3- Miras bırakanla mirasçının dinlerinin ayrı olması:

İki ayrı dinden olanlar, birbirlerine mirasçı olamazlar. Taraflardan biri Müslüman, diğeri gayr-i müslim olduğu takdirde sağ kalanın, ölene mirasçı olması mümkün değildir. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَا يَرِثُ الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ وَلَا الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ (خ م عن اسامة بن زيد)

″Müslüman, kâfire; kâfir de Müslümana mirasçı olamaz″[1] diye buyurmuştur. Küfrün hepsi tek millettir. Said b. Cübeyr Radiyallâhu anhu, Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’nun; ″Küfrün hepsi tek millettir.″[2] diye söylediğini rivâyet etmiştir. Çünkü küfrün hepsi sapıklıktır ve İslâmiyet’in zıddıdır. Dolayısıyla bir millet sayılmışlardır. Allah’u Teâlâ’nın: Hakkın dışında dalâletten başka ne vardır?″[3] ″Sizin dininiz size, benim dinim de banadır″[4], ″Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar″[5] diye geçen âyetleri de kâfirlerin tek millet oluğunu ortaya koymaktadır. Fakat şeriatleri muhtelif de olsa, onlar birbirlerine mirasçı olabilirler. Burada kastedilen din ayrılığı; Müslüman ile gayr-i müslim arasında mevcut olan din ayrılığıdır. Yoksa gayr-i müslim milletlerin kendileri arasındaki din ayrılığı mirasçı olmaya mâni değildir. Buna göre, Yahudiler Hristiyanlara, Hristiyanlar Yahudilere, her iki taife Mecûsilere, Mecûsiler onlara mirasçı olabilir. Bâzı fukaha; ″Yahudiler ile Hristiyanlar, birbirlerine vâris olamazlar. Çünkü inançları ayrıdır. Yahudilerin İsâ Aleyhisselâm’a ve incile itikadları yoktur. Bu takdirde, Müslümanlar ile Hristiyanlar gibi olmuş olurlar″ demişlerdir.[6]

Mürtedin (İslâm’ı terk edenin) durumu:

Mürted, mânen ölmüş hükmünde olup, ne bir Müslümana ne de bir kâfire aslâ mirasçı olamaz. Mürtedler, birbirlerine de mirasçı olamazlar. Çünkü bir millet teşkil etmezler.

Mürted, İslâm’dan dönmek sebebiyle Müslümanlarla olan velâyet bağını koparmış olur. Dolayısıyla Müslüman yakınlarıyla alakası kesilir. Hısımlar arasındaki bağın bir sonucu olan mirasçılık hakkını da kaybetmiş olur. ″Allah’u Teâlâ, Mü’minlerin aleyhine kâfirlere aslâ bir yol vermeyecektir″[7] mealindeki Âyet-i Kerîme ile Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Müslüman kâfire mirasçı olamaz″[8] diye geçen Hadis-i Şerif’i, mürtedin mirasçı olamayacağını ifade eder.

Mürtedin mirasının, başkalarına intikali konusunda ise, görüş ayrılıkları vardır. Mürted, hakîkaten veya hükmen öldüğü takdirde, Müslümanken kazandığı malları, Müslüman olan mirasçılarına intikal eder. Bu hususta Sahabeler icmâ etmişlerdir. İmam-ı Âzam’a göre; mürtedin irtidad hâlinde iken (İslâm’dan döndükten sonra) kazandığı malları ise Müslümanlara ganimet olur. Eğer mürted olan kişi kadınsa, bütün mirası (hem Müslümanken, hem de İslâm’dan döndükten sonraki malları) Müslüman olan mirasçılarına intikal eder. Çünkü kadın, mürtedde olsa öldürülmez, hapsedilir. Ama ölü hükmünde olduğu için, bütün malları Müslüman mirasçılarına intikal eder. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; mürtedin, İslam’dan döndükten sonra kazandığı malları da, Müslüman olan mirasçılarının olur.

Mürted öldüğünde yahut öldürüldüğünde, Müslüman olan karısının iddeti henüz bitmemişse, kocasına mirasçı olur.

Karı ve koca birlikte İslâm’dan dönerlerse, İmam-ı Âzam’a göre; karı- koca birlikte İslâm’dan döndükleri ve mürted olarak kaldıkları takdirde aralarındaki nikâh bağı devam ederse de birbirlerine mirasçı olamazlar. Ancak ikisi birlikte tekrar Müslüman olurlarsa, birbirlerine mirasçı olabilirler. İmam Şafii, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise; aralarında nikâh bağı kalmadığı gibi birbirlerine mirasçı da olamazlar.

Mürted, harp yurduna kaçıp, kaçtığına dair hüküm verildikten sonra Müslüman olarak memleketine dönerse, mirasçılarının sâdece ellerinde kalmış olan malları geri alabilirler. Mirasçılardan, harcadıkları malları ise geri alamazlar. Eğer mürted, harp yurduna kaçıp, hâkim tarafından kaçtığına dair hüküm verilmeden önce memleketine Müslüman olarak geri dönerse, sanki mürted olmamış gibi olur.

Mürted’e, İslâm’dan döndükleri tarih itibariyle değil, ancak hakîkaten veya hükmen öldükleri tarih itibariyle mirasçı olunur. Bu bakımdan İslâm’dan döndüğü tarih ile mürtedin hakiki ölümü veya öldüğü hükmünün verildiği tarih arasında vefat edenler, mürtede mirasçı olamazlar. Zîrâ mürtedden önce vefat etmiş sayılırlar.

İmam Mâlik, İmam Şâfii ve Ahmed b. Hanbel’e göre; mürtedin mallarına beyt’ül-mal tarafından el konulur. Ancak mürtedin malları üzerindeki mülkiyet hakkı kaybolmaz. Bir nevî emânet olarak alınmış olur. Eğer mürted tekrar Müslüman olursa, malları kendilerine geri verilir. Eğer ölür veya öldürülürse, malları beyt’ül-mala kalır. Mirasçılarına intikal etmez.

Hulâsa; mürtedin malları hakkında üç görüş vardır. İmam-ı Âzam’a göre; mürted olmadan önce kazandığı mallar Müslüman vârislerine, sonraki mallar beyt’ül-mala kalır. İmâmeyn’e göre; mürtedin gerek önce ve gerekse sonra kazandığı bütün malları Müslüman vârislerine kalır. Diğer üç mezhep ise, İmâmeyn’in tam aksine bütün malların beyt’ül-mala kalacağı görüşündedir.


[1] Sahih-i Buhârî, Ferâiz 26; Sahih-i Müslim, Ferâiz 1, Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 10; Sünen-i Tirmizî, Ferâiz 15.

[2] el-Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, c. 5, s. 140.

[3] Sûre-i Yunus, Âyet 32.

[4] Sûre-i Kâfirûn, Âyet 6.

[5] Sûre-i Enfâl, Âyet 73.

[6] İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre; her bir din mensupları kendi aralarında bir millettir. Zîrâ Allah’u Teâlâ Sûre-i Mâide, Âyet 48’de: ″Sizden her bir taife için bir şeriat ve bir tarik (yol) koyduk″ diye buyurması ve Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: لَا يَتَوَارَثُ أَهْلُ مِلَّتَيْنِ شَتَّى (د عن ابن عمرو) ″İki ayrı millet (din) mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar″ (Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 6; Sünen-i İbn-i Mâce, Ferâiz 6) diye buyurması, kâfirlerin de kendi aralarında farklı milletlere ayrıldıkları ve birbirlerine bu yüzden mirasçı olamayacaklarını ifade etmektedirler.

[7] Sûre-i Nisâ, Âyet 141.

[8] Sahih-i Buhârî, Ferâiz 26; Sahih-i Müslim, Ferâiz 1, Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 10; Sünen-i Tirmizî, Ferâiz 15.