5- Mevle’l-Müvâlât:

Yukarıda zikredilen vârisler (Ashâb-ı Ferâiz, Asabe, Ashâb-ı Redd ve Zev’il-Erhâm) bulunmadığında, mirasın hepsi Mevle’l-Müvâlât’a kalır. Mevle’l-Müvâlât; nesebi bilinmeyen veya İslam ülkesine gelip İslâmiyeti kabul eden bir kimsenin bir şahsa; ″Sen benim mirasçım ol. Buna karşılık eğer bir suç işlersem, onun diyetini sen verirsin″ demesi ve onun da kabul etmesiyle yapılmış olur.

Mevla’l-Müvâlât, bâzen iki taraftan da olur. Nesebleri bilinmeyen iki şahıstan her biri yukarıda açıklandığı üzere müvâlat akdi ayaparlar. Böylece bunlardan her biri, diğerinin vârisi olur. Mevlâ-i a’lâ, velâyetini kabul ettiği kimsenin veya iki taraftan yapılan müvâlat akdinde, biri diğerinin cinâyet diyetini ödemeden yaptıkları akitten dönebilirler.

Velâ-i müvâlâtın sahih olması için şu üç şartın yerine gelmesi gerekir:

1- Müvâlât akdinin yapılmasını isteyen şahıs, vaktiyle bir kimse tarafından âzat edilmiş bulunmamalıdır. Çünkü âzat edilmiş olunca, onun velâ hakkı, âzat eden kimsenin olur. Âzat eden kimsenin velâ hakkı ise, bozulması mümkün olmadığı cihetle müvâlât akdinden daha kuvvetlidir.

2- Müvâlât akdi yapmak isteyen şahıs, nesebi bilinmeyen veya o hükümde olmalı, kendisine vâris olacak bir yakını bulunmamalıdır.

Akıllı, ergenlik çağında olan yahut iyiyi, kötüden ayıracak yaşta akıllı bir çocuk, kendi babasının yahut vasîsinin izniyle nesebi bilinmeyen kimseye; ″Sen ölürsen, sana vâris olayım, bir suç işlersen diyetini ben ödeyeyim″ dese, o kimse de kabul etse, aralarında müvâlât akdi yapılmış olur. Bu ergenlik çağında olan şahıs veya mümeyyiz çocuk, o kimsenin mevle’l-müvâlâtı olur.

Bu sözleşmeyi yapan kişilerin gerçekleştirmek istediği şey, karşılıklı yardımlaşmadır. Araplar bu anlaşmayı yemin ile de kuvvetlendirirlerdi. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَوْلَى الْقَوْمِ مِنْ أَنْفُسِهِمْ وَحَلِيفُهُمْ مِنْهُمْ.

″Bir kavmin âzatlısı onlardandır, anlaşma yaptıkları da onlardandır″[1] diye buyurmuştur. Yardımlaşmayı sağladığı için İslâm, bu müvâlât sözleşmesini geçerli saymış ve bu sözleşmeye miras hükümlerini uygulamıştır. Bu husus Sûre-i Nisâ, Âyet 33’te: ″Anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mirasçılar tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ her şeye şâhittir″ diye geçmektedir.

Temim ed-Dârî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te:

Bir adamın elinden Müslüman olup, o adamla müvâlât akdi yapan bir kimsenin durumu hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sorulunca, buyurmuş ki:

هُوَ أَحَقُّ النَّاسِ بِهِ مَحْيَاهُ وَمَمَاتَهُ (د ت عن تميم الداري)

″Hayatında da ölümünde de o adam, (vârisi olmadığında) insanlar arasında onun üzerinde daha fazla hak sahibidir.″[2]

Yine bu hususta şu hâdise nakledilmiştir:

أَبِي الْأَشْعَثِ حَيْثُ سَأَلَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنْ رَجُلٍ أَسْلَمَ عَلَى يَدَيْهِ وَوَالَاهُ فَمَاتَ وَتَرَكَ مَالًا فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ مِيرَاثُهُ لَكَ فَإِنْ أَبَيْتَ فَلِبَيْتِ الْمَالِ.

Ebu’l-Eş’as, Hz. Ömer’e: ″Benim aracılığımla Müslüman olan bir kişi, benimle müvâlât sözleşmesi yapsa, sonra ölse, (mirasçısı olmadığında) kalan mallarının durumu nedir?″ diye sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer: ″Onun mirası senin olur. Eğer almak istemezsen devlet hazinesinindir″ diye cevap verir.″[3]

Bu delillerden yola çıkarak Hanefi âlimleri, müvâlât sözleşmesini kabul etmişlerdir.[4]


[1] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 124; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18222; Sahih-i Buhârî, Ferâiz 24.

[2] Mevsilî, Kitab’ul-İhtiyâr, 5/135; Sünen-i Tirmizî, Ferâiz 20; Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 11.

[3] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 148.

[4] Şa’bî ise; ″Âzat edilme velâsından başka velâ yoktur″ diye buyurmuş, İmam Şâfii’de bu görüşü kabul etmiştir. (Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 148). İmam Şâfii; Sahih-i Buhâri, Kefâlet 2; Sahih-i Müslim, Fedâil’us-Sahabe 206’da geçen hadisleri delil almıştır.