BAKARA SÛRESİ

﴿ حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ ﴿٢٣٨﴾

238. Namazlara ve orta namaza devam edin ve huşû ile Allah’ın huzuruna durun.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçen ″Orta namaz″dan maksat, ikindi namazıdır. Bu hususta Hz. Ali Kerremallahu veche şöyle anlatmıştır:

كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ الْخَنْدَقِ فَقَالَ مَلَأَ اللّٰهُ قُبُورَهُمْ وَبُيُوتَهُمْ نَارًا كَمَا شَغَلُونَا عَنْ صَلَاةِ الْوُسْطَى حَتَّى غَابَتْ الشَّمْسُ وَهِيَ صَلَاةُ الْعَصْرِ (خ م عن على ابى طالب)

Biz, Hendek Günü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraberdik. O gün Resûlü Kirâm Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Bu kâfirler bizi orta namazdan alıkoydular. Tâ ki, güneş kaydı gitti. O namaz da ikindi namazıdır. Allah onların evlerini ve mezarlarını ateşle doldursun.″[1]

Bu Hadis-i Şerif’e dayanarak birçok ulemâ ve İmam-ı Âzam, ″Orta namaz″dan maksadın; ″İkindi namazı″ olduğunu beyan etmişlerdir.

Bir diğer Hadis-i Şerif’te de İbrâhim b. Yezid ed-Dımışkî Radiyallâhu anhu da şöyle anlatmıştır:

Ben, Abdulaziz b. Mervan’ın ya­nında oturuyordum. O, bir adama: ″Ey filan! Falan adamın yanına git ve ona de ki: Sen Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den orta namaz hakkında ne işittin?″ Bunun üzerine orada oturan bir adam şöyle dedi:

- Ben, küçük bir çocuk iken Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, orta namazın ne demek olduğunu sormam için beni Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gönderdiler. O da:

فَأَخَذَ إِصْبَعِي الصَّغِيرَةَ فَقَالَ هَذِهِ الْفَجْرُ وَقَبَضَ الَّتِى تَلِيهَا وَقَالَ هَذِهِ الظُّهْرُ ثُمَّ قَبَضَ الإِبْهَامَ فَقَالَ هَذِهِ الْمَغْرِبُ ثُمَّ قَبَضَ الَّتِي تَلِيهَا ثُمَّ قَالَ هَذِهِ الْعِشَاءُ ثُمَّ قَالَ أَيُّ أَصَابِعِكَ بَقِيَتْ فَقُلْتُ الْوُسْطَى فَقَالَ أَيُّ صَلاةٍ بَقِيَتْ قُلْتُ الْعَصْرُ قَالَ هِيَ الْعَصْرُ. (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن إبراهيم بن يزيد الدمشقي)

- Be­nim serçe parmağımı tuttu ve ″İşte sabah namazı budur.″ Sonra serçe parmağımın yanındaki parmağı tuttu, ″Öğle namazı da budur″ dedi. Sonra başparmağımı tuttu, ″Yatsı namazı budur″ dedi. Daha sonra onun yanındaki şehâdet par­mağını tuttu, ″Akşam namazı budur″ dedi. Sonra da: ″Hangi parmağın kaldı?″ diye sordu. Dedim ki: ″Orta parmağım.″ Buyurdu ki: ″Hangi namaz kaldı?″ Dedim ki: ″İkindi namazı.″ Buyurdu ki: ″İşte orta namaz budur.″[2]

Diğer vakitler arasında, özellikle ikindi namazına devam edilmesi hususunun emredilmesinin hikmeti şöyle beyan edilmiştir:

Akşam, yatsı ve sabah namazları, insanların çoğunun işlerini bıraktıkları ve din­lendikleri vakitlerde olduğu için, onları kılmaları kendileri için bir zorluğa sebep olmaz. Öğlen namazı da sıcağın şiddetli anına rast geldiğinden, insanların istira­hata çekilme anlarında kılınır. Bu da onlar için zor değildir. İkindi namazı ise, insanların çalışmalarının yoğun olduğu bir zamana rastlar. Bu bakımdan onu ih­mal etme durumu daha çoktur. Bu sebeple Allah’u Teâlâ bütün namazlara devam edilmesini emrederken, özellikle de ikindi namazına devam etmelerini emret­miştir. İkindi namazına ″Orta namaz″ denmesinin sebebi ise, kendisinden önce iki vaktin, kendisinden sonra iki vaktin bulunması ve kendisinin beş vakit nama­zın tam ortasında olmasıdır.

İkindi namazı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلَّذِى تَفُوتُهُ صَلَاةُ الْعَصْرِ كَأَنَّمَا وُتِرَ أَهْلَهُ وَمَالَهُ (خ م عن ابن عمر)

″İkindi namazını geçiren kimse, ailesi ve malı helâk edilmiş gibidir.″[3]


[1] Sahih-i Buhârî, Daavât 57.

[2] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 5, s. 196.

[3] Sahih-i Buhârî, Mevâkit’us-Salât 14; Sahih-i Müslim, Mesâcid 35 (200).


NİSÂ SÛRESİ

﴿ فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا ﴿١٠٣﴾

103. Namazı kıldıktan sonra da ayaktayken, otururken ve yanüstü yatarken Allah’u Teâlâ’yı zikredin. Güvene kavuştuğunuz zaman da namazı tam olarak kılın. Şüphesiz ki namaz, Mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş farzdır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de namazı kıldıktan sonra ayakta, otururken ve yan üstü yatarken Allah’u Teâlâ’nın isminin zikredilmesi gerektiği emredilmiştir.

Tibyan Tefsiri’nde, bu Âyet-i Kerîme izah edilirken; ″Namaz kıldıktan sonra düşmana hücum ederken, oturduğunuz yerde ok atarken ve yaralandı-ğınızda yan üstü yatarken zikrullah edin″ diye açıklanmış, yani zikrullahtan geri durmayın diye ifade edilmiştir.

Sûre-i Enfâl, Âyet 45’te: ″Ey îman edenler! Siz bir kâfir topluluğu ile karşılaşırsanız, sebat edin (harpten kaçmayın) ve Allah’u Teâlâ’yı çok zikredin ki, felah bulasınızdiye emredildiğinden, İslâm orduları, savaşlarda ″Allah, Allah″ nidâları ile yüksek sesle Allah’u Teâlâ’yı zikrederek düşmana hücum edip nice zaferlere ulaşmışlardır.

Savaşın hâricinde diğer zamanlarda da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in namazdan sonra âşikâre sesle zikrullah ettiği, bir Hadis-i Şerif’te şöyle nakledilmiştir:

أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَخْبَرَهُ أَنَّ رَفْعَ الصَّوْتِ بِالذِّكْرِ حِينَ يَنْصَرِفُ النَّاسُ مِنَ الْمَكْتُوبَةِ كَانَ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ كُنْتُ أَعْلَمُ إِذَا انْصَرَفُوا بِذَلِكَ إِذَا سَمِعْتُهُ. (خ م عن ابن عباس)

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ haber verdi ki: ″Halkın farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikretmesi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanında var idi. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ buyurdu ki: ″Ben bu sesi işitir işitmez, zikir seslerinin yükselmesi ile namazdan çıktıklarını anlardım.″[1]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ zikrullah hakkında şöyle buyurmuştur:

لَا يَفْرِضُ اللّٰهُ عَلَى عِبَادِهِ فَرِيضَةً إِلَّا جَعَلَ لَهَا حَدًّا مَعْلُومًا ثُمَّ عَذَرَ أَهْلَهَا فِي حَالِ عُذْرٍ غَيْرَ الذِّكْرِ فَإِنَّ اللّٰهَ لَمْ يَجْعَلْ لَهُ حَدًّا يَنْتَهِي إِلَيْهِ وَلَمْ يَعْذُرْ أَحَدًا فِي تَرْكِهِ إِلَّا مَغْلُوبًا عَلَى عَقْلِهِ فَقَالَ (فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ) بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَفِي السَّفَرِ وَالْحَضَرِ وَالْغِنَى وَالْفَقْرِ وَالسُّقْمِ وَالصِّحَّةِ وَالسِّرِّ وَالْعَلَانِيَةِ وَعَلَى كُلِّ حَالٍ وَقَالَ: (وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلا) فَإِذَا فَعَلْتُمْ ذَلِكَ صَلَّى عَلَيْكُمْ هُوَ وَمَلَائِكَته قَالَ اللّٰه عَزَّ وَجَلَّ: (هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلائِكَتُهُ). (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن ابن عباس(

″Allah’u Teâlâ kullarına farz kıldığı her ibâde­te belli bir sınır koymuştur. Kulların özürlerine göre de onları bu ibâdetlerden muaf kılmıştır. Ancak zikrullahı bunların dışında tutmuştur. Zîrâ zikrullaha bir sınır koymamış ve zikrullah hususunda delilerden baş­ka hiçbir kimsenin özrünü kabul etmemiştir. Allah’u Teâlâ kulların; ayakta iken, otururken, yatarken,[2] gece ve gündüz, karada ve denizde, yolcu iken, mukim iken kendisini zikretmelerini istemiş; zengin olanın, fakir olanın, hasta olanın, sağlıklı olanın da, hâfî (gizli) veya cehrî (açıktan) zikrullah etmesini emretmiştir. Sûre-i Ahzâb, Âyet 42’de geçtiği üzere sabah akşam kendisinin tesbih edilmesini istemiş, bunu yapan kullarına ise, bu âyetlerin devamında gelen Sûre-i Ahzâb, Âyet 43’te de kendisinin, onlara merhametli davranacağını ve meleklerin de onlar için bağışlanma dileyeceğini ve onları, zulumâttan nûra çıkaracağını beyan etmiştir. Zîrâ Allah’u Teâlâ, Mü’minlere karşı çok merhametlidir.″[3]

Yine bu Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz ki namaz, Mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş farzdır″ diye buyrulmaktadır. Allah’u Teâlâ âyetlerde namazı hangi vakitte, nasıl ve kaç rek’at kılacağımızı açıklamamıştır. Fakat Allah’u Teâlâ, namazın nasıl kılınacağını Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e öğretmiş ve bizim de ondan öğrenmemizi emretmiştir.

Bu hususta Mâlik b. Huveyris Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Bizler yaşça birbirine yakın gençler topluluğu olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldik ve yanında yirmi gece kaldık. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ailelerimizi özledi­ğimizi anladı ve bize geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendi­sine söyledik. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem gâyet ince yürekli, hassas ve çok merhametli idi. Bize buyurdu ki:

ارْجِعُوا إِلَى أَهْلِيكُمْ فَعَلِّمُوهُمْ وَمُرُوهُمْ وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي وَإِذَا حَضَرَتْ الصَّلَاةُ فَلْيُؤَذِّنْ لَكُمْ أَحَدُكُمْ ثُمَّ لِيَؤُمَّكُمْ أَكْبَرُكُمْ (خ حم عن مالك بن حويرث)

″Haydi, ailelerinizin yanına dönün ve onlara dîni öğretin. Söyleyecek şeyleri onlara söyleyip emredin. Siz, ben nasıl kılıyorsam namazı öyle kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezan okusun ve en büyüğünüz de size imam olsun.″[4]

Namazın vakitleri ile ilgili de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: أمَّنِى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَنْدَ البَيْتِ مَرَّتَيْنِ، فَصَلَّى الظُّهْرَ فِى الْأُولَى مِنْهُمَا ح۪ينَ كَانَ الْفَىْءُ مِثْلَ الشِّرَاكِ، ثُمَّ صَلَّى الْعَصْرَ ح۪ينَ كانَ كُلُّ شَىْءٍ مَثْلَ ظِلِّهِ، ثُمَّ صَلَّى المَغْرِبَ حِينَ وَجَبَتِ الشّمْسُ، وَأَفْطَرَ الصَّائِمُ، ثُمَّ صَلَّى العِشَاءَ حِينَ غَابَ الشّفَقُ، ثُمَّ صَلَّى الْفَجْرَ حِينَ بَزَقَ الْفَجْرُ، وَحَرُمَ الطَّعَامُ عَلَى الصَّائِمِ، وَصَلَّى الْمَرَّةَ الثَّانِيَةَ الظُّهْرَ حِينَ كانَ ظِلُّ كُلِّ شَىْءٍ مَثْلَهُ لِوَقْتِ الْعَصْرِ بِاْلأَمْسِ، ثُمَّ صَلَّى الْعَصْرَ ح۪ينَ كانَ ظِلُّ كُلِّ شَىْءٍ مِثْلَيْهِ، ثُمَّ صَلّى الْمَغْرِبَ لِوَقْتِهِ اْلأَوَّلِ، ثُمَّ صَلَّى الْعِشَاءَ الْاٰخِرَ حِينَ ذَهَبَ ثُلُثُ الَّيْلِ، ثُمَّ صَلَّى الصُّبْحَ حِينَ أَسْفَرَتِ اْلأَرْضُ، ثُمَّ الْتَفَتَ اِلَىَّ جِبْرِيلُ، فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ: هَذَا وَقْتُ اْلأَنْبِيَاءِ عَلَيْهِمُ الصَّلَاةُ والسَّلَامُ مِنْ قَبْلِكَ، وَالْوَقْتُ ف۪يمَا بَيْنَ هَذَيْنِ الْوَقْتَيْنِ (د ت عن ابن عباس)

″Cebrâil Aleyhisselâm bana, Beytullah’ın yanında iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı yeryüzü ağarınca kıldı.″

Sonra Cebrâil Aleyhisselâm bana yönelip, ″Yâ Muhammed! Bunlar senden önceki Peygamberlerin namaz vaktidir. Namaz vaktide bu iki vakit arasında kalan zamandır″ dedi.[5]

Bu Hadis-i Şerif’te namazın kılınma vakitleri iki farklı şekilde belirtilmiştir. Beş vakit farz olan namazın vakitleri şöyledir:

Sabah namazının vakti: İkinci fecirden yani imsak vaktinden başlar, güneş doğmaya başladığında sona erer. Şâfiiler için efdal olan vakit imsak vaktidir. Hanefiler için ise ortalığın ilk ağarmaya başladığı vakittir.

Öğle namazının vakti: Güneşin zevâlinden (tepe noktasından batıya meyletmesiyle) başlar, her şeyin gölgesi iki boy olana kadar devam eder. Bu zamana ″Asrı sâni (ikinci vakit)″ denir. Bu, İmam-ı Âzam’a göredir. İmameyne ve üç büyük imama göre ise, her şeyin gölgesi zeval gölgesinden başka her şeyin gölgesi bir misline ulaşınca öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana da ″Asrı evvel (birinci vakit) denir.

Bu ihtilaftan kurtulmak için efdal olan; öğlen namazını her şeyin gölgesi bir misli olacak zamana kadar kılmaktır. İkindi namazını da her şeyin gölgesi iki misli olunca kılmaktır.

Cuma namazının vakti de öğle namazının vaktidir.

İkindi namazının vakti: İmam-ı Âzam’a göre her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaştığında başlar, diğer imamlara göre ise bir misline ulaştığında başlar, güneş batmaya başladığında sona erer. Güneşin batmasına yarım saat kalıncaya kadar sünneti ile birlikte kılmalıdır. Fakat yarım saatten az bir süre kalmışsa, sâdece farzı kılınır.

Akşam namazının vakti: Güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır. Şafak, İmam-ı Âzam’a göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmâmeyn ile üç büyük imama göre ise, ufukta meydana gelen kızartıdan ibarettir. Vakit girdiğinde, akşam namazını hemen kılmak efaldir.

Yatsı namazının vakti: Şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir.

Bir kimse, ikindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünnetini, geçirmiş kazâsı varsa, kazâ yerine kılabilir. Fakat müekket on iki rek’at olan sünnetler kazâya kılınmaz. Bunlar da; iki rek‘at sabah namazının sünneti, dört rekat öğle amazının ilk sünneti ile iki rek’at son sünneti, iki rek’at akşam namazının sünneti ve iki rek’at yatsı namazının son sünnetidir.

Beş vakit namazlardaki müekked olan sünnetler hakkında Hz. Âişe annemizden şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

مَنْ ثَابَرَ عَلَى ثِنْتَيْ عَشْرَةَ رَكْعَةً مِنْ السُّنَّةِ بَنَى اللّٰهُ لَهُ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ أَرْبَعِ رَكَعَاتٍ قَبْلَ الظُّهْرِ وَرَكْعَتَيْنِ بَعْدَهَا وَرَكْعَتَيْنِ بَعْدَ الْمَغْرِبِ وَرَكْعَتَيْنِ بَعْدَ الْعِشَاءِ وَرَكْعَتَيْنِ قَبْلَ الْفَجْرِ. (ت ه عن عائشة)

″Her kim bir gün ve gecede on iki rek’at namaz kılarsa, onun için Cennette bir ev bina edilir. Bunlar: Öğle namazından önce dört rek’at, Öğle namazından sonra iki rek’at, akşam namazından sonra iki rek’at, yatsı namazından sonra iki rek’at, sabah namazından önce iki rek’at.″[6]


[1] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 465; Sahih-i Müslim, Kitab’ül-Mesâcid 23 (122).

[2] Sûre-i Al-i İmran, Âyet 191; Sûre-i Nisâ, Âyet 103.

[3] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 20, s. 280.

[4] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15045.

[5] Sünen-i Tirmizî, Salât 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 2; Sünen-i Nesâî, Namazın vakitleri 6; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2364.

[6] Sünen-i Tirmizî, Salât 304; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmeti’üs-Salât 100.


HÛD SÛRESİ

﴿ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ ﴿١١٤﴾

114. Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi) ve gecenin gündüze yakın zamanlarında (akşam, yatsı ve sabah) namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, nasihat alanlar için bir öğüttür.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair, Abdullah b. Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise anlatılmıştır:

Bir adam Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki: ″Medîne’nin uzakça bir yerinde bir kadın ile başbaşa kaldım. Ben ona cinsi temasta bulunmaksızın istifâde ettim. İş­te huzurundayım, hakkımda dilediğin hükmü ver.″ Bunun üzerine Hz. Ömer ona:

- Sen kendini örtmüş olsaydın, Allah’u Teâlâ da seni örterdi, dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de ona hiçbir karşılık vermedi. Adam gitti, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ardından birisini göndererek onu çağırttı ve ona:

فَتَلَا عَلَيْهِ هَذِهِ الآيَةَ: وَأَقِمِ الصَّلاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ. فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ هَذَا لَهُ خَاصَّةً؟ قَالَ بَلْ لِلنَّاسِ كَافَّةً (م ت عن عبد اللّٰه)

Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi) ve gecenin gündüze yakın zamanlarında (akşam, yatsı ve sabah) namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler, kötülükleri giderir…″ diye devam eden Sûre-i Hûd, Âyet 114’ü sonuna kadar okudu. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan birisi: ″Bu hüküm, yalnız ona özel mi?″ diye sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bilakis bütün insanlar için″ buyurdu.[1]

Allah’u Teâlâ Sûre-i Ankebût, Âyet 45’te de şöyle buyurmuştur:

″Ey Resûlüm! Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namaza devam et. Çünkü namaz, büyük ve küçük günahlardan alıkoyar ve (bu hususta) elbette zikrullah daha büyüktür. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı bilir.″

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ başta olmak üzere birçok ulemâ demişler ki: Âyet-i Kerîme’de geçen, kötülükleri silen iyiliklerden maksat, beş vakit namazdır. Zîrâ namaz kılmanın, kişinin günahlarını sileceği hakkında birçok Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Kötülüklerden maksat da, günahlardır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَرَأَيْتُمْ لَوْ أَنَّ نَهَرًا بِبَابِ أَحَدِكُمْ يَغْتَسِلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسًا مَا تَقُولُ ذَلِكَ يُبْقِي مِنْ دَرَنِهِ قَالُوا لَا يُبْقِي مِنْ دَرَنِهِ شَيْئًا قَالَ فَذَلِكَ مِثْلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ يَمْحُو اللّٰهُ بِهِ الْخَطَايَا (خ م عن ابى هريرة)

″Şâyet birinizin kapısında suyu bol olan bir nehir olsa, her gün onda beş kere yıkansa, onun kirinden bir şey bırakır mı, ne dersiniz?″ deyince, Sahâbe-i Kirâm: ″Hayır, hiçbir kir bırakmaz″ deyince, buyurdu ki: ″İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, onunla hatâları siler.″[2]

Yine iyi amellerin kötülükleri giderdiğine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلصَّلَاةُ الْمَكْتُوبَةُ تُكَفِّرُ مَا قَبْلَهَا اِلَى الصَّلَاةِ اْلاُخْرَى وَالْجُمُعَةُ تُكَفِّرُ مَا قَبْلَهَا اِلَى الْجُمُعَةِ اْلاُخْرَى وَشَهْرِ رَمضَانَ يُكَفِّرُ مَا قَبْلَهُ اِلَى شَهْرِ رَمَضَانَ وَالْحَجُّ يُكَفِّرُ مَا قَبْلَهُ اِلَى الْحَخِّ لَا يَحِلُّ لاِمْرَأَةٍ مُسْلِمَةٍ اَنْ تَحِجَّ اِلَّا مَعَ زَوْجٍ اَوْ ذِى مَحْرَمٍ (طب عن ابى امامة)

″Farz namaz bir önceki namazdan diğer namaz vaktine kadar işlenecek günahları örter. Cuma Namazı bir evvel ki Cuma’dan diğer Cuma vaktine kadar yapılacak günahları örter. Ramazan ayı da bir önceki Ramazan’dan diğer Ramazan ayına kadar yapılacak günahların keffâreti olur. Hacda bir önceki hacdan diğer hacca kadar işlenen günahların keffâreti olur. Müslüman bir hanıma, kocası veya mahremi bulunmadan haccetmesi helâl olmaz.″[3]

Ayrıca üzerine namaz farz olanların, vakit girince namazlarını kılmaları farz kılınmıştır. Namaz vakitlerinin hangi zamanlar olduğunu Allah’u Teâlâ, Sûre-i Hûd, Âyet 114’te beyan ettiği gibi, yine birçok Âyet-i Kerîme’de işâret etmiş ve Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de Hadis-i Şerif’lerinde bu vakitleri açık bir şekilde beyan etmiştir.[4] Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 103 ve izahına bakınız.


[1] Sahih-i Müslim, Tevbe 7 (42 Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân.

[2] Sahih-i Buhârî, Mevâkît’us-Salat 5; Sahih-i Müslim, Mesâcid 51 (283).

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 218/4.

[4] Sünen-i Tirmizî, Salât 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 2; Sünen-i Nesâî, Namazın vakitleri 6; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2364.


İSRÂ SÛRESİ

﴿ اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا ﴿٧٨﴾

78. Ey Habîbim! Güneşin zevâl (öğle) vaktinden iyice gece oluncaya kadar (öğle, ikindi, akşam ve yatsıda) namaz kıl ve sabah namazını da kıl. Çünkü sabah namazı şâhitlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de, kılınması farz olan beş vakit namaz beyan edilmiştir. Bu hususta:

أَنَّ عَبْدَ اللّٰهِ بْنَ عَبَّاسٍ كَانَ يَقُولُ دُلُوكُ الشَّمْسِ إِذَا فَاءَ الْفَيْءُ وَغَسَقُ اللَّيْلِ اجْتِمَاعُ اللَّيْلِ وَظُلْمَتُهُ (موطأ مالك عن داود بن الحصين(

Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, (güneşin zeval vakti, diye tercüme ettiğimiz) ″Dulûk’uş-Şems″ ifadesine; güneşin batıya kaymasıyla gölgenin başlamasıdır, (iyice gece olunca, diye tercüme ettiğimiz) ″Gasak’ul-Leyl″ ifadesine de; gecenin tam olarak kararmasıdır (yatsı vaktidir), diye söylemiştir.[1]

Buradan anlaşıldığı üzere güneşin batıya yönelmesiyle birlikte gecenin iyice kararmasına kadar olan sürede öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere dört vakit namaz kastedilmiştir. Sabah namazı da ayrı olarak âyetin devamında vurgulanmıştır.

Sabah namazının şâhitli olmasının nedeni, tefsir âlimlerinin beyanına göre; gündüz melekleri ile gece meleklerinin, nöbet değiştirir­ken bu namaza aynı anda şâhit olmalarıdır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَفْضُلُ صَلَاةُ الْجَمِيعِ صَلَاةَ أَحَدِكُمْ وَحْدَهُ بِخَمْسٍ وَعِشْرِينَ جُزْءًا وَتَجْتَمِعُ مَلَائِكَةُ اللَّيْلِ وَمَلَائِكَةُ النَّهَارِ فِي صَلَاةِ الْفَجْرِ ثُمَّ يَقُولُ أَبُو هُرَيْرَةَ فَاقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ {إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا} (خ عن ابى هريرة(

″Cemaatle kılınan bir namazın tek başına kılınan bir namaza üstünlüğü yirmi beş derecedir.[2] Gece melekleriyle gündüz melekleri sabah namazında toplanırlar.″ Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu der ki: İsterseniz, ″Çünkü sabah namazı şâhitlidir″ diye geçen Sûre-i İsrâ, Âyet 78’i okuyun.[3]

Ancak kadınların, namazlarını evlerinde kılmaları daha efdaldir. Zîrâ bu hususta Ümmü Humeyd Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ، يَمْنَعُنَا أَزْوَاجُنَا أَنْ نُصَلِّيَ مَعَكَ، وَنُحِبُّ الصَّلَاةَ مَعَكَ، فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: صَلَاتُكُنَّ فِي بُيُوتِكُنَّ أَفْضَلُ مِنْ صَلَاتِكُنَّ فِي حُجَرِكُنَّ، وَصَلَاتُكُنَّ فِي حُجُرِكُنَّ أَفْضَلُ مِنْ صَلَاتِكُنَّ فِي الْجَمَاعَةِ (ابن أبي شيبة وعبد بن حميد وابن المنذر عن أم حميد(

″Yâ Resûlallah! Kocalarımız seninle beraber namaz kılmamıza mâni olmaktadırlar. Oysa biz seninle beraber namaz kılmayı seviyoruz″ dediğimde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Özel odalarınızda namaz kılmanız normal odalarınızda kılmanızdan daha efdaldir. Normal odalarınızda namaz kılmanız da cemaatle kılmanızdan daha efdaldir″ buyurdu.[4]


[1] İmam Mâlik, Muvatta, Vukût’us-Salât 20; Rudânî, Cem’ul fevâid, Hadis No: 7053.

[2] Bir diğer Hadis-i Şerif’te de, ″Yirmi yedi derece daha üstündür″ diye geçmektedir (Sahih-i Buhârî, Ezan 30, 31; Sahih-i Müslim, Mesâcid 42 (249), Sünen-i Nesâî, İmâmet 42)

[3] Sahih-i Buhârî, Ezan 31; Rudânî, Cem’ul fevâid, Hadis No: 7054.

[4] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c. 2, s. 277 (Hadis No 7 Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 11, s. 81; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 25331.


TÂHÂ SÛRESİ

﴿ فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى ﴿١٣٠﴾

130. Ey Resûlüm! O halde kâfirlerin söylediklerine sabret. Güneşin doğuşundan evvel ve batışından evvel Rabbini hamd ile tesbih et (namaz kıl). Gecenin bâzı vakitlerinde ve gündüzün çeşitli vakitlerinde de tesbih et ki, Allah’ın rızâsına nâil olasın.

İzah: ″Güneşin doğuşundan evvel″ diye buyrulması, gece kılınan farz namazlar; ″Güneşin batışından evvel″ diye buyrulması da, gündüz kılınan farz namazlardır. Ayrıca bu âyette, gece saatleriyle, gündüzün çeşitli vakitlerindeki tabirler ile muhtelif vakitlerde kılınan nâfile namazlara da işâret vardır. Bu sebeple âyetin hükmü, hem beş vakit namazı, hem de işrak, kuşluk, evvabin ve teheccüd gibi nâfile namazları da kapsamaktadır.

Bu Âyet-i Kerîme hakkında Cerir İbn-i Abdullah Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَظَرَ إِلَى الْقَمَرِ لَيْلَةً يَعْنِي الْبَدْرَ فَقَالَ إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ كَمَا تَرَوْنَ هَذَا الْقَمَرَ لَا تُضَامُّونَ فِي رُؤْيَتِهِ فَإِنْ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ لَا تُغْلَبُوا عَلَى صَلَاةٍ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا فَافْعَلُوا ثُمَّ قَرَأَ {وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ} (خ م عن جرِير بن عبد اللّٰه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Mehtaplı bir gecede aya bir baktı ve ″Siz, Rabbinizi şu ayı perdesiz ve birbirinizi itip kakmadan gördüğünüz gibi açık olarak göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan namaz kılmaya gücünüz ye­tiyorsa yapın!″ diye buyurdu ve sonra, Sûre-i Tâhâ, Âyet 130’u okudu.[1]

﴿ وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى ﴿١٣٢﴾

132. Ey Habîbim! Ehline namazı emret ve sen de namaza sabırla devam et. Biz senden rızık istemeyiz. Seni Biz rızıklandırırız. Güzel âkıbet, takvâ sahipleri içindir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de hitap, her ne kadar Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ise de, kastedilen ümmetidir. Bu sebple bir Müslümanın, ailesine ve çocuklarına namaz kılmalarını söylemesi ve kendisinin de namaza sabırla devam ederek onlara örnek olması gerekir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مُرُوا أَوْلَادَكُمْ بِالصَّلَاةِ وَهُمْ أَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا وَهُمْ أَبْنَاءُ عَشْرٍ وَفَرِّقُوا بَيْنَهُمْ فِي الْمَضَاجِعِ (د عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده)

″Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namaz (kılmamaları) sebebiyle onları dövün, yataklarını da ayırın.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmaktadır:

كُلُّكُمْ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ فِي أَهْلِهِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْأَةُ فِي بَيْتِ زَوْجِهَا رَاعِيَةٌ وَهِيَ مَسْئُولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا وَالْخَادِمُ فِي مَالِ سَيِّدِهِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَكُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ (خ م عن ابن عمر)

″Hepiniz bir çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de, bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz bir çobansınız ve herkes güttüğü sürüden sorumludur.″[3]

Bu hususta Cenâb-ı Hakk Teâlâ Sûre-i Tahrîm, Âyet 6’da da şöyle buyurmuştur:

″Ey îman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden kendinizi ve âilenizi koruyun. Ateşin başında; sert ve şiddetli, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen, verilen emirleri yerine getiren melekler vardır.″


[1] Sahih-i Buhârî, Mevâkit’üs-Salât 16; Sahih-i Müslim, Mesâcid 37 (211).

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 25 (495, 496 Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2337.

[3] Sahih-i Buhârî, Cuma 11, Nikâh 90; Sahih-i Müslim, İmâre 5 (20).


ANKEBûT SÛRESİ

﴿ اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥﴾

45. Ey Resûlüm! Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namaza devam et. Çünkü namaz, büyük ve küçük günahlardan alıkoyar ve (bu hususta) elbette zikrullah daha büyüktür. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı bilir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de, namazın ve zikrullahın insanları her türlü mâsiyetten alıkoyduğundan bahsedilmektedir. Şeytanın, insanları namaz ve zikrullahtan uzaklaştırarak mâsiyete yönlendirdiği Sûre-i Mâide, Âyet 91’de de şöyle geçmektedir:

Muhakkak şeytan, içki ve kumarla aranıza buğuz ve düşmanlık sokmak ve sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?″

Namazın önemine dair Resûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

اِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَلَاتُهُ فَاِنْ وُجِدَتْ تَامَّةً كُتِبَتْ تَامَّةً وَاِنْ كَانَ انْتُقِصَ مِنْهَا شَيْءٌ قَالَ انْظُرُوا هَلْ تَجِدُونَ لَهُ مِنْ تَطَوُّعٍ يُكَمِّلُ لَهُ مَا ضَيَّعَ مِنْ فَرِيضَةٍ مِنْ تَطَوُّعِهِ ثُمَّ سَائِرُ الْأَعْمَالِ تَجْر۪ى عَلَى حَسَبِ ذَلِكَ (ن ت ه عن ابى هريرة)

″Mahşer gününde kulun işlediği amellerinden ilk olarak hesap vereceği şey, namazdır. Eğer namazı tamam ise, tamamdır, değilse Allah’u Teâlâ: ″Kulumun nafile namazlarına bakın″ buyurur. Nafile namazları varsa farzlardan eksikleri onunla tamamlanır. Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür.″[1]

Yine âyette namazın, insanları büyük ve küçük günahlardan uzaklaştırdığı beyan edilmekte, zikrullahın ise bu hususta daha etkili olduğu anlatılmaktadır. Böylece zikrullahın, ibâdetler içerisinde en üstün olduğu beyan edilmiştir.

Zikrullah hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرِ أَعْمَالِكُمْ وَأَزْكَاهَا عِنْدَ مَلِيكِكُمْ وَأَرْفَعِهَا فِى دَرَجَاتِكُمْ وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ اِنْفَاقِ الذَّهَبِ وَالْوَرِقِ وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ أَنْ تَلْقَوْا عَدُوَّكُمْ فَتَضْرِبُوا أَعْنَاقَهُمْ وَيَضْرِبُوا أَعْنَاقَكُمْ قَالُوا بَلَى قَالَ ذِكْرُ اللّٰهِ تَعَالَى (حم ت عن ابى الدرداء)

″Haberiniz olsun! Rabbinizin katında dere­cenizi en yüksek ve sizi en temiz kılan, altın ve gümüş tasadduk etmekten daha hayırlı olan, Allah yolunda savaşa çıkıp da düşmanlarla kıyası­ya savaşmaktan bile daha üstün olan hayırlı amelinizi size bildireyim mi?″ ″Evet″ dediler. Buyurdu ki: ″İşte o, zikrullahtır.″[2]

İmam Ahmed, Zühd’de ve İbn’ul-Münzir’in bildirdiğine göre, Muaz b. Cebel Radiyallâhu anhu:

″İnsan, Allah’ın azâbından kurtulmak için, Allah’ı zikretmekten daha güzel bir şey yapmamıştır″ dedi. Bunun üzerine kendisine: ″Allah yolunda yapılan cihattan da mı?″ diye sorulunca, ″Ölünceye kadar kılıç vursa bile, zîrâ Allah’u Teâlâ, kitabında: ″Elbette zikrullah daha büyüktür″ diye buyurmaktadır″ karşılığını verdi.[3]

İmam Taberî’nin, tefsirinde naklettiğine göre; bu âyet hakkında Selman-ı Fârisi Hazretleri de: ″Amellerin en üstünü hangisidir?″ diye sorana, ″Kur’ân’ı okumuyor musun? Elbette ki Allah’ı zikretmek en üstün ibâdettir. O’nu zikret­mekten daha üstün bir ibâdet yoktur″[4] diye buyurmuştur.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ رَجُلًا سَأَلَهُ فَقَالَ أَيُّ الْجِهَادِ أَعْظَمُ أَجْرًا قَالَ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا قَالَ فَأَيُّ الصَّائِمِينَ أَعْظَمُ أَجْرًا قَالَ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا ثُمَّ ذَكَرَ لَنَا الصَّلَاةَ وَالزَّكَاةَ وَالْحَجَّ وَالصَّدَقَةَ كُلُّ ذَلِكَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالَى عَنْهُ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالَى عَنْهُ يَا أَبَا حَفْصٍ ذَهَبَ الذَّاكِرُونَ بِكُلِّ خَيْرٍ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَجَلْ (حم طب عن معاذ بن انس)

Bir kimse: ″Yâ Resûlallah! Hangi cihadın ecri daha büyüktür?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. ″Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. Sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de hepsine: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu Teâlâ anhu, Hz. Ömer Radiyallâhu Teâlâ anhu’ya: ″Hayırların hepsini Allah’u Teâlâ’yı zikredenler alıp gitti″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de: ″Evet″ diye buyurdu.[5]

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ لَا يَكُونُ فِى الْمُصَلِّينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ صَلَاةً وَلَا يَكُونُ فِى الذَّاكِرِينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ ذِكْرًا (ابو نعيم خط عن ابن مسعود)

″Namaz kılanlar içinde herkesten fazla namazı Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kılardı. Allah’u Teâlâ’yı zikredenler içinde de herkesten fazla zikri o yapardı.″[6] Namazda da zikirde de hepimizden ileriydi, demektir.

Bir diğer Hadis-i Şerifte de şöyle nakledilmiştir:

أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَخْبَرَهُ أَنَّ رَفْعَ الصَّوْتِ بِالذِّكْرِ حِينَ يَنْصَرِفُ النَّاسُ مِنْ الْمَكْتُوبَةِ كَانَ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ كُنْتُ أَعْلَمُ إِذَا انْصَرَفُوا بِذَلِكَ إِذَا سَمِعْتُهُ. (خ م عن ابن عباس)

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ haber verdi ki: ″Halkın farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikretmesi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellemin zamanında var idi. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ buyurdu ki: ″Ben bu sesi işitir işitmez, zikir seslerinin yükselmesi ile namazdan çıktıklarını anlardım.″[7]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الثَّابِتُ فِي مُصَلَّاه بَعَدَ صَلَوةَ الصُّبْحٍ حَتَّى يَذْكُرُ اللّٰهَ تَعَالَى حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ أَبْلَغُ فِي طَلَبِ الرِّزْقِ مِنَ الضَّرْبِ فِي الْآفَاقِ (الديلمى عن عثمان)

″Namazgâhında, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar sâbit bir halde oturup zikrullah etmek, rızık talep etmek için diyar diyar dolaşmaktan daha hayırlıdır.″[8]

Zikrullah hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 152, 200 ve izahlarına bakınız.


[1] Sünen-i Nesâî, Salat: 9; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâme’us-Salat 202.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20713; Sünen-i Tirmizî, Daavât 5.

[3] Celâleddin es-Suyûti, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 11, s. 530.

[4] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 20, s. 44.

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15061; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 16812; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 80/1.

[6] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 547/15; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 17931.

[7] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 465; Sahih-i Müslim, Mesâcid 23 (122).

[8] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 199/3; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9444.


RÛM SÛRESİ

﴿ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧﴾ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨﴾

17-18. O halde, akşama girdiğiniz vakit ve sabaha erdiğiniz vakit Allah’u Teâlâ’yı tesbih edin (namaz kılın).* Göklerde ve yerde hamd, O’na mahsustur. Günün sonunda ve öğle vaktinde de Allah’u Teâlâ’yı tesbih edin.

İzah: Âyet-i Kerîme’de ″Tesbih edin″ diye geçen ifadenin buradaki anlamı ″Namaz kılın″ demektir. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, bu âyetler hakkında şöyle buyurmuştur:

- Bu iki âyette, beş vakit namaz, vakitleriyle beraber bildirilmektedir. Burada geçen akşama girdiğiniz vakit dediği, akşam ve yatsı namazı; sabaha erdiğiniz vakit dediği, sabah namazı; günün sonunda dediği, ikindi namazı ve öğle vakti dediği de öğle namazıdır.

Beş vakit namaz, Mekke’de hicretten evvel farz kılınmıştır. Mîrac-ı Nebî hakkındaki Hadis-i Şerif de bunu göstermektedir.[1]

Birçok Hadis-i Şerif’te namazın beş vakit olduğu açıkça beyan edilmektedir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den günümüze kadar bütün Ehl-i Sünnet toplumu namazı beş vakit olarak kılmıştır. Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

سَأَلَ رَجُلٌ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ كَمْ افْتَرَضَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى عِبَادِهِ مِنْ الصَّلَوَاتِ قَالَ افْتَرَضَ اللّٰهُ عَلَى عِبَادِهِ صَلَوَاتٍ خَمْسًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ هَلْ قَبْلَهُنَّ أَوْ بَعْدَهُنَّ شَيْئًا قَالَ افْتَرَضَ اللّٰهُ عَلَى عِبَادِهِ صَلَوَاتٍ خَمْسًا فَحَلَفَ الرَّجُلُ لَا يَزِيدُ عَلَيْهِ شَيْئًا وَلَا يَنْقُصُ مِنْهُ شَيْئًا قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِنْ صَدَقَ لَيَدْخُلَنَّ الْجَنَّةَ (ن عن انس)

Bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Allah, kullarına kaç vakit namazı farz kıldı?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Allah, kullarına beş vakit namazı farz kıldı.″ Adam: ″Bunlardan önce veya sonra başka bir şey var mı?″ deyince de, buyurdu ki: ″Allah, kullarına beş vakti farz kıldı.″ Bu cevap üzerine adam: ″Onun üzerine bir vakti artırmayacağına, bir vakti de eksiltmeyeceğine dair yemin etti.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bu adam sözünde durursa mutlaka Cennete girecektir″ buyurdu.[2]

Bu Hadis-i Şerif’te bahsi geçen kişi; beş vakit namaz üzerine ilave veya eksiltme yapmayacağını yemin ederek söylemektedir. Bu ifade nâfile kılmayacağım anlamında değil, sâdece Allah’u Teâlâ’nın beş vakit farzını beş vakitten fazla artırmayacağım veya eksiltmeyeceğim, demektir.

﴿ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿٣١﴾ مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿٣٢﴾

31-32. Hepiniz Allah’a yönelin, O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın.* Onlar ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular. Her fırka kendi inancını beğendi.

İzah: Namaz hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ بَيْنَ الرَّجُلِ وَبَيْنَ الشِّرْكِ وَالْكُفْرِ تَرْكَ الصَّلَاةِ (م عن جابر)

″Kişiyle, müşriklik ve kâfirlik arasındaki şey, namazı terk etmektir.″[3]

İmam Nevevî, bu Hadis-i Şerif’i şöyle izah etmiştir: Kişiyi kâfir olmaktan meneden, namazı bırakmamış olmasıdır. Onu terk ettiği zaman kendisiyle şirk arasında bir mâni kalmaz da, belki kendisi küfre dâhil olur.

Namazı inkâr ederek terk eden kişi, küfre düşer. Fakat namazın hak olduğunu kabul ederek nefsine hâkim olamayıp ara sıra terk eden veya en azından Cuma ve Bayram namazlarına giden kimse ise, günahkâr olur. Nitekim Hanefi Mezhebi’ne göre; kişinin bir defa da olsa namaz kıldığına dair, şâhitlik eden bir kimse olursa, o kimsenin cenâze namazı kılınır.

Kişiye mahşerde amelden sorulacak ilk sual namazdır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَلَاتُهُ فَاِنْ وُجِدَتْ تَامَّةً كُتِبَتْ تَامَّةً وَاِنْ كَانَ انْتُقِصَ مِنْهَا شَيْءٌ قَالَ انْظُرُوا هَلْ تَجِدُونَ لَهُ مِنْ تَطَوُّعٍ يُكَمِّلُ لَهُ مَا ضَيَّعَ مِنْ فَرِيضَةٍ مِنْ تَطَوُّعِهِ ثُمَّ سَائِرُ الْأَعْمَالِ تَجْر۪ى عَلَى حَسَبِ ذَلِكَ (ن ت ه عن ابى هريرة)

Mahşer gününde kulun işlediği amellerinden ilk olarak hesap vereceği şey, namazdır. Eğer namazı tamam ise, tamamdır, değilse Allah’u Teâlâ: ″Kulumun nâfile namazlarına bakın″ buyurur. Nâfile namazları varsa farzlardan eksikleri onunla tamamlanır. Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür.[4]

Bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerde namazın önemine dikkat çekilmektedir. Üzerine namaz farz olan her Müslümanın, beş vakit namazı aksatmadan kılması gerekir. Kılamayıp geçirdiği namazları olursa, bunları da mutlak sûrette kazâ etmelidir.


[1] Bakınız: Sahih-i Buhârî, Bed’ul-Halk 6, Enbiyâ 22-23, Salat 1; Sahih-i Müslim, Îman 74; Sünen-i Nesâî, Salât 1; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’üs-Salât 194.

[2] Sünen-i Nesâî, Salât 4.

[3] Sahih-i Müslim, Îman 35 (134).

[4] Sünen-i Nesâî, Salat 9; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâme’us-Salat 202.


A’l Sûresi

﴿ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ ﴿١٤﴾ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ ﴿١٥﴾

14-15. Şüphesiz ki nefsini (kötülüklerden) arındıran felâha ermiştir* ve o, Rabbinin ismini zikreder, namazı da kılar.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Nefsini (kötülüklerden) arındıran ifadesi; nefsini uslandırıp temizleyen, terbiye eden kimsedir. İşte o kimse kurtuldu, demektir. Nefsin arınıp temizlenmesi, terbiye olması Âyet-i Kerîme’de de geçtiği üzere Allah’ın ismini zikretmek ve namaz kılmakla olur. İşte hem namaz, hem de zikir beraber olursa nefis terbiye olur, uslanır ve böylece her türlü kötülükten kurtulur.

Bu husus Sûre-i Ankebût, Âyet 45’te de şöyle geçmektedir:

″Ey Resûlüm! Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namaza devam et. Çünkü namaz, büyük ve küçük günahlardan alıkoyar ve (bu hususta) elbette zikrullah daha büyüktür. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı bilir.

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ لَا يَكُونُ فِى الْمُصَلِّينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ صَلَاةً وَلَا يَكُونُ فِى الذَّاكِرِينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ ذِكْرًا (ابو نعيم خط عن ابن مسعود)

″Namaz kılanlar içinde herkesten fazla namazı Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kılardı. Allah’u Teâlâ’yı zikredenler içinde de herkesten fazla zikri o yapardı.″[1] Namazda da zikirde de hepimizden ileriydi, demektir.

Âyet-i Kerîme‘de geçtiği üzere nefsi kötülüklerden arındırma anlamına gelen tezkiye ifadesi, tasavvufta; ″Tezkiyeyi nefis ve tasfiyeyi kalp″ tâbirleri ile ifade edilir. Bu da nefsi temizlemek ve kalpten kötü şeyleri tasfiye etmek, çıkartmak demektir. Tasavvuf, nefsini terbiye ve kalbini sâfileştirmek yoludur. Bununla kalbi temizleyip Vuslat-ı İlâhiyye‘ye kavuşmaktır.

Nefisle mücâhede hakkında Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:

قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ غَزَاةٍ فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: قَدِمْتُمْ خَيْرَ مُقَدَّمٍ وَقَدِمْتُمْ مِنَ الْجِهَادِ الْأَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْأَكْبَرِ قَالُوا: وَمَا الْجِهَادُ الْأَكْبَرُ؟ قَالَ: مُجَاهَدَةُ الْعَبْدِ هَوَاهُ (الديلمي الخطيب في تاريخه عن جابر)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir harpten[2] dönerken: ″Daha hayırlı olana dönüş yapıyorsunuz. Küçük cihattan büyük cihada dönüyorsunuz″ buyurdu. Sahâbîler: ″O büyük cihat nedir?″ dediler. ″Kulun nefsiyle edeceği cihattır″ buyurdu.[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

الْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ (ت حم عن فضالة)

″Asıl mücâhit, nefsi ile cihat eden kimsedir.″[4]


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 547/15; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 17931..

[2] Bu Hadis-i Şerif’te geçen harp, Tebuk Gazvesi’dir (Gunyet’üt-Tâlibîn, c. 1, s. 155).

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11719, 11260; Râmûz’ul-Ehâdîs, 334/6; İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 3, Hadis No: 117.

[4] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ül-Cihat 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22840.