ŞÛRÂ SÛRESİ

﴿ اَللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ ﴿١٧﴾

17. Kitabı ve mizanı (ölçüyü, adâleti) hak olarak indiren Allah’tır. Ey Resûlüm! Ne bilirsin? Belki de kıyâmet yakındır.

﴿ يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿١٨﴾

18. Kıyâmete îman etmeyenler, onun acele olarak kop­masını isterler. Îman edenler ise, ondan korkarlar ve onun hak olduğunu bilirler. Haberiniz olsun ki, kıyâmet hakkında mücâdele edenler, haktan uzak dalâlet içindedirler.


KÂRİA SURESİ

﴿ اَلْقَارِعَةُۙ ﴿١﴾ مَا الْقَارِعَةُۚ ﴿٢﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُۜ ﴿٣﴾ يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ ﴿٤﴾ وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ ﴿٥﴾ فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ ﴿٦﴾ فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ ﴿٧﴾ وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ ﴿٨﴾ فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ ﴿٩﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْۜ ﴿١٠﴾ نَارٌ حَامِيَةٌ ﴿١١﴾

1-11. Kâria,* nedir o kâria?* Ey Resûlüm! Kâria’nın (kıyâmetin) ne olduğunu bilir misin?* O gün insanlar, çırpınıp dağılan pervâneler[1] gibi olur,* dağlar da atılmış renkli yünler gibi olur.* İşte o gün, iyi amelleri ağır gelen,* râzı olduğu bir yaşayış içindedir.* İyi amelleri hafif gelen ise,* onun anası (sığınacağı yer) Hâviye’dir.* Ey Resûlüm! Hâviye’nin ne olduğunu bilir misin?* O, harâreti şiddetli olan bir ateştir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Hâviye Cehennemi″ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ الْمَوْتَى يَسْأَلُونَ الرَّجُلَ يَأْتِيهِمْ عَنْ رَجُلٍ مَاتَ قَبْلَهُ فَيَقُولُ ذَلِكَ مَاتَ قَبْلِي أَمَا مَرَّ بِكُمْ؟ فَيَقُولُونَ لَا وَاللّٰهِفَيَقُولُ إِنَّا لِلّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ ذُهِبَ بِهِ إِلَى أُمِّهِ الْهَاوِيَةِ فَبِئْسَ الْأُمُّ وَبِئْسَ الْمُرَبِّيَةُ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابى هريرة)

Ölüler, kendilerine gelen bir ölüye ondan önce ölmüş birisini sorarlar. Bu kişi: ″O şahıs benden önce ölmüştü; size uğrama­dı mı?″ der. Onlar: ″Allah’a yemin olsun ki hayır″ derler. Bu sefer: ″İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn. O, Hâviye meskenine götürüldü. O ne kötü bir meskendir, ne kötü bir terbiyecidir″ der.[2]

Yine Cehennem ateşi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

نَارُكُمْ هَذِهِ الَّتِي يُوقِدُ ابْنُ آدَمَ جُزْءٌ مِنْ سَبْعِينَ جُزْءًا مِنْ حَرِّ جَهَنَّمَ قَالُوا وَاللّٰهِ إِنْ كَانَتْ لَكَافِيَةً يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ فَإِنَّهَا فُضِّلَتْ عَلَيْهَا بِتِسْعَةٍ وَسِتِّينَ جُزْءًا كُلُّهَا مِثْلُ حَرِّهَا (م عن ابى هريرة)

″Sizin şu Âdemoğlunun yaktığı ateş, Cehennem sıcağının yetmiş­te biridir.″ ″Yâ Resûlallah! Vallâhi, bu kadarı dahi yeterli idi″ dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ″O Cehennem ateşi, buna (dünyâ ateşine) altmış dokuz kat daha üstündür. Her bir katı bunun gibidir.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

مَثَلِي وَمَثَلُكُمْ كَمَثَلِ رَجُلٍ أَوْقَدَ نَارًا فَجَعَلَ الْجَنَادِبُ وَالْفَرَاشُ يَقَعْنَ فِيهَا وَهُوَ يَذُبُّهُنَّ عَنْهَا وَأَنَا آخِذٌ بِحُجَزِكُمْ عَنْ النَّارِ وَأَنْتُمْ تَفَلَّتُونَ مِنْ يَدِي (م عن جابر)

″Benim durumum ile sizin durumunuz, bir ateş ya­kıp da çekirgelerin, kelebeklerin gelip içine düştüğü, kendisi de on­ları düşmesin diye önlemeye çalıştığı bir kimsenin durumuna benzer. Ben siz­lerin ateşe düşmemeniz için bellerinizden yakalayıp çekmeye ve ateşe düş­menizi önlemeye çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup kaçıyorsu­nuz.″[4]


[1] Pervâne: Küçük kelebek türü kanatlı böceklerin, geceleri bir ışık gördüğünde, şuursuzca ona doğru gidip o ışığın etrafında dönüp dönüp çarparak kendini helak etmesidir.

[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 167; Yine bakınız: Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3927; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3792.

[3] Sahih-i Müslim, Cennet 13 (29 Sahih-i Buhârî, Bed’ul-Halk 10; İmam Mâlik, Muvatta, Cehennem 1; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cehennem 7.

[4] Sahih-i Müslim, Fedâil 6.


ZİLZAL SÛRESİ

﴿ اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ ﴿١﴾ وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ ﴿٢﴾ وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَاۚ ﴿٣﴾ يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ ﴿٤﴾ بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَاۜ ﴿٥﴾ يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًاۙ لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْۜ ﴿٦﴾ فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ ﴿٧﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿٨﴾

1-8. Yeryüzü şiddetli sarsılıp zelzeleye uğratıldığı* ve yeryüzü, ağırlıklarını (içindeki mâdenleri, hazineleri ve ölüleri) dışarıya çıkardığı* ve insan, ″Yeryüzü niçin böyle şiddetle sarsılıyor?″ dediği vakit,* o gün yeryüzü, bütün haberlerini (üzerinde hayır ve şerden ne yapıldığını) anlatır.* Çünkü Rabbin, ona öyle vahyetmiştir.* O gün insanlar, amellerinin kendilerine gösterilmesi için kabirlerin­den bölük bölük çıkacaklardır.* İşte her kim zerre kadar bir hayır işlemiş ise, onun mükâfatını görecektir.* Her kim de zerre kadar bir şer işlemiş ise, onun cezâsını görecektir.

İzah: Sûre-i Zilzâl, Âyet 4 ile ilgili olarak Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

قَرَأَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ {يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا} قَالَ أَتَدْرُونَ مَا أَخْبَارُهَا قَالُوا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَإِنَّ أَخْبَارَهَا أَنْ تَشْهَدَ عَلَى كُلِّ عَبْدٍ أَوْ أَمَةٍ بِمَا عَمِلَ عَلَى ظَهْرِهَا أَنْ تَقُولَ عَمِلَ كَذَا وَكَذَا يَوْمَ كَذَا وَكَذَا قَالَ فَهَذِهِ أَخْبَارُهَا (ت عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O gün yeryüzü, bütün haberlerini (üzerinde hayır ve şerden ne yapıldığını) anlatır″ diye geçen Sûre-i Zilzâl, Âyet 4’ü oku­du ve ″Haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?″ diye sordu. Ashâb-ı Kirâm: ″Al­lah ve Resûlü daha iyi bilir″ dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Onun haberleri, erkek ya da kadın her bir kul hakkında, üzerinde neler işlediğine dair ha­ber vermesidir. ″Filan gün şunu, şunu ve şunu işledi″ diyecektir. İşte onun haberleri budur.[1]

Yine Sûre-i Zilzâl, Âyet 7-8’de: ″İşte her kim zerre kadar bir hayır işlemiş ise, onun mükâfatını görecektir.* Her kim de zerre kadar bir şer işlemiş ise, onun cezâsını görecektir″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta da Zeyd b. Eslem Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

أَنَّ رَجُلًا جَاءَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: عَلِّمْنِي مِمَّا عَلَّمَكَ اللّٰهُ. فَدَفَعَهُ إِلَى رَجُلٍ يُعَلِّمُهُ فَعَلَّمَهُإِذَا زُلْزِلَتْحَتَّى إِذَا بَلَغَفَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُقَالَ: حَسْبِي. فَأُخْبِرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: دَعُوهُ فَإِنَّهُ قَدْ فَقِهَ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن زيد ابن أسلم)

Bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek, ″Allah’u Teâlâ’nın sana öğrettiğinden sen de bana öğret″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ona bir şeyler öğretmek üzere bir kişiye havâle etmiş, o kişi de ona Zilzal Sûresi’ni öğret­meye koyuldu. Nihâyet, ″İşte her kim zerre kadar bir hayır işlemiş ise, onun mükâfatını görecektir.* Her kim de zerre kadar bir şer işlemiş ise, onun cezâsını görecektir″ diye geçen Sûre-i Zilzâl, Âyet 7-8’e gelince, bu adam: ″Bu kadar bana yeter″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e haber verince, buyurdu ki: ″Onu bırakın. Çünkü gerçekten o artık anlamış oldu.″[2]

el-Muttalib b. Hantab (Radiyallâhu anhu)’dan nakledilen diğer bir Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ أَعْرَابِيًّا سَمِعَ النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْرَؤُهَا فَقَالَ يَا رَسُول اللّٰه أَمِثْقَال ذَرَّة قَالَ نَعَمْ فَقَالَ الْأَعْرَابِيّ وَاسَوْأَتَاه مِرَارًا ثُمَّ قَامَ وَهُوَ يَقُولهَا فَقَالَ النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَقَدْ دَخَلَ قَلْب الْأَعْرَابِيّ الْإِيمَان (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن المطلب بن حنطب)

Bir bedevî, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Her kim de zerre kadar bir şer işlemiş ise, onun cezâsını görecektir″ mealindeki Sûre-i Zilzâl, Âyet 8’i okuduğunu dinledi ve ″Yâ Resûlallah! Zerre ağırlığı kadar mı?″ diye sordu. ″Evet″ deyince de, bedevî: ″Vay benim kusurlarım″ dedi ve bu sözlerini defalarca tekrarlayıp, durduktan sonra âyeti tekrarlayarak kalktı. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Îman bu bedevî Arabın kalbine girmiş bulunuyor″ diye buyurdu.[3]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَمُحَقَّرَاتِ الذُّنُوبِ فَإِنَّهُنَّ يَجْتَمِعْنَ عَلَى الرَّجُلِ حَتَّى يُهْلِكْنَهُ وَإِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضَرَبَ لَهُنَّ مَثَلًا كَمَثَلِ قَوْمٍ نَزَلُوا أَرْضَ فَلَاةٍ فَحَضَرَ صَنِيعُ الْقَوْمِ فَجَعَلَ الرَّجُلُ يَنْطَلِقُ فَيَجِيءُ بِالْعُودِ وَالرَّجُلُ يَجِيءُ بِالْعُودِ حَتَّى جَمَعُوا سَوَادًا فَأَجَّجُوا نَارًا وَأَنْضَجُوا مَا قَذَفُوا فِيهَا (حم عن ابن مسعود)

″Günahların küçüklerinden sakının. Çünkü onlar birleşerek bir kişiyi helâk edecek kadar toplanırlar.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara bir de örnek vererek demiş ki: ″Boş bir araziye konaklayan bir topluluk gibidir. O topluluğun içinden becerikli birisi varmış, o kimse gidip bir çöple geri dönmüş. Bir başka kişi de bir başka çöple gelmiş. Nihâyet bir öbek odun toplamışlar ve ateşlerini yakarak ona attıkları yiyeceklerini pişirmişlerdir.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ لَا يَظْلِمُ الْمُؤْمِنَ حَسَنَةً يُثَابُ عَلَيْهَا الرِّزْقَ فِي الدُّنْيَا وَيُجْزَى بِهَا فِي الْآخِرَةِ وَأَمَّا الْكَافِرُ فَيُعْطَى بِحَسَنَاتِهِ فِي الدُّنْيَا فَإِذَا لَقِيَ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَنَةٌ يُعْطَى بِهَا خَيْرًا (حم عن انس)

″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, hiç kimseye haksızlık etmez. Mü’min, yaptığı bir iyilik sebebiyle dünyâda rızıklanır ve bununla beraber âhirette de bunun karşılığını alır. Kâfir ise, yaptığı bir iyilik sebebiyle dünyâda rızıklanır, âhirete vardığında ise bir sevap bulunmaz ki, karşılığında ona hayır verilsin.″[5]


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 4; Rudânî, Cem’ul-Fevâd, Hadis No: 7326.

[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 152-153.

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 153.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 3627.

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 11816.


TEKVÎR SÛRESİ

﴿ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْۙ ۖ ﴿١﴾ وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙ ۖ ﴿٢﴾ وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْۙ ۖ ﴿٣﴾ وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْۙ ۖ ﴿٤﴾ وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙ ۖ ﴿٥﴾ وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْۙ ۖ ﴿٦﴾ وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْۙ ۖ ﴿٧﴾ وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ ﴿٨﴾ بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْۚ ﴿٩﴾ وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْۙ ۖ ﴿١٠﴾ وَاِذَا السَّمَٓاءُ كُشِطَتْۙ ۖ ﴿١١﴾ وَاِذَا الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْۙ ۖ ﴿١٢﴾ وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْۙ ۖ ﴿١٣﴾ عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ ﴿١٤﴾

1-14. Güneş dürüldüğü zaman,* yıldızlar döküldüğü zaman,* dağlar yürütüldüğü zaman,* gebe develer çobansız bırakıldığı zaman,* vahşi hayvanlar (korkudan bir araya) toplandığı zaman,* denizler kaynatıldığı zaman,* ruhlar eşleştirildiği zaman,* ve diri diri gömülen kız çocuklarına sorulduğu zaman;* hangi günahınızdan dolayı öldürüldünüz? diye.* Amel defterleri açıldığı zaman,* gök, yerinden söküldüğü zaman,* Cehennem şiddetle alevlendirildiği zaman,* Cennet (Mü’minlere) yaklaştırıldığı zaman,* her nefis (hayır ve şerden) ne hazırlamış olduğunu bilecektir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ruhların eşleştirilmesi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

{وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ} قَالَ: الضُّرَبَاءُ كُلُّ رَجُلٍ مَعَ كُلِّ قَوْمٍ كَانُوا يَعْمَلُونَ عَمَلَهُوَذَلِكَ بِأَنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ: { وَكُنْتُمْ أَزْوَاجًا ثَلاثَةً فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ} قَالَ هُمُ الضُّرَبَاءُ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن النعمان بن بشير)

″Ruhlar eşleştirildiği zaman″ diye buyrulan Sûre-i Tekvîr, Âyet 7’de geçen eşleştirilme ifadesi benzerlerdir. Her kişi yaptığı ameli işleyen toplulukla beraber olur. İşte bu, Aziz ve Celil olan Allah’ın, Sûre-i Vâkıa, Âyet 7-10’da: ″İşte o gün siz üç sınıf olarak mahşere gelirsiniz.* O üç sınıfın biri Ashâb-ı Meymene’dir. Ne mutlu kimselerdir o Ashâb-ı Meymene!* Diğeri Ashâb-ı Meş’eme’dir. Ne mutsuz kimselerdir o Ashâb-ı Meş’eme!* Biri de Sâbikûndur (sebat edip ibâdette ileri geçenlerdir)″ diye geçen buyruğu ile kastettiği kimselerdir. Bunlar benzer olanlardır.[1]

Bu hususta Numân b. Beşîr Radiyallâhu anhu da şöyle nakleder:

أَنَّعُمَرَخَطَبَ النَّاسَ فَقَرَأَ: {وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ} فَقَالَ : تَزَوُّجُهَا أَنْ تُؤَلَّفَ كُلُّ شِيعَةٍ إِلَى شِيعَتِهِمْ. وَفِي رِوَايَةٍ قَالَ سُئِلَعُمَرُعَنْ قَوْلِهِ تَعَالَى: {وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ} فَقَالَيُقْرَنُ بَيْنَ الرَّجُلِ الصَّالِحِ مَعَ الرَّجُلِ الصَّالِحِوَيُقْرَنُ بَيْنَ الرَّجُلِ السُّوءِ مَعَ الرَّجُلِ السُّوءِ فِي النَّارِفَذَلِكَ تَزْوِيجُ الْأَنْفُسِ. (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن النعمان بن بشير)

Hz. Ömer insanlara hutbe okudu ve dedi ki: ″Ruhlar eşleştirildiği zaman″ diye geçen Sûre-i Tekvîr, Âyet 7’deki, ruhların eşleşmesi; ″Her grup kendi grubuyla birleştirilip yanyana getirildiği zaman″ anlamındadır. Bir rivâyette de Hz. Ömer’e bu âyet sorulduğunda şöyle buyurmuştur: Sâlih kişi, sâlih kişiyle eşleştirilir, kötü kişi de kötü kişiyle eşleştirilir ve Cehenneme götürülür. İşte ruhların eşleştirilmesi budur.″[2]

Sonuçta herkes sevdiği ile beraberdir. Mü’minler de sevdikleri ile beraber haşredilip mahşer yerine öyle geleceklerdir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَن أحَبَّ قَومًا حَشَرَهُ اللّٰهُ فِى زُمْرَتِهِمْ (طب ابى قرصفة)

″Her kim bir topluluğu severse, Allah’u Teâlâ onu, o toplulukla birlikte haşreder.″[3]

Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

Bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek, ″Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?″ diye sordu. Peygamberimiz, namaza kalktı ve namazını bitirince: ″Kıyâmetin kopmasını soran kimse nerededir?″ buyurdu. Adam: ″Benim Yâ Resûlallah!″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kıyâmet için ne hazırladın?″ buyurdu. Adam: ″Kıyâmet için (nâfile olarak) fazla namaz ve oruç hazırlayamadım. Fakat ben, Allah’ı ve Resûlünü seviyorum″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ وَأَنْتَ مَعَ مَنْ أَحْبَبْتَ فَمَا رَأَيْتُ فَرِحَ الْمُسْلِمُونَ بَعْدَ الْإِسْلَامِ فَرَحَهُمْ بِهَذَا. (م د ت عن انس)

″Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.″ Enes Radiyallâhu anhu der ki: ″Müslümanların, Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar, başka bir şeye sevindiklerini görmedim.″[4]

Hadis-i Şerif’te geçen sevgi, tek taraflı olan bir sevgi değildir. Sevgi her iki taraflı olursa, işte o zaman Hadis-i Şerif’teki müjdeye nâil olunur. Ashâb-ı Kirâm, Allah’u Teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine itaat ederlerdi. Peygamber Efendimiz de bu sebeple onlara karşı sevgi ve muhabbet duyardı. Bu nedenle onlara Ashab denilmiştir. Ashab ifadesi de, dost ve arkadaş anlamına gelmektedir.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلْ (حم هب ك عن ابى هريرة)

″Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu nedenle kişi kiminle dost olacağına dikkat etsin.″[5]

Her kim Mü’minler ile birlikte olursa, mahşerde de Mü’minlerin topluluğu ile haşrolur. Sûre-i Tevbe, Âyet 119’da: Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun″ diye buyrulmuştur.

Yine aynı şekilde, her kim dünyâda iken mücrimlerle birlikte olur ve onları dost tutarsa onlarla birlikte zincirlenerek mahşer yerine getirilir. Buna örnek olarak Allah’u Teâlâ Sûre-i Hûd, Âyet 98’de Firavun’a tâbi olanlar hakkında: ″Firavun, mahşer gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varacakları yer, ne kötü bir yerdir″ diye buyurmuştur.


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 7, s. 516.

[2] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 332.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 24730.

[4] Sünen-i Tirmizî, Zühd 36; Sünen-i Ebû Dâvûd, Edeb 113; Sahih-i Müslim, Birr 50 (161-165).

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8065; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7868.


NÂZİÂT SURESİ

﴿ فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ ﴿٣٤﴾ يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ ﴿٣٥﴾ وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى ﴿٣٦﴾

34-36. O büyük felâket (kıyâmet) geldiği vakit,* o gün insan, neyin peşinde koşmuş olduğunu hatırlar.* Ve her gören kimseye, Cehennem açık bir şekilde gösterilir.

﴿ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ ﴿٤٢﴾ ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ ﴿٤٣﴾ اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ ﴿٤٤﴾ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ ﴿٤٥﴾ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا ﴿٤٦﴾

42-46. Ey Resûlüm! Senden kıyâmetin ne zaman kopacağını sorarlar.* Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki!* Onun nihâi ilmi, yalnız Rabbine aittir.* Sen, ancak kıyâmetten korkanları uyarmakla görevlisin.* Onlar, kıyâmeti gördükleri gün, dünyâda ancak bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanırlar.


İNSÂN SÛRESİ

﴿ يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا ﴿٧﴾ وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا ﴿٨﴾ اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ﴿٩﴾ اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَر۪يرًا ﴿١٠﴾ فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًاۚ ﴿١١﴾

7-11. O Allah’ın has kulları, adaklarını yerine getirirler ve şerri (azâbı) her tarafa yayılmış bir günden korkarlar.* Ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler* ve onlara derler ki: ″Biz size ancak Allah rızâsı için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.* Şüphesiz biz, çetin ve dehşetli olan bir günün azâbından dolayı Rabbimizden korkarız.″* Allah’u Teâlâ da o günün dehşetinden onları korur ve yüzlerine güzellik ve kalplerine sevinç verir.

İzah: Adakları yerine getirmeyle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ نَذَرَ أَنْ يُطِيعَ اللّٰهَ فَلْيُطِعْهُ وَمَنْ نَذَرَ أَنْ يَعْصِيَهُ فَلَا يَعْصِهِ (خ عم عائشة)

″Her kim Allah’a itaat etmek üzere adak adarsa ona uysun. Her kim de Allah’a isyan etmek üzere adak adarsa, Allah’a isyan etmesin.″[1]

Adak hakkında daha geniş bilgi Sûre-i Bakara, Âyet 270 ve izahına bakınız.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler″ diye buyrulmaktadır. Burada vasıfları zikredilen kimseler ile ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu hâdise nakledilmiştir:

Bu Âyet-i Kerîme, Hz. Ali ve Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kızı Hz. Fâtıma hakkındadır. Hz. Ali, bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olup da ücreti olan arpayı alınca eve geldi, üçte birini öğütüp ondan ″Hazîra″ dedikleri bir yemek yaptılar. Ye­mek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi de pişen yemeği ona verdiler. Son­ra ikinci üçte birini de öğütüp yemek yaptılar. Bu yemek pişince bu sefer de bir ye­tim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte birini de öğütüp ondan yemek yaptılar. Bu yemek pişince bu sefer müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler. İşte bunun üzerine bu Âyet-i Kerîme nâzil oldu.


[1] Sahih-i Buhârî, Îman ve’n-Nuzûr 18.


KIYÂMET SÛRESİ

﴿ بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ ﴿٥﴾ يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ ﴿٦﴾ فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ ﴿٧﴾ وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ ﴿٨﴾ وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ ﴿٩﴾ يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ ﴿١٠﴾ كَلَّا لَا وَزَرَۚ ﴿١١﴾ اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿١٢﴾ يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ ﴿١٣﴾ بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ ﴿١٤﴾ وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ ﴿١٥﴾

5-15. Fakat insan, günahında devam etmek ister* ve ″Kıyâmet ne vakit kopacaktır?″ diye sorar.* Kıyâmet, gözlerin dehşetinden şaşmış olduğu,* ayın ışığının gittiği,* güneş ile ay bir araya toplandığı vakit kopar.* O gün insan, ″Nereye kaçalım?″ der.* Hayır, kaçacak ve sığınılacak yer yoktur.* O gün durulacak yer, Rabbinin huzurudur.* O gün insana, önceden gönderdiği ve ertelediği ameller haber verilir.* Doğrusu insan, kendi aleyhine şâhittir.* Hattâ birtakım mâzeretler öne sürse de.

İzah: ″O gün insana, önceden gönderdiği ve ertelediği ameller haber verilir″ diye geçen ifadeden maksat, ″Mahşer gününde insana, işlediği ve işlemediği hayır ve şerri haber verilir″ demektir. Bâzı âlimler, bu âyeti şöyle de izah etmişlerdir; bir kimsenin, hem sağ iken yaptığı, hem de kendisinden sonraya bıraktığı hayır veya şer amelleri kendisine mahşer gününde haber verilir ve bu kimse yaptığının karşılığını görür.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْءٌ وَمَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَيْءٌ (م حم جرير ابن عبد اللّٰه)

″Her kim İslâm’da güzel bir yol açarsa, onun mükâfatı ile ondan sonra onunla amel edenlerin mükâfatı ona verilir. Üstelik onlardan hiçbirisinin ecirlerinden de bir şey eksiltilmez. Her kim de İs­lâm’da kötü bir yol açarsa, onun günahı ile ondan sonra onunla amel eden­lerin günahı o kimseye yazılır. Üstelik onlardan herhangi birilerinin günahlarından da bir şey eksiltilmez.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

سَبْعٌ يَجْرِي لِلْعَبْدِ أَجْرُهُنَّ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهِ وَهُوَ فِي قَبْرِهِ مَنْ عَلَّمَ عِلْمًا أَوْ كَرَى نَهْرًا أَوْ حَفَرَ بِئْرًا أَوْ غَرَسَ نَخْلا أَوْ بَنَى مَسْجِدًا أَوْ وَرَّثَ مُصْحَفًا أَوْ تَرَكَ وَلَدًا يَسْتَغْفِرُ لَهُ بَعْدَ مَوْتِهِ (ابن ابى داود وسمويه حل هب عن انس)

″Yedi husus vardır ki, bunların mükâfatı kul için ölümünden sonra ve o, kabrinde olduğu halde yazılmaya devam eder: İlim öğreten, ırmak akıtan, kuyu kazan, bir miktar hurma ağacı diken, mescit inşaa eden, Mus­haf (Kur’ân) mîras bırakan yahut ölümünden sonra kendisinin bağışlanmasını dileyecek evlat bırakan.″[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Doğrusu insan, kendi aleyhine şâhittir.* Hattâ birtakım mâzeretler öne sürse de″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضَحِكَ فَقَالَ هَلْ تَدْرُونَ مِمَّ أَضْحَكُ قَالَ قُلْنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ مِنْ مُخَاطَبَةِ الْعَبْدِ رَبَّهُ يَقُولُ يَا رَبِّ أَلَمْ تُجِرْنِي مِنَ الظُّلْمِ قَالَ يَقُولُ بَلَى قَالَ فَيَقُولُ فَإِنِّي لَا أُجِيزُ عَلَى نَفْسِي إِلَّا شَاهِدًا مِنِّي قَالَ فَيَقُولُ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ شَهِيدًا وَبِالْكِرَامِ الْكَاتِبِينَ شُهُودًا قَالَ فَيُخْتَمُ عَلَى فِيهِ فَيُقَالُ لِأَرْكَانِهِ انْطِقِي قَالَ فَتَنْطِقُ بِأَعْمَالِهِ قَالَ ثُمَّ يُخَلَّى بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْكَلَامِ قَالَ فَيَقُولُ بُعْدًا لَكُنَّ وَسُحْقًا فَعَنْكُنَّ كُنْتُ أُنَاضِلُ (م عن انس)

Biz, bir gün Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında iken güldü de, ″Neye güldüğümü biliyor musunuz?″ buyurdu. Biz: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dedik. Bunun üzerine: ″Kulun Rabbine olan hitabından!″ buyurdu ve sözüne şöyle devam etti. Kul: ″Ey Rabbim! Sen beni zulümden korumadın mı?″ der. Allah’û Teâlâ da: ″Evet, korudum″ buyurur. Kul da: ″Fakat ben bugün kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını aslâ istemiyorum″ der. Allah’u Teâlâ: ″Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok şâhit olarak da kirâmen kâtibîn melekleri kâfidir″ buyurur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem devamla buyurdu ki: ″Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına, ″Konuş″ denilir. Onlar kişinin amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: ″Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücâdele etmiştim″ der.[3]


[1] Sahih-i Müslim, Zekât 20 (69 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18367, 18381.

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 296/3; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3294.

[3] Sahih-i Müslim, Zühd 1 (17).


MEÂRİC SÛRESİ

﴿ فَاصْبِرْ صَبْرًا جَم۪يلًا ﴿٥﴾ اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يدًاۙ ﴿٦﴾ وَنَرٰيهُ قَر۪يبًاۜ ﴿٧﴾ يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ ﴿٨﴾ وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ ﴿٩﴾ وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يمًاۚ ﴿١٠﴾

5-10. Ey Resûlüm! Artık (müşriklerin eziyetlerine karşı) güzel bir sabır ile sabret.* Şüphesiz onlar, o azâbı uzak görürler.* Biz ise onu yakın görürüz.* O gün semâ, erimiş maden gibi olur* ve dağlar da atılmış rengarenk yün gibi olur* ve o gün dost, dostunu sormaz.


HÂKKA sÛRESİ

﴿ اَلْحَٓاقَّةُۙ ﴿١﴾ مَا الْحَٓاقَّةُۚ ﴿٢﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ ﴿٣﴾ كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ ﴿٤﴾ فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ ﴿٥﴾ وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ ﴿٦﴾ سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ ﴿٧﴾ فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ ﴿٨﴾

1-8. Hâkka,* nedir o hâkka?* Ey Resûlüm! Hâkka’nın (kıyâmetin) ne olduğunu bilir misin?* Semud ve Âd kavimleri, o kıyâmeti yalanladılar.* Semud kavmi, haddi aşan bir sayhâ (korkunç bir ses) ile helâk edildi.* Âd kavmine gelince, onlar da çok şiddetli bir rüzgâr ile helâk edildi.* Allah’u Teâlâ, o rüzgârı yedi gece ve sekiz gün ardı ardına onların üzerine musallat etti. Ey Resûlüm! O vakit hazır olsaydın, onları içi çürümüş hurma ağacı kökleri gibi yere serilmiş görürdün.* Şimdi onlardan geriye kalmış bir kimse görüyor musun?

İzah: Semud, Sâlih Aleyhisselâm‘ın kavmi, Âd ise, Hûd Aleyhisselâm‘ın kavmi idi. Peygamberlerini ve kıyâmeti yalanlayıp hakkı inkâr eden bu kavimlerin helâk edildiği birçok sûrede geniş olarak anlatılmıştır.

﴿ فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ ﴿١٣﴾ وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً ﴿١٤﴾ فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ ﴿١٥﴾ وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ ﴿١٦﴾ وَالْمَلَكُ عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَاۜ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌۜ ﴿١٧﴾ يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ ﴿١٨﴾

13-18. Sûr’a bir defa üflendiği,* yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine bir kere çarpılıp darmadağın edildiği zaman,* işte o gün kıyâmet kopar.* Gök yarılır ve o gün gök çok zayıftır.* Melekler göğün etrafında toplanır. O gün Rabbinin Arşı’nı, bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.* O gün hesap için Allah’a arz olunursunuz, hiçbir sırrınız gizli kalmaz.

İzah: Arş’ı taşıyan melekler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ حَمَلَةَ الْعَرْشِ ثَمَانِيَةُ أَمْلَاكٍ عَلَى صُورَةِ الْأَوْعَالِ مَا بَيْنَ أَظْلَافِهَا إِلَى رُكَبِهَا مَسِيرَةَ سَبْعِينَ عَامًا لِلطَّائِرِ الْمُسْرِعِ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن ك عن عباس)

″Arş’ın taşıyıcı melekleri, dağ keçisi sûretinde sekiz melektir. Bunların tırnakları ile diz kapakları arasındaki mesâfe hızlıca uçan bir kuşun kat edeceği şekilde yetmiş yıllık bir mesâfedir.″[1]

Yine Âyet-i Kerîme’nin sonunda, hesap için kulların Allah’ın huzurunda arz olunacaklarından bahsedilmektedir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُعْرَضُ النَّاسُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثَلَاثَ عَرْضَاتٍ فَأَمَّا عَرْضَتَانِ فَجِدَالٌ وَمَعَاذِيرُ وَأَمَّا الْعَرْضَةُ الثَّالِثَةُ فَعِنْدَ ذَلِكَ تَطِيرُ الصُّحُفُ فِي الْأَيْدِي فَآخِذٌ بِيَمِينِهِ وَآخِذٌ بِشِمَالِهِ (ت عن ابى هريرة)

″İnsanlar mahşer gününde üç defa arz olunacaklardır. Bunların ikisinde tartışma ve mâzeretler ileri sürülecek. Diğerinde ise, işte o vakit sahifeler uçuşarak, ellere ulaşacak, kimisi amel defterini sağ eliyle alacak, kimisi sol eliyle alacaktır.″[2]


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 18, s. 267; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3807.

[2] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 3.


necm SÛRESİ

﴿ هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى ﴿٥٦﴾ اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ ﴿٥٧﴾ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ ﴿٥٨﴾

56-58. İşte bu (Muhammed Aleyhisselâm) da önceki uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.* O yaklaşmakta olan (kıyâmet) yaklaştı;* onu Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz.

İzah: Kıyâmetin yakın olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بُعِثْتُ فِي نَفَسِ السَّاعَةِ فَسَبَقْتُهَا كَمَا سَبَقَتْ هَذِهِ هَذِهِ لِأُصْبُعَيْهِ السَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى (ت عَنْ المستورد بن شداد الفهري)

″Ben, kıyâmetin soluğunda gönderildim. Şunun şunu geçtiği gibi diyerek şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterdi.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

حِينَ بُعِثَ إِلَيَّ بُعِثَ إِلَى صَاحِبِ الصُّوَرِ فَأَهْوَى بِهِ إِلَى فِيهِ وَقَدَّمَ رِجْلا وَأَخَّرَ أُخْرَى يَنْتَظِرُ مَتَى يُؤْمَرُ فَيَنْفُخَ أَلا فَاتَّقُوا النَّفْخَةَ (احياء علوم الدين عن ابى عمران)

″Ben, Peygamber olarak gönderildiğimde, Sûr’un sahibine de Sûr verildi. Onu ağzına aldı, bir ayağı ileride, bir ayağı geride Sûr’a üfleyeceği zamanı beklemektedir. Aman! Sûr’un üflenilmesinden, onun dehşetinden Allah’a sığının.″[2]

Yine âyette kıyâmetle ilgili olarak, ″Onu Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz″ diye buyrulmaktadır. Bu ifade onu Allahtan başka ortaya çıkaracak hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Onun kopma zamanını Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez, demektir.


[1] Sünen-i Tirmizî, Fiten 39. Ayrıca bakınız: Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18921.

[2] İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, s. 917; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 8.


MUHAMMED SÛRESİ

﴿ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةًۚ فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَاۚ فَاَنّٰى لَهُمْ اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ ﴿١٨﴾

18. Yoksa onlar, kıyâmetin kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? İşte kıyâmetin alâmetleri geldi. Artık kıyâmet ansızın başlarına geldiği vakit, anlamaları kendilerine ne fayda verecektir?

İzah: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamber olarak gönderilmesi kıyâmetin alâmet ve delillerindendir. Bu sebeple kendisine âhir zaman Peygamberi denilmiştir. Bu hususta Sehl İbn-i Sa’d Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بُعِثْتُ أَنَا وَالسَّاعَةَ كَهَذِهِ مِنْ هَذِهِ أَوْ كَهَاتَيْنِ وَقَرَنَ بَيْنَ السَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى (خ م عن سهل بن سعد)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, şehâdet parmağı ile orta parmağını yan yana getirip göstererek, ″Ben ve kıyâmet, şöyle yakın olduğu halde gönderildim!″ buyurdu.[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Rikâk 39, Talak 25; Sahih-i Müslim, Fiten 27 (132).


ZUHRUF SÛRESİ

﴿ وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ ﴿٨٤﴾ وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٨٥﴾

84-85. Göklerde tek bir ilah ve yerde tek bir ilah olan O’dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi hakkıyla bilendir.* Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin mülkü kendisine ait olan Allah, çok yücedir. Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak O’nun katındadır. Hepiniz O’na döndürüleceksiniz.


A’RÂF SÛRESİ

﴿ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨٧﴾

187. Ey Resûlüm! Senden kıyâmetin ne zaman kopacağını sorarlar. De ki: ″Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. Kıyâmet hâdisesi göklerde ve yerde bulunanlara ağır gelen bir hâdisedir. Kıyâmet sizlere ansızın geliverir.″ Onlar, kıyâmetin ne zaman kopacağını biliyormuşsun gibi, senden sorarlar. De ki: ″Onun ilmi ancak Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.″

İzah: Kıyâmetin ne zaman kopacağını Peygamberler de dâhil, hiç kimse bilemez. Ancak Allah’u Teâlâ bilir. Peygamberler, Allah’ın bildirdiği ölçüde, ancak alâmetleri hakkında bilgi verirler.

Huzeyfe Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e kıyâmet hakkında soruldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي لَا يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلَّا هُوَ وَلَكِنْ أُخْبِرُكُمْ بِمَشَارِيطِهَا وَمَا يَكُونُ بَيْنَ يَدَيْهَا إِنَّ بَيْنَ يَدَيْهَا فِتْنَةً وَهَرْجًا قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ الْفِتْنَةُ قَدْ عَرَفْنَاهَا فَالْهَرْجُ مَا هُوَ قَالَ بِلِسَانِ الْحَبَشَةِ الْقَتْلُ وَيُلْقَى بَيْنَ النَّاسِ التَّنَاكُرُ فَلَا يَكَادُ أَحَدٌ أَنْ يَعْرِفَ أَحَدًا (حم عن حذيفة)

″Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz…″ diye geçen Sûre-i A’râf, Âyet 187’yi okudu ve fakat size onun alâmetlerini ve hemen önce olacak şeyleri haber vereceğim: ″Kıyâmetin hemen öncesinde fitne ve herc olacaktır″ buyurdu. ″Yâ Resûlallah! Fitneyi anladık. Fakat herc nedir?″ diye sordular. Buyurdu ki: ″Habeş dilinde öldürmedir. İnsanlar arasına birbirlerini bilmemezlik konulacak da neredeyse kimse kimseyi tanımayacak.″[1]

Kıyâmetin ansızın kopacağına dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا فَإِذَا طَلَعَتْ فَرَآهَا النَّاسُ آمَنُوا أَجْمَعُونَ فَذَلِكَ حِينَ {لَا يَنْفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِنْ قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا} وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدْ نَشَرَ الرَّجُلَانِ ثَوْبَهُمَا بَيْنَهُمَا فَلَا يَتَبَايَعَانِهِ وَلَا يَطْوِيَانِهِ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدْ انْصَرَفَ الرَّجُلُ بِلَبَنِ لِقْحَتِهِ فَلَا يَطْعَمُهُ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَهُوَ يَلِيطُ حَوْضَهُ فَلَا يَسْقِي فِيهِ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدْ رَفَعَ أَحَدُكُمْ أُكْلَتَهُ إِلَى فِيهِ فَلَا يَطْعَمُهَا (خ عن ابى هريرة)

″Güneş batıdan doğmadıkça kıyâmet kopmaz. Güneş batıdan doğup da insanlar onu gördüklerinde, hepsi îman ederler. İşte o zaman, ″Rabbinin bâzı alâmetlerinin geldiği gün, daha önce îman etmemiş veya îmanıyla bir hayır kazanmamış olan bir kişiye, o zaman ki îmanı fayda vermeyecektir″[2] diye buyrulan zamandır. İki kişi elbiselerini aralarında açmışlar henüz satamamışlar ve dürememişlerken kıyâmet kopacaktır. Kişi, devesinin sütünü sağıp ayrılmışken onu içemeden kıyâmet kopacaktır. Kişi, yiyeceğini ağzına almış fakat henüz yutamamışken kıyâmet kopacaktır.″[3]

Birçok Hadis-i Şerif’te belirtildiği üzere; kıyâmetten evvel esen bir rüzgâr ile zerre kadar îmanı olanlar dahi ölecek, kıyâmet sâdece kâfirler ve münâfıklar üzerine kopacaktır.

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün: ″Lât ve Uzza’ya tapılmadıkça, gece ile gündüz gitmeyecektir″ buyurdu. Bunun üzerine Hz. Âişe: ″Müşrikler istemeseler de, dînini bütün dinlere üstün kılmak için, Resûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur″[4] buyruğunu indirdiği zaman, ben bunun tamam olduğunu zannetmiştim!″ deyince, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

إِنَّهُ سَيَكُونُ مِنْ ذَلِكَ مَا شَاءَ اللّٰهُ ثُمَّ يَبْعَثُ اللّٰهُ رِيحًا طَيِّبَةً فَتَوَفَّى كُلَّ مَنْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْ إِيمَانٍ فَيَبْقَى مَنْ لَا خَيْرَ فِيهِ فَيَرْجِعُونَ إِلَى دِينِ آبَائِهِمْ (م عن عائشة)

″Bu hususta Allah’ın dediği olacak. Sonra Allah’u Teâlâ hoş bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde zerre miktar îmanı olanın ruhu alınacak. Kendisinde hiçbir hayır olmayan kâfir ve münâfıklar dünyâda bâki kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!″[5] Yani bunlar bu hâle gelince, kıyâmet bunların üzerine kopacaktır, demektir.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22217.

[2] Sûre-i En’âm, Âyet 158.

[3] Sahih-i Buhârî, Rakâik 39.

[4] Sûre-i Saff, Âyet 9.

[5] Sahih-i Müslim, Fiten 17 (52).


FUSSİLET SÛRESİ

﴿ اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓائ۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ ﴿٤٧﴾ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٤٨﴾

47-48. Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, O’na havale edilir. O’nun ilmi olmadıkça, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah’u Teâlâ, müşriklere: ″Nerede Bana ortak koştuklarınız?″ diye nidâ ettiği gün, onlar: ″Biz, senin ortağın bulunduğuna şâhitlik edecek kimse olmadığını itiraf ettik″ derler.* O gün onların dünyâda taptıkları şeyler, onlardan uzakla­şıp kaybolacaktır. Onlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlarlar.


MÜ’MİN SÛRESİ

﴿ وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلًا مَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٥٨﴾ اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٥٩﴾

58-59. Kör ile gören ve îman edip sâlih amellerde bulunan ile kötülük yapan bir değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!* Kıyâmet, elbette kopacaktır, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.

İzah: Âyet-i Kerîme’de zikredilen ″Kör″den maksat, Allah’ın varlığını ve birli­ğini gösteren delillere karşı kalpleri kapalı olan kâfirlerdir. ″Gören″den maksat, Allah’ın delillerine karşı kalpleri açık olan, onları düşünüp onlardan ibret alan Mü’­minlerdir. ″Kötülük yapan″den maksat ise, Allah’ın emirlerine muhalefet ederek günahları işleyen kimselerdir. İbâdet eden takvâ ehli bir zât ile, günahkâr bir kimse elbette eşit değildir.


SEBE SÛRESİ

﴿ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿٤﴾

4. Kıyâmet mutlaka gelecektir ki, Allah’u Teâlâ, îman edip sâlih amellerde bulunanları mükâfatlandırsın. İşte onlar için bağışlanma ve bol rızık vardır.


AHZÂB SÛRESİ

﴿ يَسْـَٔلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَر۪يبًا ﴿٦٣﴾

63. Ey Resûlüm! İnsanlar, sana kıyâmetin ne vakit kopacağını sorarlar. De ki: ″Onun ilmi ancak Allah katındadır.″ Ne bilirsin, belki de kıyâmetin kopması yakındır.

İzah: Hz. Ömer’den nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, Cebrâil Aleyhis-selâm insan sûretinde gelerek Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bâzı sorular sormuştur. Bunlardan biri de:

″Bana kıyâmetin ne zaman kopacağından haber ver?″ diye geçen sorudur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنْ السَّائِلِ قَالَ فَأَخْبِرْنِي عَنْ أَمَارَتِهَا قَالَ أَنْ تَلِدَ الْأَمَةُ رَبَّتَهَا وَأَنْ تَرَى الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ الْعَالَةَ رِعَاءَ الشَّاءِ يَتَطَاوَلُونَ فِي الْبُنْيَانِ قَالَ ثُمَّ انْطَلَقَ فَلَبِثْتُ مَلِيًّا ثُمَّ قَالَ لِي يَا عُمَرُ أَتَدْرِي مَنْ السَّائِلُ قُلْتُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَإِنَّهُ جِبْرِيلُ أَتَاكُمْ يُعَلِّمُكُمْ دِينَكُمْ (م د ن حم عن عمر بن الخطاب)

Bu hususta sorulan sorandan daha bilgili değildir.″ Bu sefer o gelen kişi dedi ki: ″Bana alâmetlerinden haber ver, işâretleri nedir?″ Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Câriyenin kendi efendisini doğurduğunu görürsün ve bacağı açıkları görürsün ve çıplakları da görürsün. Fakir koyun çobanları, yüksek binalar yaparlar.″

Hz. Ömer dedi ki: Bu adam çıktı gitti. Biz bir zaman durduk. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Bu soran kimdi bildin mi Yâ Ömer?″ ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir Yâ Resûlallah!″ dedim. Buyurdu ki: ″O Cebrâil’dir. Sizin meclisinize dîninizin işini bildirmek için geldi.″[1]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 17; Sünen-i Nesâî, Îman 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 346; Bu Hâdise, Sahih-i Buhârî’de benzer lafızlarla Ebû Hüreyre Hazretlerinden de nakledilmiştir (Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh, Hadîs No: 47).


LOKMÂN SÛRESİ

﴿ اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿٣٤﴾

34. Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Sâlim İbn-i Abdullah Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

مَفَاتِحُ الْغَيْبِ خَمْسٌ {إِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنْزِلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللّٰهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} (خ عن سالم بن عبد اللّٰه)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Gaybın anahtarları beştir″ diye buyurmuş ve Sûre-i Lokmân, Âyet 34’ü okumuştur.[1]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

Cebrâil Aleyhisselâm insan sûretinde gelerek Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bâzı sorular sormuştur. Bunlardan biri de: ″Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?″ sorusudur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu soruya cevap olarak:

مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنْ السَّائِلِ وَلَكِنْ سَأُحَدِّثُكَ عَنْ أَشْرَاطِهَا إِذَا وَلَدَتْ الْأَمَةُ رَبَّتَهَا فَذَلِكَ مِنْ أَشْرَاطِهَا وَإِذَا تَطَاوَلَ رِعَاءُ الْغَنَمِ فِي الْبُنْيَانِ فَذَلِكَ مِنْ أَشْرَاطِهَا فِي خَمْسٍ لَا يَعْلَمُهُنَّ إِلَّا اللّٰهُ فَتَلَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ {إِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللّٰهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} الْآيَةَ (ه عن ابى هريرة)

″Bu konuda sorulan, sorandan daha âlim değildir. Lâkin ben sana onun alâmetlerini haber ve­reyim: Câriye kendi sahibesini doğurduğu zaman, işte bu, kıyâmetin alâmetlerindendir. Fakir olan koyun çobanlarının bina yapmada birbirleriyle yarıştıklarını gördüğün zaman, işte bu da kıyâmetin alâmetlerindendir. Kıyâmetin vakti, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği şu beş şeyin içindedir″ diye buyurduktan sonra: ″Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır″ mealindeki Sûre-i Lokmân, Âyet 34’ü okudu.[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i En’âm 1; Tefsir-i Lokmân 3.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 9. Ayrıca bakınız: Sahih-i Müslim, Îman 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 17; Sünen-i Nesâî, Îman 5.


NEML SÛRESİ

﴿ وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ ﴿٨٧﴾ وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ ﴿٨٨﴾

87-88. Sûr’a üflendiği gün, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, şiddetli bir korkuya tutulur. Ancak Allah’u Teâlâ’nın diledikleri (şehitler) müstesnâ. Hepsi de boyunları bükük bir halde O’na gelirler.* Ve dağları görürsün, onları yerlerinde duruyor zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçişi gibi geçer gider. Bu, her şeyi lâyıkı ile yaratan Allah’ın işidir. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan haberdardır.

İzah: Geniş olarak kıyâmet ve sonrasını anlatan Hadis-i Şerif’in bir bölümünde, Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu:

فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَنِ اسْتَثْنَى اللّٰهُ حِينَ يَقُولُ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الأَرْضِ إِلا مَنْ شَاءَ اللّٰهُ؟ قَالَ أُولَئِكَ الشُّهَدَاءُ ، هُمْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ، وَقَاهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَأَمَّنَهُمْ مِنْ عِقَابِهِ وَإِنَّمَا يَصَلُ الْفَزَعُ إِلَى الأَحْيَاءِ وَهُوَ عَذَابُ اللّٰهِ يَبْعَثُهُ عَلَى شِرَارِ خَلْقِهِ ... (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى هريرة)

″Yâ Resûlallah! Sûre-i Neml, Âyet 87’deki: ″Sûr’a üflendiği gün, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, şiddetli bir korkuya tutulur. Ancak Allah’u Teâlâ’nın diledikleri müstesnâ…″ buyruğunda istisnâ ettikleri kimlerdir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Bunlar şehitlerdir. Korku, dirilere ulaşacaktır. Şehitler, Allah katında diriler olup rızıklanmaktadırlar. Allah’u Teâlâ, o günün korkusundan onları koruyup emîn kılacaktır. Kıyâmet, Allah’u Teâlâ’nın yarattıklarının kötüleri üzerine göndereceği bir azaptır.″[1]

İşte bu âyette, kâfirler üzerine kıyâmet koparken Allah’ın istisnâ ettiği kişilerin, Allah yolunda ölen şehitler olduğu beyan edilmiştir. Allah yolunda ölenlerin diri olduklarına dair geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 154, Sûre-i Nisâ, Âyet 95-96 ve izahlarına bakınız.

Allah’u Teâlâ, kıyâmetten evvel Yemen tarafından hafif bir rüzgâr estirecek ve bütün Müslümanlar o rüzgâr nedeniyle vefât edecek ve kıyâmet sâdece kâfirler üzerine kopacaktır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ رِيحًا مِنَ الْيَمَنِ أَلْيَنَ مِنَ الْحَرِيرِ فَلَا تَدَعُ أَحَدًا فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ إِيمَانٍ إِلَّا قَبَضَتْهُ (م عن انس)

″Allah’u Teâlâ ipekten daha yumuşak bir rüzgârı Yemen tarafından gönderir. Bu rüzgâr, kalbinde zerre miktar îman bulunan herkesin ruhunu alır.″[2]


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 3, s. 287. Bu Hadis-i Şerif’in geniş metni için Sûre-i En’âm, Âyet 71-73’ün izahına bakınız.

[2] Sahih-i Müslim, Îman 50 (185).


HACC SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ﴿١﴾ يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ ﴿٢﴾

1-2. Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Şüphesiz ki kıyâmetin sarsıntısı korkunç bir olaydır.* Onu gördüğünüz vakit, dehşetinden her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. O gün, sarhoş olmadıkları halde, herkesi sarhoş görürsün. Çünkü Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Ashâbından bir grubun arasında bulunduğu sırada şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰه لَمَّا فَرَغَ مِنْ خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ خَلَقَ الصُّورَ فَأَعْطَاهُ إسْرَافِيلَ فَهُوَ وَاضِعُهُ عَلَى فِيهِ شَاخِصٌ بِبَصَرِهِ يَنْتَظِرُ مَتَى يُؤْمَرُ قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰه وَمَا الصُّورُ؟ قَالَ: هُوَ قَرْنٌ قُلْتُ: وَكَيْفَ هُوَ؟ قَالَ: عَظِيمٌ قَالَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنَّ عِظَمَ دَارَةٍ فِيهِ لَعَرْضُ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ يَنْفُخُ فِيهِ ثَلَاثَ نَفَخَاتٍ فَالنَّفْخَةُ الْأُولَى لِلْفَزَعِ وَالنَّفْخَةُ الثَّانِيَةُ نَفْخَةُ الصَّعْقِ وَالنَّفْخَةُ الثَّالِثَةُ نَفْخَةُ الْقِيَامِ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ. يَأْمُرُ اللّٰه إسْرَافِيلَ بالنَّفْخَةِ الْأُولَى فَيَقُولُ: انْفُخْ نَفْخَةَ الفَزَعِ فَيَفْزَعُ أهْلُ السَّمَاوَاتِ وَأهْلُ الْأَرْضِ إلَّا مَنْ شَاءَ اللّٰه وَيَأْمُرُهُ اللّٰه فَيُدِيمُهَا وَيُطَوِّلُهَا فَلا يَفْتُرُ وَهِيَ كَقَوْلُ اللّٰه: {وَمَا يَنْظُرُ هَؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ} ... (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى هريرة)

Allah’u Teâlâ, göklerin ve yerin yaratılmasını bitirince, Sûr’u yaratıp onu İsrâfil’e verdi. O, ″Sûr’a üfleme emri ne zaman verilecek″ diye beklemek üzere gözünü Arş’a dikerek o Sûr’u ağzına aldı. ″Yâ Resûlallah! Sûr nedir?″ diye sordum. ″Boynuzdur″ buyurdu. ″O nasıldır?″ diye sordum. ″Büyüktür″ buyurdu. Beni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, onun bir halkasının büyüklüğü göklerle yerin genişliği gibidir. Ona üç defa üflenecektir:

- Birinci üfleme, korku üflemesidir. İkincisi, yıkılma üflemesidir. Üçüncüsü ise, kalkıp âlemlerin Rabbinin huzuruna dikilme üflemesidir. Allah’u Teâlâ İsrâfil’e birinci üflemeyi emredip, ″Üfle″ diye buyuracak. O da, üfleyecek. Allah’ın diledikleri dışında bütün gökler ve yer halkı korkacak. Allah ona emredecek de uzatacak ve kesinti yapmayacak. Bu durum, Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Sâd, Âyet 15’te: ″Müşrikler de, bir an gecikmesi dâhi olmayan korkunç bir sesten (Sûr’un üflenmesinden) başka bir şeyi beklemiyorlar″ diye geçen buyruğu gibidir. Allah’u Teâlâ dağları yürütecek. Onlar bir bulut gibi geçecek ve serap olacaklar. Sonra yeryüzü halkını öyle bir sarsacak ki, dalgaların çarptığı denize atılmış bir gemi gibi olacak. Yeryüzündeki halkı ters çevirip rüzgârların salladığı, Arş’ta asılı bir kandil gibi yapacak. Bu durum, Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Nâziât, Âyet 6-9’daki: ″O gün (Sûr’un üflenmesiyle) yerin şiddetle sarsıldığı* ve o sarsıntının ardından bir başkasının geldiği gündür.* O gün, kalpler çok muzdariptir* ve onların gözleri de korkudan zillet içindedir″ buyruğunda haber verdiği durumdur. İnsanlar, onun üzerinde sarsılıp çalkalanacak. Süt veren kadınlar çocuklarını unutacak, hâmileler karınlarındakini bırakacak, çocuklar ihtiyarlayacak, şeytânlar korkudan uçar gibi kaçacaklar. Yeryüzünün kenarlarına varınca, melekler onlara gelip yüzlerine vuracaklar ve onlar da dönecek. İnsanlar arkalarına dönüp kaçacak. Allah’ın emrinden onları koruyacak hiçbir şey olmayacak. Birbirlerini çağıracaklar. İşte bu, Allah’u Teâlâ’nın çağrışma günü! Onlar bu halde iken, yeryüzü bir baştan diğer bir başa kadar yarılıp çatlayacak. Bir benzerini görmedikleri büyük bir durumu görecekler. Bundan dolayı en iyisini Allah’ın bildiği üzüntü ve korku onları kaplayacak. Sonra gökyüzüne bakacaklar ki o; erimiş bir maden gibi olmuş. Sonra gökyüzü yarılıp yıldızlar saçılacak, güneş ve ay batacak.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne devamla buyurdu ki:

″Ölüler bundan hiçbir şey bilmeyecekler.″ Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu: ″Yâ Resûlallah! Sûre-i Neml, Âyet 87’deki: ″Sûr’a üflendiği gün, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, şiddetli bir korkuya tutulur. Ancak Allah’u Teâlâ’nın diledikleri müstesnâ…″ buyruğunda istisnâ ettikleri kimlerdir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Bunlar şehitlerdir. Korku, dirilere ulaşacaktır. Şehitler, Allah katında diriler olup rızık-lanmaktadırlar. Allah’u Teâlâ, o günün korkusundan onları koruyup emîn kılacaktır. Kıyâmet, Allah’u Teâlâ’nın yarattıklarının kötüleri üzerine göndereceği bir azaptır.″ Allah’u Teâlâ bu hususta Sûre-i Hacc, Âyet 1-2’de şöyle buyurmaktadır:

″Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Şüphesiz ki kıyâmetin sarsıntısı korkunç bir olaydır.* Onu gördüğünüz vakit, dehşetinden her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. O gün, sarhoş olmadıkları halde, herkesi sarhoş görürsün. Çünkü Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.″ Onlar, Allah’ın dilediği kadar bu azap içinde kalacaklardır. Bu süre uzun olacaktır. Sonra Allah’u Teâlâ İsrâfil’e yıkılma üflemesini emredecek. O da üfleyecek. Allah’ın diledikleri dışında gökler ve yer halkı yıkılacak…[1]


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 3, s. 283. Bu Hadis-i Şerif’in devamında kıyâmetten sonra mahşerde meydana gelecek hâdiseleri uzun uzadıya anlatmaktadır. Bu Hadis-i Şerif için Sure-i En’âm, Âyet 71-73’ün izahına bakınız.


ENBİYÂ SÛRESİ

﴿ يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ ﴿١٠٤﴾

104. O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi düreriz. Varlıkları ilk olarak nasıl yarattıysak, öyle iâde ederiz. Bu, yerine getireceğimiz vaadimizdir. Biz, bu vaadimizi muhakkak yaparız.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّكُمْ مَحْشُورُونَ إِلَى اللّٰهِ حُفَاةً عُرَاةً غُرْلًا ثُمَّ قَالَ {كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ} إِلَى آخِرِ الْآيَةِ ثُمَّ قَالَ أَلَا وَإِنَّ أَوَّلَ الْخَلَائِقِ يُكْسَى يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِبْرَاهِيمُ أَلَا وَإِنَّهُ يُجَاءُ بِرِجَالٍ مِنْ أُمَّتِي فَيُؤْخَذُ بِهِمْ ذَاتَ الشِّمَالِ فَأَقُولُ يَا رَبِّ أُصَيْحَابِي فَيُقَالُ إِنَّكَ لَا تَدْرِي مَا أَحْدَثُوا بَعْدَكَ فَأَقُولُ كَمَا قَالَ الْعَبْدُ الصَّالِحُ {وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ} فَيُقَالُ إِنَّ هَؤُلَاءِ لَمْ يَزَالُوا مُرْتَدِّينَ عَلَى أَعْقَابِهِمْ مُنْذُ فَارَقْتَهُمْ (خ عن ابن عباس)

″Ey insanlar! Şüphesiz ki, sizler Allah’ın huzurunda yalınayak, çırılçıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Sonra Sûre-i Enbiyâ, Âyet 104’deki: ″… Varlıkları ilk olarak nasıl yarattıysak, öyle iâde ederiz. Bu, yerine getireceğimiz vaadimizdir. Biz, bu vaadimizi muhakkak yaparız″ buyruğunu okudu ve daha sonra şöyle buyurdu:

- İyi bilin ki mahşer gününde, yaratılanların ilk elbise giydirileni İbrâhim Aleyhisselâm olacaktır. Yine iyi bilin ki ümmetimden bir kısım insanlar getirilecek ve onlar sol tarafa doğru gö­türüleceklerdir. Ben: ″Ey Rabbim! Bunlar benim Ashâbımdır″ diyeceğim. Bana: ″Sen bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun″ denilecektir. Ben de, şu sâlih kulun; Îsâ Aleyhisselâm’ın, Sûre-i Mâide, Âyet 117’de: ″Ben onlara bana emrettiğin şeylerden başka bir şey demedim. ″Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a ibâdet edin″ dedim. Ben onların arasında iken hallerine şâhit idim, beni yükselttikten sonra onların hallerini gözetleyen Sen idin. Sen her şeye şâhitsin″ diye söylediği gibi söyleyeceğim. Bana şöyle denecektir: ″Sen onlardan ayrıldıktan sonra dinden döndüler ve mürtet olarak devam ettiler.″[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Mâide 12.


TÂHÂ SÛRESİ

﴿ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفًاۙ ﴿١٠٥﴾ فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًاۙ ﴿١٠٦﴾ لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجًا وَلَٓا اَمْتًا ﴿١٠٧﴾ يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا ﴿١٠٨﴾

105-108. Ey Resûlüm! Sana dağların ne olacağını sorarlar. De ki: ″Rabbim onları kum gibi savuracak,* yerlerini dümdüz, boş bir halde bırakacak.″* Artık orada ne bir çukur, ne de bir tümsek görebilirsin.* O gün halk, hiçbir tarafa sapmadan kendilerini mahşere dâvet edene tâbi olurlar ve sesler, Rahmân’ın heybetinden kısılmıştır. Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin.

İzah: Kıyâmetten sonra bütün insanlar, kendilerini mahşerde toplanmaya çağıran Allah’ın dâvetçisine uyacaklar ve onun dâvetinden kaçamayacaklardır. O gün Rahman olan Allah’ın huzurunda bütün sesler kısılacak, fısıltıdan veya ayak seslerinden başka bir şey işitilmez olacaktır.


NAHL SÛRESİ

﴿ وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٧٧﴾

77. Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Kıyâmetin kopması, göz açıp kapama gibidir veya ondan daha yakındır. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeye kâdirdir.

İzah: Kıyâmetin yakın olduğuna dair Sehl İbn-i Sa’d Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بُعِثْتُ أَنَا وَالسَّاعَةَ كَهَذِهِ مِنْ هَذِهِ أَوْ كَهَاتَيْنِ وَقَرَنَ بَيْنَ السَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى (خ م عن سهل بن سعد(

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, şehâdet parmağı ile orta parmağını yan yana getirip göstererek: ″Ben ve kıyâmet, şöyle yakın olduğu halde gönderildim!″ buyurdu.[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Rikâk 39, Talak 25; Sahih-i Müslim, Fiten 27 (132).


İBRÂHÎM SÛRESİ

﴿ يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿٤٨﴾

48. O gün yer başka yere, gökler de başka göklere çevrilir ve insanlar, bir ve her şeye hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Sevban Radiyallâhu anhu şu hâdiseyi nekletmiştir:

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında ayakta duruyordum. Derken Yahudi bilginlerinden biri geldi. ″Esselâmu aleyke Yâ Muhammed!″ dedi. Ben onu bir ittim ki, neredeyse yere yıkılacaktı. ″Beni niçin itiyorsun?″ dedi. ″Niçin Yâ Resûlallah! demedin?″ dedim. Yahudi: ″Biz onu ancak ailesinin vermiş olduğu ismiyle çağırıyoruz″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Benim ismim, ailemin bana vermiş olduğu Muhammed’dir″ diye buyurdu. Sonra Yahudi: ″Sana bâzı şeyler sormak için geldim″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de ona hitâben: ″Eğer sana söylersem, söylediğim herhangi bir şey sana fayda verir mi ki?″ dedi. O da: ″Kulaklarımla duyarım″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yanında bulunan bir değnekle yere birtakım çizgiler çizerek tefekkür eder bir halde; ″Sor″ dedi. Yahudi:

أَيْنَ يَكُونُ النَّاسُ {يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَوَاتُ} فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هُمْ فِي الظُّلْمَةِ دُونَ الْجِسْرِ ... (م عن ثوبان)

″O gün yer başka yere, gökler de başka göklere çevrildiği vakit, insanlar nerede olacaktır?″ diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Köprünün (sırat köprüsünün) beri tarafında karanlık içerisinde olacaklar″ diye cevap verdi. Yahudi: ″İnsanların sırat köprüsünü ilk geçeni kimdir?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Muhâcirlerin fakirleridir″ buyurdu. Yahudi: ″Onlar, Cennete girerken kendilerine verilecek olan hediyeleri nedir?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Balık ciğerinin bir kenarıdır″ buyurdu. Bunun ardından: ″Onların gıdaları nedir?″ dedi. ″Cennetin etrafından yemekte bulunan Cennet öküzü onlar için boğazlanır″ buyurdu. Bu yemek üzerine: ″Onların içeceği nedir?″ diye sorunca da, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Cennette, Selsebil ismi verilen bir pınardandır″ buyurdu. Yahudi: ″Doğru söyledin″ dedi ve sözüne devamla dedi ki: ″Sana yer ehlinden kimsenin bilemeyeceği, ancak bir Peygamberin yahut bir iki kişinin bilebileceği bir şeyi sormak için geldim″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sana cevabı söylersem, bu söylemem sana menfaat verir mi?″ diye buyurdu. O da: ″Kulaklarımla duyarım″ dedi ve konuşmasına şöyle devam etti: ″Sana çocuğun mahiyetinden soruyorum?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Erkeğin suyu beyazdır, kadının suyu sarıdır. Bu ikisi birleştikleri zaman erkeğin menisi, kadının menisine gâlip gelirse, Allah’ın izniyle erkek çocuk meydana getirirler. Kadının menisi erkeğin menisine gâlip gelirse yine Allah’ın izniyle kız çocuğu meydana getirirler″ buyurdu. Bunun üzerine Yahudi: ″Yemin ederim ki, sen doğru söyledin ve yine yemin ederim ki sen muhakkak bir Peygambersin″ dedi ve sonra ayrılıp gitti. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bu kişi sormak istediği şeyleri bana sormuştur. Halbuki o sorulardan hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Nihâyet o soruların cevabını bana Allah’u Teâlâ bildirdi″ diye buyurdu.[1]

Allah’u Teâlâ yeri, göğü ve kainâtı tamamen yok edip, daha sonra yeryüzünü yeniden yaratarak orada mahşer yerinin kurulacağından bahsetmektedir.

Bu hususta da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُحْشَرُ النَّاسُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَى أَرْضٍ بَيْضَاءَ عَفْرَاءَ كَقُرْصَةِ النَّقِيِّ لَيْسَ فِيهَا عَلَمٌ لِأَحَدٍ (خ م عن سهل بن سعد)

″Mahşer günü insanlar, beyaz, duru beyaz ve kepekten arınmış undan yapılan çörek gibi bir saha üzerinde toplanırlar. Orada bir kimseye yol gösterecek hiçbir alâ­met yoktur.″[2]


[1] Sahih-i Müslim, Hayz 8 (34).

[2] Sahih-i Buhâri, Rikâk 44; Sahih-i Müslim, Sıfat-ı Kıyâmet 2 (28).