْ شَاءَ أَفْطَرَ (خ عن عائشة(

Ramazan orucundan önce Aşûre orucu tutulurdu. Ramazan orucu farz olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Aşûre orucunu dileyen tutar, dileyen tutmaz″ buyurdu.[1]

Ramazan orucunun fazileti hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ يُضَاعَفُ الْحَسَنَةُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا إِلَى سَبْعمِائَة ضِعْفٍ قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ إِلَّا الصَّوْمَ فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَطَعَامَهُ مِنْ أَجْلِي لِلصَّائِمِ فَرْحَتَانِ فَرْحَةٌ عِنْدَ فِطْرِهِ وَفَرْحَةٌ عِنْدَ لِقَاءِ رَبِّهِ وَلَخُلُوفُ فِيهِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللّٰهِ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ (م عن ابى هريرة(

″Âdemoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah’u Teâlâ bu­yurdu ki: Ancak oruç müstesnâdır. Çünkü o Be­nim içindir; onun mükâfatını ancak Ben vere­ceğim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf Be­nim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır. Birinci sevinç, iftar ettiği zamandır. İkin­ci sevinç de, Rabbine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.″[2]

Yine Ramazan orucu ve Terâvih Namazı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى فَرَضَ صِيَامَ رَمَضَانَ عَلَيْكُمْ وَسَنَنْتُ لَكُمْ قِيَامَهُ فَمَنْ صَامَهُ وَقَامَهُ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (ن حم عن عبد الرحمن بن عوف(

″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Ramazan orucunu size farz kıldı. Ben de onun namazını size sünnet kıldım. Her kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutar ve onun namazını da kılarsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından ayrılır ″[3]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Ramazan gecelerinde, bir gece çıkıp yirmi rek’at Terâvih Namazı kıldırmış. İkinci gece olduğunda Sahâbe toplanınca, yine çıkıp evvelki gibi yirmi rek’at kıldırmış. Üçüncü gece olduğunda çıkmayıp:

عَرَفْتُ اِجْتِمَاعَكُمْ لَكِنْ خَشِيتُ أَنْ يُكْتَبَ عَلَيْكُمْ.

″Sizin toplandığınızı bildim. Fakat üzerinize farz kılınmasından korktum″[4] diye buyurmuştur. O vakitten Hz. Ömer Radiyallâhu anhu zamanına kadar Ashâb-ı Kirâm, Terâvih Namazlarını tek başlarına kılmışlardır. Hz. Ömer, kendi halifeliği döneminde, kurrâların (hâfızların) şeyhi olan Übyy b. Ka’b Radiyallâhu anhu’ya Terâvih Namazını cemaatle kıldırmasını emretmiştir. Sahâbeden Hz. Osman, Hz. Ali, İbn-i Mes’ud, İbn-i Abbas, Talhâ, Zübeyr, Muaz Radiyallâhu Teâlâ anhum ve daha pek çok Ashab-ı Kirâm Übeyy b. Ka’b Radiyallâhu anhu’ya uyarak Terâvih Namazını kılmışlardır.

İmam Ali Kerremallâhu veche:

نَوَّرَ اللّٰهُ مَضْجَعَ عُمَرَ كَمَا نَوَّرَ مَسَاجِدَنَا وَاِنَّمَا لَمْ يُوَاظِبْهَا النَّبِيُّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ خَشْيَةَ أَنْ تُكْتَبَ عَلَيْنَا.

″Allah’u Teâlâ, Hz. Ömer’in yattığı yeri nurlandırsın. Onun bizim mescidimizi nurlandırdığı gibi. Peygamberimiz Aleyhissalâtu vesselâm, Terâvih Namazı’nın bizim üzerimize farz kılınmasından korktuğu için onu cemaatle kıldırmaya devam etmemiştir″[5] diye buyurarak, Hz. Ömer Efendimizi methetmiştir.

İmam-ı Âzam Rahmetullâhi aleyh, Terâvih Namazı bir sünnet-i müekkede’dir. Hz. Ömer Radiyallâhu anhu, bu Terâvih Namazı’na kendiliğinden devam etmemiştir. Onun elinde bir asıl vardır. O asıl da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

اِنَّ لِعُمَرَ فِيكُمْ سُنَّةً مَهْدِيَّةً فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تُخَالِفُوهُ.

″Şüphesiz ki, aranızda Ömer için doğrulanmış bir sünnet vardır. Artık ona tâbi olun ve ona muhalefette bulunmayın″[6] Kavl-i Şerif’idir. Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem bu sünnet ile, Terâvih Namazı’nı murad etmiştir.

﴿ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤﴾

184. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden hasta yahut yolculuk sebebiyle Ramazan ayında oruç tutmayanlar, yedikleri günler kadar kazâ etsinler. Tâkati olduğu halde oruç tutmayanların da, her gün için fidye vermeleri lâzımdır. Bu fidye, bir miskinin bir günlük yiyeceğidir. Her kim nâfile olarak fidyeyi artırırsa bu, kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bi­lirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Seleme b. Ekvâ Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

لَمَّا نَزَلَتْ {وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ} كَانَ مَنْ أَرَادَ أَنْ يُفْطِرَ وَيَفْتَدِيَ حَتَّى نَزَلَتْ الْآيَةُ الَّتِي بَعْدَهَا فَنَسَخَتْهَا (خ ن عن سلمة بن الأكوع)

″Tâkati olduğu halde oruç tutmayanların da, her gün için fidye vermeleri lâzımdır″ ifadesi geçen Sûre-i Bakara, Âyet 184 nâzil olduğunda, isteyen orucunu bozup, yerine fidyesini veriyordu. Bu durum bir sonraki Sûre-i Bakara, Âyet 185 nâzil olup, bu âyeti nesh edinceye kadar devam etti.[7]

Ramazan orucunu tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimse için fidye hükmünün aslı, âyetle değil, icmâ ile sabittir.[8] Ağır hastalığından dolayı ilerde kazâ etmesi mümkün görünmeyen kimseler içinde bu hüküm verilmiştir.[9]

﴿ شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥﴾

185. Ramazan ayı, insanlara doğru yolu gösteren ve açık âyetler hâlinde hakkı bâtıldan ayıran Kur’ân’ın nâzil olduğu aydır. Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar. Ramazan ayında hastalık yahut sefer sebebiyle oruç tutmayanların Ramazan’dan sonra kazâ etmeleri lâzımdır. Allah’u Teâlâ sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Umulur ki bu şekilde orucun sayılarını tamamlarsınız ve size hidâyet buyurmuş olduğundan dolayı Allah’u Teâlâ’ya tekbirde bulunursunuz ve şükredersiniz.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere Ramazan ayı, Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu aydır. Ramazan ayının içerisinde olan Mübârek Kadir Gecesi’nde indirilmiştir. Allah’u Teâlâ Sûre-i Kadir, Âyet 1’de: ″Şüphesiz ki, Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik″ diye buyurmuştur.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

أُنْزِلَ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ ثُمَّ نَزَلَ بَعْدَ ذَلِكَ فِي عِشْرِينَ سَنَةً (ك عن ابن عباس(

″Kur’ân, Kadir Gecesi’nde dünyâ semâsına bir defada, bir bütün olarak indirilmiş, sonra yirmi senede nâzil olmuştur.″[10]

Âyet-i Kerîme’de: ″Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar″ diye geçtiği üzere, Ramazan ayına yetişen ve mükellef olan her Müslümanın, o ayda oruç tutması farz kılınmıştır. Bu nedenle Ramazan ayı girdiğinde, hiçbir Müslüman âyette geçtiği üzere, hastalık yahut sefer durumu olmaksızın kasten orucu yiyemez.

Ramazan orucu hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بُنِيَ الْإِسْلَامُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَالْحَجِّ وَصَوْمِ رَمَضَانَ (خ م عن ابن عمر)

″İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: -Lâ ilâhe illallâh Muhammed’ün Resûlullâh- diye şahadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan’da oruç tutmak.″[11]

Ramazan ayı girdiğinde bir kimsenin oruca niyet etmesi ya da niyet etmemesi bu farziyeti ortadan kaldırmaz. Eğer bir kimse: ″Ben oruç tutmaya niyet etmedim″ diyerek, bile bile kasıtlı olarak orucu yerse, bu kimseye hem keffâret ve hem de yediği günün kazâsı lâzım gelir. Keffâret ise sırası ile, maddi gücü elveriyorsa; bir köle azat etmek, buna gücü yetmezse altmış gün aralıksız oruç tutmaktır. Elli dokuz gün tutar mazaret olmadan son gün için ara verirse, tekrar baştan altmış gün üst üste oruç tutması gerekir. Yaşlı veya hasta olduğundan do­layı oruç tutamayan kimse de altmış fakiri sabah akşam doyurmak zorundadır.

Hanefi Mezhebi’ne göre, her gün için oruca niyet etmek şarttır ve geceden veya şer’î gündüzün yarısından[12] önce muhakkak kişinin oruca niyet etmesi gerekir. Sahura kalkan bir kimse de, oruca niyet etmeyi unutsa dahi, onun sahura kalkması niyet sayılır. Fakat akşamdan oruca niyet etmeyip, ihmal edip sahura da kalkmaz ve sabah kalktığında niyet etme zamanını da geçirmişse, bu kimse akşama kadar yine oruca devam eder. Ancak Ramazan’dan sonra yine bu niyetsiz tuttuğu o bir günü kaza eder.

Nitekim, ″Ne oruçlu olmaya, ne de oruç tutmamaya niyet etmeksizin (aç susuz olarak) oruçlu gibi akşam etmek, sâdece kazayı gerektirir″[13] diye buyrulmuştur. Yoksa kişi kasıtlı olarak oruç tutmamaya niyet ederek orucu yerse, bu kimseye keffâret gerekir. Çünkü burada bilinçli olarak orucu yemeğe dair kasıt vardır. Bu kimse Allah’u Teâlâ’nın âyette: ″Sizden Ramazan ayına erişenler, o ay oruç tutsunlar″ diye geçen emrine karşı gelmiştir.

Yine Ramazan’da gündüz oruçlu kalması gereken kimseler hakkında verilen fetvâlardan bâzıları şöyledir:

Gündüzün bir miktar daha varken aybaşı kanından temizlenen kadın ile seferîlikten dönen kimsenin, gündüzün kalan kısmında oruçlu imiş gibi davranıp orucu bozan şeylerden sakınmaları gerekir.[14] Yine Ramazan’da, hastalık gibi bir özürden dolayı orucu bozulduktan sonra iyileşen bir kimsenin, günün kalan kısmında oruçlu kalması gerekir. Ancak bunların, daha sonra o günün orucunu kazâ etmeleri lâzımdır.[15] Yine bir kimse abdest alırken istemeyerek boğazına su kaçsa, bu kimse de orucum nasıl olsa bozuldu, diye orucunu yiyemez. Bu kimse oruca devam eder ve daha sonra da bu orucunu kazâ eder.

Bu fetvâlardan anlaşılan; bir Müslümanın, hastalık ve seferîlik gibi bir durumu yoksa, Ramazan ayı girdiğinde oruç tutmamaya bir bahanesi olamaz.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَفْطَرَ يَوْمًا مِنْ رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ رُخْصَةٍ وَلَا مَرَضٍ لَمْ يَقْضِ عَنْهُ صَوْمُ الدَّهْرِ كُلِّهِ وَإِنْ صَامَهُ (خ ت د عن ابى هريرة(

″Bir kimse Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın bir günlük orucunu yerse, ömür boyu oruç tutsa da, o günün borcunu gerçekten ödeyemez (kazâ eder, ama sevâbını tam olarak alamaz).″[16]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Ramazan ayında hastalık yahut sefer sebebiyle oruç tutmayanların Ramazan’dan sonra kazâ etmeleri lâzımdır″ diye belirtildiği üzere, sefer ve hastalık hâlinde kişi oruç tutmayabilir. Bu hususta nakledilen Hadis-i Şerif’lerden bâzıları şöyledir:

Câbir b. Abdullah Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَفَرٍ فَرَأَى رَجُلًا قَدْ اجْتَمَعَ النَّاسُ عَلَيْهِ وَقَدْ ظُلِّلَ عَلَيْهِ فَقَالَ مَا لَهُ قَالُوا رَجُلٌ صَائِمٌ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْسَ مِنْ الْبِرِّ أَنْ تَصُومُوا فِي السَّفَرِ (خ م عن جابر بن عبد اللّٰه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir ağacın gölgesinde bulunan ve insanların üzerine toplanarak su serptiği bir ada­m gördü ve ″Bunun neyi var?″ diye sordu. ″Bu oruçludur″ dediler Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sizin yolculuk yaparken oruç tutmanız takvâ değildir″ buyurdu.[17] Yani sizler, Allah’ın size vermiş olduğu ruhsatı alın ve kabul edin. Kendinizi zora koşmayın, tâkatiniz yetmiyorsa bu hususta ruhsat verilmiştir, demektir.

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

سَأَلَ حَمْزَةُ بْنُ عَمْرٍو الْأَسْلَمِيُّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الصِّيَامِ فِي السَّفَرِ فَقَالَ إِنْ شِئْتَ فَصُمْ وَإِنْ شِئْتَ فَأَفْطِرْ (خ م عن عائشة)

Hamza b. Amr el-Eslemî, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e yolculukta oruç tutmanın hükmünü sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de buyurdu ki: ″Oruç tutmak istersen tut. Orucu yemek istersen ye.″[18]

Bu hususta Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

سَافَرْنَا مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي رَمَضَانَ فَصَامَ بَعْضُنَا وَأَفْطَرَ بَعْضُنَا فَلَمْ يَعِبْ الصَّائِمُ عَلَى الْمُفْطِرِ وَلَا الْمُفْطِرُ عَلَى الصَّائِمِ (م د عن انس)

″Biz, Ramazan ayında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile yolculuk yapıyorduk. İçimizden bâzılarımız oruçlu oluyor, bâzılarımız da oruçlarını yiyorlardı. Ne oruç tu­tanlarımız oruç yiyenleri ayıplıyor, ne de oruçlarını yiyenler oruç tutanları ayıplıyorlardı.″[19]

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Allah’u Teâlâ’ya tekbirde bulunursunuz″ emrinden maksat da, Hanefi Mezhebi’ne göre; Ramazan ayı bittikten sonra bayram günü, bayram namazı içerisinde getirilen tekbirlerdir.[20]

﴿ اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿١٨٧﴾

187. Oruç gecesi zevcelerinize yaklaşmanız size helâl kılındı. Onlar (günaha girmeyi engellediği için) sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz. Sizin nefislerinizi, (zevcelerinize temastan menedemeyip) günaha mâruz bırakacağınızı Allah’u Teâlâ bildi ve tevbenizi kabul edip sizi affetti. Bundan sonra, (oruç gecelerinde) zevcelerinize yaklaşın ve Allah’u Teâlâ’nın sizin için takdir buyurduğu (zürriyet ve mübah olan) şeyleri talep edin. Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar yiyin, için. (Bu imsak vaktinden) sonra da akşama kadar oruçlu olun. Siz mescitlerde itikâf hâlinde iken de zevcerinize yaklaşmayın. Bu hükümler, Allah’ın hudûdudur. Bu ahkâma muhalefet etmeyin. Allah’u Teâlâ, hükümlerini böyle apaçık âyetler ile bildirir. Tâ ki, insanlar hükümlere muhalefetten sakınsınlar.

İzah: İslâmiyetin ilk yıllarında oruçlu, ancak güneş battıktan yatsı namazına kadar yer, içer ve cimâ edebilirdi. Bir oruç gecesi, Hz. Ömer Radiyallâhu anhu, yatsıyı kıldıktan sonra zevcesiyle temasta bulundu. Sonra guslederek, hâlini arzetmek için ağlaya ağlaya Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi. Baktı ki, aynı mâzeret ve pişmanlık ile Ashâbdan bâzıları da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelmişlerdi. Bunun üzerine Sûre-i Bakara, Âyet 187 nâzil olmuş. Böylece bu uygulama kaldırılmış, oruç ge­celeri imsak vaktine kadar yeme, içme ve cimâ helâl kılınmıştır.

Bu Âyet-i Kerîme hakkında Adiy b. Hâtim Radiyallâhu anhu der ki:

لَمَّا نَزَلَتْ {حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنْ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ} عَمَدْتُ إِلَى عِقَالٍ أَسْوَدَ وَإِلَى عِقَالٍ أَبْيَضَ فَجَعَلْتُهُمَا تَحْتَ وِسَادَتِي فَجَعَلْتُ أَنْظُرُ فِي اللَّيْلِ فَلَا يَسْتَبِينُ لِي فَغَدَوْتُ عَلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَذَكَرْتُ لَهُ ذَلِكَ فَقَالَ إِنَّمَا ذَلِكَ سَوَادُ اللَّيْلِ وَبَيَاضُ النَّهَارِ (خ عن عدى بن حاتم)

″Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar yiyin, için″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 187 nâzil olunca, biri siyah biri de beyaz olmak üzere iki ip edindim. Bunları yastığımın altına koydum. Gece onlara bakıyordum. Ama yine de seçemiyordum. Sabah Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gittim ve durumu anlattım. Buyurdu ki: ″Siyah ve beyaz ipten maksat, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır (imsak vaktidir).″[21]

Oruç tutarken sahur yapmak gerektiğine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَصْلُ مَا بَيْنَ صِيَامِنَا وَصِيَامِ أَهْلِ الْكِتَابِ أَكْلَةُ السَّحَرِ (م عن عمرو بن العاص)

″Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab’ın orucunu ayıran fark, sahur yemektir.″[22]

İrbâd b. Sâriye Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

دَعَانِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى السَّحُورِ فِي رَمَضَانَ فَقَالَ هَلُمَّ إِلَى الْغَدَاءِ الْمُبَارَكِ (د عن العرباض بن سارية)

Beni, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Ramazan’da sahur yemeğine dâvet etti ve ″Mübârek yemeğe buyur″ dedi.[23]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

السَّحُورُ أَكْلُهُ بَرَكَةٌ فَلَا تَدَعُوهُ وَلَوْ أَنْ يَجْرَعَ أَحَدُكُمْ جُرْعَةً مِنْ مَاءٍ فَإِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى الْمُتَسَحِّرِينَ (حم عن أبي سعيد)

″Sahurda yemek berekettir, sakın terketmeyin; içinizden birisi bir bardak su da içmiş olsa. Sahura kalkanlara Allah’u Teâlâ rahmet eder ve melekleri de onlar için duâ ederler.″[24]

İftar etmeden peş peşe oruç tutmanın yasaklandığına dair Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

نَهَى رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الْوِصَالِ رَحْمَةً لَهُمْ فَقَالُوا إِنَّكَ تُوَاصِلُ قَالَ إِنِّي لَسْتُ كَهَيْئَتِكُمْ إِنِّي يُطْعِمُنِي رَبِّي وَيَسْقِينِ (خ عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mü’minlere rahmet olarak iftar etmeden peş peşe iki gün üst üste oruç tutmayı yasakladı. Onlar: ″Yâ Resûlallah! Ama sen böyle tutuyorsun″ deyince buyurdu ki: ″Ben sizin gibi değilim. Rabbim beni yedirir, içirir.″[25]

″İtikâf″ hakkında da Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şöyle nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَعْتَكِفُ الْعَشْرَ الْأَوَاخِرَ مِنْ رَمَضَانَ حَتَّى تَوَفَّاهُ اللّٰهُ ثُمَّ اعْتَكَفَ أَزْوَاجُهُ مِنْ بَعْدِهِ (خ م عن عائشة)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, vefâtlarına kadar her Ramazan’ın son on gü­nünde itikâfa girerdi. Ondan sonra da Mü’minlerin anneleri olan Peygamberimizin zevceleri itikâfa girmeye devam ettiler.″[26]

Kadınlar için, evlerinde namaz kıldıkları bir oda, onlar için mescit hükmündedir. Bu nedenle kadınlar, kocasının izniyle evlerindeki odada itikâfa girebilirler.

İtikâfın mükâfatına dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اعْتِكَافُ عَشْرٍ فِي رَمَضَانَ كَحَجَّتَيْنِ وَعُمْرَتَيْنِ (طب عن عليّ بن الحسين عن أبيه(

″Ramazan’da son on gün itikâfa girmek, iki hac ve iki umre gibidir.″[27]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Bakara 24; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2979.

[2] Sahih-i Müslim, Sıyam 30 (161 Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2867.

[3] Sünen-i Nesâî, Sıyam 40; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 1572;

[4] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 98; Sahih-i Müslim, Salât’ul-Musâfirîn 25 (177 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 24274.

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 98.

[6] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 98-99. Ayrıca bu hususta bakınız: Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16522; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 304.

[7] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Bakara 26; Sünen-i Nesâî, Siyam 63.

[8] Hadislerle Hanefi Fıkhı, c. 7, s. 64.

[9] Nûr’ul-İzah ve Tercümesi, s. 136.

[10] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 2833.

[11] Sahih-i Buhârî, Îman 1; Sahih-i Müslim Îman 5 (20, 21).

[12] Şer’î gündüz: Fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar olan zamandır. Bu sûretle şer’i gündüzün yarısı dahve-i kübra (kaba kuşluk) zamanıdır. Yani Akşam ve imsak vakitleri toplamının yarısıdır).

[13] el-Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 278; Nûr’ul-İzah ve Tercümesi, s. 132, 133.

[14] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 279.

[15] Nûr’ul-İzah ve Tercümesi, s. 133.

[16] Sahih-i Buhârî, Savm 29; Sünen-i Tirmizî, Savm 27; Sünen-i Ebû Dâvud, Savm 38.

[17] Sahih-i Buhârî, Savm 35; Sahih-i Müslim, Sıyam 15 (92).

[18] Sahih-i Buhârî, Savm 33; Sahih-i Müslim, Sıyam 17 (107).

[19] Sahih-i Müslim, Sıyam 15 (95 Sünen-i Ebû Dâvud, Savm 60.

[20] Bu hususta bakınız: Ahkâm-ı Kur’âniyye, s. 111.

[21] Sahih-i Buhârî, Savm 16; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6798.

[22] Sahih-i Müslim, Sıyam 9 (46). Yine bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Savm 15; Sünen-i Nesâî, Sıyam 27.

[23] Sünen-i Ebû Dâvud, Savm 16.

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10664, 10969.

[25] Sahih-i Buhârî, Savm 47; Sahih-i Müslim, Sıyam 11 (56).

[26] Sahih-i Buhârî, İtikâf 1; Sahih-i Müslim, İtikâf 1 (5).

[27] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 2819; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 74/1.