AHKAF SÛRESİ

﴿ وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ ﴿٢٩﴾

29. Ey Resûlüm! Hatırla o zamanı ki, Kur’ân’ı dinlemeleri için cinlerden bir taifeyi sana göndermiştik. Onlar hazır oldukları vakit, birbirlerine: ″Sükût edin, dinleyin!″ dediler. Kur’ân’ın okunması bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

﴿ قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٠﴾ يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣١﴾ وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٢﴾

30-32. Bu cinler, kavimlerine dediler ki: ″Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, önceki kitapları tasdik eden ve hakka ve doğru yola hidâyet eden bir kitap dinledik.* Ey kavmimiz! Allah’ın dâvetçisi olan Peygambere uyun ve ona îman edin ki, Allah’u Teâlâ sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi elim bir azaptan korusun!* Allah’a dâvet eden Peygambere uymayan kimse için, yeryüzünde kurtuluş yoktur. Onu Allah’tan başka azaptan kurtaracak dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.″

İzah: Sûre-i Ahkaf, Âyet 30’da geçtiği üzere cinler; Kur’ân-ı Kerîm’in Tevrat’tan sonra indiğini zikretmişler ve Hz. Îsâ’ya indirilen İncil’i zikretmemişlerdir. Zîrâ İncil, Tevrat’ın Hz. Mûsâ’dan Hz. Îsâ’ya kadar geçen bin yılı aşkın bir süre içerisinde insanlar tarafından tahrifata uğrayan hükümlerini aslî hâline tekrar getiren ve tamamlayan mahiyettedir. Bu itibarla cinler, İncil’i zikretmeyip Tevrat’ı zikretmişlerdir.

Nakledildiğine göre; Cin taifesi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e üç kere gelmiştir.

Birincisi şöyledir: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğinin başlangıcında cinler ve şeytanlar göğe çıkmaktan menolunduklarında; ″Bunun sebebi nedir?″ diye hepsi birden dünyâyı gezip aramaya başlamışlardı. Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz cin, Mekke etrafındaki Nahle vâdisinde, Peygamber Efendimizi Ashâbıyla birlikte sabah namazını kılarken gördüler ve okunan Kur’ân’ı dinlediler. Bu cinlerin beyi de Zevbaa idi. Bunlar, ″Göğe çıkmaktan menedilmemize sebep; ancak bu Peygamberin zuhurudur″ diyerek, beldelerine vardıklarında diğer cinleri uzun nasihatlerle îmana dâvet ettiler. Allah’u Teâlâ bu hâli Resûlüne, Cin Sûresi’nde bildirdi.[1]

Bu husus Sûre-i Cin, Âyet 1-3’te şöyle geçmektedir:

Ey Habîbim! De ki: Bana vahyolundu ki, Kur’ân’ı okuduğum zaman cinlerden bir taife beni dinlemiş ve kavimlerine şöyle demişler: ″Muhakkak biz, acâyip bir Kur’ân dinledik ki,* hakka hidâyet ediyor. Artık biz ona îman ettik ve onun beyanı üzere Rabbimize hiçbir kimseyi aslâ ortak koşmayız.* Şüphesiz ki, Rabbimizin azameti çok yücedir. O, ne bir eş, ne de bir çocuk edinmiştir.″

Alkame Radiyallâhu anhu, Sûre-i Ahkaf, Âyet 30-32’de bahsedilen hâdiseyi şöyle anlatmıştır:

Sizden biriniz, Cin gecesi Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında bulun­du mu? diye İbn-i Mes’ud’a sordum, şu cevabı verdi:

- O gece bizden hiç kimse onun refa­katinde bulunmadı; ancak bir gece onunla bir­likteydik, bir ara onu kaybettik. Bütün vâdilerde ve ara yollarda onu ara­dık, bulamadık. Hattâ ″Kaçırıldı mı ya da suikasta mı uğradı?″ demeye başladık. Çok kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, Hira tarafından çıkageldi. Dedik ki:

- Yâ Resûlallah! Seni kaybettik, aramadığımız yer kalmadı. Çok kötü bir gece geçirdik. Bunun üzerine buyurdu ki:

أَتَانِي دَاعِي الْجِنِّ فَذَهَبْتُ مَعَهُ فَقَرَأْتُ عَلَيْهِمْ الْقُرْآنَ قَالَ فَانْطَلَقَ بِنَا فَأَرَانَا آثَارَهُمْ وَآثَارَ نِيرَانِهِمْ وَسَأَلُوهُ الزَّادَ فَقَالَ لَكُمْ كُلُّ عَظْمٍ ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ يَقَعُ فِي أَيْدِيكُمْ أَوْفَرَ مَا يَكُونُ لَحْمًا وَكُلُّ بَعْرَةٍ عَلَفٌ لِدَوَابِّكُمْ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَا تَسْتَنْجُوا بِهِمَا فَإِنَّهُمَا طَعَامُ إِخْوَانِكُمْ (م عن علقمة)

- Cinlerden bir dâvetçi geldi, beni alıp gö­türdü ve onlara Kur’ân okudum. Ondan son­ra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bizi götürdü ve onların izlerini, ateş yaktıkları yerlerin kalıntılarını gösterdi. Peygamber Efendimize, kendi yiyeceklerinden sormuşlar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de onlara şöyle buyurmuş: ″Üzerine Allah’ın adı zikredilmiş her kemik, sizin azığınızdır. Sizler kemiklerin olabildi­ğince etli olduğunu görürsünüz. Develerin her pisliği de, sizin hayvanlarınızın yiyeceğidir.″ Sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Ashâbına şöyle buyurdu: ″Kemiklerle ve tezeklerle taha­retlenmeyin. Çünkü onlar, cinden olan Müslüman kardeşlerinizin yemeğidir.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَقَدْ قَرَأْتُهَا عَلَى الْجِنِّ لَيْلَةَ الْجِنِّ فَكَانُوا اَحْسَنُ مَرْدُودًا مِنْكُمْ كُنْتُ كُلَّمَا أَتَيْتُ عَلَى قَوْلِهِ فَبِأَىِّ آلآءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانَ قَالُوا وَلَا بِشَيْئِ مِنْ نِعَمِكَ رَبَّنَا نُكَذِّبُ فَلَكَ الْحَمْدُ (ت عن جابر)

Yemin ederim ki, cin gecesi, cinlere Rahmân Sûresi’ni okudum. Sizden daha iyi cevap vererek dinliyorlardı. Rahmân Sûresi’nde geçen ″(Ey insanlar ve cinler!) O halde Rabbinizin nîmetlerinden hangisini yalanlarsınız?″ âyetine, ne zaman gelirsem şöyle diyorlardı: ″Ey Rabbimiz! Senin nîmetinden hiçbirini yalanlamıyoruz, hamd Sana mahsustur.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَتَانِى وَفْدُ جِنِّ نَصِيبِينَ وَنِعْمَ الْجِنُّ فَسَأَلُونِى الزَّادَ فَدَعَوْتُ اللّٰهَ لَهُمْ أَنْ لَا يَمُرُّوا بِعَظْمٍ وَلَارَوْثَةٍ اِلاَّ وَجَدُوا عَلَيْهَا طَعَامًا (خ عن ابى هريرة)

Bana, Nusaybin Cinleri’nin bir heyeti geldi. Ama bunlar ne hoş cin! Benden azık istediler. Ben de onların istifâdeleri için Allah‘a: ″Cinler, uğradıkları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde her durumda kendileri ve hayvanları için bir yiyecek bulalar!″ diye duâ ettim.[4]

İkincisi şöyledir: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Peygam-berliğinin onuncu yılında Taif’ten Mekke’ye gelirken Nahle vâdisinde, teheccüd namazını kıldı. Cin Sûresi’ni sesli olarak okurken, yine yedi cin gelerek, Kur’ân dinleyip, beldelerine gittiler ve diğer cinleri Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e uymaya çağırdılar.

Yine cinler ile ilgili olarak nakledildiğine göre:

مَنْ آذَنَ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالْجِنِّ لَيْلَةَ اسْتَمَعُوا الْقُرْآنَ فَقَالَ حَدَّثَنِي أَبُوكَ يَعْنِي عَبْدَ اللّٰهِ أَنَّهُ آذَنَتْ بِهِمْ شَجَرَةٌ (خ عن عبد اللّٰه بن مسعود)

İbn-i Mes’ud’a, cinlerden bir zümre Kur’ân dinlemek istedikleri gece Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Cinni kim bildirdi?″ diye soruldu. O da: ″Cinni, bir ağaç bildirdi″ diye cevap verdi.[5]

İşte Allah’u Teâlâ, Sûre-i Ahkaf, Âyet 29-32’de Resûlüne bunu haber veriyor.

Üçüncüsü de şöyledir: Bu hâdiseden üç ay sonra, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem cin taifesini dîne dâvet ve Kur’ân öğretmekle emrolunduğu bir gün, Cebrâil Aleyhisselâm gelip, sizinle görüşmek için cin taifesi Mekke’nin kabristanı yanında bekliyorlar, diye haber verdiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben bu gece cinleri îmana dâvet ve Kur’ân öğretmekle memurum, benimle kim gider?″ buyurdu. Sahâbe çekindi. İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu:″Ben gelirim″ deyip, vardıklarında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem mübârek parmağı ile daire çizip, İbn-i Mes’ud’a: ″Sen bunun içine gir! Sakın dışarı çıkma! Yoksa beni göremezsin″ buyurdu. Kendisi bir seccade üzerinde namaza başladı. Tâhâ Sûresi’ni okudu. On iki bin yahut altı yüz bin yahut her birinin altında sayısız kimse bulunan kırk sancak olarak cin taifesi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i çevreleyip Kur’ân’ı dinlediler. Namazdan sonra bunları dîne dâvet etti. Hepsi kabul ettiler…[6]

Cinler de insanlar gibi sorumlu varlıklardır. Bu hususta daha geniş bilgi için Sûre-i Cin, Âyet 13-14 ve izahına bakınız.


[1] Mir’ât-ı Kâinât, c. 1, s. 415.

[2] Sahih-i Müslim, Salât 33 (150 Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7216.

[3] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 56.

[4] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1546.

[5] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1545.

[6] Mir’ât-ı Kâinât, c. 1, s. 415-417.


CİN SÛRESİ

﴿ قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًاۙ ﴿١﴾ يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًاۙ ﴿٢﴾ وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ ﴿٣﴾

1-3. Ey Habîbim! De ki: Bana vahyolundu ki, Kur’ân’ı okuduğum zaman cinlerden bir taife beni dinlemiş ve kavimlerine şöyle demişler: ″Muhakkak biz, acâyip bir Kur’ân dinledik ki,* hakka hidâyet ediyor. Artık biz ona îman ettik ve onun beyanı üzere Rabbimize hiçbir kimseyi aslâ ortak koşmayız.* Şüphesiz ki, Rabbimizin azameti çok yücedir. O, ne bir eş, ne de bir çocuk edinmiştir.″

İzah: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğinin başlangıcında cinler ve şeytanlar göğe çıkmaktan menolunduklarında; ″Bunun sebebi nedir?″ diye hepsi birden dünyâyı gezip aramaya başlamışlardı. Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz cin, Mekke etrafındaki Nahle vâdisinde, Peygamber Efendimizi Ashâbıyla birlikte sabah namazını kılarken gördüler ve okunan Kur’ân’ı dinlediler. Bu cinlerin beyi de Zevbaa idi. Bunlar, ″Göğe çıkmaktan menedilmemize sebep; ancak bu Peygamberin zuhurudur″ diyerek, beldelerine vardıklarında diğer cinleri uzun nasihatlerle îmana dâvet ettiler. Allah’u Teâlâ bu hâli Resûlüne, Cin Sûresi’nde bildirdi.[1]

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

كَانَ الْجِنُّ يَصْعَدُونَ إِلَى السَّمَاءِ يَسْتَمِعُونَ الْوَحْيَ فَإِذَا سَمِعُوا الْكَلِمَةَ زَادُوا فِيهَا تِسْعًا فَأَمَّا الْكَلِمَةُ فَتَكُونُ حَقًّا وَأَمَّا مَا زَادُوهُ فَيَكُونُ بَاطِلًا فَلَمَّا بُعِثَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُنِعُوا مَقَاعِدَهُمْ فَذَكَرُوا ذَلِكَ لِإِبْلِيسَ وَلَمْ تَكُنْ النُّجُومُ يُرْمَى بِهَا قَبْلَ ذَلِكَ فَقَالَ لَهُمْ إِبْلِيسُ مَا هَذَا إِلَّا مِنْ أَمْرٍ قَدْ حَدَثَ فِي الْأَرْضِ فَبَعَثَ جُنُودَهُ فَوَجَدُوا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَائِمًا يُصَلِّي بَيْنَ جَبَلَيْنِ أُرَاهُ قَالَ بِمَكَّةَ فَلَقُوهُ فَأَخْبَرُوهُ فَقَالَ هَذَا الَّذِي حَدَثَ فِي الْأَرْضِ (ت عن ابن عباس)

Cinler, göğe yükselirler ve vahyi dinlerlerdi. Bir kelime işittikleri zaman, ona dokuz yalan ilave ederlerdi. Dinledikleri o kelime hak, ilâve ettikleri ise bâtıl oluyordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Peygamber olarak gönderilince, gökteki oturma ve dinleme yerlerinden engellendiler. Bu durumu İblis’e aktardılar. Peygamber gönderilmezden önce cinleri kovmak için yıldız atılmıyordu. İblis onlara: ″Mutlaka bu engelleme işi yeryüzünde meydana gelen bir olay yüzünden olmuştur″ dedi. Sonra İblis askerlerini gönderdi. Bu askerler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i iki dağ arasında; zannedersem Mekke’de ayakta namaz kılarken buldular sonra İblis’in yanına geldiler ve ona haber verdiler. İblis de: ″İşte dünyâda meydana gelen olay budur″ dedi.[2]

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

سَأَلَ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَاسٌ عَنْ الْكُهَّانِ فَقَالَ لَيْسَ بِشَيْءٍ فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّهُمْ يُحَدِّثُونَا أَحْيَانًا بِشَيْءٍ فَيَكُونُ حَقًّا فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِلْكَ الْكَلِمَةُ مِنْ الْحَقِّ يَخْطَفُهَا مِنْ الْجِنِّيِّ فَيَقُرُّهَا فِي أُذُنِ وَلِيِّهِ فَيَخْلِطُونَ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ (خ عن عائشة)

Bâzı insanlar Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e kâhinleri sordular. O da: ″Aslı olan bir şey değildir″buyurdu. ″Yâ Resûlallah! Ama onların bize verdikleri geleceğe ait bâzı haberler söylediklerigibi çıkıyor″ dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Onların bu tür haberleri gerçeklerdendir. Onu bir cin, meleklerden kaparak kâhin dostunun kulağına fısıldar. O kâhinler de bir doğruya yüz yalan karıştırırlar″ cevâbını verdi.[3]

Aynı şekilde şeytanların da semâya çıkarak kulak hırsızlığı yapmalarının yasaklanması hakkında Sûre-i Hicr, Âyet 18 ve izahına bakınız.

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in birçok kez, cinler ile görüştüğüne dair geniş bilgi için Sûre-i Ahkaf, Âyet 30-32 ve izahına bakınız.


[1] Mir’ât-ı Kâinât, c. 1, s. 415.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 69.

[3] Sahih-i Buhârî, Tıb 46, Bed’ul-Halk 6, Tevhid 57; Sahih-i Müslim, Selâm 35 (122).