İLİM TALEBİ, FARZİYETİ VE KISIMLARI:

İlim talep etmek farzdır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَمُسْلِمَةٍ (ه عن انس)

″İlim öğrenmek, her Müslüman erkek ve her Müslüman kadın üzerine farzdır″[1] diye buyurmuştur.

İlim talebi birkaç kısma ayrılır:

1- Farz olan ilim talebi: Farzları yerine getirmek, hakkı bâtıldan ve helâli haramdan ayırt etmek için ihtiyaç duyulan miktarda ilim öğrenmek mükellef olan her Müslüman için farzdır. Hadis-i Şerif’te kastedilen mânâ da budur.

2- Müstehab ve sevap olan ilim talebi: Kişinin kendisinin ihtiyaç hissetmediği; ancak, ihtiyaç hissedenlere öğretmek için ilim öğrenmesidir. Meselâ; fakirin, kendisine farz olmadığı halde, kendilerine farz olan kimselere öğretmek üzere hac ve zekât hükümlerini öğrenmesi gibi. Ezan okumak, kamet getirmek ve sünnetçilik gibi fazilet olan sünnetleri öğrenmek de böyledir.

3- Mübah olan ilim talebi: Güzel bir hâle sahip olup ilimde olgunlaşmak için bundan fazlasını öğrenmek.

4- Mekruh olan ilim talebi: Âlimlere karşı övünmek ve câhillere kendini üstün göstermek maksadıyla öğrenilen ilimdir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ تَعَلَّمَ عِلْمًا لِيُبَاهِيَ بِهِ الْعُلَمَاءَ وَيُمَارِيَ بِهِ السُّفَهَاءَ أُلْجِمَ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.

″Kim âlimlere karşı övünmek ve câhillere üstünlük kurmak için ilim öğrenirse, mahşer gününde ateşten bir gem ile gemlenir.″[2]

Bu sebeple İmam Ebû Hanîfe ihtiyaçtan fazla miktarda kelâm ilmini öğrenmeyi ve kelâm münazarası yapmayı mekruh saymıştır. Ama farzı yerine getirmek için ihtiyaç miktarınca öğrenmek farzdır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ سُئِلَ عَنْ عِلْمٍ عِنْدَهُ احْتَاجَ النَّاسُ إِلَيْهِ فَكَتَمَهُ أُلْجِمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ.

″Kendisinde ilim bulunan bir kimse insanların ihtiyaç duydukları ilim kendisine sorulur da bildiğini gizlerse; kıyamet gününde ateşten bir gem ile gemlenir″[3] diye buyurmuştur.

Hattâ demişlerdir ki; efendinin kölesine farzları edâ etme hususunda ihtiyaç duyduğu miktarda Kur’ân-ı Kerîm ve ilim öğretmesi vâciptir. Âlimlerin; talebelerin anlayıp ezberleyeceği ve tam öğrenebilecekleri şekilde açık bir dille ilim öğretmeleri farzdır. Çünkü lüzumlu bilgiyi tam öğrenmeden farzları tam yerine getirmek mümkün değildir. Âlim kişinin bulunduğu beldede veya mecliste cevap verebilecek başka âlimler olması hâlinde her sorulana cevap vermek zorunda değildir. Başkasının bulunmaması hâlinde ise, cevap vermesi gerekir. Zîrâ fetvâ vermek ve ilim öğretmek farz-ı kifâyedir.

Hanefi ulemâsından Gaziantepli Muhammed Bilal Nâdir Hazretleri, kitap okumanın önemi hakkında ″Zuhurât-ı Geylâniyye″ adlı eserinde şöyle buyurmuştur: ″Gece-gündüz kitapları çok okuyup devam etmeli, kitap ruhun memesidir; ruhu besler, kitap okumayan adam körleşir.″


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfat, c. 1, s. 221; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 38.

[2] Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, IV/214; burada geçen Hadis-i Şerif, diğer nakillerde de şöyle geçmektedir: مَنْ تَعَلَّمَ الْعِلْمَ لِيُبَاهِيَ بِهِ الْعُلَمَاءَ وَيُجَارِيَ بِهِ السُّفَهَاءَ وَيَصْرِفَ بِهِ وُجُوهَ النَّاسِ إِلَيْهِ أَدْخَلَهُ اللّٰهُ جَهَنَّمَ (ه عن ابى هريرة) ″Kim âlimlere karşı övünmek, câhillere üstünlük sağlamak ve halkın teveccühünü kendisine yöneltmek için (dini) ilim öğrenirse, Allah o kimseyi Cehenneme sokar.″ (Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 23) (طب عن معلذ بن جبل) مَنْ طَلَبَ الْعِلْمَ لِيُبَاهِيَ بِهِ الْعُلَمَاءَ، وَيُمَارِيَ بِهِ السُّفَهَاءَ فِي الْمَجَالِسِ، لَمْ يَرَحْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ ″Kim bir mecliste âlimlere karşı övünmek, câhillere üstünlük sağlamak için ilim talep ederse, Cennetin kokusunu dahi alamaz.″ (Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 16545)

[3] Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, IV/214; Burada nakledilen Hadis-i Şerif, bir diğer nakilde de şöyle geçmektedir: مَا مِنْ رَجُلٍ يَحْفَظُ عِلْمًا فَيَكْتُمُهُ إِلَّا أُتِيَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلْجَمًا بِلِجَامٍ مِنْ النَّارِ (ه عن ابى هريرة) ″Bildiği bir ilim kendisine sorulup da onu gizleyen bir adam mahşer günü ateşten bir gem onun ağzına vurulmuş olduğu halde getirilir.″ (Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 24)