Öldürmede Muteber Olan Şâhitlik:

- Öldürmede muteber olan, ok atmaktır, okun hedefe ulaşması değildir. Kısas, öldürülen kimseden miras yoluyla vârislere intikal etmeyip, doğrudan doğruya vârisler için sâbit olur. Bu, İmam-ı Âzam’a göredir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; kısas, öldürülen kimseden miras yoluyla vârislere intikal eder.

İhtilafın faydası; İmam-ı Âzam’a göre; kısâsı almak mirasçıların hakkıdır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; öldürülenin hakkıdır. Nihâye ve Zeylâî’de de böyledir. İmam-ı Âzam’a göre; kısas, doğrudan doğruya vârislerin hakkı olduğu için, vârislerden biri kısası isbat etmede vekil tâyin edilmeden, diğer vârislerden dolayı hasım olamaz.

Mal, kısas gibi değildir. Vârislerin miras yoluyla mâlik oldukları her şeyde içlerinden biri, husumette diğerinin yerine geçebilir. Hattâ vârislerden biri, bir kimsede mirastan bir şey bulunduğunu dâva edip şâhitle isbat etse, o şeyde diğer vârislerin hepsinin hakkı sâbit olur. Diğer vârislerin yeniden dâva açmasına ihtiyaç kalmaz. Borç hakkı da böyledir. Bir kimse, vârislerden birinde borcu bulunduğunu dâva edip şâhitle ispat etse, bu borç diğer vârisler üzerine de sâbit olmuş olur.

Bir kimsenin iki oğlundan biri, babalarını bir şahsın kasten öldürdü-ğünü dâva edip şâhit getirse, o kimsenin diğer oğlu o sırada gâib olsa, gâib olan oğul geldikten sonra İmam-ı Âzam’a göre; tekrar dâva edip şâhit getirmesi lâzımdır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; tekrar şâhit getirmeye lüzum yoktur. Hulâsa; hazır olan oğul, diğer oğlan kardeşi gâib iken kâtili kısas ettiremez. Fakat kâtili, hapsettirir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; vârislerden biri, diğer vârisler gâib iken kısası ispat etmede, onların yerine de hasım olup gâib olan vârisler geldiklerinde şâhitleri tekrar getirmeye lüzum kalmaz. Birinci şâhitlerle, gâib olanlar hazır olduğunda kâtil kısas edilir. Ama hatâen (yanlışlıkla) öldürmede, diyette vârislerden biri diğerleri gâib iken ispat ettiğinde, gâib olan vârisler gelince, şâhitleri tekrar getirmek lâzım değildir. Zîrâ bunlar maldır, kâtil gâib olan vârisin kısası affettiğine dair delil getirip, hazır olan hasım gâib olandan dolayı kısas dâvasında bulunsa, kâtilin, gâibin affetiğine dair getirdiği şâhitleri hâkim kabul eder, bu yüzden kısas düşer. Zîrâ kâtil, kısasın düştüğünü ve kısasın mala çevrildiğini dâva etmiştir. Hâkim, hazır olan vâris üzerine kısas düşmüş, diye hüküm verince gâibin üzerine de hazır olan vârise uymasıyla hükmedilmiş olur. İki adamın ortak olan kölesi öldürülüp ortaklardan birisi gâib olsa, hazır olan ortak, kâtilin kısas edilmesini talep ettiğinde kâtil, gâib olan ortağın kendisini affettiğine dair şâhit getirse, şâhitleri kabul edilip, hazır olan ortak üzerine af ispat edilmiş olur. Yine bu yüzden kâtilden kısas düşer.

- Bir kimsenin, bir şahsı öldürdüğüne dair şâhitlik yapanlar öldürme zamanında yahut öldürme yerinde yahut öldürme âletinde ihtilaf etseler yahut birisi; ″Değnekle vurdu″ diğeri, ″Neyle öldürdüğünü bilmiyorum″ dese, şâhitlikleri kabul olunmaz. Şâhitlerden biri; ″Öldürme hâdisesini gördüm″ diye şâhitlik yapsa, diğer şâhit de kâtilin öldürdüğünü ikrar ettiğine şâhitlik yapsa, yine şâhitlikleri kabul edilmez. Şâhitlikle isbat olunacak hakta ihtilaf bulunmuştur. Şâhitlerden birinin şâhitliği fiilde, diğerinin şâhitliği sözde olmuştur.

İki şâhit, bir kimsenin bir şahsı öldürdüğüne şâhitlikte bulunup fakat ″Fakat hangi âletle öldürdüğünü bilmiyoruz″ deseler, istihsânen kâtilin malından diyet lâzım gelir. Ama kıyas, bu şâhitlerin şâhitliklerinin kabul edilmemesi idi. Zîrâ bilmedikleri halde şâhitlikte bulunmuşlardır, öldürme âletini bilmemek öldürmeyi bilmemektir. İstihsânen kâtilin diyet vermesinin gerekçesi şudur; şâhidin ikisi de mutlak öldürmeye şâhitlikte bulunmuşlardır. Mutlak öldürmeye şâhitlik ise, kapalı olmadığı için bununla amel etmek mümkündür. ″Bir kimse, falan şahsı kasten öldürdü″ diye iki kişi tarafından yapılan şâhitliğin gereğinin en hafifi diyettir. Bu şâhitlerin; ″Kâtilin öldürdüğü âleti bilmiyoruz″ sözleri, dalgınlığa hamlolunmayıp, kâtili kısastan kurtarmak için mendûb olanı yapmaya hamlolunur. Bu gibi şeyleri yapmaya şer’an cevaz vardır. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَيْسَ بِكَذَّابٍ مَنْ أَصْلَحَ بَيْنَ اثْنَيْنِ (عن أم كلثوم بنت عقبة)

″İki kişinin arasını düzelten kimse yalancı değildir″[1] diye buyurmuştur. Bu durumda diyet, kâtilin kendi malından vâcip olur, âkilesinin üzerine vâcip olmaz. Mutlak ikrâr ile amel olunur, şüphe ile hatâ sâbit olmaz.

- İki kişiden her biri Zeyd’i kendisinin öldürdüğünü ikrâr etse, öldürülen Zeyd’in velîsi; ″İkiniz beraber öldürdünüz″ dese, Zeyd’in velîsi için ikisini de kısâsen öldürtme hakkı vardır.

İki kimse, ″Ömer’i, Zeyd öldürdü″ diye şâhitlikte bulunsalar, diğer iki kimse de ″Ömer’i, Hasan öldürdü″ diye şâhitlik yapsalar, öldürülen Ömer’in velîsi de; ″Ömer’i ikisi öldürdü″ diye dâvada bulunsa, dört şâhidin şâhitliklerini de hâkim kabul etmez. Zîrâ iki kimsenin şâhitlikleri, diğer iki kimsenin şâhitliklerini yalanlamış olur.

- İmam-ı Âzam’a göre; kendisine ok atılan insanın değişmesinde itibar, atma hâlinedir. Yoksa itibar, okun atılan insana isâbet ettiği hâle değildir. Bir kimse, bir Müslümana ok atsa, kendisine ok atılan Müslüman, ok kendisine dokunmadan mürted olsa ve mürted olduktan sonra ok ona isâbet edip ölse, İmam-ı Âzam’a göre; atan kimse üzerine diyet vâcip olur. Zîrâ ölen adamın diyeti, atma işi ile vâcip olmuştur. Ok atma, insanın kendi elindedir. Ama okun hedefe isâbet etmesi elinde değildir. Bu takdirde, ok atan, atmakla kâtil olmuştur. Görmez misin ki; bir Müslüman, ″Besmele″ çekerek bir ava ok attıktan sonra mürted olsa, bundan sonra ok ava isâbet edip öldürse, avın eti yenir. Çünkü itibar, atma hâlinedir. Birinci meselede kıyas, ok atanın kısas edilmesi idi. Fakat kendisine ok atılanın ölmesi hâlinde, mürted olmasından dolayı dokunulmazlığının düşmesi sebebiyle şüphe meydana gelmiş olur, böylece kısas uygulanmaz ama diyet vâcip olur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; öldüren kimsenin diyet vermesi de lâzım gelmez. Zîrâ kendisine ok atılan ölürken, öldürülmesi câiz olan bir insan olmuştur. Öldürülmesi câiz olan insanın öldürülmesi ise hederdir.

Bir kimse mürted olan bir şahsa öldürmek maksadıyla ok atıp, kendisine o atılan mürted, ok isâbet etmeden Müslüman olsa; sonra ok isâbet edip ölse, ittifakla atan kimseye bir şey vâcip olmaz.

- Bir kimse, bir köleye ok atıp ok isâbet etmeden köle âzat edilse, sonra ok isâbet edip ölse, bu takdirde ok atan kimseye köle olduğu halde onun kıymetini ödemesi lâzım gelir. Zîrâ ok atıldığında köle idi. İmam Muhammed’e göre ise; kölenin ok atılmış hâli ile, ok atılmamış hâli arasındaki kıymetin fazlası lâzım gelir. Meselâ; kölenin ok atılmadan önce kıymeti bin dirhem olsa, ok atıldıktan sonra kıymeti sekiz yüz dirhem olsa, bu takdirde ok atan kimsenin üzerine iki yüz dirhem diyet lâzım gelir. Zîrâ âzat etme, köle üzerinde kimin hak sahibi olduğunu şüpheye düşürmüştür. Köleye ok atılırken, köle üzerinde hak sahibi efendisi idi. Ok isâbet ettiğinde köle üzerinde hak sahibi, kölenin kendisidir. Çünkü köle, hürriyetine kavuşmuştur.

- Bir kimse, ihramlı iken ava ok atıp, ok ava isâbet etmeden ihramdan çıksa, sonra ok ava isâbet edip av ölse, avın cezâsı vâcip olur. Çünkü ava oku, ihramlı iken atmıştır. Bundan dolayı, avı ödemesi vâcip olur.[2] Şâyet bir kimse, ihramlı değilken ava ok atıp ok isâbet etmeden ihrama girse ve sonra ok ava isâbet edip av ölse, avın cezâsı vâcip olmaz. Çünkü ok aterken ihramda değildir.

- Bir kimse, recm (taşlayarak öldürme) ile hükmolunmuş bir şahsa ok atıp, bu şahsın şâhitleri, şâhitliklerinden dönse ve bundan sonra ok o şahsa isâbet edip öldürse, ok atan kimse üzerine bir şey lâzım gelmez. Zîrâ itibar, atma hâlinedir. O şahsın ise, o halde öldürülmesi mübahdı. Bundan dolayı o şahsa ok atan kimseye bir şey lâzım gelmez.

- Bir Müslüman, bir ava ok attıktan sonra Mecûsi olsa, bundan sonra attığı ok ava isâbet edip av ölse, avın eti yenir. Aksi olsa, haram olur. Yani, Mecûsi iken ok atıp, sonra Müslüman olsa, bundan sonra attığı ok ava isâbet edip av ölse, avın eti yenmez. Zîrâ itibar, atma hâlinedir.


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 248; Müsned’üş-Şihâb el-Gadâî, Hdis No: 1113; Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 283.

[2] İhramlının bu yaptığının cezâsı; bu öldürülen hayvanın kıymeti kurban alacak kadar olursa kurban keser veya miktarınca fakirlere fıtır sadakası dağıtır. Eğer öldürülen hayvanın bedeli fıtır sadakasından az ise onu da sadaka olarak verir veya yerine bir gün oruç tutar. Eğer cüsse bakımından o öldürdüğü hayvana denk ve benzer kurban edilecek hayvan yoksa, öldürdüğü yerdeki kıymeti iki adâletli kimse tarafından tâyin edilir. Eğer öldürüldüğü yerde kıymeti yoksa oraya yakın olan yerdeki kıymeti takdir edilir. İmam-ı Âzam ve İmam Ebû Yusuf’un görüşü budur. Bu hususta geniş bilgi için ″Hacda İşlenen hatâlar ve cezâları″ bahsine bakınız.