Hâkimliği Câiz Olan ve Olmayan Kimseler:

- Kadınların hâkim tâyin edilmeleri câizdir. Ancak onların hükümleri, hadler (şer’î cezâlar) ile kısastan başkalarında câizdir. Zîrâ şâhitliğe ehil olanın, hâkim olmaya da ehil olduğu yukarıda geçmişti.

- Hâkim olan zâtın, yerine başkasını geçirmesi câiz değildir. Ancak hükümdar tarafından başkasını yerine bırakması için izin verilirse, bırakabilir. Meselâ; ona, ″Dilediğini yerine bırakabilirsin″ denilirse, bu takdirde yerine başkasını bırakması câizdir. Fakat Cuma namazını kıldırmak için tâyin edilmiş hatibin, Cuma namazının kaçırılmasından korktuğunda, namazda yerine başkasını geçirmesi câizdir.

Hükümdar tarafından yerine başkasını geçirmesi için izin verilen hâkim, yerine birini geçirirse, asıl hâkimin azledilmesiyle yahut ölmesiyle yerine geçirdiği zat azledilmiş olmaz. Çünkü asıl hâkimin yerine geçirdiği zat, hükümdârın nâibidir.

Hükümdar tarafından yerine başkasını geçirmesi için izin verilmeyen hâkim, başkasını yerine geçirirse, yerine geçirdiği zât, hâkim varken yahut yokken bir dâvada hüküm verse, hâkim; nâibinin hükmüne izin verirse, vekâlette olduğu gibi câiz olur. Çünkü bu, aynı zamanda görevli hâkimin görüşünü de yansıtmaktadır ki, şart olan da budur. Meselâ; başkasını yerine vekil olarak geçirmeye izin verilmeyen bir vekil, başkasını yerine vekil tâyin edip, ikinci vekil, birinci vekil varken yahut yokken alışveriş yapsa, birinci vekil, ikinci vekilin yapmış olduğu alışverişe izin verirse câiz olur.

- Sahâbe-i Kirâm zamanında ihtilaflı olan bir mesele hususundaki bir hâkimin hükmü, başka bir hâkime götürülse, eğer bu hüküm Kur’ân-ı Kerîme, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetlerine, İcmâ-i ümmete muhalif olmazsa, ikinci hâkim, verilen hükmü yerine getirir. Âlimlerin çoğunun ittifak ettikleri meselede bâzılarının ihtilafına bakılmaz. Fıkıh usulünde; ″Âlimlerin çoğunun ittifakı, bir hükmün sübutuna kâfidir, hepsinin ittifakına ihtiyaç yoktur″ diye beyan edilmiştir.

- İmam-ı Âzam’a göre; talak ve nikah gibi hususlarda belirli bir sebep ile dâva edilince, yalancı şâhitle olsa bile, helal olduğuna yahut haram olduğuna hüküm vermek, insanlar yanında da Allah katında da sahih ve geçerlidir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, yalancı şâhitlerle verilen hüküm, insanlar yanında sahih ve geçerli olsa bile, Allah katında sahih ve geçerli değildir. Meselâ; bir kadın, bir erkek üzerine o erkeğin kendisiyle evlendiğine dair şâhit getirse, halbuki o erkek, o kadınla nikâhlı olmasa, hâkim o yalancı şâhitlerin şâhitliği gereğince hüküm verse, İmam-ı Âzam’a göre; o kadının nefsini, o kimseye teslim etmesi câizdir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; o kadının nefsini, o kimseye teslim etmesi câiz değildir. Çünkü hâkimin kararı, şâhitlerin köle veyahut gayr-ı müslim oldukları zaman nasıl hükümsüz ise, burada da şâhitler yalancı oldukları için hükümsüzdür. Ayrıca yalancı şâhitler, Allah katında şâhit değillerdir. Ancak insanlar yanında şâhittirler. Hâkim tarafından verilen hükmün geçerli olması, şâhitlerin kuvvetli olmasına göredir. İmam-ı Âzam ise; ″Şâhitlerin beyanının yalan olduğunu öğrenmeye imkân bulunamadığı için şâhitlerin sözü hâkim için hüccettir. Şâhitlerin köle veya gayr-i müslim olduklarını öğrenmek ise mümkündür″ demiştir. Ayrıca Hz. Ali Efendimizden nakledilen şu hâdiseyi de delil getirmiştir:

أَنْ رَجُلًا ادَّعَى عَلَى امْرَأَةٍ نِكَاحًا بَيْنَ يَدَيْ عَلِيٍّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ وَأَقَامَ شَاهِدَيْنِ فَقَضَى عَلِيٌّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ بِالنِّكَاحِ بَيْنَهُمَا فَقَالَتْ الْمَرْأَةُ إنْ لَمْ يَكُنْ بُدًّا يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ فَزَوِّجْنِي مِنْهُ فَإِنَّهُ لَا نِكَاحَ بَيْنَنَا فَقَالَ عَلِيٌّ شَاهِدَاك زَوَّجَاك.

Hz. Ali Radiyallâhu anhu zamanında bir kimse, bir kadın üzerine dâva edip, ″Bu kadın, benim nikahlımdır″ diye iki şâhit getirmiş, bu şâhitler de adamın sözünü doğrulayıp şâhitlik yaptıklarında, Hz. Ali, şâhitlerin şâhitlikleriyle bu kadının, o kimsenin karısı olduğuna hükmetmiş. Bunun üzerine bu kadın, Hz. Ali’ye; ″Ey Mü’minlerin emiri! Gerçi benim üzerime nikah sâit olmuştur. Fakat gerçekten daha önce ben bu adama nikahlı değildim. Hiç olmazsa şimdi benim rızamla, benim nikahımı bu adama kıy″ dediğinde, Hz. Ali; ″Senin şâhitlerin, senin nikahını kıydılar″ demiştir.[1]

Mülklerde (yiyecek, içecek ve câriye gibi) belirli bir sebep zikredilmemiş olup, yalancı şâhitler ile hüküm verilirse, insanlar yanında bu hüküm geçerli olsa bile, bütün âlimlerin ittifakiyle Allah katında sahih ve geçerli değildir. Meselâ; bir kimse, bir câriyeyi satın aldığını yahut onun kendisine miras kaldığını söylemeksizin kendisinin mülkü olduğunu iddia edip ve bunun üzerine de yalancı şâhitler getirse, hâkim de bu câriyenin, o kimsenin olduğuna hükmetse, bu hüküm insanlar yanında sahih ve geçerlidir. Allah katında sahih ve geçerli değildir. Bu itibarla o kimsenin, bu câriyeye cinsel ilişkide bulunması ittifakla câiz olmaz.

- Hâkim olan zât, kendi mezhebinin görüşüne zıt olan, fakat üzerinde içtihat edilmiş bir meselede unutarak yahut kasten hüküm verse, İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; bu hüküm geçersizdir. Fetvâ da bunun üzerinedir. Meselâ; Hanefi mezhebinde olan bir hâkim, Şâfii mezhebi üzerine unutarak yahut kasten hükmetse, bu hükmü geçersizdir. Ama Hanefi mezhebinde olan bir kimse, İmam Ebû Yusuf’un yahut İmam Muhammed’in yahut Hanefi imamlarından birisinin görüşüyle hükmetse, kendi mezhebinin görüşüne zıt olmuş olmaz. İmam-ı Âzam’a göre; Hanefi mezhebinde olan birisi unutarak, kendi mezhebine aykırı bir hükümde bulunarak meselâ Şâfii mezhebine göre hükmetse, bu hükmü sahih olur. Eğer kasten hükmederse, bu hususta İmam-ı Âzam’dan biri kararın geçerliliğine, diğeri, de geçersizliğine dair olmak üzere iki rivâyet yapılmıştır. Geçerli, oluşunun gerekçesi, kesin hatâ olmamasıdır. Diğer iki imama göre ise, karar her iki durumda da, yani ister unutarak olsun, ister kasten olsun geçersizdir. Çünkü burada hâkim, kendisine göre yanlış olan bir karar vermiştir. Uygulama da buna göredir.

- Hüküm zamanında dâvacı ile dâvalının veya vekillerinin bulunmaları şarttır. Hâkim olan zât, bir kimsenin gıyabında hüküm veremez. Ancak o kimsenin hakikaten vekili yahut vasîsi gibi nâibi yahut dâvalının hâkim tarafından tâyin edilen şer’an vasîsi gibi nâibi meselâ; dâvalı olan kimse ölmüş olup, onun bir gâib küçük çocuğu olsa, hâkim ona bir vasî tâyin etse, hâkim bunların huzurunda hüküm verir.

İmam Şâfii; ″Hâkimin, bir kimsenin gıyâbında karar vermesi câizdir. Çünkü delil mevcut olduğundan, bir tarafın haklılığı ortaya çıkmıştır″ demiştir. Hanefi imamları ise şöyle söylemişlerdir: Şâhide başvurmak, çekişmeyi ortadan kaldırmak içindir. Oysa dâvalı iddiayı inkâr etmeden çekişme meydana gelmez. Burda ise inkâr mevcut değildir. Hem de hasım, iddiayı ikrar da edebilir, inkâr da edebilir. Böylece verilecek kararın şekli değişir. Çünkü ikrar ile inkârın hükümleri değişiktir. Dâvalı, iddiayı inkâr ettikten sonra kaybolursa durum yine aynıdır. Çünkü gerekli olan, inkârın muhakeme esnâsında meydana gelmesidir.

- Hâkim olan zât, yetimin malını ödünç verir. Ödünç olarak verdiği hakkı yazar. Yani, filan miktarı, falanca kimseye ödünç verdiğine dair bir senet yazar. Yetimin malını vasîsi ile babasının ödünç vermesi câiz değildir. Zîrâ bunlar, ödünç verdikleri malı alamayabilirler. Hâkim ise, her an için yetimin mallarını tahsil edebilir. Şâyet vâsi, yetim malını borç verirse, kaybolması hâlinde ödemesi gerekir. Çünkü vâsi, malı tahsil edecek güçte değildir. Sahih olan görüşe göre; baba da vâsi gibidir. Çünkü o da malı tahsil etmekten âcizdir.


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 63; Serahsî, Mebsut, c. 19, s. 308.