İki Kimsenin Arasındaki Yeminleşme:

- Satan kimse ile satın alan kimse arasında, satılan malın parasının miktarında ihtilaf çıksa, meselâ; satın alan, ″On dirheme aldım″ dese, satan kimse ″On beş dirheme satın aldın″ dese yahut satılan malda ihtilaf etseler, meselâ; satıcı, ″On kilo sattım″ dese, satın alan, ″On beş kilo satın aldım″ dese yahut hem paranın miktarında, hem satılan malda ihtilaf etseler, satıcı ile alıcıdan hangisi dâvasına uygun şâhit getirirse, onun sözü kabul edilir. Eğer satıcı ile alıcıdan ikisi de dâvalarına uygun şâhit getirseler, ziyâdeyi (fazlalığı) ispat edenin şâhidi kabul edilir. Satıcı ile alıcıdan ikisi de şâhit getiremeseler, onlara; ″Ya biriniz diğerinin dâvasına râzı olur yahut aranızdaki alışveriş muâmelesini bozarız″ denilir. Çünkü gâye, anlaşmazlığı ortadan kaldırmaktır. Taraflar daha önce alışverişin bozulmasına râzı olmazken, alışverişin bozulacağını anladıktan sonra her biri, karşı tarafın iddia ettiğine râzı olabilir. Eğer birisi diğerinin dâvasına râzı olmazsa, yeminleşirler. Yani hâkim olan kimse, her birine inkâr ettiği şeye yemin ettirir. Meselâ; satın alan kimse; ″Vallâhi ben, bu şeyi iki bin dirheme satın almadım″ diye, satan kimse de; ″Vallâhi, ben bu şeyi bin dirheme satmadım″ diye yemin eder. Yeminde yalnızca olumsuzluğun zikredilmesi yeterlidir. Çünkü yeminler böyle konulmuştur. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, kasâme yeminini; ″Vallâhi adamı ne öldürdük ne de kimin öldürdüğünü biliriz″ şeklinde verdirmesi bunu gösterir.[1]

Bu yeminleşme, teslimden önce de sonra da yapılabilir. Çünkü bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إذَا اخْتَلَفَ الْمُتَبَايِعَانِ وَالسِّلْعَةُ قَائِمَةٌ بِعَيْنِهَا تَحَالَفَا وَتَرَادَّا.

″Satılan mal, aynen durduğu halde satıcı ile satın alan ihtilâfa düşerlerse yeminleşirler ve birbirlerinden aldıklarını karşılıklı olarak geri verirler″[2] diye buyurmuştur.

Hâkim, önce satın alan kimseye yemin ettirir. Zîrâ satın alanın inkârı, satıcının inkârından daha fenâdır. Eğer yapılan alışveriş, mukayaza (takas) olarak yapılmışsa, hâkim satıcıyla alıcıdan dilediğine önce yemin ettirir. ″Mukayaza″; para türünden olmayan bir ticaret malını, diğer bir ticaret malı ile değişmektir.

Hangisi yeminden kaçınırsa, diğerinin dâva ettiği şey sâbit olmuş olur. Eğer ikisi de yemin ederlerse, hâkim ikisinden birinin isteğiyle aralarında vâki olan alışveriş muâmelesini bozar ve böylece aralarındaki anlaşmazlık kesilmiş olur. Eğer ikisinden birisi, aralarındaki alışveriş muamelesinin bozulmasını istemezse, yeminleşmekle aralarındaki muâmele bozulmuş olmaz. Ama liânda karıyla koca lânetleştikten sonra, hâkim aralarını ister ayırsın, isterse ikisinden biri hâkimin aralarını ayırmasını istesin yahut istemesin, liândan sonra karıyla kocanın araları ayrılmış olur. Zîrâ liân yapmakla, birbirlerine haram olmuş olurlar. Liân ile haram olmak şeriatın hakkıdır. Alışveriş muâmelesini bozmak ise, kulun hakkıdır. Bundan dolayı alıcı yahut satıcıdan birisinin istemesiyle alışveriş muâmelesi bozulur. Hem de bu durumda bedel kesinleşmediğinden bu, bedelsiz bir satış olmaktadır. Bedelsiz satış ise fâsittir. Fâsit satışın ise feshi gerekir.

- Alıcıyla satıcı veresiye satılan malın tâyin ettikleri müddetinde, muhayyerlik şartında, paranın bir kısmının alınmasında veya hepsinin alınmasında, inkâr eden yemin eder. Yani veresiye müddetini, muhayyerlik şartını ve paranın teslim alınmasını inkâr eden, yemin eder ve yeminiyle onun sözü kabul edilir.

- Satılan mal helâk olduktan sonra, satıcı yemin etmeyip, satın alan yemin eder. Bu, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göredir. İmam Muhammed’e göre ise, paranın miktarında yeminleşirler, alışveriş bozulur, satılan malın kıymeti lâzım olur. Zîrâ satılan malın helâk olması, yeminleşmeye mâni değildir. Satılan malın mevcut olmasıyla beraber, ortaya çıkan bir kusur sebebiyle geri verilmesi mümkün olmayan malda da aynı ihtilaf vardır. Yani; satılan maldaki kusur, satın alanın elinde iken ortaya çıksa, İmam-ı Âzam ile İmam Yusuf’a göre; yalnız satın alan yemin eder. İmam Muhammed’e göre ise yeminleşirler.

Satılan malın bir kısmı helâk olduktan sonra da yeminleşme yoktur. Ancak satıcı, helâk olan hissenin parasından veya kıymetinden bir şey almaya râzı olursa, bu takdirde yeminleşirler. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; şartsız yeminleşirler, helâktan sonra geri kalan kısım satıcıya verilir. Helâk olanın hissesi hakkında, satın alanın sözü kabul edilir. Bu, İmam Ebû Yusuf’a göredir. İmam Muhammed’e göre; helâk olan hissenin kıymeti lâzım olur. Satın alan kimsenin malı teslim aldığı gündeki kıymeti, satın alınan mal üzerine takdim edilir, satın alan kimse, helâk olan hissenin kıymetini öder.

- Eğer satıcı ile alıcı teslim alındığı günde helâk olan hissenin parasında ihtilaf etseler, satıcının sözü kabul edilir. Zîrâ para, ikisinin anlaşmasıyla tespit edilmiştir ve satın alan, helâk olan hissenin noksan olduğunu dâva eder. Satıcı ise, bunu inkâr eder, bundan dolayı satıcının sözü kabul edilir. Satıcı ile alıcıdan her birisi kendi dâvasına şâhit getirirse, satıcının şâhidi kabul edilmeye daha lâyıktır. Zîrâ satıcı, ziyâdeyi ispat etmektedir. Satıcı ile alıcı ikâle yaptıktan (alışverişi bozduktan) sonra paranın miktarında ihtilaf edip, eğer satıcı malı geri almamışsa ve şâhitleri de bulunmazsa, bu takdirde aralarında yapılmış olan alışveriş geri dönmüş olur. Satıcı, satılan malı geri almışsa, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre; satıcı ile alıcı yeminleşmezler. İmam Muhammed’e göre ise; yeminleşirler.

Selem (peşin para veya peşin verilen mal ile veresiye bir şey satın almaktır) ikâlesinden (alışverişin bozulmasından) sonra peşin verilen para veya malın miktarında alıcıyla satıcı ihtilaf etseler, veresiye mal verecek olan satıcının sözü kabul edilir. Zîrâ satın alan kimse, satıcıdan fazla mal dâva edip, satıcı da bunu inkâr eder. Alışverişte ikâle yapıldıktan sonra para miktarında ihtilaf ettiklerinde; alışverişin tekrar döndüğü gibi, selem alışverişi geri dönmez. Zîrâ yeminleşmekten maksat, alışveriş muâmelesini bozmaktır.

- Mal sahibi ile kirâcı, kirâ miktarında yahut kirâ müddetinde yahut hem kirâ miktarında hem kirâ müddetinde ihtilaf etseler; fakat bu ihtilaf, kirâcı kirâladığı yerden istifade etmeden önce olursa, yeminleşirler ve kirâ anlaşmasını bozarlar. İhtilaf kirâ miktarında olursa, önce kirâcı yemin eder. Eğer kirâ müddetinde ihtilaf ederlerse, önce mal sahibi yemin eder. Mal sahibi ile kiracıdan hangisi yeminden kaçınırsa, diğerinin dâvası kabul olunur yahut hangisi dâvasına şâhit getirirse, onun dâvası kabul edilir. İkisi de dâvalarına şâhit getirirlerse; kirâ müddeti hakkında, kirâcının şâhidi kabul edilmeye daha lâyıktır. Zîrâ kirâcı, ziyâdeliği ispat edicidir. İhtilafları kirâ bedelinin miktarı hakkında olursa, mal sahibinin şâhitleri kabul edilmeye daha lâyıktır. Çünkü onun şâhitleri, ziyâdeyi ispat eder. Kirâcının kirâladığı yerin müddeti bittikten sonra, mal sahibiyle ihtilaf ederlerse, yeminleşmezler. Zîrâ yeminleşme, kirâ anlaşmasını bozmak içindir. Kirâ müddeti bittikten sonra, kirâ anlaşmasını bozmak mümkün değildir. Kirâcı, kirâladığı yerden faydalanarak kirâ müddeti bittikten sonra mal sahibiyle aralarında kirâ bedeli miktarında, kirâ müddetinde yahut bunların her ikisinde ihtilaf çıkarsa, yeminiyle beraber kiracının sözü kabul edilir. Eğer kirâcı, kirâladığı yerden kirâ müddetinin bir kısmında faydalandıktan sonra mal sahibiyle arada ihtilaf çıkarsa, yeminleşirler ve müddetinin kalan kısmındaki kirâ anlaşması bozulur. Kirâcının kullandığı müddet hakkında kirâcının sözü kabul edilir.

- Efendi ile köle kitâbet bedelinin (kölenin özgür kalmak için anlaştıkları bedelin) miktarında ihtilaf etseler İmam-ı Âzam’a göre; yeminleşmezler, kölenin sözü kabul edilir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, yeminleşirler ve kitâbet anlaşması bozulur.

- Karı ile koca ev eşyasında ihtilaf etseler, örtü gibi kâdına lâzım olan eşyada kadının sözü; sarık gibi erkeğe lâzım olan eşya ile döşek, yorgan, taşınmaz mallar, hayvanlar, para ve bunlara benzer eşyada erkeğin sözü kabul edilir. Yani kap gibi ikisine de yarayan şeyler kocanındır. Çünkü kadın, elindeki şeylerle birlikte erkeğin idaresi altındadır. Dâvalarda ise söz, tasarruf sahibinindir. Kadına mahsus olan eşyada ise durum böyle değildir. Çünkü bu durumda kocanın zilyetliğine[3] karşı, ondan daha güçlü olan açık bir durum vardır. Bu arada ihtilâf, ister nikâh var iken, ister eşler ayrıldıktan sonra meydana gelsin, durum aynıdır.

Karı ile kocadan biri öldükten sonra, hayatta kalan eş ile ölenin vârisi arasında ihtilaf çıksa, karı ile kocadan ikisine de lâzım olan eşyada hayatta olan eşin sözü kabul edilir. Çünkü tasarruf hakkı ölüye değil, hayatta olana aittir. Bu, İmam-ı Âzam’ın görüşüdür. İkisinden birisine lâzım olan eşyada ise, ikisi de hayatta olduklarında hüküm ne ise, birisi öldükten sonra yine hüküm aynıdır. İmam Ebû Yusuf’a göre; kadının kendi ayârında olan kadınların çeyizinden fazla olan çeyizi hususunda, kocasının sözü kabul edilir. Kadının çeyizi, kendi ayârında olan kadınların çeyizi kadar olursa; kadın hayatta ise kadının sözü, hayatta değil ise vârisinin sözü kabul edilir. İmam Muhammed’e göre; erkeğe lâzım olan eşyada hayatta ise, erkeğin sözü; hayatta değil ise, vârisinin sözü; kadın için lâzım olan eşyada, kadının sözü; ikisi için lâzım olan eşyada erkek hayatta ise, erkeğin sözü, hayatta değil ise, erkeğin vârisinin sözü kabul edilir.

Karıyla kocadan biri köle ise ve bunların ikisi de hayatta ise, ev eşyası hür olanındır. İkisinden birisi ölmüşse, ev eşyası hayatta kalanındır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, ticarete izin verilmiş köle ile mukâteb, hür gibidir. Yani, evdeki eşyanın hepsi onlarındır.


[1] Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 289. ″Kasâme yemini″; bir kimsenin bir yerde öldürülmüş olarak görülmesi üzerine o yerin sakinlerinden elli kişiye; ″Billâhi, biz onu öldürmedik ve kimin tarafından öldürüldüğünü de bilemiyoruz″ şeklinde verdirilen yemin demektir. Bakınız: Dârekutni, hadler ve diyet, Hadis No: 3399; Beyhâki, es-Sünen’ul-Kübrâ, c. 8, s. 125. Hanefi mezhebine göre; kasâme durumunda, üç sene içerisinde o yer halkının o öldürülen adamın diyetini ödemeleri gerekir.

[2] Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 288. Yine bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû’ 72; Sünen-i Tirmizî Buyû’ 43.

[3] Zilyetlik ya da zilliyet: Bir malı elinde bulundurma ve kullanmakta olma durumudur.