BAKARA SÛRESİ

﴿ اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ ﴿٢١٤﴾

214. Ey Mü’minler! Yoksa siz, önceki ümmetlere isâbet edenler size de gelmedikçe, Cennete gireceğinizi mi zannedersiniz? Onları, türlü türlü belâlar yıldırmıştı. Hattâ Peygamberleri ve O’nunla beraber imân edenler: ″Allah’ın yardımı ne zaman?″ dediler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı muhakkak yakındır.

İzah: Hendek Muhâsarası sırasında Müslümanlar çok büyük sıkıntılara uğrayınca, Ashâb-ı Kirâm’dan bâzıları: ″Yâ Resûlallah! Allah’ın yardımı ne zamandır?″ demeleri üzerine bu Âyet-i Kerîme nâzil olmuştur.

Bu durum hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Ahzâb, Âyet 10-11’de şöyle buyurmuştur:

″O vakit kâfirler, size hem üst tarafınızdan, hem de aşağı tarafınızdan gelmişlerdi. O zaman gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.* İşte orada, Mü’minler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

ضَحِكَ رَبُّنَا مِنْ قُنُوطِ عِبَادِهِ وَقُرْبِ غِيَرِهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَوَ يَضْحَكُ الرَّبُّ قَالَ نَعَمْ قُلْتُ لَنْ نَعْدَمَ مِنْ رَبٍّ يَضْحَكُ خَيْرًا (ه عن ابى رزين)

″Allah’u Teâlâ kullarının ümitsizliğe düşmesine güler. Çünkü Allah’u Teâlâ onların sıkıntılı durumlarının değişip kurtuluşlarının yakın olduğunu bilir.″ Ebû Rezîn dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Allah’u Teâlâ güler mi?″ diye sordum. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ deyince de, ben: ″Gülmek vasfını taşıyan bir Rabb’den dâimâ hayır buluruz″ dedim.[1]

Yine İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre:

Ebû Süfyan, Müslüman olmadan önce Bizans imparatoru Heraklius ile Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında konuşurken aralarında şu ifade geçmiştir:

وَسَأَلْتُكَ هَلْ قَاتَلْتُمُوهُ وَقَاتَلَكُمْ فَزَعَمْتَ أَنْ قَدْ فَعَلَ وَأَنَّ حَرْبَكُمْ وَحَرْبَهُ تَكُونُ دُوَلًا وَيُدَالُ عَلَيْكُمْ الْمَرَّةَ وَتُدَالُونَ عَلَيْهِ الْأُخْرَى وَكَذَلِكَ الرُّسُلُ تُبْتَلَى وَتَكُونُ لَهَا الْعَاقِبَةُ (خ عن ابن عباس(

Heraklius, Ebû Süfyan’a hitâben: ″Onunla hiç savaştınız mı? Ve o sizinle savaştı mı?″ diye sordum. Sen, savaştığınızı ve bu savaşların nöbetleşe geçtiğini, bâzen onun size gâlip geldiğini bâzen de sizin ona gâlip geldiğinizi söyledin. Zâten Peygamberler hep böyledir, onlar belâlara uğ­ratılırlar; ama sonra da güzel âkıbet onların olur, demiştir.[2]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 13.

[2] Sahih-i Buhârî, Bede’ul-Vahy 6; Cihat ve Siyer 101.


ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ ﴿١٤٢﴾ وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟ ﴿١٤٣﴾

142-143. Yoksa siz, Allah’u Teâlâ sizden cihat edenleri ayırt etmeden ve sabreden­leri ayırt etmeden Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?* Yemin olsun ki siz, ölümle karşılaşmadan önce onu (şehit olmayı) temenni ediyordunuz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz. (Niçin korkup kaçıyorsunuz?)

İzah: Katâde Hazretleri diyor ki: Mü’minler, müşriklerle savaşmak istiyorlardı. Uhud Savaşı’nda düşmanla karşılaşınca bozguna uğradılar. Bu sebeple kaçanlara sitem edildi ve sabredip direnenler övüldü.

Cihat hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيُّهَا النَّاسُ لَا تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعَدُوِّ وَاسْأَلُوا اللّٰهَ الْعَافِيَةَ فَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلَالِ السُّيُوفِ (خ م عن بن ابى اوفى)

″Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin! Allah’tan afiyet (rahatlık, huzur, saadet) isteyin. Fakat düşman da karşınıza çıkarsa, o zaman da sebat-ı kadem edin (sağlam durup düşmandan kaçmayın) ve bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır…″[1]

﴿ لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ ﴿١٨٦﴾

186. Yemin olsun ki siz, mallarınızla ve canlarınızla imtihan olunursunuz. Yahudi, Hristiyan ve müşriklerden din yolunda çok eziyet görür ve işitirsiniz. Eğer bunlara sabreder ve takvâ üzere olursanız, dinde azim ve sebâtın gereğini yerine getirmiş olursunuz.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de Mü’minlere, mallarıyla ve canlarıyla imtihan olunacakları anlatılmaktadır. Âyetin devamında da Yahudi, Hristiyan ve müşriklerden de ezâ ve cefâ görecekleri beyan edilmekte ve bu duruma sabreden Mü’minlerin, Allah’ın rızâsına nâil olacakları haber verilmektedir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِهِ خَيْرًا يُصِبْ مِنْهُ )خ عن ابى هريرة(

″Allah’u Teâlâ kime hayır dilerse, ona musîbet verir.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَا خَيْرَ فِي عَبْدٍ لَا يَذْهَبُ مَالُهُ وَلَا يَسْقَمُ جِسْمُهُ إنَّ اللّٰهَ إذَا أحَبَّ عَبْدًا ابْتَلَاهُ وَإِذَا ابْتَلَاهُ صَبَّرَهُ (ابن أبي الدنيا في كتاب المرض والكفارات عن أبي سعيد الخدري)

″Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah’u Teâlâ bir kulu sevdiği vakit ona ibtilâ verir. İbtilâ verdiği zaman da ona sabretmesini öğretir.″[3]


[1] Sahih-i Buhârî, Cihat 114; Sahih-i Müslim, Cihat 6 (19-21).

[2] Sahih-i Buhârî, Merdâ 1.

[3] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, s. 240.


TEVBE SÛRESİ

﴿ اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١١١﴾ اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٢﴾

111-112. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Mü’minlerden canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah’u Teâlâ’nın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da zikredilen bu vaadi hak ve sâbittir. Allah’tan daha fazla vaadini yerine getiren kim vardır? Ey Mü’minler! Artık yaptığınız bu alışverişe sevinin. İşte büyük kurtuluş budur.* Ey Resûlüm! Şu Mü’minleri müjdele ki, onlar tevbe ederler, Allah’a ibâdet ederler, Allah’ın nîmetlerine hamd ederler, Allah için seyahat yaparlar, rükû ve secde ederler, iyiliği emredip kötükten nehyederler ve Allah’ın hudûdunu muhafaza ederler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Mü’minlerden canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın almıştır″ diye buyrulmaktadır. Allah’u Teâlâ burada, rızâsına uygun amel-i sâlih işleyen Mü’minleri, derecelerine göre; malları ve canları ile imtihan edeceğini bildirmektedir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً الْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ (طب ك عن سعد بن أبي وقاص)

″İnsanlardan belânın en şiddetlisi Peygamberlere, sonra âlimlere (velî kullara), sonra onlara en çok benzeyenlere ve çok benzeyenlere gelir.″[1]

O yüzden Eyyüb Aleyhisselâm’ın bütün evlatlarının bir anda ölmesi, vücudunun ağır bir şekilde hastalanması üzerine şehir halkının kendisini oradan uzaklaştırması, İbrâhim Aleyhisselâm’ın ateşe atılması, Zekeriyya Aleyhisselâm’ın Yahudiler tarafından testere ile canlı olarak biçilmesi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mekkeli müşrikler tarafından, Peygamberliğini ilan ettiği günden itibaren büyük bir zulme uğraması, Taif’te taşlanması, vatanını ve malını geride bırakarak hicret etmesi, Uhud’da ve Hendek’te Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte Ashâbın çektiği sıkıntılar, Hz. Hasan Efendimizin, Yezid tarafından zehirletilerek şehit edilmesi. Yine Yezid tarafından Hz. Hüseyin Efendimizin şehit edilmesi… Mü’minlerin derecelerine göre başlarına gelen canları ve malları ile ilgili belâlar, onların Cennetteki makamlarını yükseltmek içindir. Allah’u Teâlâ’nın, Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, Mü’minlerden canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın almıştır″ diye buyurması bu sebeptendir.

Bu şekilde Allah’u Teâlâ, Mü’minlerin derecelerine göre; ibtilâ vermekte ve bu belâlara sabredip, şükredenlere de Cennette yüksek makamlar vereceğini vaad etmektedir.

Bu husus Sûre-i Bakara, Âyet 155’te de şöyle buyrulmaktadır:

″Yemin olsun ki, Biz sizleri elbette biraz korku ve açlık ile, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek imtihan ederiz. Ey Habîbim! Sabredenleri müjdele.″

Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmaktadır:

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ذَهَبَ مَالِي وسَقِمَ جَسَدِي فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا خَيْرَ فِي عَبْدٍ لَا يَذْهَبُ مَالُهُ وَلَا يَسْقَمُ جِسْمُهُ إِنَّ اللّٰهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا ابْتَلَاهُ وَإِذَا ابْتَلَاهُ صَبَّرَهُ (ابن أبي الدنيا في كتاب المرض والكفارات عن أبي سعيد الخدري)

Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Hem servetim gitti, hem de vücudum hastalandı″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah’u Teâlâ bir kulu sevdiği vakit ona ibtilâ verir. İbtilâ verdiği zaman da ona sabretmesini öğretir.″[2]

Yine Âyet-i Kerîme’nin metninde, ″Sâihûn″ diye geçen ″Allah için seyahat yaparlar″ ifadesi ise, Allah için hicret edip İslâm’ı yaymak için seyahat edenler, demektir. Bu kimseler, İslâm Dîni’ni yaymak amacıyla uzak diyarlara seyahat ederler. Bunların uzak memleketlere, sırf İslâm’ı yaymak için, kâfirler ve münâfıklar tarafından başlarına gelebilecek her türlü belâları da göze alarak gitmeleri Allah katında yüksek dereceler almalarına ve âyette övgüyle söz edilmelerine sebep olmaktadır. Nitekim dünyânın çeşitli yerlerine Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz İslâm’ı yaymak amacıyla hayatlarını tehlikeye atarak seyahat etmişlerdir. Gittikleri yerlerde vefât etmişler ve dünyânın muhtelif yerlerinde türbeleri vardır. Abdulkadir Geylani Hazretleri, bu sebeple oğlu Abdurrezzak Hazretlerini Çin’e göndermiştir. Şu anda Çin’de bulunan yüz milyondan fazla Müslüman onun Allah için yaptığı bu hizmetin eseridir. Osmanlı Devleti de aldığı kâfir ülkelerine İslâm’ı yaymak için ilk olarak şeyhleri ve dervişleri o uzak diyarlara gönderip oralara yerleştirmiştir. Hâlâ günümüzde Balkan ülkelerinde, o şeyhlere ve dervişlere ait dergah ve türbeler mevcut olup, ziyaret edilmektedir. Oralardaki Müslümanlar, bu zâtların yaptığı hizmetlerin eseridir.

Ashâb-ı Güzin Efendilerimizin derecelerine Ashâb olmayan hiçbir zât ulaşamaz. Çünkü İslâm’ı yeryüzüne ilk olarak onlar yaydılar. Bu sebeple Allah’u Teâlâ, kendilerinden sonra gelen Müslümanların sevabından eksiltmeden onlara da verecektir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَحْيَا سُنَّةً مِنْ سُنَّتِي فَعَمِلَ بِهَا النَّاسُ كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا لَا يَنْقُصُ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْئًا وَمَنْ ابْتَدَعَ بِدْعَةً فَعُمِلَ بِهَا كَانَ عَلَيْهِ أَوْزَارُ مَنْ عَمِلَ بِهَا لَا يَنْقُصُ مِنْ أَوْزَارِ مَنْ عَمِلَ بِهَا شَيْئًا (ه عن عمرو بن عوف المزنى)

″Kim benim bir sünnetimi ihyâ ederek insanların da onunla amel etmelerine vesîle olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltilmeden onların sevabından bir katını almış olacaktır. Kim de bir bid’at icat ederek onunla amel edilmesine vesîle olursa, o bid’at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden bir mislini yüklenmiş olacaktır.″[3]

Sâihun yapanlar, gittikleri yerlerdeki insanların İslâm’a girmelerine ve İslâm’ı yaşamalarına sebep oldukları için, Allah’u Teâlâ kıyâmete kadar o insanların yaptıkları bütün ibâdetlerin sevabından eksiltmeden aynı şekilde onlara da verir. Bu nedenle de çok büyük dereceye nâil olurlar. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hayber Günü Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur:

فَوَاللّٰهِ لَأَنْ يَهْدِيَ اللّٰهُ بِكَ رَجُلًا خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ يَكُونَ لَكَ حُمْرُ النَّعَمِ (خ م عن سهل بن سعد)

″Vallâhi! Senin elinle bir kişinin Müslüman olması kırmızı develere sahip olmandan (dünyâdaki en kıymetli şeylerden) daha hayırlıdır.″[4]


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 5472; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20096.

[2] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No: 139.

[3] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 15.

[4] Sahih-i Buhârî, Menâkib 33; Sahih-i Müslim, Fedâil’üs-Sahâbe 4 (34).


ANKEBÜT SÛRESİ

﴿ الٓمٓ۠ ﴿١﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٣﴾

1-3. Elif, Lâm, Mîm.* İnsanlar, yalnız ″Îman ettik!″ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler?* Yemin olsun ki, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah’u Teâlâ, elbette sözlerinde doğru olanları da bilir, elbette yalancıları da bilir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de de geçtiği üzere Mü’minlerin imtihan edildiğine dair Habbab İbn-i Erat Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Kâbe’nin gölgesinde bürdesine dayandığı bir sırada müşriklerin yaptıkları zulümden kendisine şikâyetçi olduk ve ″Yâ Resûlallah! Bizim için Allah’tan yardım istemeyecek misin? Bizim için Allah’a duâ etmeyecek mi­sin?″ dedik. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

قَدْ كَانَ مَنْ قَبْلَكُمْ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ فَيُحْفَرُ لَهُ فِي الْأَرْضِ فَيُجْعَلُ فِيهَا فَيُجَاءُ بِالْمِنْشَارِ فَيُوضَعُ عَلَى رَأْسِهِ فَيُجْعَلُ نِصْفَيْنِ وَيُمْشَطُ بِأَمْشَاطِ الْحَدِيدِ مَا دُونَ لَحْمِهِ وَعَظْمِهِ فَمَا يَصُدُّهُ ذَلِكَ عَنْ دِينِهِ وَاللّٰهِ لَيَتِمَّنَّ هَذَا الْأَمْرُ حَتَّى يَسِيرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعَاءَ إِلَى حَضْرَمَوْتَ لَا يَخَافُ إِلَّا اللّٰهَ وَالذِّئْبَ عَلَى غَنَمِهِ وَلَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ (خ عن خَبَّاب بن الأرَت)

″Sizden öncekilerin başına öyle şeyler geldi ki, onlardan biri kâfirler tarafından yakalanır, onun için bir çukur kazılır ve o çukurun içine gömülürdü; sonra büyük bir testere getirilir ve başının ortasına konur ve ortadan ikiye kesilirdi de, bu onu dîninden döndürmezdi. Demirden taraklarla taranır, etiyle kemiği ayrılırdı da, bu onu yine dîninden döndür­mezdi.″ Sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: ″Allah’a yemin olsun ki, Hakk Teâlâ bu dînin hâkim olmasını istemektedir. Öyle ki, yolcu San’a’dan bineğine binecek Hadramut’a kadar gelecek, Allah’tan başkasın­dan ve koyunları için de kurttan başkasından korkmayacak. Ne var ki siz çok acele ediyorsunuz.″[1]

Yine Hendek Gazâsı’nda da Müslümanlar çok büyük sıkıntılara uğrayınca, Ashâb-ı Kirâm’dan bâzıları: ″Yâ Resûlallah! Allah’ın yardımı ne zamandır?″ demeleri üzerine de:

Ey Mü’minler! Yoksa siz, önceki ümmetlere isâbet edenler size de gelmedikçe, Cennete gireceğinizi mi zannedersiniz? Onları, türlü türlü belâlar yıldırmıştı. Hattâ Peygamberleri ve O’nunla beraber imân edenler: ″Allah’ın yardımı ne zaman?″ dediler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı muhakkak yakındır″ mealindeki Sûre-i Bakara, Âyet 214 nâzil olmuştur.

Yine bu hususta Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna girdim. Onun ateşi oldukça yükselmişti. Elimi üze­rine koydum, üzerindeki örtünün üstünden ateşinin sıcaklığını elimde his­settim. ″Yâ Resûlallah! Ne kadar da ateşin var″ deyince buyurdu ki:

إِنَّا كَذَلِكَ يُضَعَّفُ لَنَا الْبَلَاءُ وَيُضَعَّفُ لَنَا الْأَجْرُ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَيُّ النَّاسِ أَشَدُّ بَلَاءً قَالَ الْأَنْبِيَاءُ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ثُمَّ مَنْ قَالَ ثُمَّ الصَّالِحُونَ إِنْ كَانَ أَحَدُهُمْ لَيُبْتَلَى بِالْفَقْرِ حَتَّى مَا يَجِدُ أَحَدُهُمْ إِلَّا الْعَبَاءَةَ يُحَوِّيهَا وَإِنْ كَانَ أَحَدُهُمْ لَيَفْرَحُ بِالْبَلَاءِ كَمَا يَفْرَحُ أَحَدُكُمْ بِالرَّخَاءِ (ه عن ابى سعيد الخدرى)

″İşte bu şekilde belâ bize kat kat verilir, ecir de bize kat kat verilir.″ ″Yâ Resûlallah! İnsanlar arasında belâsı en ağır olanlar kimlerdir?″ diye sorunca da, buyurdu ki: ″Peygamberlerdir.″ ″Sonra kimlerdir?″ diye sordum. ″Sâlihlerdir″ diye buyurdu. Onlardan herhangi bir kimse fakirlik ile öyle bir sınanıyordu ki, devenin üs­tüne çul olarak bırakılan ters çevrilmiş abadan başka giyecek bir şey bula­mıyordu. Onlardan herhangi birisi, sizin herhangi birinizin rahat ve bolluğa sevindiği gibi, o da belâya sevinirdi.[2]

Peygamber Efendimizi çok sevdiğini söyleyen Ensârdan bir adama, Resûlü Kirâm Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنْ كُنْتَ تُحِبُّنِي فَأَعِدَّ لِلْبَلاءِ تِجْفَافًا فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَلْبَلاءُ أَسْرَعُ إِلَى مَنْ يُحِبُّنِي مِنَ الْمَاءِ الْجَارِي مِنْ قُلَّةِ الْجَبَلِ إِلَى حَضِيضِ الأَرْضِ اللّٰهُمَّ مَنْ أَحَبَّنِي فَارْزُقْهُ الْعَفَافَ وَالْكَفَافَ وَمَنْ أَبْغَضَنِي فَأَكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ (ق هب وابن عساكر عن أبي هريرة)

″Eğer beni seviyorsan, belâya karşı bir siper edin. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, beni seven kimseye belâ, dağın tepesinden yerin çukuruna akan sudan daha süratli gelir. Allah’ım! Beni sevene iffet ve nefsine yetecek rızık ihsan et. Bana buğz edenin de malını ve çocuğunu çoğalt (dünyâ telâşı onu sarsın).″[3]

Birçok Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’te, Allah’u Teâlâ’nın, sevdiği kimselere musîbet verdiği, bunlara sabredenlere büyük mükâfat ve müjdeler olacağı beyan edilmiştir. Bu hususta Sûre-i Bakara, Âyet 155 ve izahına bakınız.


[1] Sahih-i Buhârî, İkrah 1.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 25.

[3] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 1454; Râmûz’ul-Ehâdîs, Hadis No: 1880; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 16647; Sünen-i Tirmizî, Zühd, 36. Yine bu adam hakkında Sûre-i Sünen-i İbn-i Mâce, Rehine 7’ye bakınız.