TEVBE SÛRESİ

﴿ اَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُٓوا اَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِاِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَؤُ۫كُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۜ اَتَخْشَوْنَهُمْۚ فَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَوْهُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣﴾ قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٤﴾ وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٥﴾

13-15. Ey Mü’minler! Yeminlerini bozan, Resûlü Mekke’den çıkarmaya azmeden ve sizinle düşmanlığı ve savaşı ilk başlatan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer Mü’min iseniz, kendisinden korkmanıza Allah’u Teâlâ daha lâyıktır.* Onlarla savaşın ki, Allah’u Teâlâ sizin elinizle onlara azap etsin. Onları rüsvay etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Mü’minler topluluğunun kalplerini ferahlandırsın.* Ve Mü’minlerin kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah’u Teâlâ, dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme’de: ″Sizinle düşmanlığı ve savaşı ilk başlatan bir toplulukla savaşmaz mısınız?″ diye geçen ifadesiyle, Mekkeli müşrikler, sizinle antlaşması olan Huzaa kabilesine savaş açarak, sizinle savaşı önce onlar başlatmıştır. Öyleyse onlarla savaşın, buyur-muştur.[1] Çünkü Resûlü Kibriyâ’nın Hudeybiye’de Mekkeli müşriklerle yapmış olduğu sulh antlaşmasının bir maddesi şöyleydi:

- Kâfir olduğu halde, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in tarafında olan Huzaa kabilesine yapılacak her türlü saldırı, doğrudan Müslümanlara yapılmış kabul edilecek ve sulh antlaşması bozulmuş olacaktı. Sonuçta Mekkeliler, bu kabileye saldırarak yağma ettiler. Birçoklarını öldürdüler. Böylece Hudeybiye’de yapılan antlaşma müşrikler tarafından bozulmuş oldu. Bu şekilde savaşı başlatan taraf müşrikler oldu. Nihâyet Allah’u Teâlâ‘nın emri üzerine müşriklerle savaşılarak Mekke fethedilmiştir. Bu hususta geniş bilgi için Âdiyât Sûresi‘ne ve izahına bakınız.


[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 7, s. 244-245.


FETİH SÛRESİ

﴿ وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا ﴿٢٤﴾

24. Sizi kâfirlere karşı muzaffer ettikten sonra, Mekke’nin içinde kâfirlerin ellerini sizden ve sizin ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı görendir.

﴿ هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا ﴿٢٥﴾

25. Onlar, kâfir olanlardır ve sizi Mescid-i Haram’dan ve kurbanlarınızı kesileceği yere (Mina’ya) ulaşmaktan menedenlerdir. Eğer (kâfirlerle karışık oldukları için) bilmediğiniz Mü’min erkekler ile Mü’min kadınlar bulunmasaydı, onları bilmeksizin çiğneyip de meşakkate uğramanız ihtimali olmasaydı, Allah’u Teâlâ (Mekke içinde) ellerinizi düşmandan çekmezdi. Lâkin dilediğini rahmetine girdirmek için ellerinizi çekti. Eğer (Mekke’de kâfirlerle karışık olan Mü’minler) seçilip ayrılmış olsalardı, elbette onlardan kâfir olanları elim bir azap ile azaplandırırdık.

İzah: Kâfirler, Hudeybiye’de Müslümanların Mekke’ye girmelerine engel olmuşlardı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Mü’minlerin yanlarında getirdikleri kurbanların kesilmek üzere Mina’ya gönderilmesine de mâni olmuşlardı. Bunun üzerine Mü’minler de Hudeybiye’de kurbanlarını kesip saçlarını usturaya vurarak veya kısaltarak ihramdan çıkmak zorunda kalmışlardı.

Câbir b. Abdul­lah Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

نَحَرْنَا مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَ الْحُدَيْبِيَةِ الْبَدَنَةَ عَنْ سَبْعَةٍ وَالْبَقَرَةَ عَنْ سَبْعَةٍ (م عن جابر)

″Biz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte Hudeybiye yılında deveyi de yedi kişi adına, ineği de yedi kişi adına kestik.″[1]

Yine Câbir b. Abdul­lah Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

حَجَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَحَرْنَا الْبَعِيرَ عَنْ سَبْعَةٍ وَالْبَقَرَةَ عَنْ سَبْعَةٍ. فَقَالَ رَجُلٌ لِجَابِرٍ أَيُشْتَرَكُ فِي الْبَدَنَةِ مَا يُشْتَرَكُ فِي الْجَزُورِ قَالَ مَا هِيَ إِلَّا مِنَ الْبُدْنِ وَحَضَرَ جَابِرٌ الْحُدَيْبِيَةَ قَالَ نَحَرْنَا يَوْمَئِذٍ سَبْعِينَ بَدَنَةً اشْتَرَكْنَا كُلُّ سَبْعَةٍ فِي بَدَنَةٍ. (م عن جابر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte haccettiğimizde deveyi yedi kişi adına ve sığırı da yedi kişi adına kurban olarak kestik.[2] Bunun üzerine bir adam Hz. Câbir’e: ″Peki, deveye ortak olunduğu gibi ine­ğe de ortak olunur mu?″ diye sordu. ″O da, büyükbaş hayvanlardan birisidir″ dedi. Hz. Câbir, Hudeybiye’de hazır bulunmuş ve şöyle demiştir: ″O gün biz yetmiş büyükbaş hayvan kestik. Her bir büyükbaşa yedi kişi ortak olduk.″[3]

Yine İmam Kurtubî’nin tefsirinde naklettiğine göre:

وَأَمَرَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمِينَ أَنْ يَنْحَرُوا وَيَحِلُّوا فَفَعَلُوا بَعْد تَوَقُّف كَانَ مِنْهُمْ أَغْضَبَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ لَهُ أُمّ سَلَمَة لَوْ نَحَرْت لَنَحَرُوا فَنَحَرَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَدْيه وَنَحَرُوا بِنَحْرِهِ وَحَلَقَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَأْسه وَدَعَا لِلْمُحَلِّقِينَ ثَلَاثًا وَلِلْمُقَصِّرِينَ مَرَّة. (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ام سلمة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Müslümanlara kurbanlarını kesip ihramdan çıkmalarını emretti. Onlar, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i gazaplandıracak şekilde bir süre duraksadıktan sonra verilen emri yerine getirdiler. Bu sırada Ümmü Seleme, kendisine şöyle demişti: ″Sen kurbanını kesersen, on­lar da keseceklerdir.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kurbanlarını kesti. On­lar da onun kesmesi üzerine kurbanlarını kestiler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem saçları­nı usturaya vurdu ve saçlarını usturaya vuranlara üç defa, kısaltanlara da bir defa duâ et­ti.[4]

Siyer-i Nebî kitaplarında anlatıldığı üzere, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ashâbı, Hudeybiye senesinde hac ve umre için yola Zilkâde ayında çıkmışlardır. Zilhicce ayında da; gelecek yıl üç gün Mekke’de kalmaları şartıyla müşriklerle antlaşma yapılmıştır. Bu aylar, hac aylarıdır. Sûre-i Fetih, Âyet 25’te: ″Onlar, kâfir olanlardır ve sizi Mescid-i Haram’dan ve kurbanlarınızı kesileceği yere (Mina’ya) ulaşmaktan menedenlerdir…″ diye açıkça geçtiği üzere, kurbanlarını kesmeleri için Müslümanların Mina’ya gitmelerine müşriklerin mâni olmalarından bahsedilmektedir. Mina’da kurban kesme zorunluluğu, hacda olan bir uygulamadır. Umrede ise böyle bir şart yoktur. Bâzı kaynaklarda bu olay umre diye geçsede, aslında kastedilen hac ve umredir. Nitekim İmam Taberi de tefsirinde, Sûre-i Bakara, Âyet 114’ü izah ederken İbn-i Zeyd Hazretlerinden bir nakilde bulunmuş ve orada da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hac ve umre yapmak üzere gittiği beyan edilmiştir.[5]


[1] Sahih-i Müslim, Hac 62 (350).

[2] Sahih-i Müslim, Hac 62 (352).

[3] Sahih-i Müslim, Hac 62 (353).

[4] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 16, s. 284.

[5] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 2, s. 521.


ÂDİYÂT SURESİ

﴿ وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًاۙ ﴿١﴾ فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًاۙ ﴿٢﴾ فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحًاۙ ﴿٣﴾ فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعًاۙ ﴿٤﴾ فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعًاۙ ﴿٥﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ ﴿٦﴾ وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ ﴿٧﴾ وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ ﴿٨﴾ اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ ﴿٩﴾ وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ ﴿١٠﴾ اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ ﴿١١﴾

1-11. Soluk soluğa koşanlara,* ayaklarından ateş saçanlara,* sabah vakti düşman üzerine hücum edenlere,* bu hücum ile toz koparanlara (atlara),* sonra onunla düşman saflarının ortasına girenlere yemin ederim ki,* muhakkak insan, Rabbine karşı elbette çok nan­kördür.* Şüphesiz ki, bu nankörlüğüne kendisi de şâhittir.* Şüphesiz o, malı çok sever.* Bilmez mi ki, kabirdekilerin çıkarıldığı* ve kalplerdeki gizlilik­lerin ortaya döküldüğü vakit,* şüphesiz Rableri, o gün onlardan (bütün yaptıklarından) elbette haberdardır.

İzah: Âdiyât Sûre Mekke’nin fethinden bahsetmektedir. Mekke’nin fethi şöyle gerçekleşmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hudeybi’ye de Mekkeli müşriklerle sulh antlaşması yapmıştı. Bu antlaşma maddelerinden birisi de şuydu:

- Kâfir olduğu halde, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in tarafında olan Huzaa kabilesine yapılacak her türlü saldırı, doğrudan Müslümanlara yapılmış kabul edilecek ve sulh antlaşması bozulmuş olacaktı. Sonuçta Mekkeliler, bu kabileye saldırarak yağma ettiler. Birçoklarını öldürdüler. Böylece Hudeybiye’de yapılan antlaşma müşrikler tarafından bozulmuş oldu. Bu şekilde savaşı başlatan taraf müşrikler oldu.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘e o kabileden bir atlı gelip haber verdi: ″Yâ Muhammed! Bizi Mekkeliler kırdı.″ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara: ″Hem intikamınızı alacağım. Hem de Mekke’yi alırsam, zâyi olan mallarınızı ödeyeceğim. Yalnız kimseye bir şey söylemeyin″ dedi. Harp için hazırlık yapıp yola çıktı. Niçin, nereye gidildiğini kimse bilmiyordu. Mekkeliler elçi gönderip, ″Antlaşmayı yenileyelim″ diye çok yalvardılar. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Antlaşma bozuldu mu?″ diye sordu. Onlar, bozuldu deseler harp olacaktı; ″Bozulmadı″ dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de: ″Öyleyse yeni bir antlaşma yapmaya gerek yoktur″ dedi.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ikindi vakti beş yüz atlı hazırlatıp, Şam yoluna gitmelerini emretti. Mekkelilerin casusları, bunları o gün akşama kadar uzaktan tâkip ettiler ve Şam‘a gittikleri kanâatına vardılar. Dönüp Mekke‘ye geldiler.

Muhammed‘in beş yüz süvâri birliği Şam‘a gitti. Biz akşama kadar tâkip ettik. Şam yolunda ilerliyorlar. Demek ki, Muhammed Şam‘ı alacak, diye kaygısız oldular.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, gece yarısı on yedi asil at çıkarttırdı. Bunlara: ″Şam‘a giden atlılara yetişin. Onlar falan gün arkamızdan bize yetişsinler. Sabaha karşı Mekke‘ye baskın yapacağız″ diye buyurdu. Böylelikle piyadeler, Mekke‘ye doğru hızla yol aldı. On yedi atlı, o süvâri birliğine haber vermek için olanca hızlarıyla gittiler. Onları geri çevirdiler. Tâyin edilen gün şafağın yeri ağarmadan o süvâri birliği yetişmişti. Onların atları çok hızlı koşuyordu. Atların ayağının nalları taşlara çarptıkça, ateş gibi çıngı saçıyordu.

Mekke’nin fethi hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ‘dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَخَرَجَ فِي رَمَضَانَ مِنَ الْمَدِينَةِ وَمَعَهُ عَشَرَةُ آلَافٍ وَذَلِكَ عَلَى رَأْسِ ثَمَانِ سِنِينَ وَنِصْفٍ مِنْ مَقْدَمِهِ الْمَدِينَةَ، فَسَارَ هُوَ وَمَنْ مَعَهُ مِنَ الْمُسْلِمِينَ إِلَى مَكَّةَ يَصُومُ وَيَصُومُونَ حَتَّى بَلَغَ الْكَدِيدَ وَهُوَ مَاءٌ بَيْنَ عُسْفَانَ وَقُدَيْدٍ أَفْطَرَ وَأَفْطَرُوا (خ عن ابن عباس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke‘nin fethi seferine, Medîne‘den Ramazan ayında çıktı. Kendisiyle beraber on bin mücâhit vardı. Bu sefer, Medîne‘ye hicretten sekiz yıl altı ay sonra gerçekleşmiştir. Bu tarihte Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem maiyetindeki Müslümanlardan teçhiz edilen ordusuyla beraber Mekke‘ye doğru yola çıktı. Kendisi oruç tutuyordu. Ashâbı da oruçlu idiler. Kedid mevkiine varınca ki bu Usfan ile Kudeyd arasında bir sudur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem iftar etti. Mücâhitler de iftar ettiler.[1]

Mekke‘yi, dört koldan Müslümanlar muhâsara etti. Şafağın yeri ağarmazdan evvel Mekke‘ye baskın yaptılar.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke müşriklerine; silahını bırakıp, Kâbe‘nin avlusuna geçmelerini söyledi. Aksi takdirde öldürüleceklerini veya esir edileceklerini emretti.

Bu hususta İbn-i Kurre’nin Abdullah İbn-i Mugaffal Radiyallâhu anhu’dan naklettiği Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

رَأَيْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ فَتْحِمَكَّةَعَلَى نَاقَتِهِوَهُوَ يَقْرَأُ سُورَةَ الْفَتْحِ يُرَجِّعُ وَقَالَ لَوْلَا أَنْ يَجْتَمِعَ النَّاسُ حَوْلِي لَرَجَّعْتُ كَمَا رَجَّعَ (خ عبد اللّٰه بن مغفل)

Mekke’nin fethi günü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘i devesi üzerinde gördüm. O, sesini işittirecek derecede yükselterek Fetih Sûresi’ni okuyordu. Râvi Muâviye der ki: ″Halkın etrafıma toplanacağını düşünmeseydim, Abdullah İbn-i Mugaffal’ın, (Resûlullah’ın okuyuşunu anlatırken) sesini yükselttiği gibi ben de yükseltirdim.″[2]

Yine bu konuda Abdullah b. Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

دَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَكَّةَ وَحَوْلَ الْبَيْتِ سِتُّونَ وَثَلَاثُ مِائَةِ نُصُبٍ فَجَعَلَ يَطْعُنُهَا بِعُودٍ فِي يَدِهِ وَيَقُولُ {جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا} {جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ} (خ م عن عبد اللّٰه بن مسعود)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethettiğinde, Kâbe’nin çevresinde üç yüz altmış tane put vardı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem elindeki âsâ ile onları deviriyor ve ″Hak (İslâm) geldi ve bâtıl (şirk) yok oldu. Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdur″[3] ve ″Hak (İslâm) geldi; bâtıl (şirk) eseri görülmeyecek ve tekrar dönmeyecek sûrette yok oldu[4] diye geçen âyetleri okuyordu.[5]

Mekke’nin fethi sırasında Halid Radiyallâhu anhu, ayrı bir cephede harp ediyordu. Müşrikler, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e:

- Biz Müslüman olacağız, Halid bizi öldürüyor. Haber gönder de Halid harbi durdursun, dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem harbi durdurması için, bir adam gönderdi.

- Halid’e git, söyle harbi durdursun, dedi. O adam, Hz. Halid’in yanına geldi. Fakat Allah’u Teâlâ’nın hikmeti gereği, savaşı durdurmasını değil savaşa devam etmesini söyledi. Bu söz üzerine Halid Radiyallâhu anhu savaşa devam etti. Yine Peygamberimizin yanına geldiler:

- Halid, beyleri kırıyor. Şunu çabuk durdur, Müslüman olacağız, dediler Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bu sefer Hz. Ali’yi gönderdi. O da, Hz. Halid’i ihsarlı olarak Peygamber Efendimizin huzuruna getirdi. Peygamber Efendimiz:

- Yâ Halid! Savaşı durdur, dediğim söze niçin itâat etmedin? diye sordu. Halid Radiyallâhu anhu:

- Bana gelen haberci, ″Savaşa devam etsin″ diye söyledi, ben de savaşa devam ettim, dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem gönderdiği haberciyi çağırttı.

- Sen neden ″Harbi durdur″ demedin? diye sordu. O da:

- Ben, ″Harbi durdur″ diyemedim, dedi. O sırada Cebrâil Aleyhisselâm, Allah’u Teâlâ’dan selâm ile geldi:

- Yâ Muhammed! Amcan Hz. Hamza‘nın Uhud’da ciğerini çıkartıp gözünün önünde yediklerinde Allah için vaad ettin; ″Elime bir fırsat geçerse Mekke‘nin beylerinden yetmiş kişiyi öldürürüm″ demiştin.[6] Onu, sen unuttun ama Allah’u Teâlâ unutmadı. Halid, Allah’ın kılıcıdır. Allah kendi kılıcı ile senin vaadini yerine getirdi. Ne Halid’in suçu var, ne de haber götürenin, dedi.

İşte bu şekilde Mekke, savaş yapılarak fethedilmiştir.


[1] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1622

[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1625.

[3] Sûre-i İsrâ, Âyet 81.

[4] Sûre-i Sebe, Âyet 49.

[5] Sahih-i Buhârî, Megâzi 46; Sahih-i Müslim, Cihat ve Siyer 32 (87).

[6] Mir’at-ı Kâinât, c. 1, s. 459; Meâric’ün-Nübüvve, Altıparmak (Peygamberler Tarihi), c. 2, 4. Rükün, s. 255.