ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٧﴾

7. O, sana kitabı (Kur’ân’ı) indirdi. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Bu âyetler kitabın esâsıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri gibi mânâ vermek ve fitne çıkarmak maksadıyla müteşâbih âyetlere tâbi olurlar. Halbuki müteşâbih âyetlerin mânâsını, ancak Allah’u Teâlâ bilir. İlimde râsih olanlar ise, ″Âyetlerin cümlesi Rabbimizden nâzil olmuştur, biz onlara îman ettik″ derler. İşte böyle diyenler, hâlis akıl sahipleridir.

İzah: Rebi’ b. Enes Radiyallâhu anhu, Âyet-i Kerîme’de: ″Kalp-lerinde eğrilik olanlar″ diye geçen kişilerin, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelen Necran Hristiyanları olduk­larını söylemiştir. Necran Hristiyanlarının heyeti Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelmiş, onunla münazaraya girmiş ve şöyle demişlerdir: ″Sen Hz. Îsâ’nın, Allah’ın sözü ve ruhu olduğunu kabul etmiyor musun?″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de onlara: ″Evet, o öyledir″ demiştir. Hristiyanlar da: ″Senin bu sözün bizim için kâfidir″ demişler. İşte bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri gibi mânâ vermek ve fitne çıkarmak maksadıyla müteşâbih âyetlere tâbi olurlar″ diye geçen Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 7’yi indirmiştir.

Nitekim Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 59’da buyurmuştur ki:

″Şüphesiz ki, Allah katında Îsâ’nın misâli, Âdem’in misâli gibidir ki, onu topraktan yarattı ve sonra ona ″Ol″ dedi, o da oluverdi.″

Bu Âyet-i Kerîme, her ne kadar Necran Hristiyanları hakkında nâzil olmuşsa da hükmü geneldir. Nitekim Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

تَلَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ سورة آل عمران آية 7، قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِذَا رَأَيْتُمُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ، فَأُولَئِكَ الَّذِينَ سَمَّى اللّٰهُ فَاحْذَرُوهُمْ (خ عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Âl-i İmrân Sûresi’ndeki: ″O, sana Kur’ân’ı indirdi. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Bu âyetler Kur’ân’ın esâsıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri gibi mânâ vermek ve fitne çıkarmak maksadıyla müteşâbih âyetlere tâbi olurlar...″ diye devam eden âyeti okudu ve bana dedi ki: ″Yâ Âişe! Kur’ân’ın yalnız müteşâbih âyetlerine tâbi olan şu dalâlet sahiplerini gördüğünde, Allah onları Kur’ân’da beyan edip kötülemiştir, onlardan sakının!″[1]

Yani diyor ki: Müteşâbih âyetlere, istedikleri gibi mânâ vermek ve fitne çıkarmak maksadıyla o âyetlere tâbi olanları gördüğünüz zaman, onları tanıyın, onlardan sakının. Çünkü siz farkında olmadan îmanınızı, itikâdınızı bozar ve Allah’u Teâlâ’ya âsi ederler. Bunun için Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Onları tanıyın ve onlardan sakının, uzak olun!″ diye uyarmıştır.

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Muhkem âyetler,″ herkesin zâhir mânâsını anlayabileceği âyetlerdir. ″Müteşâbih âyetler″ ise, mânâsını Allah’u Teâlâ’dan başka kimsenin bilmediği âyetlerdir. Yalnız Kur’ân’da söylendiği şekilde îman edilir. Bu türden olan âyetlerden bâzıları şöyledir:

Îsâ Aleyhisselâm’ın tekrar yeryüzüne inme vakti, kıyâmetin ne zaman kopacağı türünden olan âyetler müteşâbihtir.

Allah’ın Zât’ı birdir. Sıfatı çoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette Allah’u Teâlâ, ″Biz″ diyerek çoğul kullanmaktadır. İşte bunun mânâsını ancak Allah bilir, başkası bilmez. Biz ancak Zât’ı birdir, ortağı ve benzeri yoktur, sıfatı çoktur, diye inanırız.

Yine Sûre-i Fetih, Âyet 10’da: ″Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir″ diye geçmektedir. Allah’u Teâlâ’nın eli deyince, O’nun eli tarif edilemez. Biz bunu okur, böyle îman ederiz. İştebu âyet de müteşâbih’tir. Bu âyette ″Allah’ın eli″ diye geçen ifadesinin esas mânâsını Allah’tan başkası bilmez. Biz ancak anladığımız şekilde söyleriz. ″Allah’ın kudreti, hıfz-ı himâyesi onların üzerindeydi″ deriz.

Ayrıca âyet ve hadiste ne mânâya geldiği açıklanmayan ve birçok mânâya ihtimali olabilen âyetler de müteşâbihtir.

Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Kehf, Âyet 9’da: Ey Habîbim! Yoksa sen, Ashâb-ı Kehf ve Rakîm’i, Bizim şaşılacak âyetlerimizden mi zannettin?diye buyuruyor. Bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, Ashâb-ı Kehf ile Rakîm’i birbirinden ayırmıştır. Ashâb-ı Kehf altı kişiydiler. Yedincileri giderken yolda karşılaştıkları çoban ki, o da onlara katılmıştı. Bir de yanlarında kendilerine katılan çobanın köpeği vardı. Bunlar, âyetlerde açıklanmıştır. Rakîm de, Âyet-i Kerîme’de geçmektedir. Ashâb-ı Kehf’in mânâsı okunur, öğrenilir, bilinir ve söylenir. Ama Rakîm’in mânâsını Allah’tan başkası bilmez. Çünkü Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerde bunun ne olduğu bildirilmemiştir. Dolayısıyla Ashâb-ı Kehf muhkem; Rakîm ise müteşâbihtir.[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

نَزَلَ الْكِتَابُ الْأَوَّلُ نَزَلَ مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَعَلَى حَرْفٍ وَاحِدٍ وَنَزَلَ الْقُرْآنُ مِنْ سَبْعَةِ أَبْوَابٍ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ زَاجِرًا وَآمِرًا وَحَلالًا وَحَرَامًا وَمُحْكَمًا وَمُتَشَابِهًا وَأَمْثَالًا فَأَحَلُّوا حَلالَهُ وَحَرَّمُوا حَرَامَهُ وَاَفْعَلُوا مَا أُمِرْتُمْ وَاَنْتَهُوا عَمَّا نُهِيتُمْ عَنْهُ وَاعْتَبِرُوا بِأَمْثَالِهِ وَاعْمَلُوا بِمُحْكَمِهِ وَآمِنُوا بِمُتَشَابِهِهِ وَقُولُوا آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا (ك عن ابن مسعود)

Birinci kitap, tek kapıdan tek harf üzerine indi. Kur’ân ise yedi kapıdan yedi harf üzerine nâzil oldu. Nehyedici, emredici, helâl kılıcı, haram kılıcı, muhkem, müteşâbih, misâl âyetlerini ihtivâ etmiştir. Öyleyse onun helâlini helâl, haramını da haram kılın! Onda ne ile emrolundu iseniz onu yapın, neden nehyedildi iseniz ondan kaçının. Ondaki misâllerden de ibret alın! Muhkemiyle amel edin, müteşâbihine îman edin ve şöyle deyin: ″Biz ona îman ettik, hepsi Rabbimizden nâzil olmuştur!″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْقُرْآن لَمْ يَنْزِل لِيُكَذِّب بَعْضه بَعْضًا فَمَا عَرَفْتُمْ مِنْهُ فَاعْمَلُوا بِهِ وَمَا تَشَابَهَ مِنْهُ فَآمِنُوا بِهِ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن عمرو بن العاص)

″Kur’ân, bir kısmı diğer bir kısmını yalanlamak için indiril-memiştir. Ondan anladığınızla amel edin ve müteşâbih olanlarına da îman edin.″[4]

Bu konu da Hz. Ömer Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

إِنَّهُ سَيَأْتِى نَاسٌ يُجَادِلُونَكُمْ بِشُبُهَاتِ الْقُرْآنِ فَخُذُوهُمْ بِالسُّنَنِ فَإِنَّ أَصْحَابَ السُّنَنِ أَعْلَمُ بِكِتَابِ اللّٰهِ. (در عن عمر بن الخطاب )

″Size birtakım insanlar Kur’ân’ın müteşâbih âyetleriyle mücâdele etmeye gelecekler. Siz de onlara, sünnetler ile karşı koyun. Çünkü sünnetleri bilenler Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.″[5]

İlimde râsih olanlar hakkında da birçok Sahâbeden nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmaktadır:

سُئِلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمْ مَنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ؟ قَالَ: هُوَ مَنْ بَرَّتْ يَمِينُهُ، وَصَدَقَ لِسَانُهُ، وَعَفَّ بَطْنَهُ وَفَرْجَهُ، فَذَاكَ الرَّاسِخُ (طب عن أبو الدّرداء وأبو أمامة، وواثلة بن الأسقع وأنس بن مالك)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, ilimde râsih olanların kimler olduğu sorulunca, buyurdu ki: ″Bir şey hakkında yemin ettiği zaman yemini doğru çıkan, doğru sözlü olan ve midesini ve fercini günahlardan uzak tutanlar, işte râsih olanlar bunlardır.″[6]

Bu Hadis-i Şerif’te râsihlik mertebesine erişenlerin, ilim tahsiliyle değil, salih amel ile eriştiğine vurgu yapılmıştır.


[1] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1684.

[2] Ashâb-ı Kehf ve Rakîm ile ilgili daha geniş bilgi için Sure-i Kehf, Âyet 9’un izahına bakınız.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 451/9.

[4] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 2, s. 11.

[5] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 17.

[6] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7544; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6840.