BAKARA SÛRESİ

﴿ وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٨٩﴾

89. Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden Kur’ân gelince, daha önce kâfirlere (Arap müşriklerine) karşı âhir zaman Peygamberini vesîle ederek yardım istedikleri halde, tanıyıp bildikleri bu Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti kâfirler üzerinedir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak İbn-i Abbas, Katâde, Ebu’l Âliye, Süddî, Mücâhid, Said b. Cübeyr ve İbn-i Zeyd Hazretleri gibi çok sayıdaki ulemâ tarafından şu hâdise anlatılmıştır:

Yahudiler, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle kılarak yardım diliyor ve müşriklerle savaştıklarında, ″Yâ Rabbi! Sen, gönderilecek âhir zaman Peygamberi hürmetine, müşriklere karşı bize yardım et″ diyorlardı. Fakat Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem gönderilip de, onun kendi ırklarından olmadığını görünce, Arapları kıskanarak Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i inkâr ettiler.

Yahudiler kâfir oldukları halde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle ederek birçok savaş kazanmışlardır.

Şu Hadis-i Şerif’te Âdem Aleyhisselâm da Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle edince, onun hürmetine tevbesi kabul edilmiştir:

لَمَّا اِقْتَرَفَ آدَمُ الْخَطِيئَةَ قَالَ: يَا رَبِّ! اَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِلَّا لَمَّا غَفَرْتَ لِى فَقَالَ اللّٰهُ تَعَالَى: يَا آدَمُ! كَيْفَ عَرَفْتَ مُحَمَّدًا وَلَمْ أَخْلُقْهُ؟ قَالَ: يَا رَبِّ! لِاَنَّكَ لَمَّا خَلَقْتَنِى بِيَدِكَ وَنَفَخْتَ فِىَّ مِنْ رُوحِكَ رَفَعْتُ رَأْسِى فَرَأَيْتُ عَلَى قَوَائِمِ الْعَرْشِ مَكْتُوبًا لَا اِلَهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ فَعَلِمْتُ أَنَّكَ لَمْ تُضِفْ اِلَى اسْمِكَ اِلَّا أَحَبَّ الْخَلْقِ اِلَيْكَ فَقَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ: صَدَقْتَ يَا آدَمُ! اِنَّهُ لَاَحَبُّ الْخَلْقِ اِلَىَّ وَاِذَا سَأَلْتَنِى بِحَقِّهِ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ وَلَوْ لَا مُحَمَّدٌ مَا خَلَقْتُكَ (ك وابن عساكر عن عمر)

Âdem, Cennetten kovulduğunda hatâsını anlayıp, ″Yâ Rabbi! Eğer beni affetmemiş isen Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem hürmetine Senden affımı diliyorum″ demişti. Allah’u Teâlâ (ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için): ″Yâ Âdem! Ben onu henüz (zâhirde) yaratmadığım halde, sen Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i nasıl tanıdın?″ diye buyurdu. Âdem: ″Yâ Rabbi! Sen beni (kudret) elin ile yaratıp bana rûhundan üflediğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda Arş’ın ayaklarında -Lâ ilâhe illallâh Muhammed’un Resûlullâh- yazılmış olduğunu gördüm. İsminin yanına ancak yaratıl-mışların en sevgilisini koyacağını bildim″ dedi. Allah’u Teâlâ: ″Yâ Âdem! Doğru söyledin, hakikaten Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem Bana yaratılmışların en sevgilisidir. Onun hürmetine Benden ne istesen sana verirdim. Affını diledin, Ben de seni affettim. Şâyet Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem olmasaydı, seni yaratmazdım″ buyurdu.[1]

Yine bir Hadis-i Şerif’te: Gözlerinin açılması için duâ ricâsında bulunan bir âmâya Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra şöyle duâ etmesini söylemiştir:

اللّٰهُمَّ اِنِّى أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ اِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ اِنِّى تَوَجَّهْتُ بِكَ اِلَى رَبِّى فِى حَاجَتِى هَذِهِ لِتُقْضَى لِيَ اللّٰهُمَّ فَشَفِّعْهُ فِيَّ. (ت عن عثمان بن حنيف‏)

″Allah’ım! Ben, rahmet Peygamberi olan Senin Nebîn Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle ederek Senden istiyorum. Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah! Ben seni vesîle ederek Rabbimden hacetimin hallini istiyorum. Allah’ım! Onu bana şefaatçi yap.″[2]

Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu da şu hâdiseyi anlatmıştır:

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ اِذَا قَحَطُوا اسْتَسْقَى بِالْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَقَالَ اللّٰهُمَّ اِنَّا كُنَّا نَتَوَسَّلُ اِلَيْكَ بِنَبِيِّنَا فَتَسْقِينَا وَاِنَّا نَتَوَسَّلُ اِلَيْكَ بِعَمِّ نَبِيِّنَا فَاسْقِنَا قَالَ فَيُسْقَوْنَ (خ طب عن انس)

Kuraklık olduğunda, Ömer b. el-Hattab, (Peygamberimizin amcası) Abbas İbn-i Abdulmuttalib’i vesîle ederek, ″Yâ Rabbi! Bizler, Peygamberimiz (hayatta iken) vesîlesiyle senden yağmur isterdik de bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Peygamberimizin amcasının vesîlesiyle bize yağmur ihsan et″ diye duâ ederdi. Enes Radiyallâhu anhu der ki: ″Bu duâyı edince hemen yağmur yağardı.″[3]

Bu sebeple Peygamberleri ve evliyâları vesîle ederek Allah’u Teâlâ’dan istekte bulunmak haktır. Vesîle hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Mâide, Âyet 35 ve izahına bakınız.

﴿ وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤٣﴾

143. Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun. Ey Habîbim! Evvelce yöneldiğin Beyt’ul-Makdis’i kıble yapmamız, Resûle tâbi olanlar ile ondan ayrılıp küfrü seçenleri ayırt etmemiz içindi. Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi, Allah’ın hidâyet ettiği kimselerden başkalarına elbette ağır geldi. Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, çok merhametlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık″ diye buyrulmaktadır. Ey Müslümanlar! Biz sizi hidâyete erdirdiğimiz ve İbrâhim Aleyhisselâm’ın kıblesine dönmeyi nasip ettiğimiz gibi, sizi başkalarından üstün de kıldık. Sizi, seçkin ve âdil bir ümmet yaptık, demektir. Yani buradaki ″Orta yol″dan maksat, iki uç tarafın or­tası, demektir. Müslümanlar dinlerinde orta yolu tutmuşlardır. Onlar ne Hristi­yanlar gibi ruhbanlıkta aşırı gitmişler ve Hz. Îsâ hakkında onu ilahlık derecesine çı­karacak sözler söylemişler, ne de Yahudiler gibi Peygamberleri öldürerek mâsiyete düşmüşlerdir. Bilakis Müslümanlar, itidali muhafaza etmişler, ifrat ve tefritten kaçınmışlardır.

Müslümanların diğer ümmetlerden üstün olduğu, Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 110’da da şöyle geçmektedir: ″Ey Mü’minler! Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...″

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Şâhitlik″ ise, Allah’u Teâlâ’nın insanlara doğru yolu gösterdiğine, bunun için Peygamberler gönderdiğine ve bu Peygamberlerin Allah’ın emirlerini ümmetlerine tebliğ ettiklerine dair Ümmet-i Muhammed’in şâhitlik etmesi ve Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in de kendi ümmetinin bu beyanına şâhit olmasıdır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الرَّجُلَانِ وَيَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الثَّلَاثَةُ وَأَكْثَرُ مِنْ ذَلِكَ وَأَقَلُّ فَيُقَالُ لَهُ هَلْ بَلَّغْتَ قَوْمَكَ فَيَقُولُ نَعَمْ فَيُدْعَى قَوْمُهُ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَكُمْ فَيَقُولُونَ لَا فَيُقَالُ مَنْ يَشْهَدُ لَكَ فَيَقُولُ مُحَمَّدٌ وَأُمَّتُهُ فَتُدْعَى أُمَّةُ مُحَمَّدٍ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَ هَذَا فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيَقُولُ وَمَا عِلْمُكُمْ بِذَلِكَ فَيَقُولُونَ أَخْبَرَنَا نَبِيُّنَا بِذَلِكَ أَنَّ الرُّسُلَ قَدْ بَلَّغُوا فَصَدَّقْنَاهُ قَالَ فَذَلِكُمْ قَوْلُهُ تَعَالَى {وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا} (ه عن ابى سعيد(

Mahşer günü, bir Peygamber beraberinde ümmeti olarak iki adam olduğu halde gelir. Bir başka Peygamber, beraberinde ümmeti olarak üç kişi bulunduğu halde gelir. Bundan fazla ve az ümmetle gelen Peygamberde olur. Sonra o gelen her Peygambere: ″Sen kendi kavmine dîni tebliğ ettin mi?″ diye sorulur. O da, ″Evet″ der. Sonra onun kavmi huzura çağrılarak, ″Peygamberiniz size dîni tebliğ etti mi?″ denilir. Onlar: ″Hayır″ derler. Bunun üzerine onların Peygamberlerine: ″Kavmine, senin dîni tebliğ ettiğine dair şâhidin kimdir?″ denilir. O da, ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem ve ümmeti″ der. Bunun üzerine Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti çağrılır ve onlara: ″Bu Peygamberler, kavmine dîni tebliğ etti mi?″ diye sorulur. Onlar da, ″Evet″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetine: ″Bu Peygamberlerin, kendi kavmine dîni tebliğ ettiğine dair bilginiz nedir?″ der. Onlar da, ″Peygamberlerin, kendi kavimlerine dîni tebliğ ettiklerini bize Peygamberimiz haber verdi, biz de onu tasdik ettik″ derler. İşte bu açıklama Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Bakara, Âyet 143’te: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″ diye geçen buyruğunun muhtevâsıdır.[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يَجِيءُ نُوحٌ وَأُمَّتُهُ فَيَقُولُ اللّٰهُ تَعَالَى هَلْ بَلَّغْتَ فَيَقُولُ نَعَمْ أَيْ رَبِّ فَيَقُولُ لِأُمَّتِهِ هَلْ بَلَّغَكُمْ فَيَقُولُونَ لَا مَا جَاءَنَا مِنْ نَبِيٍّ فَيَقُولُ لِنُوحٍ مَنْ يَشْهَدُ لَكَ فَيَقُولُ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأُمَّتُهُ فَنَشْهَدُ أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ وَهُوَ قَوْلُهُ جَلَّ ذِكْرُهُ {وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ} وَالْوَسَطُ الْعَدْلُ (خ ت ه عن ابى سعيد(

Mahşer günü, Nûh ve ümmeti gelir. Allah’u Teâlâ ona: ″Tebliğ ettin, dînimi duyurdun mu?″ diye sorar. ″Evet, Ey Rabbim!″ diye cevap verir. Allah’u Teâlâ bu sefer ümmetine sorar: ″Nûh size tebliğ etmiş miydi?″ Onlar: ″Hayır! Bize Peygamber gelmedi″ derler. Bu sefer Allah’u Teâlâ Nûh’a yönelerek: ″Söylediğin şey hususunda sana kim şâhitlik edecek?″ diye sorar. ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem ve ümmeti″ der. Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ümmeti: ″O tebliğde bulundu″ diye şâhitlikte bulunur. Bu duruma Sûre-i Bakara, Âyet 143’te: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″ diye geçen buyruk işâret eder. İşte (âyetin metninde geçen) ″el-Vasat″ kelimesi, ″Adl″ mânâsındadır.[5]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَا وَأُمَّتِى يَوْم الْقِيَامَة عَلَى كَوْم مُشْرِفِينَ عَلَى الْخَلَائِق مَا مِنْ النَّاس أَحَد إِلَّا وَدَّ أَنَّهُ مِنَّا وَمَا مِنْ نَبِيّ كَذَّبَهُ قَوْمه إِلَّا وَنَحْنُ نَشْهَد أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ رِسَالَة رَبّه عَزَّ وَجَلَّ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Ben ve ümmetim mahşer gününde yüksekçe bir yerden halkı gözetleriz. Her­kes ister ki, kendisi de bizden olsun. Hangi Peygamberi kavmi yalan­larsa, biz o Peygambere şâhitlik eder ve o Peygamberin Rabbi Azze ve Celle’nin emirlerini tebliğ ettiğine şâhitlik ederiz.″[6]

Bu Âyet-i Kerîme’nin son kısmında geçen ifade ile ilgili de şu hâdise nakledilmiştir:

Kıble değişince, bu olayı fırsat bilen Yahudiler, ″Bu hâl hidâyet ise Beyt’ül-Makdis’e doğru kıldığınız namazlarınız dalâlet üzere miydi? Oraya doğru namaz kılıp ölenlerin namazı bâtıl mıydı?″ deyince, Allah’u Teâlâ: ″Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez″ diyerek onlara cevap vermiştir.

Bu hususta Berâ Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

أَنَّهُ مَاتَ عَلَى الْقِبْلَةِ قَبْلَ أَنْ تُحَوَّلَ رِجَالٌ وَقُتِلُوا فَلَمْ نَدْرِ مَا نَقُولُ فِيهِمْ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالَى {وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ} (خ عن البراء)

Kıble, Mescid-i Aksâ’dan Kâbe yönüne çevrilmeden önce, evvelki kıbleye karşı namaz kılan bâzı Müslümanlar ölmüş veya öldürülmüştü. Onlar hakkında ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Bunun üzerineAllah’u Teâlâ: ″… Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez...″ diye geçen âyeti indirdi.[7]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, çok merhametlidir″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna (Havâzin kabilesinden) bâzı esirler gelmişti. Esirler arasında emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O kadın, göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın, esirler arasında çocuğunu bulunca, hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bunu görünce Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bize:

أَتُرَوْنَ هَذِهِ طَارِحَةً وَلَدَهَا فِى النَّارِ قُلْنَا لَا وَهِيَ تَقْدِرُ عَلَى أَنْ لَا تَطْرَحَهُ فَقَالَ: لَلّٰهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هَذِهِ بِوَلَدِهَا (خ م عن عمر بن الخطاب)

″Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atabileceğini düşünür müsünüz?″ dedi. Biz de: ″Hayır, bunu asla yapmaz!″ dedik. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″İşte Allah’u Teâlâ kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir″ buyurdu.[8]


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4287; İmam Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 13; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 8371; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 1, s. 256.

[2] Sünen-i Tirmizî, Duâ bablarında çeşitli hadisler 6, Hakim, bu Hadis-i Şerif’in tahricinden sonra Hadisin sonuna: ″Bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeğe başladı″ diye ilâve etmiştir.

[3] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 537; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 82.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 34.

[5] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 3, İ’tisam 19; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 3; Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 34.

[6] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 1, s. 455.

[7] Sahih-i Buhârî, Îman 29; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6783.

[8] Sahih-i Buhârî, Edeb 18; Sahih-i Müslim, Tevbe 4 (22).


ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ ﴿٧٩﴾ وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَابًاۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟ ﴿٨٠﴾

79-80. Allah’u Teâlâ’nın Peygamberlik bahşettiği, kitap ve hikmete nâil olan bir kimse, halka: ″Allah’ı bırakın da bana kul olun″ demez. Lâkin: ″Öğrenip öğrettiğiniz kitap üzere Allah’a tâbi olun″ der.* Size: ″Melekleri ve Peygamberleri Rabb edinin″ diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size hiç küfrü emreder mi?

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

Yahudi Hahamları ile Necran Hristiyanları, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurun­da bir araya geldikleri zaman, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onları Müslüman olmaya dâvet etmiş, bunun üzerine Kureyza Yahudilerinden olan Ebû Râfi şöyle demiştir: ″Yâ Muhammed! Hristiyanların Hz. Îsâ’ya taptıkları gibi, bizim de sana tapmamızı mı isti­yorsun?″ Necran Hristiyanlarından Revs isminde biri de: ″Yâ Muhammed! Sen bizden kendine tapmamızı istiyor ve bizi buna mı dâvet ediyorsun?″ demiş. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ″Allah’u Teâlâ’nın dışında başka bir şeye ibâdet etmemizden veya onun dışında başka bir şeye ibâdet edilmesini emretme­mizden Allah’a sığınırız. Allah’u Teâlâ beni ne böyle bir şeyle göndermiş, ne de bunu ba­na emretmiştir.″ İşte bu hâdise üzerine bu âyetler nâzil olmuştur.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen kitap ve hikmet ilmi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 151 ve izahına bakınız.

﴿ وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٨١﴾ فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٨٢﴾

81-82. Ey Habîbim! Hatırlat o vakti ki, Allah’u Teâlâ Peygamber-lerden: ″Size verilen kitap ve hikmetten sonra, size verilenleri tasdik edici olarak gelecek olan Peygambere (Muhammed Aleyhisselâm’a) îman ve yardım edeceksiniz″ diye ahid almıştı. Onlara: ″Bu ahdimi ikrar ve kabul ettiniz mi?″ diye buyurdu. Onlar da: ″Kabul ettik″ dediler. Allah’u Teâlâ da: ″Birbirinizin üzerine şâhit olun ve Ben de sizinle beraber şâhidim″ buyurdu.* Artık bu ahidden sonra, kim hakkı kabulden yüz çevirirse, işte onlar (dinden çıkmış) fâsıklardır.

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak İmam Ali ve İbn-i Abbas Radiyallâhu anhum şöyle buyurmuşlardır:

مَا بَعَثَ اللّٰه نَبِيًّا مِنْ الْأَنْبِيَاء إِلَّا أَخَذَ عَلَيْهِ الْمِيثَاق لَئِنْ بَعَثَ اللّٰه مُحَمَّدًا وَهُوَ حَيّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ وَلَيَنْصُرَنَّهُ وَأَمَرَهُ أَنْ يَأْخُذ الْمِيثَاق عَلَى أُمَّته لَئِنْ بُعِثَ مُحَمَّد وَهُمْ أَحْيَاء لَيُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَيَنْصُرَنّه (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن على وبن عباس)

″Allah’u Teâlâ, gönderdiği Peygamberlerin hepsinden ahid almıştır ki, onlar hayatta iken Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem gönderilirse, ona îman edip yardım etsinler. Ümmetlerinden de, onlar hayatta iken Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem gönderilirse, ona îman edip yardım edeceklerine dair ahid alsınlar.″[1]

Bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَتَى وَجَبَتْ لَكَ النُّبُوَّةُ؟ قَالَ وَآدَمُ بَيْنَ الرُّوحِ وَالْجَسَدِ (ت عن ابى هريرة طب عن ميسرة الفجر)

″Yâ Resûlallah! Senin Peygamberliğin ne zaman kesinleşti?″ diye sorulduğunda, buyurdu ki: ″Âdem, ruh ile ceset arasında iken ben Peygamberdim.″[2]

Ebu’d-Derdâ Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle anlatılmaktadır:

Hz. Ömer, elinde Tevrat’tan bâzı bölümlerle Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip dedi ki: ″Yâ Resûlallah! İşte, Zuraykoğullarından bir arkadaşımdan alıp getirdiğim Tevrat’tan bâzı bölümler.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine rüyâsında ezan kendisine okunan Hz. Abdullah b. Zeyd şöyle dedi: ″Allah aklını başından mı aldı? Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in rengine bak, nasıl kızardı?″ Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demekten kendini alamadı: ″Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, Peygamber olarak Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i önder olarak Kur’ân’ı kabul edip hoşnut olduk.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem çok memnun oldu, üzüntüsü gitti ve şöyle buyurdu:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ كَانَ مُوسَى بَيْنَ أَظْهُرِكُمْ ثُمَّ تَبَعْتُمُوهُ وَتَرَكْتُمُونِى لَضَلَلْتُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا اَنْتُمْ حَظِّى مِنَ الْاُمَمِ وَاَنَا حَظُّكُمْ مِنَ الْاَنْبِيَاءِ (طب عن ابى الدرداء)

″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer Mûsâ aranızda olup da beni terk edip ona uysaydınız, apaçık bir sapıklığa düşerdiniz. Ümmetler içinde en şanslı ümmet sizsiniz, Peygamberler içinde en şanslı Peygamber de benim.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’ya şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنَّ مُوسَى صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ حَيًّا مَا وَسِعَهُ إِلَّا أَنْ يَتَّبِعَنِي (حم عن جابر بن عبد اللّٰه(

″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şâyet İmran oğlu Mûsâ Aleyhisselâm hayatta olsaydı, onun için dahi, bana tâbi olmaktan başka yapacak bir şey olamazdı.″[4]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

لا تَسْأَلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ عَنْ شَيْءٍ، فَإِنِّي أَخَافُ أَنْ يُخْبِرُوكُمْ بِالصِّدْقِ فَتُكَذِّبُوهُمْ أَوْ يُخْبِرُوكُمْ بِالْكَذِبِ فَتُصَدِّقُوهُمْ عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ فَإِنَّهُ فِيهِ نَبَأُ مَا قَبْلَكُمْ وَخَبَرُ مَا بَعْدَكُمْ وَفَصْلُ مَا بَيْنَكُمْ (كر عن ابن مسعود(

″Ehl-i Kitab’a bir şey sormayın. Korkarım ki, size doğruyu söylerler de siz yalanlarsınız yahut yalan haber verirlerde doğrularsınız. Siz Kur’ân’dan ayrılmayın. Zîrâ Kur’ân’da sizden evvel gelenlerin de sizden sonrakilerin de haberleri mevcuttur. Aranızdaki anlaşmazlıkları bertaraf edecek hükümler de mevcuttur.″[5]

لَا تَحْمِلُوا دِينَكُمْ عَلَى مُسَالَمَةِ أَهْلِ الْكِتَابِ فَإِنَّهُمْ قَدْ ضَلُّوا وَأَضَلُّوا مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ ضَلَالًا مُبِينًا (كر عن ابى اسلم عن انس(

″Dîninizi Ehl-i Kitab’a sormayın. Çünkü onlar, dalâlete düştüler ve sizden öncekileri de dalâlete ittiler.″[6]

Birçok Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i diğer Peygamberlerden derece bakımından üstün kılmıştır. Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 253’ün izahına bakınız.

﴿ كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١١٠﴾

110. Ey Mü’minler! Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyeder ve Allah’a îman edersiniz. Ehl-i Kitap da îman etselerdi, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Lâkin onlardan bir kısmı îman ettiler, çoğu ise îman etmeyerek kâfir kaldılar.

İzah: ″Ey Mü’minler! Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...″ diye başlayan bu Âyet-i Kerîme hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّكُمْ تَتِمُّونَ سَبْعِينَ أُمَّةً أَنْتُمْ خَيْرُهَا وَأَكْرَمُهَا عَلَى اللّٰهِ (ه ت عن بهز بن حكيم عن ابيه عن جده)

″Sizler yetmişinci ümmeti tamamlıyorsunuz. Üstelik Allah katında en hayırlı ve en değerli ümmet de sizsiniz.″[7]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

اِنَّ اللّٰهِ فَضَّلَنِى عَلَى الْأَنْبِيَاءِ أَوْ قَالَ أُمَّتِى عَلَى الْأُمَمِ وَأَحَلَّ لِيَ الْغَنَائِمَ (ت عن ابى امامة)

″Allah’u Teâlâ, beni diğer Peygamberlerden, ümmetimi de diğer ümmetlerden üstün kıldı ve bizim için ganîmetleri helâl kıldı.″[8]

لَمَّا خَلَقَ اللّٰهُ الْعَرْشَ كَتَبَ عَلَيْهِ بِقَلَمٍ مِنْ نُورِ طُولِ الْقَلَمِ مَا بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ: لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ بِهِ آخُذُ وَبِهِ أُعْطِى وَأُمَّتُهُ أَفْضَلُ الْاُمَمِ وَأَفْضَلُهَا أَبُو بَكْرِ الصِّدِّيقُ (الرافعي عن سلمان)

″Allah’u Teâlâ, Arşı yarattığı zaman uzunluğu doğu ile batı arası kadar olan nûrdan bir kalemle üzerine şunu yazdı: Lâ ilâhe illallâh Muhammed’un Resûlullâh. Onunla alır. Onunla veririm. Onun ümmeti, ümmetlerin en üstünüdür. Ümmetinin efdali de Ebû Bekir es-Sıddîk’tir.″[9]

Ayrıca bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ açık bir şekilde; eğer Ehl-i Kitap, Mü’minlerin îman ettiği gibi îman etmezlerse kâfir olurlar, diye buyurmaktadır. Bu sebeple her kim ki, Allah’a ve Resûlu Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Mü’minlerin îman ettiği gibi îman etmezse, ister Yahudi olsun ister Hristiyan olsun veya hangi din üzere olursa olsun o kimseler kâfirdir ve ebedî Cehennemliktir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِى أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ اِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ (حم م عن ابى هريرة)

″Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki, her kim Yahudi olsun, Hristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa, mutlaka Cehennem ehlinden olacaktır.″[10]


[1] İmam Kastalâni, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 7; İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 3, s. 81; Celâleddin es-Suyûti, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 3. s. 566-567.

[2] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 1; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12408; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6355; İmam Kastalâni, Mevahib-i Ledünniyye, c. 1, s. 5.

[3] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 149.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14623.

[5] Râmûz’ul-Ehâdîs, 473/2.

[6] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 469/12.

[7] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 4; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6852.

[8] Sünen-i Tirmizî, Siyer 5.

[9] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 352/7; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 32581.

[10] Sahih-i Müslim, Îman 70 (240 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8255.


NİSÂ SÛRESİ

﴿ وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا ﴿٦٤﴾

64. Biz gönderdiğimiz Peygamberleri, Allah’ın izniyle emirlerine ve hükümlerine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dileseydi, elbette Allah’u Teâlâ’yı, tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulurlardı.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında bir grup âlim,Utbe Radiyallâhu anhu’dan şu meşhur hâdiseyi naklederler:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri yanında oturuyordum. Bir bedevî gelerek: ″Selâm sana Yâ Resûlallah! Allah’u Teâlâ’nın: ″… Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dileseydi, elbette Allah’u Teâlâ’yı, tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulurlardı[1] diye buyurduğunu işittim. İşte günahlarımın bağışlanmasını dileyerek ve Rabbime benim hakkımda şefaatte bulunmanı isteyerek sana geldim″ dedi ve şu kasideyi söyledi:

يَا خَيْرَ مَنْ دُفِنَتْ بِالْقَاعِ أَعْظُمُهُ ... فَطَابَ مِنْ طَيْبِهِنَّ الْقَاعُ وَالْأكَمُ

نَفْسِي الْفِدَاءُ لِقَبْرٍ أَنْتَ سَاكِنُهُ ... فِيهِ الْعَفَافُ وَفِيهِ الْجُودُ وَالْكَرَمُ

- Ey yeryüzündeki efendilerin en hayırlısı ve en büyüğü! Onların güzel kokularıyla yeryüzünün alçak ve yüksek yerleri hep güzelleşmiştir. Senin bulunduğun kabre benim nefsim fedâ olsun. Orada iffet, orada cömertlik ve şeref vardır.

Sonra bedevî ayrılıp gitti ve bana bir uyku hâli geldi. Rüyâmda Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm. Şöyle buyurdu: ″Ey Utbe! Bedevîye var ve Allah’u Teâlâ’nın kendisini bağışladığını ona müjdele.″[2]

Yine bu hususta Enes Radiyallâhu anhu‘dan nakledilmiştir ki:

Hz. İmam Ali‘nin annesi Hz. Fâtıma Bint-i Esed vefât ettiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu Muşâr‘un İleyhâ‘nın naaşını bizzat kabre indirip buyurdu ki:

اغْفِرْ لأُمِّى فَاطِمَةَ بنتِ أَسَدٍ ولَقِّنْهَا حُجَّتَها وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِى فَاِنَّكَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ. (طب عن انس بن مالك)

″Ey Allah’ım! Senin Nebîn ve önceki Peygamberlerin hakkı için annem Fâtıma Bint-i Esed’i bağışla ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.″[3]


[1] Sûre-i Nisâ, Âyet 64.

[2] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim c. 2, s. 348.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20324.


ENBİYÂ SÛRESİ

﴿ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٧﴾ قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٨﴾ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ ﴿١٠٩﴾ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ ﴿١١٠﴾ وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿١١١﴾

107-111. Ey Habîbim! Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.* De ki: ″Bana, ancak ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Artık siz İslâmiyet’i kabul etmiş kimseler misiniz?″* Eğer onlar, İslâm’dan yüz çevirirlerse, de ki: ″Ben görevli olduğum şeyleri hepinize tebliğ ettim. Size vaad olunan şeyin, yakın mı veya uzak mı olduğunu bilmiyorum.* Şüphesiz Allah’u Teâlâ, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir.* Bilmiyorum, belki vaad olunan azâbınızın ertelenmesi, sizin için bir imtihan ve bir müddete (eceliniz gelinceye) kadar faydalanmadır.

İzah: Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107 ile ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ [الأنبياء آية 107] قَالَ مَنْ تَبِعَهُ كَانَ لَهُ رَحْمَةً فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَنْ لَمْ يَتْبَعْهُ عُوفِيَ مِمَّا كَانَ يُبْتَلَى سَائِرُ الأُمَمِ مِنَ الْخَسْفِ وَالْمَسْخِ وَالْغَرْقِ (طب عن ابن عباس)

″Ey Habîbim! Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik″[1] âyeti gereğince, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisine tâbi olanlara hem dünyâda, hem de âhiretde bir rahmet olacaktır. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e tâbi olanlar ise, bu rahmetten dolayı diğer ümmetlerin uğradığı yerle bir olma, hayvanlara dönüşme ve suya gark olma gibi cezâlara mâruz kalmayacaktır.[2]

Peygamberimiz, on sekiz bin âlemin Efendisidir. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olup hepsinin Peygamberidir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ مِنَ الْأَنْبِيَاءِ قَبْلِي نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَةَ شَهْرٍ وَجُعِلَتْ لِي الْأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُورًا وَأَيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِي أَدْرَكَتْهُ الصَّلَاةُ فَلْيُصَلِّ وَأُحِلَّتْ لِي الْغَنَائِمُ وَكَانَ النَّبِيُّ يُبْعَثُ اِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إِلَى النَّاسِ كَافَّةً وَأُعْطِيتُ الشَّفَاعَةَ (خ م حم ه عن جابر)

″Bana, benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş özellik verildi: Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla ilâhi yardıma mazhar oldum. Yeryüzü benim için mescit (namaz kılma mahalli) ve temiz kılındı; ümmetimden kim bir namaz vaktine erişirse, hemen bulunduğu yerde namazını kılsın. Ganîmetler bana helâl kılındı. Benden önceki Peygamberler sâdece kendi kavmine Peygamber olarak gönderiliyordu, ben ise bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim. Bana şefaat yetkisi verildi.″[3] (Bir diğer Hadis-i Şerif’te: ″Mahşer günü ilk şefaat edecek ve şefaatı kabul edilecek olan benim″[4] diye buyrulmuştur.)

Yunus Emre Hazretleri bir kasidesinde der ki:

Mü’min olanların çoktur cefâsı,

Âhirette vardır, zevk-ü sefâsı,

On sekiz bin âlemin bir Mustafa’sı,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Bu dünyâdan başka, içinde insan yaşayan çok sayıda dünyâ vardır. Bu hususta Vehb b. Münebbih Rahimehullah şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِلّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ ثَمَانِيَةَ عَشْرَ أَلْفَ عَالَمٍ الدُّنْيَا عَالَمٌ مِنْهَا.

″Aziz ve Celil olan Allah’ın, on sekiz bin âlemi vardır ve dünyâ da bu âlemlerden bir tanesidir.″ Hattâ bu konuda Sahâbe-i Kirâm’dan Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِلّٰهِ أَرْبَعِينَ أَلْف عَالَم الدُّنْيَا مِنْ شَرْقهَا إِلَى غَرْبهَا عَالَمٌ وَاحِدٌ.

″Allah’u Teâlâ’nın, kırk bin âlemi vardır. Doğusundan batısına dünyâ, tek bir âlemdir.″[5]

Allah’u Teâlâ Sûre-i Câsiye, Âyet 36’da şöyle buyurmuştur:

″Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.″

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Mîraca çıktığında bahsedilen bu âlemlere de uğrayıp onlardan kendisine ümmet edinmiştir.

Âlemler hakkında bir Hadis-i Kudsî’de, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ يَا جِبْرِيلُ اِنِّى خَلَقْتُ أَلْفَ أَلْفِ أُمَّةٍ لَا تَعْلَمُ أُمَّةٌ اِنِّى خَلَقْتُ سِوَاهَا لَمْ أَطَّلِعْ عَلَيْهَا اللَّوْحَ الْمَحْفُوظَ وَلَا صَرِيرَ الْقَلَمِ اِنَّمَا أَمْرِى لِشَىْءِ اِذَا أَرَدْتُ أَنْ أَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ وَلَا تَسْبِقُ الْكَافُ النُّونَ(الديلمى عن ابن عمر)

Allah’u Teâlâ buyurdu ki: ″Ey Cebrâil! Bir milyon muhtelif millet yarattım. Hiçbir millet kendinden başkasını yarattığımı bilmez. Onlara Levh-i Mahfuz’u göstermedim. Kalemin hareketine de muttali kılmadım. Ben bir şeyin olmasını dilediğim zaman, ona sâdece ″Ol″ derim, o da hemen oluverir. Kef, Nûn’u katiyyen geçemez.″[6]

Bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerden, bu dünyâdan başka içinde insanların yaşadığı başka dünyâların olduğu anlaşılmaktadır. İşte Âyet-i Kerîme’de de geçtiği üzere Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bu âlemlerin hepsine rahmet olarak gönderilmiştir.


[1] Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107.

[2] Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12189; Rudânî, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 7092.

[3] Sahih-i Buhârî, Salat 56; Sahih-i Müslim, Mesâcid 1 (3).

[4] Sahih-i Müslim, Fedâil 2 (3 Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 12; Sünen-i Tirmizî, Menâkib 3.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 1, s. 138.

[6] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 330/7.


AHZÂB SÛRESİ

﴿ مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿٤٠﴾

40. Muhammed,sizden hiçbir ricâlin (yetişkin olan oğlan çocuğunun) babası değildir. Lâkin Allah’ın Resûlüdür ve Hâtem’ül-Enbiyâ’dır. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir.

İzah: Peygamberimizin evlatlığı olan Zeyd’in boşadığı hanımı Zeyneb’i Resûlullah (Sallallaâhu aleyhi vesellem)’in alması nedeniyle, münâfıkların: ″O, oğlunun hanımıyla evlendi″ diye dedikodu yapmaları üzerine, Sûre-i Ahzâb, Âyet 37 ile 40’a kadar olan âyetler nâzil olmuştur.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Zeyd’i küçük yaşta iken evlat edinmiştir. O bu hâliyle rical mertebesine yetişinceye kadar (yetişkin bir adam oluncaya kadar) devam etti ve ona ″Zeyd b. Muhammed denilmeye başlanmıştı. Allah’u Teâlâ bu âyetle, evlatlıkların öz evlat gibi olmadığını açıklamıştır.

Sûre-i Ahzâb, Âyet 37’de de geçtiği üzere Allah’u Teâlâ, Biz seni Zeyneb ile evlendirdik ki, evlatlıkların boşadıkları eşleriyle evlat edinenlerin evlenmesinde Mü’minler için bir güçlük olmasın. Artık Mü’minler böyle evlilikleri rahatlıkla yapabilsinler. Zîrâ Allah’ın emri mutlaka yerine gelir, diye buyurmuştur.

Yine bu Âyet-i Kerîme’nin devamında Allah’u Teâlâ, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında: Hâtem’ül-Enbiyâ’dır diye buyurmuştur. ″Hâtem″ kelime olarak ″Mühür″ anlamına gelmektedir. Allah’u Teâlâ bu âyette, ″Mühür″ ifadesini kullanmıştır ki, artık onunla silsile-i risâlet ve nübüvvet nihâyete ermiştir. Bir daha Peygamber gelmeyecektir. Onun nübüvveti bütün beşeriyete kıyâmete kadar şâmildir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, yaratılış olarak ilktir. Ancak Peygamberlerin sonuncusu ve hepsinin baş tâcıdır.

Bu hususta İmam Fahreddin er-Râzi Hazretleri şöyle buyurmuştur:

″Hatem’in en üstün olması gereklidir. Görmüyor musun ki bizim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Hâtem’ün-Nebiyyîn″ olduğu için bütün peygamberlerden daha üstündür.″[1]

Hakîm et-Tirmizî de şöyle buyurmuştur:

″Allah’u Teâlâ, nübüvvetin bütün cüzlerini Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’de toplamış, tamamlamış ve mührüyle de mühürlemiştir. Allah’u Teâlâ, onun delilini gizli tutmamıştır. Nitekim zahirî mührü de iki omuzu arasında belirgin bir şekildeydi.″[2]

Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz insanların en hayırlısıdır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ آدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَأَوَّلُ مَنْ يَنْشَقُّ عَنْهُ الْقَبْرُ وَأَوَّلُ شَافِعٍ وَأَوَّلُ مُشَفَّعٍ (م د ت عن ابى هريرة)

″Allah katında Âdemoğlunun Efendisi benim. Kabri yarılarak kabrinden ilk çıkacak olan benim. Mahşer günü ilk şefaat edecek ve şefaatı kabul edilecek olan da benim.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

اِنَّمَا بُعِثْتُ خَاتِمًا فَاتِحًا وَأُعْطِيتُ جَوَامِعَ الْكَلِمِ وَفَوَاتِحَهُ وَاخْتَصَرَ لِى الْحَدِيثُ اِخْتِصَارًا فَلَا يُهْلِكَنَّكُمْ اِلَّاالْمُتَهَوِّكُونَ (هب عن قلابة)

″Ancak ben gönderildim ki, Peygamberlerin hâtemiyim ve yaratılış itibariyle de ilkiyim. Bana az söz ile çok mânâlar anlatma kâbiliyeti verilmiştir. Bütün fütuhat bana açılmıştır. Hadisler bana kısa ve toplu olarak güzel kelimeler ile çok büyük mânâlı olarak gelmiştir. Siz bu hadislerime uyar ve amel ederseniz helâk olmazsınız. Yalnız hadislerimi hiçe sayarak kıymete almayanlar helâk olur.″[4]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir hadiste de şöyle buyrulmuştur:

فَصَلُّوا خَلْف رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَبْعَة صُفُوف الْمُرْسَلُونَ ثَلَاثَة صُفُوف وَالنَّبِيُّونَ أَرْبَعَة وَكَانَ يَلِي ظَهْر رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِبْرَاهِيم خَلِيل اللّٰه وَعَلَى يَمِينه إِسْمَاعِيل وَعَلَى يَسَاره إِسْحَاق ثُمَّ مُوسَى ثُمَّ سَائِر الْمُرْسَلِينَ فَأَمَّهُمْ رَكْعَتَيْنِ فَلَمَّا اِنْفَتَلَ قَامَ فَقَالَ إِنَّ رَبِّي أَوْحَى إِلَيَّ أَنْ أَسْأَلكُمْ هَلْ أُرْسِلَ أَحَد مِنْكُمْ يَدْعُو إِلَى عِبَادَة غَيْر اللّٰه؟ فَقَالُوا يَا مُحَمَّد إِنَّا نَشْهَد إِنَّا أُرْسِلْنَا أَجْمَعِينَ بِدَعْوَةٍ وَاحِدَة أَنْ لَا إِلَه إِلَّا اللّٰه وَأَنَّ مَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونه بَاطِل وَأَنَّك خَاتَم النَّبِيِّينَ وَسَيِّد الْمُرْسَلِينَ قَدْ اِسْتَبَانَ ذَلِكَ لَنَا بِإِمَامَتِك إِيَّانَا وَأَنْ لَا نَبِيّ بَعْدك إِلَى يَوْم الْقِيَامَة إِلَّا عِيسَى اِبْن مَرْيَم فَإِنَّهُ مَأْمُور أَنْ يَتَّبِع أَثَرك(القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن عباس)

Mîraca çıkarken Mescid-i Aksâ’da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in arkasında Peygamberler yedi saf hâlinde namaz kıldılar. Resuller üç saf, Ne­bîler ise dört saf idi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hemen arkasında ise İbrâhim Halîlullah, sağında İsmâil Aleyhisselâm ve solunda İshâk Aleyhisselâm vardı. Sonra Mûsâ Aleyhisselâm, sonra da diğer Resuller dizilmişti. Onlara iki rek’at namaz kıldırdı. Namazı bitirip ayağa kalkınca şöyle buyurdu:

- Rabbim bana: ″Sizden herhangi birinize Allah’tan baş­kasına ibâdet etmeye dâvet etmek için bir emir verip vermediğini sormamı vahyetti.″ Onlar dediler ki:

- Yâ Muhammed! Bizler şâhitlik ederiz ki, hepimiz ay­nı çağrı olan -Lâ ilâhe illallâh- demeye dâvet etmek üzere ve onun dışında tapındıkları bütün varlıkların bâtıl olduğunu, senin de Nebîlerin hâtemi ve Resullerin Efendisi olduğunu söylemek üzere gönderildik. Bu husus zâten senin bize imamlık yapman ile de açıkça ortaya çıkmış bulunuyor. Ayrıca kıyâmet gününe kadar Meryem oğlu Îsâ dışında hiçbir Peygamberin gelmeye­ceği de bunu göstermektedir. Meryem oğlu Îsâ ise, senin izini izlemekle emrolunacaktır.[5]

Îsâ Aleyhisselâm, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den evvel İsrailoğullarına gönderilmiş bir Peygamberdi. Kıyâmete yakın dünyâya inmesi, bir nübüvvet vazifesini hâiz olarak değildir. O da Hâtem’ul-Enbiyâ Efendimizin şeriatiyle amelde bulunacaktır. Yani yeryüzüne indiğinde Peygamber olarak değil, bizzat Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti olarak inecek ve adâletle hükmedecektir. Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 157-159 ve izahlarına bakınız.

Resûlü Kirâm Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin ilk olarak yaratılması hakkında geniş bilgi için Sûre-i Nûr, Âyet 35 ve izahına; onun diğer Peygamberlerden üstünlüğüne dair de, Sûre-i Bakara, Âyet 253 ve Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 81-82 ve izahlarına bakınız.

﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ ﴿٤٥﴾ وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا ﴿٤٦﴾

45-46. Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.* Ve O’nun izniyle Allah’a dâvet edici ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.

İzah: Bu âyetler hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

لَمَّا أُنْزِلَتْ يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلِيًّا وَمُعَاذًا، وَقَدْ كَانَ أَمَرَهُمَا أَنْ يَخْرُجَا إِلَى الْيَمَنِ، فَقَالَ: انْطَلِقَا وَبَشِّرَا، وَلا تُنَفِّرَا، وَيَسِّرَا وَلا تُعَسِّرَا، فَإِنَّهُ قَدْ أُنْزِلَتْ عَلِيَّ يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا عَلَى أُمَّتِكِ وَمُبَشِّرًا بِالْجَنَّةِ وَنَذِيرًا مِنَ النَّارِ وداعيًا إِلَى شَهَادَةِ أَنْ لا إِلَهَ إِلا اللّٰهُ وسراجًا مُنيرًا بِالْقُرْآنِ (طب عن ابن عباس)

Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik″ diye geçen Sûre-i Ahzâb, Âyet 45 nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Ali’yi ve Hz. Muâz’ı çağırdı. Onları Yemen’e gönderip şöyle dedi: ″Haydi gidin. Müj­deleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Çünkü bana indirildi ki: ″Ey Peygamber! Biz seni ümmetinin üzerine bir şâhit, Cennetle müjdeleyici ve Cehennemden korkutucu ve Allah’ın birliğine dâvet edici ve Kur’ân ile nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.″[6]

﴿ اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٥٦﴾

56. Şüphesiz ki, Allah’u Teâlâ ve melekleri Peygamber üzerine salavat getirirler. Ey îman edenler! Siz de ona salât-u selâm getirin.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak el-Hasen b. Ali Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Yâ Resûlallah! Hakk Teâlâ’nın, ″Şüphesiz ki, Allah’u Teâlâ ve melekleri Peygamber üzerine salavat getirirler...″ diye devam eden Sûre-i Ahzâb, Âyet 56 hakkın­da ne dersin? diye sorulunca, şöyle buyurdu:

إِنَّ هَذَا لَمِنْ مَكْتُومٍ وَلَوْلا أَنَّكُمْ سَأَلْتُمُونِي عَنْهُ مَا أَخْبَرْتُكُمْ إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ وَكَّلَ بِي مَلَكَيْنِ لَا أُذْكَرُ عِنْدَ عَبْدٍ مُسْلِمٍ فَيُصَلِّي عَلَيَّ إِلَّا قَالَ ذَانِكَ الْمَلَكانِ غَفَرَ اللّٰهُ لَكَ وَقَالَ اللّٰهُ وَمَلَائِكَتُهُ جَوَابًا لَذَيْنِكَ الْمَلَكَيْنِ آمِينَ وَلَا يُصَلِّي عَلَيَّ أَحَدُ إِلَّا قَالَ ذَانِكَ الْمَلَكَانِ غَفَرَ اللّٰهُ لَكَ وَقَالَ اللّٰهُ وَمَلَائِكَتُهُ جَوَابًا لَذَيْنِكَ الْمَلَكَيْنِ آمِينَ (طب عن الحسن بن على)

Şüphesiz ki bu, örtü­lüp gizli tutulmuş ilimdendir. Şâyet siz bu hususta bana sormamış olsaydınız, bu hususu ben size haber vermezdim. Allah’u Teâlâ, benim için iki melek görevlendirmiştir. Bir Müslümanın yanında adım zikredilince, o bana salavat getirecek olursa, mutlaka o iki melek: ″Allah’u Teâlâ seni bağışlasın″ derler. Allah ve melekleri de bu iki meleğe cevap olarak, ″Âmin″ derler. Bir Müslümanın yanında adım zikredildiği halde, o da bana salavat getirmeyecek olursa, mut­laka o iki melek: ″Allah’u Teâlâ seni bağışlamasın″ derler. Allah ve melek­leri de o iki meleğe, ″Âmin″ diye cevap verirler.[7]

Salavat: Bir kimseyi övmek, methetmek ve onu, üstün vasıflarıyla yüceltmek, demektir. Allah’u Teâlâ’nın ve meleklerin, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem üzerine salavat getirmeleri ise, onu överek şânını yüceltmeleridir.

Bu hususta Ebu’l-Âliye Hazretleri der ki: ″Allah’u Teâlâ’nın Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatı, meleklerin yanında ondan övgü ile bahsetmesidir.″[8]

Allah’u Teâlâ çok sayıda Âyet-i Kerîme’de de Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’den övgüyle bahsetmektedir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Sûre-i Ahzâb, Âyet 45-46:

″Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.* Ve O’nun izniyle Allah’a dâvet edici ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.″

Sûre-i İnşirâh, Âyet 4:

″Ey Habîbim! Biz senin zikrini yücelttik.″

Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107:

″Ey Habîbim! Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.″ Allah’u Teâlâ önceki Peygamberleri, sâdece kendi kavimlerine göndermişti. Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i ise bütün âlemlere Peygamber olarak göndermiştir.

Yine bu hususta bakledilen bir Hadis-i Kudsî‘de Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

لَوْلَكَ لَوْلَكَ مَا خَلَقْتُ الْأَفْلَاكَ.

″Ey Habîbim! Eğer sen olmasa idin Ben, eflâkı (gökleri, yeri ve bütün mükevvenâtı) yaratmazdım.″[9]

Yine Âyet-i Kerîme’de: Ey îman edenler! Siz de ona salât-u selâm getirin″ diye buyrulduğu üzere Müslümanlar, namazlarında, duâlarında, yaptıkları musâfahada, okuttukları mevlidlerde, vesair zamanlarda Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem üzerine salât-u selâm getirirler.

Salavat-ı Şerife’nin önemine ve faziletine dair çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

رَغِمَ أَنْفُ رَجُلٍ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ وَرَغِمَ أَنْفُ رَجُلٍ دَخَلَ عَلَيْهِ رَمَضَانُ ثُمَّ انْسَلَخَ قَبْلَ أَنْ يُغْفَرَ لَهُ وَرَغِمَ أَنْفُ رَجُلٍ أَدْرَكَ عِنْدَهُ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ فَلَمْ يُدْخِلَاهُ الْجَنَّةَ (ت عن ايى هريرة)

″Yanında ismim zikredildiği halde, bana salavat getirmeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün. Ramazan ayına girdiği halde günahlarını bağışlatmadan Ramazandan çıkan kimsenin de burnu yerde sürtülsün. Yanında anne ve babası ihtiyarlamasına rağmen onları râzı etmediğinden dolayı Cennete giremeyen kimsenin de burnu yerde sürtülsün.″[10]

مَنْ صَلَّى عَلَىَّ فِى يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ قَضَى اللّٰهُ لَهُ مِائَةَ حَاجَةٍ سَبْعِينَ مِنْهَا لِآخِرَتِهِ وَثَلَاثِينَ مِنْهَا لِدُنْيَاهُ ( ابن النجار عن جابر )

″Kim günde bana yüz kere Salavat-ı Şerife getirirse Allah’u Teâlâ, yetmişi âhiretinden otuzu da dünyâsından yüz ihtiyacını giderir.″[11]

اَلصَّلاَةُ عَلَى نُورٌ عَلَى الصِّرَاطِ فَمَنْ صَلَّى عَلَىَّ يَوْمَ الْجُمُعَةِ ثَمَانِينَ مَرَّةً غُفِرَتْ لَهُ ذُنُوبُ ثَمَانِينَ عَامًا (قط وابن شاهين عن ابى هريرة)

″Bana salavat okumak, sıratta nûrdur. Bir kimse bana Cuma günü seksen defa salavat okursa, seksen senelik günahı bağışlanır.″[12]

أَوْلَى النَّاسِ بِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَكْثَرُهُمْ عَلَيَّ صَلَاةً (ت عن ابن مسعود)

″Mahşer günü insanların bana en yakını, bana en çok Salavat-ı Şerife getirenidir.″[13]

لَا صَلَوةَ لِمَنْ لَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ (الشفاء)

″Benim üzerime salât-u selâm getirmeyenin, namazı kabul olmaz.″[14]

Hz. Enes’ten nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

كُلُّ دُعَاءٍ مَحْجُوبٌ حَتَّى يُصَلَّ عَلَى النَّبِيِّ (الديلمى عن انس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e salât-u selâm getirilmedikçe, her duâ önlenir (kabul edilmez).″[15]

Muhammed Mustafa Sallallâhu aleyhi ve sellem’e getirilen Salavat-ı Şerife’lerin, mahşerde bir kimseye nasıl fayda sağlayacağı hakkında şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

إِذَا خَفَّتْ حَسَنَات الْمُؤْمِن أَخْرَجَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِطَاقَة كَالْأُنْمُلَةِ فَيُلْقِيهَا فِي كِفَّة الْمِيزَان الْيُمْنَى الَّتِي فِيهَا حَسَنَاته فَتَرْجَح الْحَسَنَات فَيَقُول ذَلِكَ الْعَبْد الْمُؤْمِن لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي! مَا أَحْسَنَ وَجْهَك وَمَا أَحْسَنَ خَلْقَك فَمَنْ أَنْتَ؟ فَيَقُول أَنَا مُحَمَّد نَبِيُّك وَهَذِهِ صَلَوَاتك الَّتِي كُنْت تُصَلِّي عَلَيَّ قَدْ وَفَّيْتُك أَحْوَج مَا تَكُون إِلَيْهَا (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

Mü’minin mizan başında iken tartılan iyi amelleri hafif geldiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, üzerinde yazı bulunan parmak kadar bir kâğıdı çıkartır ve onu kulun iyi amellerinin bulunduğu terazinin sağ kefesine bırakır. Böylelikle sevapları ağır basar. O Mü’min kul, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Anam babam sana fedâ olsun! Ne kadar güzel bir yüzün var, ne kadar güzel bir yaratılışın var! Sen kimsin?″ deyince Resûlü Ekrem Efendimiz: ″Ben senin Peygamberin Muhammed’im. İşte bunlar da senin bana getirmiş olduğun Salavat-ı Şerife’lerdir. İşte bunlara en çok ihtiyaç duyduğun bir zamanda onları sana geri ödüyorum″ diye buyurur.[16]

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُه۪ينًا ﴿٥٧﴾

57. Şüphesiz ki Allah’a ve Resûlüne eziyet verenlere, işte onlara Allah’u Teâlâ dünyâda ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin hükmünce, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve onun âline, akrabalarına, Ashâbına ve halifeleri olan âlimlere dil uzatıp onlara ezâ cefâ edenlere dünyâ ve âhirette Allah’ın lâneti inmiştir. Böyle hareket edenler, doğrudan Allah’a ezâ etmiş olur. Onları seven de Allah’a sevilmiş olur. Bu hususta Resûlulah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ اَحَبَّ عَالِمًا فَقَدْ اَحَبَّنِى مَنْ اَحَبَّنِى فَقَدْ اَحَبَّ اللّٰهَ مَنْ اَحَبَّ اللّٰهَ دَخَلَ الْجَنَّةِ (طب عن ام سلمة)

″Her kim bir âlimi severse, şüphesiz beni sevmiş olur. Her kim de beni severse, şüphesiz Allah’ı sevmiş olur. Her kim de Allah’ı severse Cennete dâhil olur.″[17]

Yine bu konu hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

إِنَّاللّٰهَ اخْتَارَنِي وَاخْتَارَ أَصْحَابِي فَجَعَلَهُمْ أَصْهَارِي وَجَعَلَهُمْ أَنْصَارِي وَإِنَّهُ سَيَجِيءُ فِي آخِرِ الزَّمَانِ قَوْمٌ يَنْتَقِصُونَهُمْ أَلَا فَلَا تُنَاكِحُوهُمْ أَلَا فَلَا تَنْكِحُوا إِلَيْهِمْ أَلَا فَلَا تُصَلُّوا عَلَيْهِمْ عَلَيْهِمْ حَلَّتْ لَعْنَةُ (عق ابن النجار عن انس بن مالك)

″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Beni ve Ashâbımı seçti. Ashâbımı Bana akraba ve yardımcılar kıldı. Bilesiniz âhir zaman­da bir kısım insanlar çıkıp Ashâbımın kadrini, kıymetini düşürmeye çalışacak. Dik­kat edin! Onlarla evlenmeyin. Dik­kat edin! Onlara kız vermeyin. Dikkat edin! Onlarla birlikte namaz kılmayın. Onla­rın (cenâze) namazını da kılmayın. Onlara Hakk’ın lâneti inmiştir.″[18]

إِنَّ اللّٰهَ اخْتَارَنِي وَاخْتَارَ لِي أَصْحَابًا فَجَعَلَ لِي بَيْنَهُمْ وُزَرَاءَ وَأَنْصَارًا، وَأَصْهَارًا فَمَنْ سَبَّهُمْ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ لَا يُقْبَلُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفٌ وَلَا عَدْلٌ (طب ك عن عويم بن ساعدة)

″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Beni seçti ve Benim için de Ashâbımı seçti. Onlardan bâzılarını Bana vezir, yardımcı ve akraba yaptı. Onlara kim söverse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Mahşer gününde onun (dünyâda iken yaptığı) hiçbir ameli kabul edilmez.″[19]

اللّٰهَ اللّٰهَ فِي أَصْحَابِي اللّٰهَ اللّٰهَ فِي أَصْحَابِي لَا تَتَّخِذُوهُمْ غَرَضًا بَعْدِي فَمَنْ أَحَبَّهُمْ فَبِحُبِّي أَحَبَّهُمْ وَمَنْ أَبْغَضَهُمْ فَبِبُغْضِي أَبْغَضَهُمْ وَمَنْ آذَاهُمْ فَقَدْ آذَانِي وَمَنْ آذَانِي فَقَدْ آذَى اللّٰهَ وَمَنْ آذَى اللّٰهَ يُوشِكُ أَنْ يَأْخُذَهُ (ت حم عن عبد اللّٰه بن مغفل)

″Ashâbım hakkında Allah, Allah derim. Ashâbım hakkında Allah, Allah derim. Benden sonra onları kendinize hedef edinmeyin. Kim onları severse, bu Bana olan sevgisinden dolayıdır. Kim de onlara buğzederse, bu da Bana olan buğzu sebebiyledir. Onlara kim eziyet ederse, Bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş olur. Allah’a eziyet edenin de belâsı yakındır.″[20]

Emevi hükümdarlarından olan Yezid, Peygamberimizin Ehl-i Beytine ve Ashâbına zulmetmiş ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizi ve çok sayıda Sahâbîyi de şehit etmiştir.

İşte bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerden anlaşıldığı üzere, Yezid’e ve onunla aynı düşüncede olan sapkın insanlara Allah’ın lâneti inmiştir. Yezid’in ve ondan sonra gelen Emeviler’in İslâm’a verdiği zararlar ve Müslümanlara yaptığı ezâ ve cefâlar hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i İsrâ, Âyet 60 ve izahına bakınız.


[1] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 6, s. 31.

[2] Hakîm et-Tirmizî, Hatm’ulEvliyâ, s. 340.

[3] Sahih-i Müslim, Fedâil 2 (3 Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 12; Sünen-i Tirmizî, Menâkib 3.

[4] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4983; Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Hadis No: 10163; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 139/5.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 16, s. 95.

[6] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11675.

[7] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 2687.

[8] Sünen-i İbn-i Mâce Tercümesi ve Şerhi, c. 3, s. 169.

[9] Envâr’ul-Âşıkîn, s. 170.

[10] Sünen-i Tirmizî, Daavât 101.

[11] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 327/12.

[12] Muhtar’ül-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 719; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 2149.

[13] Sünen-i Tirmizî, Salât 357, Daavât 110.

[14] Kadı İyaz, eş-Şifâ, s. 449.

[15] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 342/12; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 2149, 3988. Yine bakınız: Sünen-i Nesâî, Sehvi Secde 48; Kadı İyaz, eş-Şifâ, s. 450.

[16] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 7, s. 164; Ayrıca bakınız: İmâm-ı Şa’râni, Muhtasaru Tezkirat’il-Kurtubî, s. 58.

[17] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 19345.

[18] Kütüb-i Sitte, c. 1, s. 525; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 89/7; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 32468, 32529.

[19] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13794; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 6732; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 86/7.

[20] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 62; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19641; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 185/4.


SEBE SÛRESİ

﴿ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٨﴾

28. Ey Resûlüm! Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَكَانَ النَّبِيُّ يُبْعَثُ اِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إِلَى النَّاسِ كَافَّةً (خ م حم ه عن جابر)

″… Benden önceki Peygamberler sâdece kendi kavmine Peygamber olarak gönderiliyordu. Ben ise, bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim.″[1]

Herkes Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in dâvetine uymaya mecburdur. Peygamber Efendimizin gelmesiyle önceki bütün dinlerin hükmü ortadan kalkmıştır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِى أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ اِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ (حم م عن ابى هريرة)

″Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki, her kim Yahudi olsun, Hristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa, mutlaka Cehennem ehlinden olacaktır.″[2]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Mü’minleri Cennetle müjdeleyici ve kâfirleri de Cehennemle korkutucu olarak gönderilmiştir.


[1] Sahih-i Buhârî, Salât 56; Sahih-i Müslim, Mesâcid 1 (3).

[2] Sahih-i Müslim, Îman 70 (240 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8255.


FETİH SÛRESİ

﴿ اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ﴿١﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ ﴿٢﴾ وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا ﴿٣﴾

1-3. Ey Resûlüm! Şüphesiz Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.* Tâ ki Allah’u Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nîmetini tamamlasın ve seni doğru yola iletsin.* Ve Allah’u Teâlâ sana izzetli bir yardım ile yardımda bulunsun.

İzah: Bu âyetlerde müjdelenen fethin; Mekke’nin fethi olduğu nakledilmiştir. Bu hususta Abdullah İbn-i Mugaffal Radiyallâhu anhu şu hâdiseyi anlatır:

رَأَيْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ فَتْحِمَكَّةَعَلَى نَاقَتِهِوَهُوَ يَقْرَأُ سُورَةَ الْفَتْحِ يُرَجِّعُ وَقَالَ لَوْلَا أَنْ يَجْتَمِعَ النَّاسُ حَوْلِي لَرَجَّعْتُ كَمَا رَجَّعَ (خ عبد اللّٰه بن مغفل)

Mekke’nin fethi günü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘i devesi üzerinde gördüm. O, sesini işittirecek derecede yükselterek Fetih Sûresi’ni okuyordu. Râvi Muâviye der ki: ″Halkın etrafıma toplanması düşüncesi olmasaydı, Abdullah İbn-i Mugaffal’ın (Resûlü Ekrem’in okuyuşunu anlatırken) sesini yükselttiği gibi ben de yükseltirdim.″[1]

Bu fethin, Hayber’i de kapsadığına dair nakledildiğine göre; Mücemmi’ b. Câriye Radiyallâhu anhu, Kur’ân’ı ezberlemiş kişilerden birisi idi. Bu zât şöyle anlatmıştır:

Biz, Hudeybiye’de Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte hazır bulunduk. Oradan ge­ri döndüğümüzde bir de baktık ki, insanlar develerini hızlıca sürmeye koyulmuşlar. Biri diğerine: ″İnsanlara ne oluyor?″ diye sordu. ″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Al­lah’u Teâlâ vahiy indirdi″ dediler. Biz de hızlıca yola koyulduk. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i Ku­ra el-Ğamim denilen yani Mekke ile Medîne arasında Hicaz taraflarında bir yerin yakının­da bulduk. İnsanlar bir araya gelip toplanınca, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

فَقَرَأَ عَلَيْهِمْ إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيْ رَسُولَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ هُوَ قَالَ أَيْ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّهُ لَفَتْحٌ فَقُسِمَتْ خَيْبَرُ عَلَى أَهْلِ الْحُدَيْبِيَةِ لَمْ يُدْخِلْ مَعَهُمْ فِيهَا أَحَدًا إِلَّا مَنْ شَهِدَ الْحُدَيْبِيَةَ (حم عن مجمع بن جارية)

″Ey Resûlüm! Şüphesiz Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik″ buyruğunu okudu. Ashâbdan bir adam: ″Yâ Resûlallah! Bu bir fetih midir?″ diye sordu, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet, nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, gerçekten o bir fetihtir″ diye buyurdu. Bunun sonucunda da Hayber (ganîmeti), Hudeybiye’ye katılanlara paylaştırıldı. Hudeybiye’ye katılanların dışında hiç kimse bu paylaştırılanlar arasına katılmadı.[2]

Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hudeybiye’den geri döndüğünde, Hayber’e giderek orayı fethetti. Hayber’deki malları alıp döndü. O zamana kadar ellerinde bulunan silah ve teçhizattan kat kat fazlasını elde etti. Bu alınan ganîmetlerle Mekke fethedildi. Nitekim Mekke’nin fethi, Âdiyât Sûresi’nde anlatılmaktadır.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde, yaptığı ibâdet hakkında Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا صَلَّى قَامَ حَتَّى تَفَطَّرَ رِجْلَاهُ قَالَتْ عَائِشَةُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَتَصْنَعُ هَذَا وَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ فَقَالَ يَا عَائِشَةُ أَفَلَا أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا (م عن عائشة)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, geceleri mübârek ayakları şişinceye kadar ibâdet ederdi. Hz. Âişe: ″Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek olan günahlarını Allah’u Teâlâ bağışladığı[3] halde, niçin bu kadar ibâdet edip kendini yoruyorsun?″ deyince, buyurdu ki: ″Yâ Âişe! Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?[4]

﴿ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ ﴿٢٨﴾

28. Dînini, bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şâhit olarak da Allah yeter.

İzah: Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i doğru yola götüren açık seçik hükümlerle ve hak din olan İslâm ile gönderen O’dur. Allah’u Teâlâ Peygamberini böyle gönderdiki, İslâm ile bütün dinleri iptal etsin. Böylece yeryüzünde İslâm’dan başka din kalmasın. Allah’u Teâlâ’nın İslâm Dîni’ni diğerlerine gâlip getireceğine dair şâhit olması yeter. Başka şâhitlere ihtiyacı yok, demektir.


[1] Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1625.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14923.

[3] Bakınız: Sûre-i Fetih, Âyet 2.

[4] Sahih-i Müslim, Sıfat-ı Kıyâmet 18 (81).


HUCURÂT SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿١﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٢﴾

1-2. Ey îman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeyi işiten ve bilendir.* Ey îman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi, onunla da yüksek sesle konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de farkında bile olmazsınız.

İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebine dair Abdullah b. ez-Zübeyr Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

أَنَّهُ قَدِمَ رَكْبٌ مِنْ بَنِي تَمِيمٍ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ أَمِّرْ الْقَعْقَاعَ بْنَ مَعْبَدٍ وَقَالَ عُمَرُ بَلْ أَمِّرْ الْأَقْرَعَ بْنَ حَابِسٍ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ مَا أَرَدْتَ إِلَى أَوْ إِلَّا خِلَافِي فَقَالَ عُمَرُ مَا أَرَدْتُ خِلَافَكَ فَتَمَارَيَا حَتَّى ارْتَفَعَتْ أَصْوَاتُهُمَا فَنَزَلَ فِي ذَلِكَ { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ } حَتَّى انْقَضَتْ الْآيَةُ (خ عن عبد اللّٰه بن الزبير)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına Temim-oğullarından bir kafile gelmişti. Hz. Ebû Bekir: ″el-Ka’ka b. Mabedi bunlara emir tayin et″ dedi. Hz. Ömer de: ″el-Akra’ b. Habis’i emir tayin et″ dedi. Bu sefer Hz. Ebû Bekir: ″Senin maksadın sâdece bana muhalefet etmektir″ dedi. Hz. Ömer: ″Hayır, sana muhalefet etmek istemedim″ dedi. Tartışmaları böylece sürüp gitti ve nihâyet Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda seslerini yükselttiler. İşte bunun üzerine Sûre-i Hucurât, Âyet 1-2 nâzil oldu.[1]

İmam Kurtubî Hazretleri, bu âyetleri açıklarken şöyle buyurmuştur:

- Sesi yükseltmekten ya da bağırmaktan maksat, hafife almak ve küçümsemek kastı ile sesin yükseltilmesi değildir. Çünkü Resûlullah’a karşı böyle bir davranış küfürdür. Bu buyruğa muhatab olanlar ise Mü’minlerdir. Burada maksat, bizzat sesin ken­disidir. Büyük şahsiyetlere karşı saygı ve onlara karşı gösterilmesi gereken tâzime uygun düşmeyen yüksek ton ile çıkartılan sesin kendisidir.

Nitekim bir Hadis-i Şerif’te, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Huneyn Günü insanlar bozguna uğrayıp kaçtıklarında Abbas Radiyallâhu anhu’ya: ″İnsanlara yüksek sesle bağır″ diye buyurmuştur. Çünkü Hz. Abbas, insanlar arasında sesi en yüksek olanlardan birisi idi. İşte bu gibi durumlar, müstesnâdır. Bu gibi hallerde sesi yükseltmenin bir sakıncası yoktur.[2]

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿٣﴾

3. Resûlullah’ın huzurunda seslerini kısarak konuşanlar, Allah’u Teâlâ’nın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Abdullah b. ez-Zübeyr Radiyallâhu anhu dedi ki:

فَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةَ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ} قَالَ فَكَانَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ بَعْدَ ذَلِكَ إِذَا تَكَلَّمَ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يُسْمِعْ كَلَامَهُ حَتَّى يَسْتَفْهِمَهُ (ت عن ابن الزبير)

Ey îman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın…″ diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 2 nâzil olunca, Hz. Ömer, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda konuşurken gizli konuşan bir kişi gibi gâyet alçak sesle konuşur­du, hattâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem anlamazdı da ne dediğini sorup anla­mak isterdi.[3] İşte bunun üzerine de, Resûlullah’ın huzurunda seslerini kısarak konuşanlar, Allah’u Teâlâ’nın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir…″ diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 3 nâzil olmuştur.

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾

4. Ey Resûlüm! Seni odaların dışından çağıranların çoğu düşüncesiz kimselerdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, Temimoğullarına mensup bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan bir heyet, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kaylule uykusuna çekildiği zaman, yani öğle uykusunda iken gelmişler ve Peygamber Efendimize odasının dışından: ″Yâ Muhammed, Yâ Muhammed! Yanımıza gel″ diye bağırmaya başlamışlar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de uyanıp yanlarına gitmişti. Bu olay üzerine de bu Âyet-i Kerîme nâ­zil olmuştur.

Bu husus Zeyd b. Erkam Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

جَاءَ نَاسٌ مِنَ الْعَرَبِ فَقَالُوا انْطَلِقُوا بنا إِلَى هَذَا الرَّجُلِ فَإِنْ يَكُ نَبِيًّا فَنَحْنُ أَسْعَدُ النَّاسِ بِهِ وَإِنْ كَانَ مَلِكًا عِشْنَا فِي جَنَاحِهِ فَانْطَلَقْتُ إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَخْبَرْتُهُ بِمَا قَالُوا ثُمَّ جَاءُوا إِلَى حُجَرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجَعَلُوا يُنَادُونَ يَا مُحَمَّدُ يَا مُحَمَّدُ قَالَ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَاءِ الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لا يَعْقِلُونَ} وَأَخَذَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِأُذُنِي وَقَالَ لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ قَوْلَكَ يَا زَيْدُ (طب عن زيد بن ارقم)

Araplardan birtakım insanlar geldi ve şöyle dedi­ler: ″Haydi şimdi şu adama gidelim, eğer gerçekten Peygamber ise, onunla biz insanların en mutlusu oluruz. Eğer kral ise onun himâyesinde yaşarız.″ Hemen Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gidip dediklerini ona haber verdim. Daha sonra onlar, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in evlerine gelip dışardan, ″Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!″ diye bağırmaya başladılar. Bunun üzerine: ″Ey Resûlüm! Seni odaların dışından çağıranların çoğu düşüncesiz kimselerdir″ mealindeki Sûre-i Hucurât, Âyet 4 nâzil oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kulağımdan tutup, ″Allah seni doğruladı Yâ Zeyd!″ dedi.[4]

﴿ وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾

5. Eğer onlar, sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhametlidir.


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Hucurât 1.

[2] Huneyn savaşı hakkında Sûre-i Tevbe, Âyet 25-27 ve izahına bakınız.

[3] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 50; Rudani, Cemul-Fevâid, Hadis No: 7225.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 4980.


NECM SÛRESİ

﴿ وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ ﴿٣﴾ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ ﴿٤﴾

3-4. O (Muhammed Aleyhisselâm), kendi hevâsından konuşmaz.* Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.

İzah: Bu Âyetlerde Allah’u Teâlâ açıkça, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözlerinin, Allah’ın rızâsından ayrı olmadığını beyan etmektedir. Âyetler gibi, hadisler de bizzat Allah tarafından kendisine vahyedilmiştir. Bu sûrede de geçtiği üzere; Peygamberliği, Mîraca çıkması, orada gördükleri ve anlattıklarının hepsi doğrudur, demektir.

Bu Âyet-i Kerîme’ye göre, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetleri ve hadisleri de vahiydir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِالشَّيْءِ فَخُذُوا بِهِ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ (ن ه حم عن ابى هريرة)

″Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu alın. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman da ondan sakının.″[1]

Abdullah b. Amr b. As Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

كُنْتُ أَكْتُبُ كُلَّ شَيْءٍ أَسْمَعُهُ مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُرِيدُ حِفْظَهُ فَنَهَتْنِي قُرَيْشٌ وَقَالُوا أَتَكْتُبُ كُلَّ شَيْءٍ تَسْمَعُهُ وَرَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَشَرٌ يَتَكَلَّمُ فِي الْغَضَبِ وَالرِّضَا فَأَمْسَكْتُ عَنْ الْكِتَابِ فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَوْمَأَ بِأُصْبُعِهِ إِلَى فِيهِ فَقَالَ اكْتُبْ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا يَخْرُجُ مِنْهُ إِلَّا حَقٌّ (د حم در عن عبد اللّٰه بن عمرو)

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den duyduğum her şeyi yanımda bulundurmak için yazıyordum. Nihâyet Kureyş Muhâcirleri beni bu işten sakındırarak, ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den duyduğun her şeyi yazıyorsun, oysa Peygamberimiz de bir beşerdir; öfke veya sevinç hâlinde bir şey söyleyebilir″ dediler. Bu nedenle Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini yazmaktan sakınarak, olayı Peygamberimize aktardım. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kendi ağzına işâret ederek, ″Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz″ buyurdu.[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا قَالَ بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَإِنَّكَ تُدَاعِبُنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَقَالَ إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا (حم عن ابى هريرة)

″Ben, ancak hakkı söylerim.″ Ashâbından birisi: ″Yâ Resûlallah! Sen bizimle şakalaşıyorsun da″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben, haktan başka bir şey söylemem″ buyurdu.[3]

Hassan Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

كَانَ جِبْرِيلُ يَنْزِلُ عَلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالسُّنَّةِ كَمَا يَنْزِلُ عَلَيْهِ بِالْقُرْآنِ. (در عن حسان)

″Cebrâil, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Kur’ân’ı indirdiği gibi sünnet de indiriyordu.″[4]

Bu sebeple Ashâb-ı Kirâm, Hadis-i Şerif’leri hem ezberler, hem de kayıt altına alırlardı. Bu hususta Hemmam b. Münebbih Radiyallâhu anhu şöyle anlatmıştır:

أَبَا هُرَيْرَةَ يَقُولُ لَيْسَ أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكْثَرَ حَدِيثًا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنِّي إِلَّا عَبْدَ اللّٰهِ بْنَ عَمْرٍو فَإِنَّهُ كَانَ يَكْتُبُ وَكُنْتُ لَا أَكْتُبُ (خ ت عن همام بن منبه)

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu buyurdu ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sahâbîlerinden hiçbir kimse, benden daha fazla hadis nakletmiş değildir. Abdullah b. Amr hâriç. Çünkü o yazıyordu, ben yazmıyordum.″[5]

Yine Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَجُلٌ مِنَ الْأَنْصَارِ يَجْلِسُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَسْمَعُ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُهُ وَلَا يَحْفَظُهُ فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنِّي أَسْمَعُ مِنْكَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُنِي وَلَا أَحْفَظُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اسْتَعِنْ بِيَمِينِكَ وَأَوْمَأَ بِيَدِهِ لِلْخَطِّ (ت عن ابى هريرة)

Ensârdan bir adam Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında oturur, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini dinler, hoşuna gider fakat ezberleyemezdi. Bu durumunu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti ve dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Senden bir hadis işitiyorum hoşuma gidiyor, fakat ezberleyemiyorum.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Elinin yardımına müracaat et″ buyurdu ve eliyle yazı yazmaya işâret etti.[6]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ كَتَبَ عَنِّي عِلْمًا أَوْ حَدِيثًا لَمْ يَزَلْ يُكْتَبْ لَهُ الأَجْرُ مَا بَقِيَ ذَلِكَ الْعِلْمُ أَوِ الْحَدِيثُ (ك فى تاريخه عن ابى بكر)

″Bir kimse benden bir ilim veya hadis yazsa, bu ilim veya hadis devam ettikçe, ona da ecir yazılmaya devam edilir.″[7]

Yine Peygamberimizin haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir. Haram ve helâl olan şeylerin bir kısmı âyetle belirlenmiş, bir kısmı da bizzat Peygamberimiz tarafından belirlenmiştir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ أَلا يُوشِكُ شَبْعَانٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ، وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ. أَلَا لَا يَحِلُّ لَكُمُ الْحِمَارُ الأَهْلِيُّ وَلَا كُلُّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَلَا لُقَطَةُ مُعَاهَدٍ إِلا أَنْ يَسْتَغْنِيَ عَنْهَا صَاحِبُهَا وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فَعَلَيْهِمْ أَنْ يَقْرُوهُ. فَإِنْ لَمْ يَقْرُوهُ فَلَهُ أَنْ يُعْقِبَهُمْ بِمِثْلِ قِرَاهُ. (د طب عن المقدام بن معدي كرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[8] ″Haberiniz olsun! Sizin için evcil olan eşek eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanların eti size helâl değildir. Bir muâhidin (kendisiyle barış ortamında olunan ve İslâm Dîni’nin hâricinde olan kimselerin) yitiği size helâl olmaz. Ancak sahibi ona ihtiyaç duymayıp helâl ederse müstesnâ.″[9]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

عَسَى أَحَدُكُمْ اَنْ يُكَذِّبَنِى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى فَيَقُولُ مَا قَالَ ذَا رَسُولُ اللّٰهِ دَعْ هَذَا وَهَاتِ مَا فِي الْقُرْآنِ (أبو نصر السجزى في الابانة وقال غريب عن جابر أبو نصر عن أبى سعيد)

Sizden birinin koltuğuna dayanmış olduğu halde, beni yalanla-yacağı beklenir. Şöyle ki, kendisine benden bir hadis ulaştığında, ″Resûlullah böyle bir şey söylemedi. Bunu bırak, Kur’ân’dakini bana getir″ der.[10]

İşte bunlar gibi çok sayıda Hadis-i Şerif’te açıkça geçtiği üzere, Kur’ân ile birlikte Peygamber Efendimize sünnet de verilmiştir. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ عن مالك)

″Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın.″[11] Bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ (م عن جابر)

″Hacca ait ibâdetlerin uygulamalarını benden alın.″[12]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

اِنَّمَا بُعِثْتُ خَاتِمًا فَاتِحًا وَأُعْطِيتُ جَوَامِعَ الْكَلِمِ وَفَوَاتِحَهُ وَاخْتَصَرَ لِى الْحَدِيثُ اِخْتِصَارًا فَلَا يُهْلِكَنَّكُمْ اِلَّاالْمُتَهَوِّكُونَ (هب عن قلابة)

″Ancak ben gönderildim ki, Peygamberlerin hâtemiyim ve yaratılış itibariyle de ilkiyim. Bana az söz ile çok mânâlar anlatma kabiliyeti verilmiştir. Bütün fütuhat bana açılmıştır. Hadisler bana kısa ve toplu olarak güzel kelimeler ile çok büyük mânâlı olarak gelmiştir. Siz bu hadislerime uyar ve amel ederseniz helâk olmazsınız. Yalnız hadisimi hiçe sayarak kıymete almayanlar helâk olurlar.″[13]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, sünnetini hafife alarak yüz çeviren kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب )

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[14]

İmran b. Huseyn Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

نَزَلَ الْقُرْآنُ وَسَنَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ السُّنَنَ ثُمَّ قَالَ اتَّبِعُونَا فَوَاللّٰهِ إِنْ لَمْ تَفْعَلُوا تَضِلُّوا (حم عن عمران بن حصين)

Kur’ân nâzil oldu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de sünnetler koydu. Sonra buyurdu ki: ″Bize (Kur’ân’a ve Sünnete) tâbi olun. Vallâhi, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz!″[15]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 1; Sünen-i Nesâî, Hac 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7797.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, İlim 3; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6221, 6511.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8125.

[4] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 49.

[5] Sahih-i Buhârî, İlim 39; Sünen-i Tirmizî, İlim 12.

[6] Sünen-i Tirmizî, İlim 13.

[7] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 440/13.

[8] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[9] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3920, 3921, 6216.

[10] Râmûz’ul-Ehâdîs, 315/10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 983.

[11] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb 27.

[12] Sahih-i Müslim, Hac 51 (310).

[13] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4983; Abdurrezzak, Musannef Hadis No: 10163; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 139/5.

[14] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19147.


MÜCADELE SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَةًۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

12. Ey îman edenler! Resûl ile gizli konuşmak isterseniz, bu gizli konuşmanızdan evvel bir sadaka verin. Bu, sizin için hayırlı ve daha temizdir. Fakat tasadduk edecek bir şey bulamazsanız, şüphesiz Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre; bu Âyet-i Kerîme, Müslümanların Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sıkıntı ve­recek noktaya gelinceye kadar, çokça soru sormaları sebebiyle nâzil olmuştur. Daha sonra bu Âyet-i Kerîme, bun­dan sonraki Sûre-i Mücâdele, Âyet 13 ile neshedilmiştir.

Bu husus Hz. Ali Kerremallâhu veche’den şöyle nakledilmiştir:

لَمَّا نَزَلَتْ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمْ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً} قَالَ لِي النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا تَرَى دِينَارًا قُلْتُ لَا يُطِيقُونَهُ قَالَ فَنِصْفُ دِينَارٍ قُلْتُ لَا يُطِيقُونَهُ قَالَ فَكَمْ قُلْتُ شَعِيرَةٌ قَالَ إِنَّكَ لَزَهِيدٌ قَالَ فَنَزَلَتْ {أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ} الْآيَةَ قَالَ فَبِي خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ (ت عن على بن ابى طالب)

″Ey îman edenler! Resûl ile gizli konuşmak isterseniz, bu gizli konuşmanızdan evvel sadaka verin…″ diye devam eden Sûre-i Mücâdele, Âyet 12 nâzil olunca, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bana: ″Bu sadakanın miktarı bir dinar olsun mu?″ diye görüşümü sordu. Ben: ″Buna güç yetiremezler″ de­dim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Peki, ya yarım dinar″ deyince, ben yine: ″Güç yetiremezler″ dedim. Bu se­fer: ″Ya kaç dinar olsun?″ diye sorunca, ben: ″Bir arpa ağırlığınca″ dedim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sen çok küçük bir miktar söyledin″ diye buyurdu. Bunun üzerine de: ″Siz, Resûl ile gizli konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu?...″ diye devam eden Sûre-i Mücâdele, Âyet 13 nâzil oldu. Hz. Ali dedi ki: ″Benim sâyemde Allah’u Teâlâ bu ümmetin yü­künü hafifletti.″[1]

﴿ ءَاَشْفَقْتُمْ اَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَاتٍۜ فَاِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ ﴿١٣﴾

13. Siz, Resûl ile gizli konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu? Bunu yapmadığınıza ve Allah’u Teâlâ da sizin tevbenizi kabul ettiğine göre, artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah’u Teâlâ, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

İzah: Mücâhid Hazretlerinden nakledildiğine göre; Hz. Ali Kerremallâhu veche, bu Âyet-i Kerîme hakkında şöyle buyurmuştur: ″Benden başka kimse onunla amel etmedi. Nihâyet o hüküm neshedildi. Bu, ancak bir saat câri olmuştur.″


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 59; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No:7261.


SAFF SÛRESİ

﴿ وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓا ئ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٦﴾

6. Hani bir zaman Meryem oğlu Îsâ da, ″Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, size Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra Ahmed isminde bir Peygamberin geleceğini müjdeleyici olarak gelen Allah’ın Resûlüyüm″ demişti. Ne zaman ki o Peygamber (Muhammed Aleyhisselâm), apaçık mûcizelerle onlara geldi. Dediler ki: ″Bu, âşikâr bir sihirdir.″

İzah: Îsâ Aleyhisselâm’ın kendi ümmetine Resûlullah Efendimizin geleceğini müjdelediğine dair Ebû Mûsâ el-Eş’arî Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

أَمَرَنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَنْطَلِقَ إِلَى أَرْضِ النَّجَاشِيِّ فَذَكَرَ حَدِيثَهُ قَالَ النَّجَاشِيُّ أَشْهَدُ أَنَّهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَنَّهُ الَّذِي بَشَّرَ بِهِ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَلَوْلَا مَا أَنَا فِيهِ مِنَ الْمُلْكِ لَأَتَيْتُهُ حَتَّى أَحْمِلَ نَعْلَيْهِ (د عن ابى الدرداء عن أبيه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bize Necâşi’nin ülkesine gitmemizi emretti. Râvi: Necâşi’nin Müslümanlığı kabul edişi ile ilgili hâdiseyi şöyle anlattı: Necâşi: ″Ben, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederim. O, Meryem oğlu Îsâ’nın müjdelediği kimsedir. Eğer üzerimde meliklik görevi olmasaydı, kendisine varır, ayakkabı­larını taşırdım″ dedi.[1]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَا عَبْدُ اللّٰهِ وَخَاتَمُ النَّبِيِّنَ وَاِنَّ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ لَمُنْجَدِلٌ فِي طِينَتِهِ سَأُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوِيلِ ذَلِكَ دَعْوَةُ أَبِى اِبْرَاهِيمَ وَبِشَارَةِ عِيسَى قَوْمَهُ وَرُؤْيَا أُمِّى الَّتِى رَأَتْ اَنَّهُ خَرَجَ مِنْهَا نُورٌ أَضَاءَتْ لَهُ قُصُورُ وَكَذَلِكَ أُمَّهَاتُ النَّبِيِّنَ صَلَوَاتُ اللّٰهِ عَلَيْهِمْ (بزار و طب عن العرباض بن سارية)

″Âdem Aleyhisselâm’ın cesedi, henüz toprağın içindeyken ben Allah’ın kulu ve Peygamberlerin hâtemi idim. Bundan size haber vereyim: Bu, babam İbrâhim’in duâsı, Îsâ’nın kavmine verdiği müjde ve annemin gördüğü rüyâ sonucudur. Annem kendisinden bir nûrun çıktığını ve bu nûrun Şam saraylarını aydınlattığını görmüştü. Zîrâ diğer Peygamberlerin anneleri de bu türden rüyâlar görürlerdi.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِي أَسْمَاءً أَنَا مُحَمَّدٌ وَأَنَا أَحْمَدُ وَأَنَا الْمَاحِي الَّذِي يَمْحُو اللّٰهُ بِيَ الْكُفْرَ وَأَنَا الْحَاشِرُ الَّذِي يُحْشَرُ النَّاسُ عَلَى قَدَمِي وَأَنَا الْعَاقِبُ (خ م عن جبير بن مطعم)

″Benim isimlerim vardır. Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Ben Hâşir’im ki, insanlar benden sonra haşredileceklerdir. Ben Mâhi’yim ki, Allah’u Teâlâ benimle küfrü imhâ eder. Ben Âkib’im ki, benden sonra Peygamber yoktur.″[3]

﴿ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ ﴿٩﴾

9. Müşrikler istemeseler de, dînini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur.

İzah: Âyette ifade edilen, İslâm’ın bütün dinlere üstün olmasından maksat, ahir zamanda İslâm’ın diğer dinlere gâlip geleceği, demektir. Mücâhid Hazretleri dedi ki: Bu da Îsâ Aleyhisselâm’ın yeryüzüne indiğinde, İslâm’dan baş­ka herhangi bir dînin (Hristiyanlık ve Yahudiliğin) kalmayacağı zaman gerçekleşecektir. Yine bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu: ″Çünkü Allah’u Teâlâ İslâm’ı; Îsâ Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inişiyle, bütün dinlere üstün kılacaktır″ diye buyurmuştur.[4]


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 56-58.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 15032; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6356.

[3] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Saf 1; Sahih-i Müslim, Fedâil 34 (126)

[4] Hz. Îsâ’nın göğe yükseltilmesi ve âhir zamanda Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti olarak tekrar yeryüzüne inmesi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 157-159 ve Sûre-i Zuhruf, Âyet 61 ve izahlarına bakınız.


KALEM SÛRESİ

﴿ وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ ﴿٣﴾ وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ﴿٤﴾

3-4. Ey Habîbim! Şüphesiz ki, senin için tükenmez bir mükâfat vardır.* Şüphesiz ki sen, çok büyük bir ahlak üzeresin.

İzah: Âyet-i Kerîme’de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem için Allah’u Teâlâ: ″Şüphesiz ki sen, çok büyük bir ahlak üzeresin″ diye buyurmaktadır. Yani Allah’u Teâla şöyle buyurmuştur: Ey Habîbim! Şüphesiz ki sen, yaratılmışların içerisinde ahlâkı en güzel olanısın.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in güzel ahlâkı hakkında Sa’d b. Hişam Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

فَقُلْتُ يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ أَنْبِئِينِي عَنْ خُلُقِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ أَلَسْتَ تَقْرَأُ الْقُرْآنَ قُلْتُ بَلَى قَالَتْ فَإِنَّ خُلُقَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ الْقُرْآنَ (م حم عن سعد بن هشام)

Hz. Âişe’ye: ″Ey Mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından haber ver″ dedim. Bana: ″Sen Kur’ân okumuyor musun?″ diye sordu. Ben: ″Evet″ dedim. Bunun üzerine dedi ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkı Kur’ân idi.″[1]

Yine Ebû Abdullah el-Cedelî Radiyallâhu anhu Hz. Âişe’ye, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından sorunca, kendisine şöyle buyurmuştur:

كَانَ أَحْسَنَ النَّاسِ خُلُقًا لَمْ يَكُنْ فَاحِشًا وَلَا مُتَفَحِّشًا وَلَا صَخَّابًا فِي الْأَسْوَاقِ وَلَا يَجْزِي بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَصْفَحُ (حب عن ابى عبد اللّٰه الجدلى)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, insanların en güzel ahlâklısı idi. Her zaman sükûnet ve vakarla hareket eder, aslâ yüksek sesle konuşmaz ve kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmazdı. Bilakis, affeder ve hoşgörülü davranırdı.″[2]

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ حُسْنَ الْأَخْلَاقِ (موطأ عن مالك)

″Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim″[3]

Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

خَدَمْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَشْرَ سِنِينَ وَاللّٰهِ مَا قَالَ لِي أُفًّا قَطُّ وَلَا قَالَ لِي لِشَيْءٍ لِمَ فَعَلْتَ كَذَا وَهَلَّا فَعَلْتَ كَذَا (م عن انس بن مالك)

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e on sene hizmet ettim. Vallâhi! O bana hiçbir zaman ″Of″ demedi. O bana herhangi bir iş için, ″Niçin bunu böyle yaptın? Şöyle yapsaydın ya!″ demedi.[4]

Müslümanların da güzel bir ahlâka sahip olmaları gerektiği hakkında da çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Bu hususta Ebû Zerr Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

قَالَ لِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اتَّقِ اللّٰهِ حَيْثُمَا كُنْتَ وَأَتْبِعْ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ (ت حم عن ابى ذر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bana buyurdu ki: ″Nerede ve hangi hâl üzere olursan ol, Allah’tan kork ve kötülüğün arkasında hemen bir iyilik yap ki, onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçin.″[5]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu da şöyle anlatmaktadır:

سُئِلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ أَكْثَرِ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ الْجَنَّةَ فَقَالَ تَقْوَى اللّٰهِ وَحُسْنُ الْخُلُقِ وَسُئِلَ عَنْ أَكْثَرِ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ النَّارَ فَقَالَ الْفَمُ وَالْفَرْجُ (ت عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e insanları en çok Cennete ne­yin girdireceğine dair soru soruldu. O da, ″Dâimâ Allah korkusunu üzerinde taşımak ve güzel ahlâk″ diye buyurdu. Sonra insanları en çok ateşe neyin girdireceğine dair soru sorul­du. Bu sefer de, ″Ağız ve ferç″ diye buyurdu.[6]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَيَّ وَأَقْرَبِكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَحَاسِنَكُمْ أَخْلَاقًا وَإِنَّ أَبْغَضَكُمْ إِلَيَّ وَأَبْعَدَكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرْثَارُونَ وَالْمُتَشَدِّقُونَ وَالْمُتَفَيْهِقُونَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَدْ عَلِمْنَا الثَّرْثَارُونَ وَالْمُتَشَدِّقُونَ فَمَا الْمُتَفَيْهِقُونَ قَالَ الْمُتَكَبِّرُونَ (ت عن جابر)

″Mahşer gününde aranızdan en çok sevdiğim ve bana en çok yakın olanlar arasında başta gelenler, ahlâk itibariyle en güzel olanlarınızdır ve yine mahşer gü­nünde kendisine en çok buğzedip meclis itibariyle benden en uzakta olacak olanlar da, boşboğazlık edenler, diliyle insanlara eziyet ederek çirkin sözler söy­leyenler ve mütefeyhiklerdir.″ Ashâb-ı Kirâm: ″Yâ Resûlallah! Boşboğaz­lık edenleri, konuşmalarıyla başkalarına eziyet edenleri biliyoruz. Mütefeyhikler ne oluyor?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Kibirlenen kimselerdir.″[7]


[1] Sahih-i Müslim, Müsâfirin 18 (139 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23134.

[2] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 6551; Sünen-i Tirmizî, Birr 69; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 2.

[3] İmam Mâlik, Muvatta, el-Câmi’ 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8595.

[4] Sahih-i Müslim, Fedâil 13 (51).

[5] Sünen-i Tirmizî, Birr 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20392.

[6] Sünen-i Tirmizî, Birr 61.

[7] Sünen-i Tirmizî, Birr 70.


İNŞİRÂH SûRESİ

﴿ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿٤﴾ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿٥﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿٦﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿٧﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿٨﴾

4-8. Ey Habîbim! Biz senin zikrini yücelttik.* Muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.* Hakikaten her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.* O halde boş kaldığın vakit, Rabbine ibâdetle nefsini yor* ve ancak Rabbine yönel.

İzah: Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme’de: Ey Habîbim! Biz senin zikrini yücelttik″ diye buyurarak, Habîbinin ismini; Kelime-i Şahadet’te, ezanda ve teşehhütte kendi adıyla beraber zikrederek şânını yüceltmiştir. Katâde Hazretleri diyor ki: Allah’u Teâlâ, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zikrini dünyâda da âhirette de yü­celtti. Hiçbir hutbe okuyan, şehâdet getiren ve namaz kılan yoktur ki: ″Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammed’en Resûlullah″ diye seslenmiş olma­sın.[1]

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أتَانِي جِبْرِيلُ فَقالَ إنَّ رَبِّي وَرَبكَ يَقُولُ: كَيْفَ رَفَعْتُ لَكَ ذِكْرَكَ؟ قَالَ: اللّٰهُ أعْلَمُ، قَالَ: إذَا ذُكِرْتُ ذُكرتَ مَعِي (ع عن أبي سعيد الخدرى)

Cebrâil bana gelip dedi ki: ″Benim ve senin Rabbin, ″Şânını nasıl yükselttiğime bir baksın, diyor″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ en iyi bilendir″ dedi. Allah’u Teâlâ buyurdu ki: ″Benim adım zikredilince, Benimle beraber sen de zikredilirsin.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَنَا أَوَّلُ النَّاسِ خُرُوجًا اِذَا بُعِثُوا وَأَنَا خَطِيبُهُمْ إِذَا وَفَدُوا وَأَنَا مُبَشِّرُهُمْ اِذَا أَيِسُوا لِوَاءُ الْحَمْدِ يَوْمَئِذٍ بِيَدِي وَأَنَا أَكْرَمُ وَلَدِ آدَمَ عَلَى رَبِّى وَلَا فَخْرَ (ت عن انس)

″İnsanların, mahşer yerine getirilecekleri zaman kabrinden ilk çıkan benim, insanların hatipleri benim, ümitlerini kestikleri zaman müjdecileri benim, Livâ’ul-Hamd Sancağı o gün benim elimdedir. Allah katında Âdemoğlunun en şereflisi benim. Bunları övünmek için söylemiyorum, hakikat budur.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in diğer Peygamberlerden daha üstün


[1] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 24, s. 494.

[2] Ebu Ya’lâ, Müsned, Hadis No: 1349; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 31891.

[3] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 2.