ZİRAAT ORTAKLIĞI (MÜZÂRAA):

″Müzâraa″, ziraat kelimesinden gelen bir mastardır. Bu kelime lügatta; tohumu toprağa örtmek anlamındadır. Fıkhî bir terim olarak da; bir tarafın tarlayı, diğer tarafın da yetiştireceği mahsülün yarısı, üçte iki, üçte bir, dörtte bir gibi belirli olan mahsül payını vermesi üzere yapılan bir çeşit ortaklıktır. Yani, ürünün bir bölümü karşılığında ziraatçılık üzerine yapılan bir ortaklık akdidir. Bu ortaklığa ″Muhâbere″, ″Muhâkele″ de denir.

İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, ziraat ortaklığı câizdir. Fetvâ da bunların görüşlerine göredir. İmam-ı Âzam’dan bir rivâyete göre ise; ziraat ortaklığı câiz değildir. Çünkü arazi sahipleri dilerse tarlada çalışacak kimseyi ücretle tutabilir. Bir rivâyete göre; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem; ziraat ortaklığını yasaklamıştır.[1] Çünkü araziden elde edilecek hâsılatın miktarı belli değildir. Zîrâ Rafi b. Hadîc Radiyallâhu anhu’nun şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

كُنَّا نُحَاقِلُ الْأَرْضَ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنُكْرِيهَا بِالثُّلُثِ وَالرُّبُعِ وَالطَّعَامِ الْمُسَمَّى فَجَاءَنَا ذَاتَ يَوْمٍ رَجُلٌ مَنْ عُمُومَتِي فَقَالَ نَهَانَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ أَمْرٍ كَانَ لَنَا نَافِعًا وَطَوَاعِيَةُ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ أَنْفَعُ لَنَا نَهَانَا أَنْ نُحَاقِلَ بِالْأَرْضِ فَنُكْرِيَهَا عَلَى الثُّلُثِ وَالرُّبُعِ وَالطَّعَامِ الْمُسَمَّى وَأَمَرَ رَبَّ الْأَرْضِ أَنْ يَزْرَعَهَا أَوْ يُزْرِعَهَا وَكَرِهَ كِرَاءَهَا وَمَا سِوَى ذَلِكَ (م عن رافع بن خديج)

Biz Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında muhâkele (ziraat ortaklığı) akdi yapardık da tarlaları mahsülün üçte biri yahut dörtte biri yahut kararlaştırılan zâhire mukâbilinde kirâya verirdik. Bir gün bize amcalarımdan biri geldi ve şöyle dedi: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bizleri, bizim için menfaatli olan bir işten nehyetti. Allah ve Resûlü’ne itaat etmek ise bizim için daha menfaatlidir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bizleri, araziyi muhâkele akdi yapıp da tarlaları mahsülün üçte biri yahut dörtte biri yahut kararlaştırılan miktar zâhire karşılığında kirâya vermekten nehyetti ve arazi sahibine, tarlasını kendisinin ekmesini yahut başkasına ektirmesini emir buyurdu. Tarlanın kirâya verilmesini ve ekip ektirmekten başkasını kerih gördü.[2]

Ziraat ortaklığı; bir kimseyi mevcut olmayan ve miktarı belirsiz bir ücret karşılığında işçi olarak tutmaktır. Ücretin mevcut olmayışı ve miktarın belli olmayışı akdi fâsit kılar. Hayber arazisinin yarıcılık usulüyle Hayberlilere verildiğini bildiren Hadis-i Şerif, oradaki ürünleri paylaşma şeklindeki bir haraç mânâsına yorumlanabilir. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hayber’i harp ederek fethettiği zaman orayı, ödeyecekleri bir vergi karşılığında Hayberlilere bırakmıştı ki, o vergi de hurmalık ve arazilerden elde edilen ürünün yarısı idi.

Tarlayı altın, gümüş ve geçerli olan paralar ile kirâya vermekte ise herhangi bir sakınca görülmemiştir. Bu konuda Abdullah İbn-i Sâib Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

دَخَلْنَا عَلَى عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ مَعْقِلٍ فَسَأَلْنَاهُ عَنْ الْمُزَارَعَةِ فَقَالَ زَعَمَ ثَابِتٌ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ الْمُزَارَعَةِ وَأَمَرَ بِالْمُؤَاجَرَةِ وَقَالَ لَا بَأْسَ بِهَا (م عن عبد اللّٰه بن السائب)

Abdullah İbn-i Ma’kil’in huzuruna girip kendisinden müzâraa (ziraat ortaklığı) akdini sorduk. Bunun üzerine Sâbit b. Dahhâk Radiyallahu anhu şöyle haber verdi dedi: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem müzâraa akdinden nehyedip, ücretle tarla kirâlamayı emretti ve bunda sakınca yoktur.″[3] Bu husus ″Kirâlama″ bahsinde daha geniş olarak anlatılacaktır.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in ziraat ortaklığının câiz olduğuna dair delillerinden bâzıları ise şöyledir:

İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَلَ أَهْلَ خَيْبَرَ بِشَطْرِ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا مِنْ ثَمَرٍ أَوْ زَرْعٍ (ت عن ابن عمر)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hayber topraklarından çıkacak meyve ve ziraat mahsulünün yarısı kendilerine ait olmak üzere Hayber halkı ile muâmele yapmıştır.″[4]

Bu hususta İbn-i Abbâs Radiyallâhu anhumâ da şöyle buyurmuştur:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يُحَرِّمْ الْمُزَارَعَةَ وَلَكِنْ أَمَرَ أَنْ يَرْفُقَ بَعْضُهُمْ بِبَعْضٍ (ت عن ابن عباس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ziraat ortaklığını haram kılmadı, fakat ortakların birbirlerine karşı toleranslı davranmalarını emretti.″[5]

Bu hususta İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ:

كُنَّا نُخَابِرُ وَلَا نَرَى بِذَلِكَ بَأْسًا حَتَّى زَعَمَ رَافِعُ بْنُ خَدِيجٍ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْهَا فَتَرَكْنَا مِنْ أَجْلِ.

″Biz muhâbere (ziraat ortaklığı) işlemini yapar, bunda da bir sakınca görmezdik. Sonra Rafi’ b. Hadic Radiyallâhu anhu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bunu yasakladığını iddia etti. Biz de onun rivâyeti nedeniyle bu işlemi bıraktık″[6] diye buyurmuştur. İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ, Sahabeler arasında ibadete düşkünlüğü ve fıkıh anlayışı ile bilinen bir isimdir. Bununla kendisinin ziraat ortaklığının câiz olduğunu duşündüğüne işaret etmektedir. Fakat onun bu işlemi terk etmesi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den rivayet edilen yasağın mutlak olması nedeniyledir. Nice helaller vardır ki, kişi caiz olduğuna inandığı durumda zühd yolu ile onları terk eder. Nitekim Bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:

لَا يَبْلُغُ الْعَبْدُ مَحْضَ الْإِيمَانِ حَتَّى يَدَعَ تِسْعَةَ أَعْشَارِ الْحَلَالِ مَخَافَةَ الْحَرَامِ.

″Harama düşme endişesi ile kişi helallerin onda dokuzunu bırakmadıkça imanın özüne ulaşamaz.″[7]

Yine bu hususta Amr b. Dinar’dan şöyle rivâyet olunmuştur:

قُلْت لِطَاوُسٍ : يَا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ لَوْ تَرَكْت الْمُخَابَرَةَ فَإِنَّهُمْ يَزْعُمُونَ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْهَا فَقَالَ : أَخْبَرَنِي أَعْلَمُهُمْ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يَنْهَ عَنْهَا ، وَلَكِنَّهُ قَالَ : يَمْنَحُ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَأْخُذَ مِنْهُ خَرْجًا مَعْلُومًا.

Tavus’a dedim ki: ″Ey Ebû Abdurrahman! Muhâbere (ziraat ortaklığı) işini bıraksan. Çünkü onlar (bâzı insanlar), Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bunu yasakladığını söylüyorlar.″ Şöyle cevap verdi: ″Onlardan daha bilgili olan bana haber verdi ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bunu yasaklamamıştır. Fakat, ″Kardeşine karşılıksız vermesi, karşılık olarak belli bir ücret almasından daha iyidir″ buyurmuştur.[8] ″Daha bilgili olan″, sözü ile Muâz Radiyallâhu anhu’yu kasdetmektedir. Bununla Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünü işaret etmektedir:

أَعْلَمُكُمْ بِالْحَلَالِ وَالْحَرَامِ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ.

″Aranızda haramları ve helalleri en iyi bileniniz Muaz b. Cebel’dir″[9]

Ayrıca Hadis-i Şeriflerde tarımsal faaliyetler teşvik edilmiştir. Câbir Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

دَخَلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى أُمِّ مُبَشِّرٍ فَقَالَ يَا أُمَّ مُبَشِّرٍ مَنْ غَرَسَ هَذَا النَّخْلَ مُسْلِمٌ أَوْ كَافِرٌ ؟ قَالَتْ : بَلْ مُسْلِمٌ قَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ لَا يَغْرِسُ الْمُسْلِمُ غَرْسًا وَلَا يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَأْكُلَ مِنْهُ إنْسَانٌ وَلَا دَابَّةٌ وَلَا سَبُعٌ وَلَا طَيْرٌ إلَّا كَانَتْ لَهُ صَدَقَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ } وَفِي رِوَايَةٍ وَمَا أَكَلَتْ الْعَافِيَةُ مِنْهَا فَهِيَ لَهُ صَدَقَةٌ.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Ümmü Mubeşşir’in yanına gitmişti. Ey Ümmü Mubeşşir! Bu hurmayı kim dikti, Müslüman mı, yoksa kafir biri mi?″ diye sordu. ″Müslüman biri″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Bir Müslüman bir ağaç diker veya bir ekin eker de ondan bir insan, bir davar, bir vahşi hayvan veya kuş yerse, şüphe yok ki, mahşer günü bu onun için sadaka olur.[10] Bir rivâyette de: ″Rastgele uçan kuşların yediği de onun için sadaka olur″[11] şeklindedir.

Rastgele uçan kuşlar; yuvalarından çıkmış rızıklarını arayan kuşlar, demektir. Bu Hadis-i Şerif, Müslümanların ekin ekmek ve ağaç dikmek sûreti ile kazanç elde etmelerinin teşvik edildiğine delildir. Bu nedenledir ki, bâzı âlimlerimiz tarımı ticarete tercih etmişlerdir. Çünkü tarım daha genel yararı olan, daha çok sadakası olan bir iştir. Rivâyet edildigi üzere Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de bizzat kendisi arpa ile ekin ekmiştir. Bu Hadis-i Şerif’te; ″Ağaç dikmeyi ve bina yapmayı, dünyâya meyletmektir, kişinin âhirete olan arzusunu azaltmaktadır, oysa ahiret takva sahipleri için daha hayırlıdır,″ diyerek mekruh gören akıllı geçinenlere de red vardır. Oysa böyle düşünmek yanlıştır. Çünkü bu işle ahirette sevap kazanmaya ulaşılmış olur. Bu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünün anlamı olmaktadır:

نِعْمَ مَطِيَّةُ الْمُؤْمِنِ الدُّنْيَا إلَى الْآخِرَةِ: الْغَرْسُ وَالْبِنَاءُ.

″Dünyâ, Mü’mini ahirete taşıyan ne güzel bir binektir.″[12]

Herkesin ağaç dikmesi ve bina yapması güzel ise de, bunu Müslüman yaptığı zaman sevap alır. Kafir yaptığında sevap alamaz. Çünkü kafir, ibadeti makbul olanlardan değildir. Onun ağaç dikmekten önce Müslüman olması gerekir. Bununla beraber Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Rabbi’nden naklettiği bir Hadis-i Kudsî’de Allah’u Teâlâ:

عَمَّرُوا بِلَادِي فَعَاشَ فِيهَا عِبَادِي.

″Beldelerimi imar ettiler de oralarda kullarım yaşadı″[13] diye buyurmaktadır. Onun için ″Bunu kim yaparsa yapsın güzeldir″ diyoruz.


[1] Sahih-i Müslim, Buyû’ 16 (81)

[2] Sahih-i Müslim, Buyû’ 16 (81 Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 62. Yine bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû 34; Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, III/93;

[3] Sahih-i Müslim, Buyû’ 20 (119). Yine bu hususta Hanzala İbn-i Kays’tan nakledildiğine göre; Hanzala, Râfii İbn-i Hadîc’e arazi kirâlamasını sormuştur. Râfii cevaben; ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem arazi kirâlamasından nehyetti″ dedi. Hanzala dedi ki: Bunun üzerine ben; ″Altın ve gümüş (para) ile arazi kirâlamayı da nehyetti mi?″ diye sordum. Râfii; ″Altın ve gümüş ile arazi kirâlamada sakınca yoktur″ dedi. Bir diğer nakilde de şöyle geçmektedir: Ben Râfii İbn-i Hadîc’den altın ve gümüş para ile arazi kirâlamasını sordum. Şöyle cevap verdi: ″Bunda sakınca yoktur. insanlar Peygamber Efendimiz zamanında su yatakları (yahut su yatakları civarında biten mahsüller), kanal başları (arazi sahibine ait olmak üzere) ve ekinden bir miktar mahsül karşılığında arazileri icârlaşıyorlardı. Bâzen bunun mahsülü helâk olur, bunun malı selâmette kalır, bâzen de bu selâmete çıkar şu helâk olurdu. İnsanlar için bundan başka bir kirâ tarzı da yoktu. İşte bu (meçhul) zarardan ötürü böyle kirâya vermek menedilmiştir. Ama mâlum ve teminatlı bir şey olursa onunla kirâya vermekte sakınca yoktur.″ (Sahih-i Müslim, Buyû’ 19 (115-116).

[4] Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 62; Sahih-i Buhârî, Müzâraa 9. Bu husus bir diğer nakilde de şöyle geçmektedir: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hayber’i aldığı zaman Yahudiler ondan, tarla ve hurmalıkların mahsulün yarısı karşılığında kendileri tarafından çalıştırılmak üzere, ellerinden alınmamasını ricâ ettiler. Peygamber Efendimiz; ″Biz bunu geçici olarak, yani dilediğimiz zamana kadar kabul ediyoruz″ diyerek onlarla bu akdi yaptı. Tâ ki Hz. Ömer, halifeliği sırasında onları Teyma ve Eriha taraflarına sürgün etti. (Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 79; Bakınız: Sahih-i Buhâarî, İcâre 22, Müzâraa 9.

[5] Sahih-i Müslim, Buyû, 17 (109, 111, 112).

[6] Sahih-i Müslim, Buyû’ 16 (81 Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 62. Yine bu hususta bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû 34; Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, III/93;

[7] Serahsi, Mebsut, c. 26, s. 175; Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 18; Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 14683.

[8] Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 16; Sahih-i Buhâri, Müzâraa 8; Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû 30.

[9] Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 17.

[10] Sahih-i Müslim, Müsâkât 2 (10 Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 40.

[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, hadis No: 13976; Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 19.

[12] Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 20.

[13] Mebsut Tercümesi, c. 23, s. 20.