KAZANÇ YOLLARI (KESB):

Kazanç hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْكَسْبُ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ.

″Kazanç, her Müslüman üzerine farzdır″[1] diye buyurmuş, bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

طَلَبُ الْحَلالِ وَاجِبٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ (فر عن أنس)

″Helal rızık talep etmek, her Müslüman üzerine gereklidir″[2] diye buyurmuştur. Bütün Peygamber-i İzâm Aleyhimusselâm, kazançlarını çeşitli yollardan temin etmişlerdir. Âdem Aleyhisselâm çiftçi idi, Nuh Aleyhisselâm marangoz idi, İbrâhim Aleyhisselâm dokumacı idi, Dâvud Aleyhisselâm demirci idi, Süleyman Aleyhisselâm hurma lifinden zenbil (sepet) örerdi, Zekeriyyâ Aleyhisselâm tüccardı.

Sahâbe-i Kirâm’dan Hz. Ebû Bekir dokumacı idi, Hz. Ömer saraç (koşum ve eyer takımları yapan) idi, Hz. Osman zâhireci (hububatçı) idi, Hz. Ali çalışırdı; birkaç defa nefsini kirâya verdiği muhakkaktır. Yani, ücret mukâbilinde başkasına çalışmıştır. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

اِنَّ اللّٰهَ يَقُولُ: يَا عَبْدِي حَرِّكْ يَدَكَ أُنْزِلْ عَلَيْكَ الرِّزْقَ.

″Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ: ″Ey kulum! Elini oynatmak senden, sana rızık vermek Benden″ diye buyuruyor″[3] Hadis-i Şerif’i kazanca delâlet etmektedir.

Kazancın çeşitli yolları vardır. Bunların en faziletlisi cihat yoluyla elde edilen kazançtır. Çünkü cihatta, kazanç ile dini aziz kılmayı birleştirmek vardır.

Cihattan sonra kazancın en faziletlisi ticarettir. Çünkü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلتَّاجِرُ الْأَمِينُ مَعَ الْكِرَامِ الْبَرَرَةِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.

″Güvenilir tüccar, mahşer günü sâlihlerle berâberdir″[4] diye buyurmuş, bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّاجِرَ الصَّدُوقَ.

″Alışında ve satışında doğru olan tüccarı Allah’u Teâlâ sever″[5] diye buyurmuştur.

Yine dürüst ve güvenilir tüccarlar hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أَطْيَبَ الْكَسْبِ كَسْبُ التُّجَّارِ الَّذِينَ إِذَا حَدَّثُوا لَمْ يَكْذِبُوا، وَإِذَا وَعَدُوا لَمْ يُخْلِفُوا، وَإِذَا ائْتُمِنُوا لَمْ يَخُونُوا، وَإِذَا اشْتَرُوا لَمْ يَذِمُّوا، وَإِذَا بَاعُوا لَمْ يَمْدَحُوا، وَإِذَا كَانَ عَلَيْهِمْ لَمْ يَمْطُلُوا، وَإِذَا كَانَ لَهُمْ لَمْ يُعْسِرُوا (الأصبهاني عن معاذ بن جبل)

″En temiz ve helâl kazanç, konuşurken yalan söylemeyen, verdiği sözde duran, emânete hıyânet etmeyen, satın alırken malı kötülemeyen, satarken de övmeyen, aldıkları borcun ödemesini geciktirmeyen, alacakları konusunda da karşı tarafı sıkıştırmayan tüccarların kazancıdır.″[6]

Ticaretten sonra en faziletli kazanç çiftçiliktir. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اُطْلُبُوا الرِّزْقَ تَحْتَ خَبَايَا الْأَرْضِ.

″Rızkınızı, yerin altında gizli bulunan şeylerde arayın″[7] diye buyurmuş, bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

مَا زَرَعَ أَوْ غَرَسَ مُسْلِمٌ شَجَرَةً فَتَنَاوَلَ مِنْهَا اِنْسَانٌ أَوْ دَابَّةٌ أَوْ طَيْرٌ اِلَّا كَانَتْ لَهُ صَدَقَةٌ (الخطيب عن انس)

″Bir Müslüman ekin eker yahut bir ağaç diker de ondan bir insan yahut bir hayvan yahut bir kuş yerse o, Müslüman için sadaka olur″[8] diye buyurmuştur. Bâzı âlimlere göre; çiftçilik, ticaretten faziletlidir.

Bundan sonra san’at gelir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem san’ata teşvik edip:

اَلْحِرْفُ اَمَانٌ مِنَ الْفَقْرِ.

″San’at, fakirlikten emandır (kurtulmadır)[9] diye buyurmuştur.

Her Müslüman için kendi nefsine, nafakalarını karşılamak üzerine lâzım olan kimselere ve borçlarını ödemeye yetecek miktar helâlinden kazanması farzdır. Fakirlere ve akrabalarına yardım ve iyilik yapmak için farz miktarından fazla kazanmak müstehabdır. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلنَّاسُ عِيَالُ اللّٰهِ فِي الْأَرْضِ وَأَحَبُّهُمْ إلَيْهِ أَنْفَعُهُمْ لِعِيَالِهِ (ع والبزار عن أنس طب عن ابن مسعود)

″İnsanlar yeryüzünde Allah’ın ayâlidir (çoluk çocuğudur). Allah katında onların en sevimlisi Allah’ın ayâline faydalı olanlardır″[10] diye buyurmuştur. Bu itibarla fakirlere, düşkünlere yardım etmek, sadaka ve iyilikte bulunmak için, çoluk çocuğuna yetecek miktardan fazla kazançta bulunmak müstehabdır. Geniş bir hayat sürmek, Allah’u Teâlâ’nın çeşitli nîmetlerinden faydalanmak için daha fazla miktarda kazanmak mübahtır. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

يَا عَمْرُو نِعْمَ الْمَالُ الصَّالِحُ لِلْمَرْءِ الصَّالِحِ (حم هب عن عمرو بن العاص)

″Yâ Amr! Sâlih kişi için, sâlih mal ne güzeldir″[11] diye buyurmuş, bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

مَنْ طَلَبَ الدُّنْيَا حَلَالًا مُتَعَفِّفًا لَقِيَ اللّٰهَ تَعَالَى وَوَجْهُهُ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ وَمَنْ طَلَبَهَا مُفَاخِرًا مُكَاثِرًا لَقِيَ اللّٰهَ تَعَالَى وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ (حل هب عن أبي هريرة)

″Bir kimse iffetli, nâmuslu olarak helâlinden dünyalığını kazanırsa, mahşer gününde yüzü ayın on dördü gibi olduğu halde Allah’a kavuşur. (Servetiyle, mevkiiyle halka karşı) çalım satmak, kibirlenmek için dünyâlığını kazanan kimse de âhirette Allah’u Teâlâ’nın gazabını kazanmış olduğu halde, onunla karşılaşacaktır″[12] diye buyurmuştur. Böyle olunca, helal bir yoldan olsa bile insanlara karşı böbürlenmek ve çalım satmak için yapılan kazanç da haramdır.

Yine helal kazanç için gayret edenler hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى يُحِبُّ أَنْ يَرَى عَبْدَهُ تَعِبًا فِي طَلَبِ الْحَلَالِ (فر عن علي)

″Allah’u Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever″[13] diye buyurmuştur.

Gayret ve çalışmak kuldan, rızık da Allah’tandır. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın, Allah’u Teâlâ rızık vermedikten sonra hiçbir şeye sahip olamaz. Onun için rızkı veren muhakkak ki Allah’tır. Buna böyle inanmalıdır. Hattâ yemek yemekle karın doyar. Fakat bu doymayı, yani tokluğu yaratan da yine Allah’u Azim’üş-Şan’dır.

Bir kimse helal yoldan kazandığı maldan kendi nefsine ve nafakaları üzerine lâzım gelen kimselere israf etmeden, cimrilik göstermeden, orta derecede harcar. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Furkân, Âyet 67’de: O Rahmân’ın has kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar″ diye buyurmaktadır.

Çalışabilecek her Müslümanın, çalışması lâzımdır. Çalışarak geçimini temin etmekten tamâmen âciz olan bir kimse dilenebilir. Zîrâ dilenmek de, bir nevî kazançtır. Çalışabilen her Müslüman için dilenmek haramdır. Bir Müslüman, yüksek himmet sahibi olur. Onun ruhu dilenciliğe tenezzül etmez. Ama kazançtan tamamen âciz kalırsa, dilenebilir. Çalışmaktan âciz olan bir kimse, dilenmeyip de açlıktan ölecek olsa, günahkâr olur. Bir nevî intihar etmiş olur. Böyle bir halde bulunan bir kimsenin dilenmesi, bir zillet sayılmaz. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلسُّؤَالُ آخِرُ كَسْبِ الْعَبْدِ.

″Dilenme, kulun en son kazancıdır″[14] diye buyurmuştur. Kazanç yollarından tamâmen âciz olan bir kimse, dilenmeyi terk ederse, kendi nefsini tehlikeye atmış olur. Böyle bir kimsenin dilenmesi aşağılık değildir. Allah’u Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselâm ile arkadaşından haber verirken, Sûre-i Kehf, Âyet 77’de: Yine gittiler ve nihâyet bir beldeye varıp ahâlisinden yiyecek istediler. O belde ahâlisi bunları misafir etmekten çekindi…″ diye buyurmaktadır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

قَالَ النَّبِىُّ عَلَيْهِ السَّلَامُ لِرَجُلٍ مِنْ اَصْحَابِهِ هَلْ عِنْدَكَ شَيْءٌ تَأْكُلُهُ.

″Ashâbından bir zâta, yanında yiyeceğimiz bir şey var mı?″[15] diye buyurması da; kazançtan âciz olunduğunda, istemenin câiz olduğuna kuvvetli bir delildir.

Bir kimse dilenmeden de âciz olursa, bilen kimse üzerine onu doyurmak yahut onu doyuracak bir kimseye onun hâlini bildirmek farz olur. Eğer onun hâlini bilen bir kimse, kudreti varken kendisi doyurmaz, kendinin kudreti bulunmadığında onun hâlini doyuracak bir kimseye bildirmeyip, o âciz olan şahıs ölürse, onun hâlini bilip de yardımcı olmayan kimse günahkar olur. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَا آمَنَ مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ إلَى جَنْبِهِ طَاوٍ (البزار طب عن أنس)

″Yanındaki komşusu aç olduğu halde, tok olarak geceleyen kimse Mü’min değildir″[16] diye buyurmuş, bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

أَيُّمَا رَجُلٍ مَاتَ جِيَاعًا بَيْنَ اَقْوَامٍ أَغْنِيَاءٍ فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُمْ ذِمَّةُ اللّٰهِ وَذِمَّةُ رَسُولِ اللّٰهِ.

″Herhangi bir kimse zengin bir kavim arasında aç olarak ölürse, o zengin kavimden Allah’ın zimmeti ve Resûlullah’ın zimmeti berî olmuş olur (güvencesiden çıkmış olur)[17] diye buyurmuştur.

Hulâsa; hükmen veya hakikaten hiçbir şeyi olmayıp da günlük geçimini bütün çârelere başvurduktan sonra yine de temin edemezse, o zaman bu kimsenin dilenmesine müsâde edilir, yoksa günlük yiyeceği kadar az bir şeyi varsa, o halde bile dilencilik yapamaz. Zîrâ dilencilik hakkında çok büyük uyarılar vardır. Bu hususta bir Hadis-i Şerif’te Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ فَتَحَ عَلَى نَفْسِهِ بَابًا مِنَ السُّؤَالِ فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْهِ سَبْعِينَ بَابًا مِنَ الْفَقْرِ.

″Her kim nefsi için dilenme hususunda bir kapı açarsa, Allah’u Teâlâ ona yetmiş tane fakirlik kapısı açar″[18] diye buyurmuştur.

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثٌ أَعْلَمُ أَنَّهُنَّ حَقٌّ مَا عَفَا امْرُؤٌ عَنْ مَظْلَمَةٍ اِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا عِزًّا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ مَسْأَلَةٍ يَبْتَغِي بِهَا كَثْرَةً إِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا فَقْرًا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ صَدَقَةٍ يَبْتَغِي بِهَا وَجْهُ اللّٰهِ تَعَالَى اِلَّا زَادَهُ اللّٰهِ بِهَا كَثْرَةً (هب عن ابى هريرة)

″Üç haslet var ki onlar haktır: Haksızlığa uğrayan bir kimse (eline fırsat geçtiği halde sabredip) affederse, şüphesiz Allah’u Teâlâ, o kulun şerefini artırır. Çok dünyâlık bulmak kastıyla kendisine dilencilik kapısını açan bir kula da Allah’u Teâlâ yokluk kapısı açar. Bir kimse de Allah’ın rızâsını dileyerek Allah yoluna malını sarf ederse, Allah’u Teâlâ da onun malını kat kat artırır.″[19]


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 198.

[2] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9204.

[3] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 92.

[4] Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 112; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199.

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199.

[6] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 343; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9340.

[7] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 155.

[8] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9077.

[9] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199.

[10] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 16056; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 9891.

[11] Ahme db. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17096; Beyhaki, Şuab’ul-İman, Hadis No: 1241; .

[12] Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 108; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9247; Beyhakî, Şua’ul-İman, Hadis No: 9987.

[13] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9200.

[14] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Serahsî, Mebsut, c. 3, s. 403.

[15] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199.

[16] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 24906; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 750.

[17] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 199; Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 140.

[18] Mecmâ’ul-Âdâb, s. 397; Serahsî, Mebsut, c. 34, s. 148.

[19] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 7846; Muhtâr’ul-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 492.