BAKARA SÛRESİ

﴿ اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ ﴿١٦٦﴾ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟ ﴿١٦٧﴾

166-167. O zaman, kendisine tâbi olunan kimseler, azâbı görerek kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşırlar ve aralarındaki bağlar tamamen kesilir.* O vakit, tâbi olanlar da: ″Bir daha dünyâya dönseydik, tâbi olduklarımız burada nasıl bizden uzaklaştılarsa, biz de orada onlardan öyle uzaklaşırdık!″ derler. İşte böylece Allah’u Teâlâ, amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak kendileri­ne gösterecektir. Onlar, Cehennem azâbından çıkacak da değillerdir.


EN’ÂM SÛRESİ

﴿ وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿١٢٨﴾ وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ ﴿١٢٩﴾

128-129. Ey Habîbim! Allah’u Teâlâ’nın, onların hepsini bir araya toplayacağı günü zikret. O gün Allah’u Teâlâ, ″Ey şeytanlar! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız″ der. Onların insanlardan olan dostları da, ″Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden istifâde ettik (onlar bize nefsânî arzuları güzel gösterdiler, biz de onlara itaat ettik). Şimdi bizim için takdir ettiğin güne geldik ve huzurunda boyun eğdik″ derler. Allah’u Teâlâ da onlara, ″Sizin yeriniz Cehennemdir. Orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah’ın dilediği müstesnâ″ diye buyurur. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir ve her şeyi bilendir.* İşte böylece, zâlimleri kazandık-ları (günahlar) sebebiyle birbirlerinin dostu yaparız.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin Arapça metninde, ″Cinler topluluğu″ diye geçen ibâreden maksat, ″Şeytanlar″ olduğu için böyle mânâ verilmiştir. Çünkü ″el-Cinne″ diye geçen ve genel olarak görülmeyen varlıklar için kullanılan bu kelime, kullanıldığı yere göre mânâ ifade eden bir kelime olup şeytan, cin ve melek anlamlarına gelmektedir. Bu Âyet-i Kerîme’de kastedilen mânâ da, şeytanlar anlamındadır.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Zuhruf, Âyet 36’da şöyle buyurmuştur:

″Her kim Rahmân’ın zikrini görmemezlikten gelirse, ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan, her zaman onun arkadaşıdır.″

Yine âyette: ″Sizin yeriniz Cehennemdir, orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah’ın dilediği müstesnâ″ diye buyrulmaktadır. Bu ifadeden maksat ise, kâfirler Cehennemde ebedî kalacaktır. Ancak günahlarından dolayı Cehenneme giren bâzı Müslümanlar, Allah’u Teâlâ’nın rahmetiyle şefaate uğrayarak oradan çıkarılacaklardır, demektir.[1]

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَمَّا أَهْلُ النَّارِ الَّذِينَ هُمْ أَهْلُهَا فَإِنَّهُمْ لَا يَمُوتُونَ فِيهَا وَلَا يَحْيَوْنَ وَلَكِنْ نَاسٌ أَصَابَتْهُمْ النَّارُ بِذُنُوبِهِمْ أَوْ قَالَ بِخَطَايَاهُمْ فَأَمَاتَهُمْ إِمَاتَةً حَتَّى إِذَا كَانُوا فَحْمًا أُذِنَ بِالشَّفَاعَةِ فَجِيءَ بِهِمْ ضَبَائِرَ ضَبَائِرَ فَبُثُّوا عَلَى أَنْهَارِ الْجَنَّةِ ثُمَّ قِيلَ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ أَفِيضُوا عَلَيْهِمْ فَيَنْبُتُونَ نَبَاتَ الْحِبَّةِ تَكُونُ فِي حَمِيلِ. (م حم عن ابى سعيد)

″Cehennemin ehli olanlar, orada ne öldürülür, ne de diriltilir. Fakat işledikleri birtakım günahlardan dolayı Cehennem ateşi isâbet etmiş birtakım Müslümanlar vardır. İşte bir müddet azaptan sonra öldürülenler onlardır. Onlar kömür hâline geldiklerinde kendilerine şefaat olunma izni çıkar. Onlar, bölük bölük getirilip Cennetin ırmaklarına dağıtılacaklardır. Sonra Cennetliklere: ″Ey Cennet ahâlisi! Bunlara bol su, Cennet sularından dökünüz″ denilecek. Sonra onlar, sel yatağında biten dereotları gibi yeniden biteceklerdir.″[2]

Şefaat ile ilgili daha geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 255’in izahına bakınız.

Katâde Hazretleri, ″İşte böylece, zâlimleri işledikleri (günahlar) sebebiyle birbirlerinin dostu yaparız″ âyetini açıklarken: ″Allah’u Teâlâ, zâlimleri dünyâda birbirine dost yapar ve bunlar Cehennemde birbirlerinin peşinden giderler″ diye buyurdu.[3]


[1] Ebedî Cehennemde kalacak olanların sâdece kâfirler olduğuna dair ayrıca Sûre-i Müddessir, Âyet 48 ve izahına bakınız.

[2] Sahih-i Müslim, Îman 82 (306 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10655.

[3] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 6, s. 218.


A’RÂF SÛRESİ

﴿ قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعًاۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٨﴾ وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ ﴿٣٩﴾

38-39. Allah’u Teâlâ onlara: ″Sizden evvel insan ve cinden gelip geçen ümmetlerin arasında Cehenneme girin″ buyurur. Her ne zaman bir ümmet Cehenneme girdikçe, yoldaşına (onlara uyarak dalâlette kalan kimse, kendi uydukları kimselere) lânet eder. Hattâ hepsi toplandıkları vakit, en sonra gelenler, evvelki gelenler için, ″Ey Rabbimiz! Bizi bunlar dalâlete düşürdü. Bunlara iki kat azap et″ derler. Allah’u Teâlâ da, ″Hepinize kat kat azap vardır. Lâkin siz bilmezsiniz″ buyurur.* Evvelki gelenler de sonra gelenlere, ″Sizin bize bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kendi yaptığınızın cezâsı olan azâbı tadın″ derler.


HÛD SÛRESİ

﴿ وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٩٦﴾ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَ۬ائِه۪ فَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ ﴿٩٧﴾ يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ ﴿٩٨﴾

96-98. Yemin olsun ki Mûsâ’yı da âyetlerimizle ve açık mûcizelerle Peygamber olarak gönderdik;* Firavun’a ve onun ileri gelenlerine. Onlar ise, Firavun’un emrine tâbi oldular. Halbuki Firavun’un emri hak değildi.* Firavun, mahşer gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varacakları yer, ne kötü bir yerdir.

İzah: Tâbi olunan kişi Allah dostu olursa, kendisine tâbi olanları Cennete götürür. Eğer tâbi olunan kişi zâlim, fâcir, kâfir olursa, tâbi olanları kendisiyle birlikte Cehenneme götürür. İşte hayatta iken Firavun’a tâbi olanlar, mahşerde de Firavun ile birlikte Cehenneme giderler. Bu yüzden kişi kime tâbi olacağına dikkat etmelidir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلْ (حم هب ك عن ابى هريرة)

″Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu nedenle kişi kiminle dost olacağına dikkat etsin.″[1]

Sonuçta herkes sevdiği ile beraberdir. Mü’minler de sevdikleri ile beraber haşredilip mahşer yerine öyle geleceklerdir. Bu nedenledir ki, Allah’u Teâlâ Sûre-i Tevbe, Âyet 119’da: ″Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun″ diye buyurmuştur.

Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

Bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: ″Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?″ diye sordu. Peygamberimiz, namaza kalktı ve namazını bitirince: ″Kıyâmetin kopmasını soran kimse nerededir? buyurdu. Adam: ″Benim Yâ Resûlallah!″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kıyâmet için ne hazırladın?″ buyurdu. Adam: ″Kıyâmet için (nâfile olarak) fazla namaz ve oruç hazırlayamadım. Fakat ben, Allah’ı ve Resûlünü seviyorum″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ وَأَنْتَ مَعَ مَنْ أَحْبَبْتَ فَمَا رَأَيْتُ فَرِحَ الْمُسْلِمُونَ بَعْدَ الْإِسْلَامِ فَرَحَهُمْ بِهَذَا. (م د ت عن انس)

″Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.″ Enes Radiyallâhu anhu der ki: ″Müslümanların, Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar, başka bir şeye sevindiklerini görmedim.″[2]

Hadis-i Şerif’te geçen sevgi, tek taraflı olan bir sevgi değildir. Sevgi her iki taraflı olursa, işte o zaman Hadis-i Şerif’teki müjdeye nâil olunur. Ashâb-ı Kirâm, Allah’u Teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine itaat ederlerdi. Peygamber Efendimiz de bu sebeple onlara karşı sevgi ve muhabbet duyardı. Bu nedenle onlara Ashab denilmiştir. Ashab ifadesi de, dost ve arkadaş anlamına gelmektedir.

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُبْعَثُ كُلُّ عَبْدٍ عَلَى مَا مَاتَ عَلَيْهِ )م عن جابر)

″Her bir kul hangi hâl üzere vefât ettiyse, o hâl üzere diriltilir.″[3]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8065; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7868.

[2] Sünen-i Tirmizî, Zühd 36; Sünen-i Ebû Dâvûd, Edeb 113; Sahih-i Müslim, Birr 50 (161-165).

[3] Sahih-i Müslim, Cennet 19 (83-84).


İBRÂHÎM SÛRESİ

﴿ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعًا فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟ ﴿٢١﴾

21. Onların hepsi (mahşer gününde) Allah’ın huzuruna çıkarlar. İşte o zaman zayıf olanlar, büyüklük taslayan önderlerine: ″Biz size tâbi olmuştuk. Şimdi siz, Allah’ın azâbından az bir kısmını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?″ derler. Onlar da: ″Allah bize hidâyet etseydi, biz de size hidâyet ederdik. Sızlanıp feryat da etsek, sabır da etsek bizim için birdir. Bizim için hiçbir kurtuluş yoktur″ derler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَقُولُ أَهْلُ النَّارِ: هَلُمُّوا فَلْنَصْبِرْ، قَالَ: فَصَبَرُوا خَمْسَمِائَةِ عَامٍ، فَلَمَّا رَأَوْا ذَلِكَ لا يَنْفَعُهُمْ، قَالُوا: هَلُمُّوا فَلْنَجْزَعْ، قَالَ: فَيَبْلُونَ خَمْسَمِائَةِ عَامٍ، فَلَمَّا رَأَوْا ذَلِكَ لَمْ يَنْفَعُهُمْ، قَالُوا: سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (طب عن كعب بن مالك)

Cehennem ehli, ″Gelin, sabredelim″ derler. Beş yüz yıl süreyle sabrederler. Bu sabırlarının kendilerine bir fayda sağlamadığını gördüklerin­de, ″haydi gelin sızlanıp feryad edelim″ diyecekler. Beş yüz yıl süreyle sızlanıp feryad edecekler. Bunun da kendilerine bir fayda sağlamadığını gördüklerinde, bu sefer (Sûre-i İbrâhîm, Âyet 21’de geçtiği üzere), ″Sızlanıp feryat da etsek, sabır da etsek bizim için birdir. Bizim için hiçbir kurtuluş yoktur″ diyecekler.[1]

﴿ وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٢٢﴾

22. Allah’ın emri yerini bulup, Cennet ehli Cennete ve Cehennem ehli de Cehenneme girince, şeytan der ki: ″Allah’u Teâlâ, size hak ve doğru vaadde bulundu. Ben de size yalan vaadde bulundum. Benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sizi ancak dâvet ettim, siz de bana hemen icâbet ettiniz. Beni değil, kendi nefsinizi kınayın. Ne ben sizi, bulunduğunuz azaptan kurtarabilirim, ne de siz beni! Şüphesiz ki, daha önce de sizin beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim. Şüphesiz ki, zâlimler için elim bir azap vardır.″

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا جَمَعَ اللّٰهُ الأَوَّلِينَ وَالآخِرِينَ فَقَضَى بَيْنَهُمْ وَفَرَغَ مِنَ الْقَضَاءِ قَالَ الْمُؤْمِنُونَ: قَدْ قَضَى بَيْنَنَا رَبُّنَا، فَمَنْ يَشْفَعُ لَنَا إِلَى رَبِّنَا؟ فَيَقُولُونَ: انْطَلِقُوا إِلَى آدَمَ فَإِنَّ اللّٰهَ خَلَقَهُ بِيَدِهِ وَكَلَّمَهُ. فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُونَ قَمْ فَاشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّنَا. فَيَقُولُ آدَمُ: عَلَيْكُمْ بِنُوحٍ. فَيَأْتُونَ نُوحاً فَيَدُلُّهُمْ عَلَى إِبْرَاهِيمَ فَيَأْتُونَ إِبْرَاهِيمَ فَيَدُلُّهُمْ عَلَى مُوسَى، فَيَأْتُونَ مُوسَى فَيَدُلُّهُمْ عَلَى عِيسَى فَيَأْتُونَ عِيسَى فَيَقُولُ: أَدُلُّكُمْ عَلَى النَّبِىِّ الأُمِّىِّ قَالَ: فَيَأْتُونِى فَيَأْذَنُ اللّٰهُ لِى أَنْ أَقُومَ إِلَيْهِ فَيَثُورُ مَجْلِسِى أَطْيَبَ رِيحٍ شَمَّهَا أَحَدٌ قَطُّ حَتَّى آتِىَ رَبِّى فَيُشَفِّعَنِى وَيَجْعَلَ لِى نُوراً مِنْ شَعْرِ رَأْسِى إِلَى ظُفُرِ قَدَمِى فَيَقُولُ الْكَافِرُونَ عِنْدَ ذَلِكَ لإِبْلِيسَ: قَدْ وَجَدَ الْمُؤْمِنُونَ مَنْ يَشْفَعُ لَهُمْ فَقُمْ أَنْتَ فَاشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّكَ فَإِنَّكَ أَنْتَ أَضْلَلْتَنَا قَالَ: فَيَقُومُ فَيَثُورُ مَجْلِسُهُ أَنْتَنَ رِيحٍ شَمَّهَا أَحَدٌ قَطُّ ثُمَّ يَعْظُمُ لِجَهَنَّمَ فَيَقُولُ عِنْدَ ذَلِكَ وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِىَ الأَمْرُ إِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ (طب والدارمى عن عقبة بن عامر)

Allah’u Teâlâ öncekileri ve sonrakileri topladığında, aralarında hükmünü verip de hükmünü bitirince, Mü’minler diyecek ki: ″Rabbimiz aramızda hüküm verdi. Şimdi Rabbimizden bizim için kim şefaat dileyecek?″ Derken onlar birbirlerine: ″Âdem’e gidin. Çünkü Allah’u Teâlâ onu kendi eliyle yaratmış ve ona hitap etmiştir″ diyecek ve ona gelip, ″Kalk da Rabbimize bizim için şefatçi ol″ diyecekler. Âdem, ″Siz Nûh’a gidin″ diyecek. Bunun üzerine onları Nûh’a gelecekler. O da onları İbrâhim’e yollayacak. Bu sefer onlar İbrâhim’e gelecekler. O da onları Mûsâ’ya yollayacak. O zaman onlar Mûsâ’ya gelecekler. O da onları Îsâ’ya yollayacak. Onlar, Îsâ’ya gelecekler. Îsâ da onlara diyecek ki: ″Ben size ümmi Peygambere gitmenizi tavsiye ederim.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne devamla şöyle buyurdu:

Bunun üzerine bana gelirler, Al­lah’u Teâlâ bana kalkmam için izin verecek. Benim meclisimden, güzel koku koklamış herkesin, kokladığı kokudan daha da hoş bir koku rüzgârı yayılacaktır. Nihâyet Rabbimin huzuruna geleceğim, benim şefaatimi kabul edecek ve ba­na saçımdan ayağımın tırnağına kadar bir nûr ihsan edecek. Sonra kâfirler şöyle diyecekler: ″Mü’minler kendilerine şefaat edecek kimseyi buldular, peki bize kim şefaat edecek?″ Bu sefer: ″Bu, İblis’ten başkası olamaz. Bizi saptıran odur″ diyecekler ve bunun üzerine İblis’in yanına varacaklar. Ona: ″Mü’minler kendilerine şefaat edecek kimseyi buldular, haydi sen de bize şe­faat et. Çünkü bizi saptıran sen oldun″ diyecekler. Bu sefer onun meclisin­den kokusu alınmış en kötü ve pis bir koku rüzgârı yayılacak. Ardından Cehenneme götürmek üzere İblis onların önüne düşecek ve o vakit, (Sûre-i İbrâhîm, Âyet 22’de geçtiği üzere) onlara: ″Allah’u Teâlâ, size hak ve doğru vaadde bulundu. Ben de size yalan vaadde bulundum″ diyecektir.[2]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 15521.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 14301; Sünen-i Dârimî, Şefaat 84.


AHZÂB SÛRESİ

﴿ اِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الْكَافِر۪ينَ وَاَعَدَّ لَهُمْ سَع۪يرًاۙ ﴿٦٤﴾ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۚ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۚ ﴿٦٥﴾ يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا ﴿٦٦﴾ وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا ﴿٦٧﴾ رَبَّنَٓا اٰتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَب۪يرًا۟ ﴿٦٨﴾

64-68. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, kâfirlere lânet etmiş ve onlara şiddetli bir ateş hazırlamıştır.* Orada ebedî olarak kalırlar. Kendilerini koruyacak bir velî ve yardımcı bulamazlar.* Onların yüzleri ateşe çevrildiği gün: ″Keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûle itaat etseydik″ derler.* Ve derler ki: ″Ey Rabbimiz! Biz, önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar.* Ey Rabbimiz! Onların azâbını iki kat ver. Onlara en şiddetli lânet ile lânet et.″


SEBE SÛRESİ

﴿ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣١﴾

31. Mekke kâfirleri: ″Bu Kur’ân’a da, bundan evvel gelen kitaplara da aslâ îman etmeyiz″ dediler. Ey Resûlüm! O zâlimlerin, Rablerinin huzurunda dururken birbirlerini suçlayarak söz attıklarını bir görseydin. O zaman zayıf olanlar, kibirli olan önderlerine: ″Eğer siz olmasaydınız, elbette biz Mü’min kimseler olurduk!″ derler.

﴿ قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَ ﴿٣٢﴾

32. O zaman kibirli olan önderleri, zayıf olanlara: ″Hak geldikten sonra, biz mi sizi Allah yolundan döndürdük? Hayır, siz mücrimler idiniz″ derler.

﴿ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٣٣﴾

33. Zayıf olanlar da kibirli olan önderlerine: ″Hayır, Allah’ı inkâr etmemizi ve ona şirk koşmamızı emrettiğiniz vakit, gece gündüz vukû bulan hileniz, bizi hak yoldan menetti″ derler. Onlar azâbı görünce, için için pişman olurlar. Biz, kâfir olanların boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar, ancak yaptıklarının cezâsını çekerler.


SÂFFÂT SÛRESİ

﴿ اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ ﴿٢٢﴾ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ ﴿٢٣﴾ وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ ﴿٢٤﴾ مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ ﴿٢٥﴾ بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ ﴿٢٦﴾

22-26. Allah’u Teâlâ, meleklerine şöyle buyurur: ″Toplayın o kâfirleri, onlarla işbirliği yapanları ve taptıkları şeyleri;*Allah’tan başka taptıklarını. Artık onlara Cehennemin yolunu gösterin.* Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.″* Onlara: ″Niçin birbirinize yardım etmiyorsunuz?″ denir.* Bilakis onlar, bugün boyun eğmişlerdir.

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَجْمَعُ اللّٰهُ النَّاسَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ ثُمَّ يَطَّلِعُ عَلَيْهِمْ رَبُّ الْعَالَمِينَ فَيَقُولُ أَلَا يَتْبَعُ كُلُّ إِنْسَانٍ مَا كَانُوا يَعْبُدُونَهُ فَيُمَثَّلُ لِصَاحِبِ الصَّلِيبِ صَلِيبُهُ وَلِصَاحِبِ التَّصَاوِيرِ تَصَاوِيرُهُ وَلِصَاحِبِ النَّارِ نَارُهُ فَيَتْبَعُونَ ... (ت عن ابى هريرة)

″Mahşer günü Allah’u Teâlâ insanları bir sahada toplayacak. Sonra âlemlerin Rabbi, onlara çıkarak buyurur ki: ″Dikkat! Her insan ibâdet ettiğine tâbi olsun!″ Bunun üzerine haça tapınmış olana tapındığı haçı temsil olunacak. Sûretlere tapınmış olana tapındığı sûretleri, ateşe tapınmış olana ateşi temsil oluna­cak ve böylece hepsi de dünyâda iken tapındıklarının arkasından gidecekler…″[1]

Yine bu âyetler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ دَاعٍ دَعَا إِلَى شَيْءٍ إِلَّا كَانَ مَوْقُوفًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَازِمًا بِهِ لَا يُفَارِقُهُ وَإِنْ دَعَا رَجُلٌ رَجُلًا ثُمَّ قَرَأَ قَوْلَ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ {وَقِفُوهُمْ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ} (ت عن انس بن مالك)

″Bir dâvetçi bir şeye dâvet ettiği zaman, mahşer günü tutuklanacak ve ondan ayrılmayacaktır, hattâ bir kimse bir kimseyi değişik bir şeye çağırsa bile.Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.″* Onlara: ″Niçin birbirinize yardım etmiyorsunuz?″ denir, diye geçen Sûre-i Sâffât, Âyet 24-25’i okudu.[2]

﴿ وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿٢٧﴾ قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ ﴿٢٨﴾ قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٢٩﴾ وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغ۪ينَ ﴿٣٠﴾ فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ ﴿٣١﴾ فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ ﴿٣٢﴾ فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٣﴾ اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ ﴿٣٤﴾

27-34. Ve onlar, birbirlerine yönelerek tartışırlar.* Tâbi olanlar, önderlerine: ″Siz bize sağ taraftan (iyilik vaadiyle) gelirdiniz″ derler.* Onlar da derler ki: ″Hayır, siz Mü’min kimseler değildiniz.* Bizim sizin üzerinize (irâdenizi kaldıracak) bir hâkimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz, azgın bir kavimdiniz.* Bu yüzden Rabbimizin azap vaadi, bize hak oldu. Şüphesiz biz, o azâbı mutlaka tadacağız.* Sizi azdırdık, çünkü biz azgın kimselerdik (bize uymasaydınız)″ derler.* Şüphesiz o gün, onların hepsi azapta ortaktırlar.* İşte Biz, mücrimlere böyle yaparız.


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cennet 20.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 38.


SÂD SÛRESİ

﴿ هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَبًا بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ ﴿٥٩﴾ قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَبًا بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٦٠﴾ قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ ﴿٦١﴾ وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالًا كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ ﴿٦٢﴾ اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ ﴿٦٣﴾

59-63. Âsilerin önderlerine: ″Şu arkanızdan izdiham ile gelenler, size tâbi olanlardır″ denildiğinde, o önderler: ″Onlar için merhaba yok. Onlar, kendi amelleri ile bizim gibi Cehenneme gireceklerdir″ derler.* Onlara tâbi olanlar da: ″Bilakis sizin için merhaba yok. Bize bu azâbı siz takdim ettiniz (Cehenneme girmemize siz sebep oldunuz). Cehennem ne kötü karargâhtır″ derler.* Yine derler ki: ″Ey Rabbimiz! Bize azâbı takdim edenin Cehennemde cezâsını iki kat et.″* Ve cümlesi birden Mü’minleri kastederek derler ki: ″Biz birtakım adamları şerliler sayardık, onları görmüyoruz.* (Dünyâda iken) biz onlarla alay ederdik. Yoksa onları, gözden mi kaçırdık?″