NİSÂ SÛRESİ

﴿ وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًاۙ ﴿٣٦﴾

36. Allah’a ibâdet edin. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Anne ve babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmış gariplere, elinizin altında bulunan köle ve câriyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, kibirlileri ve övünenleri sevmez.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, ibâdet yalnız Allah’u Teâlâ’ya yapılır. Ancak duâ yapılırken Peygamberleri ve Allah dostlarını vesîle yapmakta bir sakınca yoktur. Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Fâtiha, Âyet 5’in izahına bakınız.

Bu hususta Muaz Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

كُنْتُ رَدِيفَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لِي يَا مُعَاذُ أَتَدْرِي مَا حَقُّ اللّٰهِ عَلَى الْنَّاسِ قُلْتُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ حَقَّهُ عَلَيْهِمْ اَنْ يَعْبُدُوهُ وَلَا يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا أَتَدْرِي يَا مُعَاذُ مَا حَقُّ الْنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ إِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ قُلْتُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ حَقُّ الْنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ أَنْ لَا يُعَذِّبَهُمْ (طب عن معاذ بن جبل)

Peygamberimiz Sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem, bineğinin üzerindeydi ve ben de onun arkasında idim. Bana: ″Yâ Muaz! Allah’ın insanlar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?″ diye sordu. Ben: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir?″ dedim. Buyurdu ki: ″Allah’u Teâlâ’yı bir bilip, yalnız O’na ibâdet etmeleri ve ibâdetlerinde hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. ″Yâ Muaz! Bu görevlerini yerine getiren insanların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?″ ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir?″ deyince, buyurdu ki: ″Onlara azap etmemesidir.″[1]

Anne ve babaya iyilik etmenin mükâfatı hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بِرُّ الْوَالِدَيْنِ يَزِيدُ فِي الْعُمُرِ وَالدُّعَاءُ يَرُدُّ الْقَضَاءَ وَالْكَذِبُ يَنْقُصُ الرِّزْقَ (عد والديلمي عن أبي هريرة)

″Anne ve babaya yapılan iyilik ömrü uzatır. Duâ kazâyı önler. Yalan da rızkı eksiltir.″[2]

Miskinlere yapılan iyilik hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الصَّدَقَةَ عَلَى الْمِسْكِينِ صَدَقَةٌ وَعَلَى ذِي الرَّحِمِ اثْنَتَانِ صَدَقَةٌ وَصِلَةٌ (ن عن سلمان بن عامر)

″Miskine verilen sadakanın sevabı bir mertebedir. Fakat akrabasından fakir olan birine verilen sadakanın sevabı iki mertebedir.″[3]

Yetime yardım etmeye dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ مَسَحَ رَأْسَ يَتِيمٍ أَوْ يَتِيمَةٍ لَمْ يَمْسَحْهُ إِلَّا لِلَّهِ كَانَ لَهُ بِكُلِّ شَعْرَةٍ مَرَّتْ عَلَيْهَا يَدُهُ حَسَنَاتٌ وَمَنْ أَحْسَنَ إِلَى يَتِيمَةٍ أَوْ يَتِيمٍ عِنْدَهُ كُنْتُ أَنَا وَهُوَ فِي الْجَنَّةِ كَهَاتَيْنِ وَقَرَنَ بَيْنَ أُصْبُعَيْهِ (حم طب عن ابى امامة)

″Bir kimse Allah rızâsı için merhametle bir yetimin başını sığasa, eline değen kılların sayısınca onun için sevap yazılır. Oğlan veya kız bir yetimi terbiyesine alıp ona iyilik edenle Cennette şöylece oluruz, buyurup iki parmağını birbirlerine yaklaştırdı.″[4]

Komşu hakkına dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا زَالَ يُوصِينِي جِبْرِيلُ بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ (خ م عن عائشة)

″Cebrâil, bana komşu hakkına riâyet emrini, o kadar çok söyledi ki, hattâ komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.″[5]

Kişinin arkadaş ve dostlarına iyi davranması gerektiğine dair de şu hâdise nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir arkadaşıyla giderken, bineğinden inip bir ağaçlığa girmiş, oradan iki dal kesip getirdiğinde eğrisini kendisi alıp düzgünü arkadaşı­na vermiş ve arkadaşı da:

يَا رَسُول اللّٰه بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي أَنْتَ أَحَقّ بِالْمُعْتَدِلِ مِنِّي! فَقَالَ: كَلَّا يَا فُلَان إِنَّ كُلّ صَاحِب يَصْحَب صَاحِبًا مَسْئُول عَنْ صَحَابَته وَلَوْ سَاعَة مِنْ نَهَار (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن فلان بن عبد اللّٰه(

″Yâ Resûlallah! Annem babam sana fedâ olsun. Düzgün olan dal sana daha lâyıktır″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: ″Hayır, Ey filan! Muhakkak ki, her arkadaş kendisine arkadaşlık yapanın arkadaşlığından sorumludur; bu arkadaşlık bir an için olsa bile.″[6]

Yolda kalmış garipleri misafir etmek hakkında ise Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ جَائِزَتُهُ يَوْمٌ وَلَيْلَةٌ وَالضِّيَافَةُ ثَلَاثَةُ أَيَّامٍ فَمَا بَعْدَ ذَلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ وَلَا يَحِلُّ لَهُ أَنْ يَثْوِيَ عِنْدَهُ حَتَّى يُحْرِجَهُ (خ ابى شريح الكعبى)

″Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse, misafirine ikram etsin. Farz olan ikram bir gün ve bir gecedir. Ziyafet ise üç gündür. Üç günden fazla yapılırsa, bu da sadakadır. Misafirin üç günden fazla kalarak ev sahibine meşakkatte bulunması ise helâl değildir.″[7]

Hz. Ömer, bir konuk geldiğinde, ona kendi hizmet eder ve şöyle dermiş:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittim ki, misafir olan evde melekler ayakta olurlar. Öyle olunca ben oturup onlar ayakta olunca utanırım.″[8]

Kişinin elinin altında bulunan köle ve câriyelere iyi davranması gerektiğine dair de Ma’rur İbn-i Süveyd Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Rebzel denilen yerde Ebû Zerr Radiyallâhu anhu ile görüştüm. Kendisi de kölesi de aynı elbiseden giymişlerdi. Ona bunun sebebini sordum, bana şu cevabı verdi:

″Ben bir adamla tartışmış ve onu, anasından dolayı ayıplamıştım.″ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de bu sebeple bana şöyle buyurmuştu:

يَا أَبَا ذَرٍّ أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ إِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ جَعَلَهُمْ اللّٰهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ وَلَا تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ (خ م عن المعرور بن سويد)

″Ey Ebû Zerr! Sen onu, anasından dolayı nasıl ayıplıyorsun? Demek ki sen hâlâ üzerinde câhiliyet kalıntıları taşıyan bir kimsesin. Sahip olduğunuz kardeş­leriniz (köleleriniz) sizin yardımcılarınızdır. Allah onları sizin elinizin altında bulundurmuştur. Kimin elinin altında bir kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara, güçlerinin yetmeyeceği bir iş yüklemeyin. Şâyet yükleyecek olursanız onlara yardım edin.″[9]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, kibirlileri ve övünenleri sevmez″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[10]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ فَخْرِ الْقُرّٰاءِ فَهُمْ أَشَدُّ فَخْرًا مِنَ الْجَبَابِرَةِ وَلَا شَيْئَ أَبْغَضُ اِلَى اللّٰهِ مِنْ قَارِئٍ فَخُورٍ (الديلمى عن انس)

″Okuduğuna mağrur olan Kur’ân okuyucularının şerrinden Allah’a sığının. Çünkü onlar cebbârlardan daha kibirlidirler. Allah’ın en fazla buğzettiği kimseler, mağrur (kibirli ve kendini beğenen) âlimlerdir.″[11]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 16508; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 21029

[2] Kenz’ul-Ummal 45520; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 244/3.

[3] Sünen-i Nesâî, Zekât 81.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7726; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 21253

[5] Sahih-i Buhârî, Edeb 28; Sahih-i Müslim, Birr 42 (140).

[6] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 8, s. 345.

[7] Sahih-i Buhârî, Edeb 87.

[8] Tercüme-i Tefsir-i Tibyan, c. 1, s. 352; Mecmâ’ul-Âdâb, s. 209.

[9] Sahih-i Buhârî, Îman 20; Sahih-i Müslim, Eymen 10 (40).

[10] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[11] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 255/7.


NAHL SÛRESİ

﴿ اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ ﴿٢٢﴾ لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ ﴿٢٣﴾

22-23. Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Âhiret gününe îman etmeyenlerin kalpleri, Allah’ın birliğini inkâr eder ve onlar kibirlerinden îman etmezler.* Muhakkak Allah’u Teâlâ, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Şüphesiz O, kibirlileri sevmez.

İzah: Kibirlenenler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْثَالَ الذَّرِّ فِي صُوَرِ الرِّجَالِ يَغْشَاهُمْ الذُّلُّ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَيُسَاقُونَ إِلَى سِجْنٍ فِي جَهَنَّمَ يُسَمَّى بُولَسَ تَعْلُوهُمْ نَارُ الْأَنْيَارِ يُسْقَوْنَ مِنْ عُصَارَةِ أَهْلِ النَّارِ طِينَةَ الْخَبَالِ (ت عن عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده(

″Kibirlenenler mahşer gününde adam sûretinde tanecikler kadar küçük olarak haşredilecekler; horluk her taraftan kendilerini kaplayacak, Cehennemde adına bûles denilen bir hapishâneye sürülecekler, üzerlerinde ateşlerin ateşi yükselecek ve kendilerine Cehennemliklerin sıkılan suyundan, kan ve irin çamurundan içirilecektir.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6390.


İSRÂ SÛRESİ

﴿ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا ﴿٣٧﴾

37. Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Şüphesiz ki, sen ne bastıkça yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara yetişebilirsin.

İzah: Kibir hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ مِنَ الْغَيْرَةِ مَا يُحِبُّ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ وَمِنْهَا مَا يَبْغُضُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ وَمِنَ الْخُيَلَاءِ مَا يُحِبُّ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ وَمِنْهَا مَا يَبْغُضُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ فَأَمَّا الْغَيْرَةُ الَّتِي يُحِبُّ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ فَالْغَيْرَةُ فِي الرِّيبَةِ وَأَمَّا الْغَيْرَةُ الَّتِي يَبْغُضُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ فَالْغَيْرَةُ فِي غَيْرِ رِيبَةٍ وَالِاخْتِيَالُ الَّذِي يُحِبُّ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ اخْتِيَالُ الرَّجُلِ بِنَفْسِهِ عِنْدَ الْقِتَالِ وَعِنْدَ الصَّدَقَةِ وَالِاخْتِيَالُ الَّذِي يَبْغُضُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ الْخُيَلَاءُ فِي الْبَاطِلِ (د ن عن جابر(

″Aziz ve Celil olan Allah’ın sevdiği ve buğzettiği kıskançlıklar olduğu gibi, sevdiği ve buğzettiği kibirlilikler de vardır. Allah’ın sevdiği kıskançlık, yerinde duyulan kıskançlıktır. Allah’ın buğzettiği kıskançlık ise, yersiz duyulan kıskançlıktır. Allah’ın sevdiği kibir, kişinin savaş esnasında kendi güç ve kuvveti sebebiyle duyduğu ve hiçbir etki altında kalmadan sadakayı verirken memnuniyet duyduğu kibirdir. Allah’ın buğzettiği kibir ise, bâtıl yolda duyulan kibirdir.″[2]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[2] Sünen-i Ebû Dâvûd, Cihat 104; Sünen-i Nesâî, Zekât 66.


KASAS SÛRESİ

﴿ تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿٨٣﴾

83. İşte âhiret yurdu, Biz onu yeryüzünde kibirlenmeyenlere ve fesat çıkarmayanlara veririz. Güzel âkıbet, takvâ sahipleri içindir.

İzah: Tevâzu sahibi olanın, Allah katında derecesinin yüksek olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا نَقَصَتْ صَدَقَةٌ مِنْ مَالٍ وَمَا زَادَ اللّٰهُ عَبْدًا بِعَفْوٍ إِلَّا عِزًّا وَمَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ لِلَّهِ إِلَّا رَفَعَهُ اللّٰهُ (م عن ابى هريرة)

″Sadaka vermekle mal eksilmez. Kul affederse, Allah’u Teâlâ onun izzetini artırır. Kim de Allah rızâsı için tevâzu sahibi olursa, Allah’u Teâlâ onu yükseltir.″[1]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَإِنَّ اللّٰهَ أَوْحَى إِلَيَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لَا يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلَا يَبْغِ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ (م عن قتادة)

″Allah’u Teâlâ, bana birbirinize karşı mütevâzî olmanızı, böylece kimsenin kim­seye karşı övünmemesini, kimsenin kimseye haksızlıkta bulunmamasını vahyetti.″[2]

Kibirlenenler hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[3]


[1] Sahih-i Müslim, Birr 19 (69).

[2] Sahih-i Müslim, Cennet 16 (64).

[3] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).


LOKMÂN SÛRESİ

﴿ وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۚ ﴿١٨﴾

18. Kibir ile insanlardan yüzünü döndürme. Yeryüzünde çalımla gezme. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ, kibirlenenleri ve övünenleri sevmez.

İzah: Kibir hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[1]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَالْكِبْرَ فَإِنَّ إِبْلِيسَ حَمَلَهُ الْكِبْرُ عَلَى أَنْ لا يَسْجُدَ لآدَمَ وَإِيَّاكُمْ وَالْحِرْصَ فَإِنَّ آدَمَ حَمَلَهُ الْحِرْصُ عَلَى أَنْ أَكَلَ مِنَ الشَّجَرَةِ وَإِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ ابْنَيْ آدَمَ إِنَّمَا قَتَلَ أَحَدُهُمَا صَاحِبَهُ حَسَدًا (ابن عساكر عن ابن مسعود)

″Kibirden sakının. Şüphesiz ki kibir, şeytanı Âdem’e secde etmemeye sevk etmiştir. Hırstan da sakının. Zîrâ hırs, Âdem’i mâlum ağaçtan yemeğe sevk etmiştir. Hasetten de sakının. Zîrâ Âdem’in iki oğlundan biri kardeşini ancak haset sebebiyle öldürmüştür. İşte bunlar her hatânın aslıdır.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ فَخْرِ الْقُرّٰاءِ فَهُمْ أَشَدُّ فَخْرًا مِنَ الْجَبَابِرَةِ وَلَا شَيْئَ أَبْغَضُ اِلَى اللّٰهِ مِنْ قَارِئٍ فَخُورٍ (الديلمى عن انس)

″Okuduğuna mağrur olan Kur’ân okuyucularının şerrinden Allah’a sığının. Çünkü onlar cebbârlardan daha kibirlidirler. Allah’ın en fazla buğzettiği kimseler, mağrur (kibirli ve kendini beğenen) bu âlimlerdir.″[3]

Kibir hakkında İmam Ali Kerremallâhu veche de şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثٌ مَنْ فَعَلَهُنَّ لَمْ يُكْتَبْ مُسْتَكْبِرًا: مَنْ رَكِبَ الْحِمَارَ وَلَمْ يَسْتَنْكِفْ، وَمَنِ اِعْتَقَلَ الشَّاةَ وَاحْتَلَبَهَا، وَأَوْسَعَ لِلْمِسْكِينِ وَأَحْسَنَ مُجَالَسَتَهُ (ابن أبي حاتم عن علي)

″Şu üç şeyi yapan kişi kibirlenenlerden yazılmaz: Eşeğe binen ve binmekten utanmayan, koyunu bağlayıp da sağan ve fakire oturmak için yer verip onunla güzel bir şekilde muhabbet eden.″[4]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 173/5.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 255/7.

[4] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 9, s. 40.


ZÜMER SÛRESİ

﴿ وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ ﴿٥٥﴾ اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ ﴿٥٦﴾ اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٥٧﴾ اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٨﴾ بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٥٩﴾

55-59. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada azap gelmeden önce, Rabbinizden size nâzil olanların en güzeline (Kur’ân‘a) tâbi olun.* Yoksa mahşer günü kişi, ″Allah’a karşı işlediğim kusurlardan dolayı eyvah bana! Gerçekten ben (Allah’ın dîniyle) alay edenlerdendim″ der.* Yahut ″Allah bana hidâyet etseydi, elbette ben de takvâ sahiplerinden olurdum″ der.* Yahut azâbı gördüğünde, ″Keşke benim için dünyâya bir da­ha dönüş olsaydı da muhsinlerden olsaydım″ der.* Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: ″Bilakis sana âyetlerim geldi. Sen onları yalanladın, kibirlendin ve inkârcılardan oldun.″

İzah: Cehennemde azap gören kimsenin pişmanlığı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ أَحَدٌ النَّارَ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنْ الْجَنَّةِ لَوْ أَحْسَنَ لِيَكُونَ عَلَيْهِ حَسْرَةً وَلَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أَحَدٌ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ لَوْ أَسَاءَ لِيَزْدَادَ شُكْرًا (حم عن ابى هريرة)

″Bir kimse Cehenneme girdiği zaman, ona bir hasret olması için Cennetten en güzel bir yer ona gösterilir. Bir kimse de Cennete girdiği zaman, onun şükrünü artırmak için Cehennemden en kötü bir yer ona gösterilir.″[1]

﴿ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٦٠﴾

60. Ey Resûlüm! Mahşer günü, Allah’a iftirada bulunanların (O’na ortak koşanların) yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenler için Cehennemde yer mi yok?

İzah: Kibirlenenler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْثَالَ الذَّرِّ فِي صُوَرِ الرِّجَالِ يَغْشَاهُمْ الذُّلُّ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَيُسَاقُونَ إِلَى سِجْنٍ فِي جَهَنَّمَ يُسَمَّى بُولَسَ تَعْلُوهُمْ نَارُ الْأَنْيَارِ يُسْقَوْنَ مِنْ عُصَارَةِ أَهْلِ النَّارِ طِينَةَ الْخَبَالِ (ت عن عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده)

″Kibirlenenler, mahşer gününde adam sûretinde tanecikler kadar küçük olarak haşredilecekler. Horluk her taraftan kendilerini kaplayacak, Cehennemde adına bûles denilen bir hapishaneye sürülecekler, üzerlerinde ateşlerin ateşi yükselecek ve kendilerine Cehennemliklerin sıkılan suyundan, kan ve irin çamurundan içirilecektir.″[3]

﴿ وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٧١﴾ ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٧٢﴾

71-72. Kâfirler, bölük bölük Cehenneme sevk edilirler. Onlar Cehenneme geldikleri vakit, kapıları açılır. Cehennem zebânileri onlara: ″Size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne yetişeceğiniz hakkında korkutan Resuller gelmedi mi?″ derler. Onlar da: ″Evet geldi″ derler. Fakat Allah’ın azap vaadi kafirler üzerine hak oldu.* Onlara: ″Girin Cehennemin kapılarından, orada ebedî kalmak üzere! Kibirlenenlerin yeri olan Cehennem ne kötüdür″ denir.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10557.

[2] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[3] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6390.


MÜ’MİN SÛRESİ

﴿ وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ ﴿٢٦﴾ وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟ ﴿٢٧﴾

26-27. Firavun: ″Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim! O da beni menetmek için Rabbine duâ etsin. Şüphesiz ben, onun, sizin dîninizi değiştirmesinden veya yeryüzünde (memleketinizde) bir fesat çıkarmasından korkarım″ dedi.* Mûsâ da: ″ Şüphesiz ben, hesap gününe îman etmeyen her kibirliden, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım″ dedi.

﴿ وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ ﴿٣٤﴾ اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ ﴿٣٥﴾

34-35. O Mü’min kul sözlerine şöyle devam etti: ″Yemin olsun ki, daha önce Yusuf da size apaçık mûcizelerle gelmişti. O vakit de onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihâyet Yusuf vefat ettiğinde de, ″Allah’u Teâlâ, bundan sonra aslâ Peygamber göndermez″ demiştiniz. Allah’u Teâlâ, hudûdunu aşanları ve dinde şüphe edenleri işte böyle dalâlette bırakır.* Kendilerine gelmiş bir delil olmadığı halde, Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin mücâdelesi, Allah ile Mü’minler katında şiddetli buğza sebep olmuştur. Allah’u Teâlâ, her kibirli ve cabbârın kalbini işte böyle mühürler.″

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿٥٦﴾

56. Kendilerine gelmiş bir delil olmadığı halde Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele edenler var ya, onların kalplerinde kibirden başka bir şey yoktur. Onlar maksatlarına ulaşamazlar. Ey Resûlüm! Sen, Allah‘a sığın. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve görendir.

İzah: Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme‘de, îman etmeyenlerin kalplerinde kibirden başka bir şeyin olmadığını beyan ederek, îman etmeye engelin de kibir olduğunu vurgulamıştır. Nitekim İblis de kibrinden dolayı Âdem Aleyhisselâm‘a secde etmeyerek kâfir olmuştur. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَالْكِبْرَ فَإِنَّ إِبْلِيسَ حَمَلَهُ الْكِبْرُ عَلَى أَنْ لا يَسْجُدَ لآدَمَ وَإِيَّاكُمْ وَالْحِرْصَ فَإِنَّ آدَمَ حَمَلَهُ الْحِرْصُ عَلَى أَنْ أَكَلَ مِنَ الشَّجَرَةِ وَإِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ ابْنَيْ آدَمَ إِنَّمَا قَتَلَ أَحَدُهُمَا صَاحِبَهُ حَسَدًا (ابن عساكر عن ابن مسعود)

″Kibirden sakının. Şüphesiz ki kibir, şeytanı Âdem’e secde etmemeye sevk etmiştir. Hırstan da sakının. Zîrâ hırs, Âdem’i mâlum ağaçtan yemeğe sevk etmiştir. Hasetten de sakının. Zîrâ Âdem’in iki oğlundan biri kardeşini ancak haset sebebiyle öldürmüştür. İşte bunlar her hatânın aslıdır.″[1]

﴿ وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ ﴿٦٠﴾

60. Rabbiniz buyurdu ki: ″Bana duâ edin ki, size icâbet edeyim. Bana ibâdet etmekten kibirlenip yüz çevirenler, hakir ve zelil olarak Cehenneme gireceklerdir.″

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Nu’man İbn-i Beşîr Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ ثُمَّ قَرَأَ: وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى أسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ. (د ت عن النعمان بن بشير)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Duâ ibâdettir″ buyurdu ve sonra, Sûre-i Mü’min, Âyet 60’ı okudu.[2]

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

أُعْطِيَتْ أُمَّتِي ثَلَاثًا لَمْ تُعْطَ إِلَّا لِلْأَنْبِيَاءِ كَانَ اللّٰه تَعَالَى إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ قَالَ اُدْعُنِي أَسْتَجِبْ لَك وَقَالَ لِهَذِهِ الْأُمَّة اُدْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ وَكَانَ اللّٰه إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ قَالَ مَا جَعَلَ عَلَيْك فِي الدِّين مِنْ حَرَج وَقَالَ لِهَذِهِ الْأُمَّة وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّين مِنْ حَرَج وَكَانَ اللّٰه إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ جَعَلَهُ شَهِيدًا عَلَى قَوْمه وَجَعَلَ هَذِهِ الْأُمَّة شُهَدَاء عَلَى النَّاس (الترمذي الحكيم في نوادر الأصول عن عبادة بن الصامت)

Üm­metime ancak Peygamberlere verilmiş üç şey verilmiştir. Allah’u Teâlâ bir Peygamberi gönderdiği zaman ona, ″Bana duâ et, ben de sana icâbet ede­yim″ diye buyururdu. Bu ümmete de, ″Bana duâ edin ki, size icâbet edeyim″[3] diye buyurmuştur. Bir Peygamber gönderdi mi, ″Senin üzerine din­de herhangi bir zorluk kılmamıştır″ denilirdi. Allah bu ümmete de, ″Dinde size güçlük vermedi″[4] diye buyurmuştur. Allah’u Teâlâ bir Peygamber gönderdi mi, onu kendi kavmine şâhit kılardı. O, bu ümmeti de, bü­tün insanlara karşı şâhit kılmıştır.[5]

اَلدُّعَاءُ سِلَاحُ الْمُؤْمِنِ وعِمَادُ الدِّينِ وَنُورُ السَّمواتِ وَالْاَرْضِ (ع ك عن علي)

″Duâ, Mü’minin silahı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.″[6]

اَلدُّعَاءُ جُنْدٌ مِنْ اَجْنَادِ اللّٰهِ تعَالَى مُجَنَّدٌ يَرُدُّ الْقَضَاءَ بَعْدَ اَنْ يُبْرَمُ (كر عن تمير عن ابيه عن جده ابو الشيخ عد عن ابى موسى مرسلا)

″Duâ, Allah’ın ordularından bir ordudur. Kazâ yürürlüğe girdikten sonra dahi onu önler.″[7]

Mûsâ el-Eş’ari Radiyallâhu anhu’u da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ (خ عن موسى الاشعرى)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem duâ ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm.[8]

Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ لَمْ يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ (ت عن عمر بن الخطاب)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ellerini duâ ederken kaldırınca, ellerini yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazdı.[9]

﴿ ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَۚ ﴿٧٥﴾ اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٧٦﴾

75-76. O gün kâfirlere: ″Size bu azap, yeryüzünde haksız yere (Allah’a ortak koşarak azgınlıkla) sevinmeniz ve övünmeniz sebebiyledir.* Cehennemin kapılarından, orada ebedî kalıcılar olarak girin. (Hakkı kabulden) kibirlenenlerin yeri ne kötüdür″ denir.


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 173/5.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir-i Mü’min 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 358; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 1750.

[3] Sûre-i Mü’min, Âyet 60.

[4] Sûre-i Hacc, Âyet 78.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 327; Yine şâhitlikle ilgili de Sûre-i Bakara, Âyet 143 ve izahına bakınız.

[6] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1766; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3117.

[7] Râmûz’ul Ehâdîs, s. 207/12.

[8] Sahih-i Buhârî, İstiskâ 21, Daavât 23.

[9] Sünen-i Tirmizî, Daavât 11.


AHKAF SÛRESİ

﴿ وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟ ﴿٢٠﴾

20. Kâfirler, Cehenneme arz olundukları gün onlara şöyle denir: ″Bütün güzel şeylerinizi dünyâ hayatınızda bitirdiniz ve onlar ile faydalandınız. Bugün ise yeryüzünde haksız yere kibirlenmeniz ve yoldan çıkmanız sebebiyle zelil ve aşağılayıcı bir azap ile cezâlandı-rılacaksınız.″


NÛH SÛRESİ

﴿ قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلًا وَنَهَارًاۙ ﴿٥﴾ فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓائ۪ۤى اِلَّا فِرَارًا ﴿٦﴾ وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًاۚ ﴿٧﴾

5-7. Nûh dedi ki: ″Ey Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz îmana dâvet ettim.* Benim dâvetim, ancak onların îmandan firarını artırdı.* Şüphesiz ben, onları bağışlaman için her ne vakit îmana dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (beni görmemek için) elbiselerine büründüler; küfürde ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.″


MÜDDESSİR SÛRESİ

﴿ قَالَ نُوحٌ رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَارًاۚ ﴿٢١﴾ وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًاۚ ﴿٢٢﴾ وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًاۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًاۚ ﴿٢٣﴾ وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يرًاۚ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا ضَلَالًا ﴿٢٤﴾

21-24. Nûh dedi ki: Yâ Rabbi! Kavmim bana isyanda devam etti. Mal ve evlâ­dı kendisine hüsrândan başka bir şey artırmayan kimselere uydular.* O tâbi oldukları da çok büyük tuzaklar kurdular.* Ve kendilerine tâbi olanlara: ″İlahlarınızı bırakmayın, ne Vedd’i, ne Süvâ’ı, ne Yeğûs’u, ne Yeûk’u ve ne de Nesr putlarını bırakmayın″ dediler.* Ve muhakkak ki, onların birçoklarını dalâlete düşürdüler. Yâ Rabbi! Sen de bu zâlimlerin ancak dalâletini artır.

İzah: Nûh Aleyhisselâm’ın, kavminin taptıkları putlarla ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

صَارَتْ الْأَوْثَانُ الَّتِي كَانَتْ فِي قَوْمِ نُوحٍ فِي الْعَرَبِ بَعْدُ أَمَّا وَدٌّ كَانَتْ لِكَلْبٍ بِدَوْمَةِ الْجَنْدَلِ وَأَمَّا سُوَاعٌ كَانَتْ لِهُذَيْلٍ وَأَمَّا يَغُوثُ فَكَانَتْ لِمُرَادٍ ثُمَّ لِبَنِي غُطَيْفٍ بِالْجَوْفِ عِنْدَ سَبَإٍ وَأَمَّا يَعُوقُ فَكَانَتْ لِهَمْدَانَ وَأَمَّا نَسْرٌ فَكَانَتْ لِحِمْيَرَ لِآلِ ذِي الْكَلَاعِ أَسْمَاءُ رِجَالٍ صَالِحِينَ مِنْ قَوْمِ نُوحٍ فَلَمَّا هَلَكُوا أَوْحَى الشَّيْطَانُ إِلَى قَوْمِهِمْ أَنْ انْصِبُوا إِلَى مَجَالِسِهِمْ الَّتِي كَانُوا يَجْلِسُونَ أَنْصَابًا وَسَمُّوهَا بِأَسْمَائِهِمْ فَفَعَلُوا فَلَمْ تُعْبَدْ حَتَّى إِذَا هَلَكَ أُولَئِكَ وَتَنَسَّخَ الْعِلْمُ عُبِدَتْ (خ عن ابن عباس)

Nûh’un kavminde mevcut olan putlar daha sonra Araplara da intikal etmiştir. Vedd adlı put, Devmetü’l-Cendel’de Kelb kabilesinin putudur. Süvâ ise Hüzeyl kabilesinin pu­tu, Yeğûs ise Murad kabilesinin putudur ki, daha sonra o, Curf mevkiindeki Sebe’in ya­nında bulunan Gutayfoğullarının putu oldu. Yeûk’a gelince, o da Hemedan kavminin putudur. Nesr ise, Zilkelâ ailesi olan Himyer kabilesinin putudur. Aslında bunlar, Nûh’un kavminden sâlih kişilerin isimleridir. Onlar öldükleri zaman, şey­tan bunların kavmine gelip onların hatıralarına putlarının, oturdukları yerlerde dikilmesini ve bu putlara da onların isimlerinin verilmesini iğvâ etti, şeytanın bu isteğini yerine getirdiler. Onlar ölünceye dek bu putlara tapılmadı. Son­ra halkın bu hususta bildikleri unutulunca, onlara tapmaya başladılar.[1]

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

لَمَّا اشْتَكَى النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَكَرَتْ بَعْضُ نِسَائِهِ كَنِيسَةً رَأَيْنَهَا بِأَرْضِ الْحَبَشَةِ يُقَالُ لَهَا مَارِيَةُ وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ وَأُمُّ حَبِيبَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَتَتَا أَرْضَ الْحَبَشَةِ فَذَكَرَتَا مِنْ حُسْنِهَا وَتَصَاوِيرَ فِيهَا فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ أُولَئِكِ اِذَا مَاتَ مِنْهُمْ الرَّجُلُ الصَّالِحُ بَنَوْا عَلَى قَبْرِهِ مَسْجِدًا ثُمَّ صَوَّرُوا فِيهِ تِلْكَ الصُّورَةَ أُولَئِكِ شِرَارُ الْخَلْقِ عِنْدَ اللّٰهِ. (خ م عن عائشة)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem hastalandığında onun hanımlarından birisi Habeşistan’da Mariye diye adlandırılan bir kiliseyi söz konusu etti. Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe Habeşistan’a gitmişlerdi. Onlar bu kilisenin güzelliğinden, oradaki sûretlerden söz ettiler. Âişe Radiyallâhu anhâ dedi ki:

- Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: ″Şüphesiz onlar, aralarında sâlih bir adam bulunur da bu adam ölürse, onun kabri üzerine bir mescit bina ederler, sonra orada bu sûretleri yaparlardı. İşte onlar, mahşer gününde Allah katında yaratılmışların en şerlileridirler.″[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Nûh 1; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7296.

[2] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 70; Sahih-i Müslim, Mesâcid 16 (528).