Şâhitlikte İhtilâfa Düşme:

- Şâhitliğin dâvaya uygun olması şarttır. Şâhitler, dâvada ihtilaf ettikleri takdirde şâhitlikleri kabul edilmez. İnsanların haklarına ait olan şâhitliklerin kabul edilmesi için, önce dâvanın açılmış olması şarttır. Fakat Allah hakkına ait olan şeylerde, önce dâvanın bulunması şart değildir. Çünkü Allah hakkına dâva etmek, herkesin üzerine lâzımdır.

Bir kimse, ″Falan şahıs benim malımı gasbetti″ diye dâva edip, iki şâhit getirse, şâhitlerden biri gasbettiğine, diğeri de gasbeden kişinin, malı gasbettiğini ikrâr ettiğine şâhitlik etse, şâhitlikleri kabul edilir.

Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan eve satın alma yahut miras kalma yoluyla mâlik olduğunu dâva edip, iki şâhit getirse; şâhitler dâvacının bu evi satın alma yahut miras kalma yoluyla mâlik olduğuna şâhitlik etmeyip; bu ev dâvacının mülküdür, diye şâhitlik yapsalar, şâhitlikleri kabul edilmez. Çünkü şâhitler, dâva edilen şeyden ziyâde şâhitlik etmişlerdir. Dâvacı, eve yeni mâlik olduğunu iddia etmiştir; fakat şâhitler, bu evin eskiden dâvacının olduğuna şâhitlik etmişlerdir. Dâva eden dâvacı, sebep ile olan mülkü dâva etmiştir. Şâhitler ise, mutlak mülke şâhitlik etmişlerdir. Bundan dolayı şâhitlikleri kabul edilmez. Eğer dâvacı mutlak bir mülkü iddia etse, şâhitler de mukayyet bir mülke şâhitlik yapsalar, bu sefer şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü şâhitler, dâva edilenden az olan şeye şâhitlik yapmışlardır.

- İmam-ı Âzam’a göre; şâhitlerin ifadelerinin lafız ve mânâ bakımından aynı olması gerekir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, mânâda aynı olmaları yeterli olur. Şöyle ki; iki şâhitten birisi, ″Bu kimsenin bir şahısta bin dirhemi yahut yüz dirhemi vardır″ diye, diğeri de, ″Bu kimsenin bu şahısta iki bin dirhemi yahut iki yüz dirhemi vardır″ diye şâhitlik etse yahut iki şâhitten birisi, ″Bu şahıs, karısını bir talakla boşadı″ diye, diğeri de ″Bu şahıs, karısını iki talakla yahut üç talakla boşadı″ diye şâhitlik etse, şâhitlikleri kabul edilmez. Zîrâ şâhitlikte ihtilaf vâki olmuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, az olanda kabul edilir. Zîrâ azda ittifak etmişlerdir. Birisi ziyâdelik ile diğer şâhitten ayrılmış olur. Böyle olunca ittifak ettikleri sûret sâbit olmuş olur.

İki şâhidin birisi, bin dirhem olduğuna, diğeri de bin beş yüz dirhemi olduğuna şâhitlik yapsalar, dâvacı da çok olan miktarı dâva etse, âlimlerin ittifakı ile bin dirhem kabul edilir. Zîrâ şâhitlerin ikisi de lafzen ve mânen binde ittifak etmişlerdir. Çünkü bin ile beş yüz birbirine atfedilen iki ayrı sözdür. Atıf ise kendisine atıf yapılanı takviye eder.

Bir kimse, ″Bir şahısta borç olarak bin dirhem yahut ödünç bin dirhem alacağı olduğunu″ iddia edip, iki şâhit getirse; şâhitler, dâvacının dâvalısı üzerinde bin dirhem alacağı olduğuna şâhitlik yapsalar, bu iki şâhitten biri şâhitlikten sonra, ″Dâvalı bu bin dirhemden bir miktarını ödedi″ dese, dâvalı ödediğine dair başka şâhit getirmedikçe; bu şâhidin, şâhitliği kabul edilmez. Ancak dâvacının, dâvalı üzerinde ″Bin dirhem alacağı vardır″ diye yaptıkları şâhitlikleri kabul edilir.

- İki şâhit Mekke’de bayram günü Ömer’in, Zeyd’i öldürdüğüne şâhitlik etseler; iki şâhit de Ömer’in, Zeyd’i bayram günü Kûfe’de öldürdüğüne şâhitlik etseler; bu şâhitlerden hiçbirinin şâhitlikleri kabul edilmez. Zîrâ bu dört şâhitten ikisinin şâhitlikleri yalandır. Mekke’deki şâhitlerin, Kûfe’deki şâhitler üzerine; Kûfe’deki şâhitlerin de Mekke’deki şâhitler üzerine bir üstünlüğü yoktur. Eğer hâkim, önceki iki şâhidin şâhitlikleriyle, ikinci şâhitler gelmeden önce hükmetse, sonra gelen şâhitlerin şâhitlikleri bâtıl olur. Zîrâ önceki şâhitlerin şâhitlikleriyle hüküm verilince, bu hüküm sonraki gelen şâhitlerin şâhitliklerini zımmen iptal etmiştir. Meselâ; Zeyd’in Mekke’de öldürüldüğüne hüküm olununca, başka yerde öldürülmediğine hüküm verilmiş olur. Zîrâ bir şahsın, iki yerde öldürülmesi mümkün değildir.

- İki kimse, bir şahsın sığır çaldığına şâhitlik yapsalar, fakat sığırın renginde ihtilaf etseler; meselâ; şâhidin biri siyahtır, diğeri de sarıdır dese, İmam-ı Âzam’a göre; hırsızın eli kesilir. Şâhitler çalınan sığırın erkek veya dişi olmasında ihtilaf etseler, yani şâhidin biri erkektir, diğeri dişidir dese, İmam-ı Âzam’a göre; hırsızın eli kesilmez. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; bu iki durumda da hırsızın eli kesilmez. Zîrâ şâhitler, şâhitlik yaptıkları malda ihtilaf etmişlerdir. Dolayısıyla siyah hayvanı çalmak ile sarı hayvanı çalmak aynı şeyler olmadığından hırsızlıkların her biri için iki şâhit bulunmamıştır. O halde gaspta olduğu gibi burada da karar verilmez. Kaldı ki şer’î cezâ konusunda karar verilmemesi daha evlâdır. Böylece bu da, şâhitlerin, hayvanın erkeklik ve dişiliğinde ihtilâf etmeleri gibi olur. İmam-ı Âzam ise diyor ki; iki şâhidin ifâdesini uzlaştırmak mümkündür. Çünkü hırsızlık olayları geceleyin uzaktan görülmektedir. Renkler ise ya birbirine benzemekte veya aynı hayvanda bulunmaktadır. Şöyle ki; siyahlık hayvanın bir tarafında olur ve onu bir şâhit görür, sarılık da hayvanın diğer tarafında olur ve onu da öteki şâhit görür. Gasp ise böyle değildir. Çünkü o, gündüz vakti yakından görülür. Erkeklik ve dişilik ise aynı hayvanda bir arada bulunmaz. Ayrıca hayvanın erkeklik ve dişiliğini öğrenmek için onu yakından görmek gerektiğinden bu iki durum birbirine karıştırılmaz.

Yukarıda değinildiği üzere, gasp durumunda da şâhitlikleri kabul edilmez. Meselâ; iki şâhitten birisi gasbettiği sığır sarıydı, diğeri de siyahtı dese, âlimlerin ittifakı ile şâhitlikleri kabul edilmez. Zîrâ gasb, çok defa gündüz yapılır. Bu takdirde şüphe meydana gelmez. Şüphe olmayınca da bu durumda şâhitlikleri kabul edilmez.

- Bir kimsenin bir başka kimseden bin dirheme bir hayvan satın aldığına şâhitlik eder, başka biri de hayvanı bin beş yüze aldığına şâhitlik ederse şâhitlik geçersizdir. Çünkü şâhitlikten maksat, satış akdinin yapıldığını ispatlamaktır. Bedelin değişik olması ise, akdin de değişik olmasına yol açmaktadır. Böylece şâhitliğe konu olan iki akit meydana gelmekte ve her akit için iki şâhit bulunmamaktadır. Hem de dâvacı, şâhitlerden birini yalanlamış olur. Satıcının dâvacı olması hâlinde de durum aynıdır. Açıkladığımız nedenle dâvacının, azı veya çoğu dâva etmesi arasında bir fark yoktur.

Yine iki şâhidin biri, ″Zeyd, bu köleyi falan kimseden bin dirheme″, diğeri de ″Bin beş yüz dirheme satın aldı″ dese yahut ″Zeyd, bu köleyi bin dirheme″ diğeri de ″Bin beş yüz dirheme kitâbete kesti″ dese, ikisinin de şâhitlikleri kabul edilmez. Zîrâ bir akitte ittifak etmemişlerdir. Aynı şekilde mal üzerine âzat edilen köle hakkında da şâhitlik kabul edilmez. Meselâ; köle, ″Efendim, beni bin dirhem karşılığında âzat etti″ efendisi de, ″Bin beş yüz dirheme âzat ettim″ diye dâva etse, herbiri dâvasına şâhit getirse, şâhitlikleri kabul edilmez. Kısastan dolayı sulh üzerine yapılan şâhitlik de kabul edilmez. Meselâ; kâtil ile öldürülenin velisi, kısastan kâtilin affedilmesi için bir miktar mal üzerine sulh olsalar, kâtil; ″Bin dirheme″, öldürülenin velisi, de ″Bin beş yüz dirheme sulh olduklarını″ iddia edip, her iki taraf da kendi iddiası için şâhit getirse, hiç birinin şâhitleri kabul edilmez. Rehinde de şâhitlik kabul edilmez. Meselâ; rehin veren, ″Bin dirheme rehin verildiğine″, rehin alan da, ″Bin beş yüz dirheme rehin verildiğine″ dair şâhit getirse, ikisin şâhitleri de kabul edilmez. Bedel-i hul’da[1] da böyledir. Meselâ; karı ile koca, boşanmanın karşılığı olan bedel-i hul’un miktarında ihtilâf etseler ve her birisi kendi dâvasına şâhit getirse, ikisinin şâhitleri de kabul edilmez. Bu durumlarda şâhitliğin kabul olunmaması dâvanın; köle, kâtil, rehin veren veya kadın tarafından olduğu zamandır. Zîrâ cümlesinden murad akdi ispat etmektir, bu ise ihtilaflıdır. Bu bakımdan şâhitlik kabul olunmadı. Şâyet dâva; diğeri tarafından olursa, borç dâvası gibi olur. Meselâ; efendi, kölesini ″Bin dirheme âzat ettiğini″ iddia etse, köle de ″Beş yüz dirheme âzat ettiğini″ dâva etse; öldürülenin velisi, ″Bin dirheme sulh olduklarını″ dâva etse, kâtil de ″Beş yüz dirheme sulh olduklarını″ dâva etse, bu iki durum, borç dâvası gibidir. Borç dâvasında olduğu gibi, az olan sâbit olmuş olur.

Nikâhta şâhitlik, istihsânen bin dirheme kabul edilir. Meselâ; erkek, karısının mehrinin ″Bin dirhem olduğunu″ iddia edip şâhit getirse, kadın da ″Mehrinin iki bin dirhem olduğunu″ iddia edip şâhit getirse, mehrin bin dirhem olduğu kabul edilir. Zîrâ dâva eden, ister azı dâva etsin, ister çoğu dâva etsin fark yoktur. Az olanda ikisinin şâhitleri de ittifak etmişlerdir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; alışverişte olduğu gibi, ihtilaf durumunda nikâhta da şâhitlerin şâhitliği reddolunur. Kısas da bunu gerektirir. Zîrâ iki taraftan kastedilen akittir. Bu takdirde alışveriş gibi olmuştur. İmam-ı Âzam ise şöyle söylemiştir; nikâh meselesinde mal, akdin aslından değildir. Nitekim nikâhta asıl olan, kadın ile erkeğin birbirine helâl olmaları, aralarında evlilik bulunması ve mehrin, kadının malı olmasıdır. Kaldı ki, akdin aslında ihtilâf yoktur. Bu nedenle akit kesinleşir. Sonra, akdin aslında bulunmayan bir hususta ihtilâf meydana geldiğinde, her iki şâhidin birleştikleri aza karar verilir.


[1] Bedel-i hul: Kadının bedel karşılığında kocasından boşanması.