ŞER’Î CEZÂLAR (HADLER)

″Had″; menetmek, engellemek anlamında olup çoğulu hudûd’dur. Allah’ın haram kıldığı şeylere ve Allah’ın hükümlerinin hepsine ″Hudûdullah″ denir. Çünkü bunlarda sınırı aşmak dînen yasaktır. Şer’î hadler; engelleyici ve caydırıcı yaptırımlardır. Şeriatta had; Allah’ın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi gereken, ölçüsü belirlenmiş cezâdır. Kısasa, cezâ olduğu halde had denilmez; çünkü o, kul hakkıdır. Kul ondan vazgeçme ve bedel alma hakkına sahiptir. Tâzir (idâri cezâlar) da, had kapsamında değildir. Çünkü onda cezâ miktarı belli değildir, hâkimin takdirine bırakılmıştır.

Had çeşitleri şunlardır:

1- Zinâ haddi.

2- Zinâ iftirâsı (kazf) haddi.

3- İçki içme haddi.

4- Hırsızlık haddi.

5- Yol kesme haddi.

Hadlerin meşrûiyeti Kur’ân ve Sünnet ile sâbittir, aşağıda yeri geldikçe bahsedilecektir. Hadlerin iyilikleri pek çoktur. Zinâ haddinin meşrû olmasındaki hikmet, nesebi korumaktır. Kazf (zinâ iftirâsı) haddinin meşrû olmasının hikmeti, şeref, haysiyet ve nâmusu korumaktır. İçki içme haddinin meşrû olmasının hikmeti, aklı korumaktır. Hırsızlık haddinin meşrû olmasındaki hikmet, Müslümanların mallarını korumaktır. Yol kesme haddinin meşrû olmasındaki hikmet, yol emniyetini korumaktır. Bu konuya hudûd adı verilmesinin sebebi, insanları bunları yapmaktan menetmek içindir.[1] Dünyâda caydırıcı ve engelleyici müeyyideler olmazsa, şüphesiz düzen bozulur, kargaşa ve fesat ortaya çıkar. Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Bakara, Âyet 179’da; ″Ey hâlis akıl sahipleri! Sizin için kısâsta hayat vardır″ diye geçen buyruğunda da buna işâret vardır. Bu hususta Arap hâkimleri; ″Öldürmek, öldürmeyi engellemede her şeyden daha etkilidir″[2] diye söylemişlerdir. Şer’î cezâlardan asıl gaye, insanları topluma zarar veren suç ve kötülüklerden alıkoymaktır. Kişiye şer’î cezânın uygulanması ile kişi işlediği o günahtan temizlenmiş olmaz. Çünkü şer’î cezâlar Müslüman olmayan kimseler hakkında da uygulanırlar.[3]

Bir kimsenin, bir hâdiseyi görüp ondan başka da hâdiseyi gören bulunmayarak, onun şâhitliği yüklenmesi belirlenmiş olduğu takdirde, o hâdisenin şâhitliğini yüklenmesi mutlaka lâzımdır. Şâhitliğe çağrıldığında, bundan geri durması câiz değildir. Çünkü geri durursa, hak sahiplerinin hakları zâyi olur. Zîrâ Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 283’te: ″Ey şâhitler! Şâhitliği gizlemeyin. Şâhitliği gizleyen kimsenin kalbi günahkâr olur″ diye buyurmuştur. Şâhitliği gizleme hâlinde insanların hukuku zâyi edilmiş olacağından, şâhitlikten çekinmek haramdır. Hadlerde ise bu durum farklıdır. Zîrâ hadlerle (şer’î cezâlarla) ilgili şâhitlikte şâhit, isterse olayı gizler, isterse de açıklar. Ancak bu durumlarda olayı gizlemek efdaldir. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ (ه عن أبى هريرة)

″Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’u Teâlâ da o onun ayıbını dünyâ ve âhirette örter″[4] diye buyurmuştur. Bu husus bir diğer nakilde de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den:

مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللّٰهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَنْ سَتَرَ عَلَى مُسْلِمٍ سَتَرَ اللّٰهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللّٰهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ (د عن أبى هريرة)

″Her kim bir Müslümanın dünyâ sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah’u Teâlâ da onun mahşer günündeki sıkıntılarından birini giderir. Her kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah’u Teâlâ da dünyâ ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’u Teâlâ da dünyâ ve âhirette onun ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah’u Teâlâ da onun yardımcısı olur″[5] diye zikredilmiştir. Hadlerdeki şâhitliğin gizlenmesinde, Müslümanın kanının korunması vardır. Ayrıca bu hususta, dört defa zinâ ettiğini ikrar etmesi sonucunda recm cezâsı verilen Mâiz Radiyallâhu anhu’ya yaptığı bu suçu gidip Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e itiraf etmesini söyleyen Hezzâl adındaki bir adama Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَوْ سَتَرْتَهُ بِثَوْبِكَ لَكَانَ خَيْرًا لَكَ (د عن يزيد بن نعيب عن أبيه)

″Eğer sen onu elbisenle gizleseydin, senin için daha hayırlı olurdu″[6] diye buyurmuştur. Bir diğer Hadis-i Şerif’inde de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

تَعَافُّوا الْحُدُودَ فِيمَا بَيْنَكُمْ فَمَا بَلَغَنِي مِنْ حَدٍّ فَقَدْ وَجَبَ (د عن عبد اللّٰه بن عمرو بن العاص)

″Hadleri aranızda bağışlayın. Bana ulaşan haddin uygulanması ise artık vâcip olur″[7] diye buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif, daha hâkime ulaşmadan önce haddi gerektiren suçları bağışlamayı teşvik etmektedir. Suçu bağışlamaktan maksat; gizlemek, hâkime intikal ettirmemektir. Böyle suç işleyenin durumunu gizlemek, hâkime götürmemek vâcip değil, müstehaptır. Zîrâ Hadis-i Şerif’te geçtiği üzere haddi gerektiren bir suç hâkime intikal etmiş ise, artık haddi uygulamak vâcip olur. Af söz konusu olamaz.

Hırsızlık hâdisesinde şâhitlik yapan şâhide efdal olan, ″Falan şahıs çaldı″ demeyip, ″Aldı″ demesidir. Zîrâ ″Aldı″ demede, örtmek vardır. ″Çaldı″ demede, el kesilmesinin lâzım olması vardır.


[1] Mültekâ Tercümei, Mevkûfât, c. 1, s. 322.

[2] Delilleriyle Hanefi Fıkhı, s. 732.

[3] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 207.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Hudûd 5; Sahih-i Müslim, Birr 21.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7711.

[6] Sünen-i Ebû Dâvud, Hudûd 6.

[7] Sünen-i Ebû Dâvud, Hudûd 5.