VASİYET

″Vasiyet″ lügatta; emir, bir işi birisine ısmarlama anlamındadır. Şer’î bir terim olarak da; bir mal veya menfaati ölümünden sonraya nispetle bir şahsa veya bir hayır yoluna bağış sûretiyle mülk olarak vermektir. Malını vasiye edene ″Mûsî″, kendisine vasiyet olunan şahıs veya hayır yoluna ″Mûsâ leh″, kendisiyle vasiyet edilen şeye ″Mûsâ bih″, bir kimsenin mallarında veya çocuklarının işlerinde tasarruf etmek üzere tâyin edilen kimseye de ″Vasî″ denilir.

Vasiyet; teşvik edilen müstehab bir uygulama olup, kişiyi Allah’a yaklaştırmak üzere meşrû kılınan bir hükümdür. Kitap, Sünnet ve İcmâ da bunun böyle olduğunu göstermektedir. Kıyas ise vasiyetin câiz olmamasını gerektirir. Çünkü vasiyet, kişinin mâliki bulunduğu bir şeyi, mülkünden çıktıktan sonra başkasına vermesidir. Oysa, kişinin değil mülkünden çıkan bir şeyi, mülkünde olan bir şeyi bile kasdederek bir kimseye; ″Ben onu sana yarın verdim″ demesi câiz değilken; ″Ben öldükten sonra falanca malımı falana verdim″ demesinin câiz olmaması evleviyetle lâzım gelir. Fakat insanlar vasiyete muhtaç oldukları için meşrû kılınmıştır. Ayrıca bundan başka şu da vardır ki; kişinin malları üzerindeki mülkiyeti ölümünden sonra da tamamen yok olmaz. Nitekim cenâzesinin kaldırılması ve borçlarının ödenmesi gibi masraflar onun malından yapılmaktadır. Eğer malı onun ölümünden sonra yine onun olmasaydı, bu masrafların o maldan yapılması câiz olmazdı. Kaldı ki, hem Kur’ân-ı Kerim’de hem de Hadis-i Şerif’te, vasiyetin câiz olduğunu açıkça bildirmektedir.

Bu hususta miras taksimi hakkında inen Sûre-i Nisâ, Âyet 11’in sonlarında: ″Bu taksim, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra yapılır″ diye buyrulmuştur. Devamında gelen Sûre-i Nisâ, Âyet 12’de de, bu husus tekrar vurgulanmıştır. Bu âyetlerde sıra olarak önce vasiyet, sonra borç ibâresi geçmektedir. Bu hususta Hz. Aliden şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَضَى بِالدَّيْنِ قَبْلَ الْوَصِيَّةِ، وَأَنْتُمْ تُقِرُّونَ الْوَصِيَّةَ قَبْلَ الدَّيْنِ (ه عن على)

″Şüphesiz ki Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ölen kimsenin borcunun vasiyetten önce ödenmesine hükmetti. Halbuki siz Kur’ân’da sıra olarak vasiyeti borçtan önce okumaktasınız.″[1]

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de:

إِنَّ اللّٰهَ تَصَدَّقَ عَلَيْكُمْ عِنْدَ وَفَاتِكُمْ بِثُلُثِ أَمْوَالِكُمْ زِيَادَةً لَكُمْ فِي أَعْمَالِكُمْ (ه عن أبى هريرة)

″Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, (hayırlı) amellerinizi artırmak için vefâtınız zamanında mallarınızın üçte birini size bağışladı″[2] diye buyurmuştur. Bu sebeple eğer bir kimse, vârisi olmayan bir kimseye malının üçte birini yahut ondan daha az bir miktarı vasiyet ederse, vârisleri râzı olmasalar bile vasiyeti geçerlidir. İnşallah ileride en sevaplı vasiyetin nasıl yapılması gerektiği anlatılacaktır. Şâyet bir kimse, malının üçte birinden fazla vasiyet ederse vasiyeti geçerli olmaz. Zîrâ bu hususta Sa’d b. Mâlik Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

عَادَنِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَنَا مَرِيضٌ فَقَالَ أَوْصَيْتَ قُلْتُ نَعَمْ قَالَ بِكَمْ قُلْتُ بِمَالِي كُلِّهِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ قَالَ فَمَا تَرَكْتَ لِوَلَدِكَ قُلْتُ هُمْ أَغْنِيَاءُ بِخَيْرٍ قَالَ أَوْصِ بِالْعُشْرِ فَمَا زِلْتُ أُنَاقِصُهُ حَتَّى قَالَ أَوْصِ بِالثُّلُثِ وَالثُّلُثُ كَثِيرٌ (ت ن عن سعد بن مالك)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ben hasta iken ziyaretime geldi ve ″Vasiyet ettin mi?″ diye sordu. ″Evet,″ dedim. ″Ne kadar vasiyet ettin?″ dedi. ″Malımın tamamını Allah yolunda vakfettim″ deyince, bana: ″Çocuklarına ne bıraktın?″ dedi. ″Onlar iyidirler, ihtiyaçları yoktur″ dedim. Buyurdu ki: ″Onda birini vasiyet et.″ Ben bunu çok az buldum, devamlı olarak oranı artırmaya çalışıyordum, nihâyet üçte bir deyince: ″Üçte bir de dur. Hattâ üçte bir de çoktur″ buyurdu.[3]

Yine bu hususta Sa’d b. Ebî Vakkas Radiyallâhu anhu’dan da şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

مَرِضْتُ عَامَ الْفَتْحِ مَرَضًا أَشْفَيْتُ مِنْهُ عَلَى الْمَوْتِ، فَأَتَانِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَعُودُنِي فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ! إِنَّ لِي مَالًا كَثِيرًا، وَلَيْسَ يَرِثُنِي إِلَّا ابْنَتِي أَفَأُوصِي بِمَالِي كُلِّهِ قَالَ لَا قُلْتُ فَثُلُثَيْ مَالِي قَالَ لَا قُلْتُ فَالشَّطْرُ قَالَ لَا قُلْتُ فَالثُّلُثُ قَالَ الثُّلُثُ وَالثُّلُثُ كَثِيرٌ إِنَّكَ إِنْ تَدَعْ وَرَثَتَكَ أَغْنِيَاءَ خَيْرٌ مِنْ أَنْ تَدَعَهُمْ عَالَةً يَتَكَفَّفُونَ النَّاسَ، وَإِنَّكَ لَنْ تُنْفِقَ نَفَقَةً إِلَّا أُجِرْتَ فِيهَا حَتَّى اللُّقْمَةَ تَرْفَعُهَا إِلَى فِي امْرَأَتِكَ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أُخَلَّفُ عَنْ هِجْرَتِي قَالَ إِنَّكَ لَنْ تُخَلَّفَ بَعْدِي فَتَعْمَلَ عَمَلًا تُرِيدُ بِهِ وَجْهَ اللّٰهِ إِلَّا ازْدَدْتَ بِهِ رِفْعَةً وَدَرَجَةً، وَلَعَلَّكَ أَنْ تُخَلَّفَ حَتَّى يَنْتَفِعَ بِكَ أَقْوَامٌ، وَيُضَرَّ بِكَ آخَرُونَ اللّٰهُمَّ أَمْضِ لِأَصْحَابِي هِجْرَتَهُمْ وَلَا تَرُدَّهُمْ عَلَى أَعْقَابِهِمْ لَكِنْ الْبَائِسُ سَعْدُ ابْنُ خَوْلَةَ، يَرْثِي لَهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ مَاتَ بِمَكَّةَ (ت حم عن سعد بن ابى وقاص)

Mekke fethinde hastalanmıştım. Neredeyse ölümle karşı karşıya geldim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem beni ziyarete geldi. ″Yâ Resûlallah! Malım var, kızımdan başka da vârisim yok. Malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?″ dedim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Hayır″ dedi. ″Yarısını vasiyet edeyim mi?″ dedim. Yine ″Hayır″ dedi. ″Üçte birini vasiyet edeyim mi?″ dedim. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Üçte bir olur, ama üçte bir bile çoktur″ buyurdu ve sözüne şöyle devam etti: ″Doğrusu senin vâris­lerini zenginler olarak bırakman, insanlara el açan fakirler ola­rak bırak-mandan daha hayırlıdır. Sen yaptığın her harcamadan dolayı sevap kazanıyorsun. Hattâ hanımının ağzına uzattığın bir lokmadan bile…″ Sonra ″Yâ Resûlallah! Ben hicret etmiştim. Fakat şu anda hicret ettiğim Mekke’de hasta durumdayım. Hicretimden dönmüş mü sayılacağım?″ dedim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Benden sonraya kalırsan, ömrün olursa, Allah’ın rızâsını umarak yapacağın her bir iş sebebiyle Allah senin sevabını artıracak ve dereceni yükseltecektir. Ömrün olur da yaşarsan, bâzı kimseler senden istifâde edecek, bâzı insanlar da savaşlarda senin kılıç darbelerinle senden zarar görecek-lerdir. Allah’ım! Ashâbımın hicretlerinden dolayı sevaplarını eksiksiz olarak yaz, onları gerisin geriye çevirme.″ Fakat Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Sa’d’ın Mekke’de ölümüne üzülüyordu.[4]

Bu Hadis-i Şerif’te, ayrıca Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir mûcizesi görülmektedir. Zîrâ Sa’d b. Ebî Vakkas Radiyallâhu anhu, bu hastalığından şifâ bulmuş ve uzun süre daha yaşayıp Müslümanlara faydalı olmuş ve kâfirlere de çok zarar vermiştir.

Malın vârislere geçmesi, ancak vasiyet sahibinin ölümünden sonradır. Hulâsa; bir kimse sağlıklı iken malını istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Ancak kişi ölüm döşeğinde iken artık miras hukuku uygulanır. O kimse vârisler hâriç, ancak malının üçte birini vasiyet edebilir. Diğer üçte ikisi ise vârislerin hakkıdır. Yine bir kimse sağlıklı iken, ben öldükten sonra diyerek vasiyette bulunursa, bu kişinin durumu da ölüm döşeğindeki kişinin durumu gibidir.


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Vesâyâ 7.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Vesâyâ 5.

[3] Sahih-i Buhârî , Vesâya 2; Sünen-i Nesâî, Vesâya 3.

[4] Sünen-i Tirmizî, Vesâye, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 1442; Sahih-i Buhârî, Ferâiz 6; Sahih-i Müslim, Vaiyyet 5-8.