Bedir Kuyuları:

Bedir, Medine’ye seksen mil mesafede bulunan, Mekke ile Medine arasında bir yerin adıdır. Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği yerde bulunmaktadır. Burası Bedir Savaşı’nın yapıldığı yerdir. Bu savaşta şehit düşen on dört Ashâbın mezarları da orada bulunmaktadır. Bu mezarlığın hemen üzerinde Cebel-i Melâike denilen bir beyaz dağ vardır. Bu dağın özelliği, Peygamberimize yardıma gelen meleklerin bu dağa indirilmiş olmasıdır. Diğer dağlardan farklı olarak beyaz bir kum dağı olarak durmaktadır.

Bu savaş hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 123’te: ″Az ve zayıf olduğunuz halde, şüphesiz Allah’u Teâlâ size Bedir’de yardım etti. Allah’tan korkun ki, O’na şükretmiş olasınız″ diye buyurmaktadır. Bedir Savaşı şöyle gerçekleşmiştir:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’de iken kâfirler, Resûlü Ekrem’in ve Medinelilerin kervanlarını soymuşlar, kervancıları öldürmüşlerdi. Cebrâil Aleyhisselâm Allah’u Teâlâ’dan, Müslümanların da Mekkeli müşriklere aynısını yapmaları emrini getirdi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem dokuz kişilik bir müfreze süvâri hazırlattı. Başkanları, Mikdâd b. Esved idi. Bu, İslâm’da kâfire karşı olan ilk savaştı. Mikdâd kumandasındaki dokuz kişi kuru üzüm ile buğday yüklü olan Mekke kervanını soydular, adamlarını öldürdüler, eşyalarını ve yüklerini, develerini ne varsa Medine’ye getirdiler. Kureyşliler:

- Muhammed kervan soyduruyor diye korumasız kervan göndermiyorlardı. Kervanlarını Mekke beylerinden Ebû Süfyan’ın kervanı ile birlikte gönderiyorlardı. O kervanların da güvenliğini süvârilerden oluşan büyük bir muhafız birliği ile sağlıyorlardı. Ayrıca hem Medine’de hem Mekke’de câsusları vardı, onların aracılığı ile haber alıp, çok itinalı gidiyorlardı.

Ebû Süfyan’ın çok büyük kervan kafilesi vardı. Mekke’nin diğer beyleri de kendi kervanlarını ona katmışlardı. Bu kâfile Şam’dan Mekke’ye doğru yol alıyordu. Çölde izlerini belli etmemek için yol değiştirerek ilerliyorlardı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de Allah’tan aldığı emirle hazırda bulunan Ashâbla hemen yola çıkmıştı. Medinelilerin çoğu Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in gittiği yeri bilmiyordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yola çıktığı haberini, Medine’de bulunan, Mekkelilere câsusluk yapan, münâfıkların başı ve Medine’nin en zengini olan Abdullah İbn-i Übeyy İbn-i Selûl Mekke’ye ulaştırmıştı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Medine’den çıkışı Allah’ın emri idi. Bu emrin, kervanı ele geçirmek için olup olmadığı da belli değildi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in askerinin sayısı üç yüz on üç kişiydi.

Müşrikler, Şam’dan gelecek olan kervanın, Müslümanlar tarafından bir saldırıya uğramasından endişeliydiler. Çünkü Mekke’nin bütün beylerinin bu kervanda malları vardı. Eğer bu kervan da ele geçirilirse, zarar ziyan çok büyük olacaktı. Bu sebeple Ebû Cehil ve diğer on bir bey asker toplamaya başladılar. Her evden yetişkin iki kişiden birisi muhakkak harbe katılacaktı. Harbe gelmeyen de yerine parayla adam tutup gönderecekti. Mekke’ye bir atlı geldi. Gelen o atlı, kervanlara saldırı olmadığını ve kervanın Mekke’ye doğru yol aldığını; Muhammed’in, adamları ile birlikte başka bir istikâmette olduğu haberini getirdi. Beyler:

- Demek ki, Muhammed bizim kervanlarımızı ele geçirmeyecek, başkası ile harp edecek. Kervanlarımız da sâlimen yolculuğuna devam ettiğine göre, biz bu harpten vazgeçelim, dediler. Bir tek Ebû Cehil ısrar ediyor ve ″Muhammed‘in en zayıf zamanıdır, çünkü adamlarının yarısı yanında yok. Bu kervanımıza bugün saldırmadılarsa, daha sonra mutlaka saldırırlar. Bu endişeyle yaşayamayız. Bu kadar masraf ettik, hedefimize ulaşmamız lâzım, mutlaka bu tehdidin ortadan kalkması gerekir″ diyordu. Böylece harbe karar verildi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in halası Müslüman olmamıştı. O geldi ve Beylere:

– Ben bir rüyâ gördüm. Mekke‘nin üst tarafından dağdan bir kaya yuvarlandı, yetmiş ev yıktı. Siz on iki beyin de evini yıktı. Benim rüyâm doğru çıkar, siz bu harpte yenilgiye uğrayacaksınız, diye ikâzda bulundu. Bu ikâz üzerine on bir bey harpten vazgeçtiler. Bunun üzerine Ebû Cehil beylere dönerek dedi ki:

– Sizde hiç akıl yok mu? Bu Muhammed‘in halası, her ne kadar bizdense de, Muhammed’in öldürülmesine râzı olmadığı için bu rüyâyı uydurdu. Kadına da dönerek yüksek sesle ve sert bir dille dedi ki:

– Şaştık bu Muhammedîlerin elinden. Bunların erkeği de dişisi de Peygamberlik taslıyor. Bugün rüyâ gördüm der kandırır, yarın Peygamberliğini ilan eder. Yakında bu da Peygamberim derse, şaşmayın. Beylere dönerek de; bu kadarını düşünemiyorsunuz. Bir kadın sizi kandırdı, dedi.

Bu sözler, beyler arasında tesirini gösterdi. Beyler ve Kureyş ordusu yola çıktı. Bedir denilen mevkiide ordular birbirine yaklaşmış, Bedir kuyularını, Kureyş ordusu ele geçirmişti. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ashâb ile susuz çölde kaldılar. Su ikmâli çok zordu. O gün, Ramazan ayının 17’nci günü olan Cuma idi. Peygamber Efendimiz bir dere yatağına toprak yığarak bir set yapmalarını emretti. Peygamber Efendimiz, ellerini açıp duâ etti. Yağmur yağdı ve oraya su toplanıp gölet oluştu. Harp esnâsında su sıkıntısı ortadan kalkmıştı. Ebû Cehil bunu haber aldı. Gece karanlıkta üç kişiyi bu seti yıkmak, suyu akıtmak için fedâi gönderdi. Kâfirlerin böyle bir hainlik yapacağını tahmin eden Hz. Hamza, su başında nöbet tutuyordu. Gelen üç kişiyi yakalayıp Peygamber Efendimizin huzuruna getirdi. Ashâbdan bâzıları bu esirleri dövüyorlardı. O sırada Peygamber Efendimiz namaz kılıyordu. Selam verdi. Esirler köle olduklarını söylüyorlardı. Peygamber Efendimiz esirleri bıraktırdı, yanına çağırdı ve ″Esirler doğru söylüyorlar″ dedi. Esirlere: ″Kureyş ordusu nerede?″ diye sorunca, esirler: ″Şu tepenin arkasında″ dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: ″Sayıları kaç kişi?″ diye sordu. Esirler: ″Sayılarını bilmiyoruz, ama sizden çok fazla″ dediler. Peygamber Efendimiz: ″Her gün kaç deve kesiyorlar?″ diye sorunca, esirler: ″Bir gün dokuz deve, bir gün on deve″ dediler. Peygamber Efendimiz, Ashâbına dönerek, ″Kureyşliler dokuz yüzden fazla, binden az, çünkü Kureyşliler harpte her yüz kişiye bir deve keserler″ buyurdu.

Kureyşlilerin yedek atları da vardı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i yeneceklerinden emindiler. Yalnız o zamanda harp kazanılır da ganimet malı gelmezse, çok ayıp olurdu. Peygamber Efendimizin de, Ashâbın da malları yoktu. Ebû Cehil, bin deveye yiyecek ve harp malzemesi yüklemişti. Bunları harp sonunda ganimet malı aldık diye Mekkelilere gösterecek ve övünecekti.

Peygamberimizin Ashâbı ise, üç yüz on üç kişiydi. Bu hususta Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî’den şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

فَخَرَجْنَا -يَعْنِى اِلَى بَدْرٍ- فَلَمَّا سِرْنَا يَوْمًا أَوْ يَوْمَيْنِ أَمَرَنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَتَعَادَّ فَفَعَلْنَا فَإِذَا نَحْنُ ثَلاثُمِائَةٍ وَثَلاثَةَ عَشَرَ رَجُلا فَأَخْبَرَنَا النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِعِدَّتِنَا فَسُرَّ بِذَلِكَ وَحَمِدَ اللّٰهَ وَقَالَ عِدَّةُ أَصْحَابِ طَالُوتَ (كر دلائل النبوة للبيهقي عن ابا ايوب الانصارى)

Biz, Bedir’e çıktık. Bir ya da iki gün yol aldıktan sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bize sa­yımızı tespit etmemizi emretti. Biz de onun emrini yerine getirdik, üç yüz on üç kişi olduğumuzu gördük. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sayımızı haber verince, o bun­dan dolayı sevindi ve Allah’a hamd edip: ″Tâlut’un adamlarının sayısı kadarsınız″ buyurdu.[1]

Bu husus Berâ b. Âzib Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

كُنَّا نَتَحَدَّثُ أَنَّ أَصْحَابَ بَدْرٍ يَوْمَ بَدْرٍ كَعِدَّةِ أَصْحَابِ طَالُوتَ ثَلَاثُ مِائَةٍ وَثَلَاثَةَ عَشَرَ رَجُلًا (ت عن البراء)

″Bedir Günü, savaşa katılan Müslümanların, Tâlut’un adamlarının sayısı kadar; üç yüz on üç olduğunu söylerdik.″[2]

Rivâyete göre; İslâm ordusunda on iki at ve on yedi kılıç vardı. Savaşa katılan diğer Müslümanlar da ise değnek ve sapan vardı. Dağdaki çobanlar, bunları görünce gülüyorlardı. Çünkü silahsız harbe gidiyorlardı.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Bedir’de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâ ediyordu:

اللّٰهُمَّ إِنِّي أَنْشُدُكَ عَهْدَكَ وَوَعْدَكَ اللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ لَمْ تُعْبَدْ فَأَخَذَ أَبُو بَكْرٍ بِيَدِهِ فَقَالَ حَسْبُكَ فَخَرَجَ وَهُوَ يَقُولُ {سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ} (خ عن ابن عباس)

″Ey Allah’ım! Bana vaad ettiğin yardımı lütfet. Yâ Rabbi, bu bir avuç Müslüman bugün yok olursa, yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak.″ Hz. Ebû Bekir, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu şekilde duâ ve yalvarışları karşısında dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Duân Arş’ı titretti. Allah’u Teâlâ, vaadini elbette yerine getirecek.″ Peygamber Efendimiz o anda, ″Onların cemaati, yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır″[3] diye geçen âyeti okudu.[4]

Harp başlamadan bir gün önce müşrik beylerinden Utbe, bir rüyâ görmüştü. Utbe rüyâsını şöyle anlattı:

Bir Arap, yanında bir deve getirdi. Devenin gırtlağına bir bıçak soktu. Deveyi salıverdi. Deve boynunu uzatarak bütün Kureyş çadırlarını gezip, Kureyş çadırlarını kanıyla ıslattı.

Bu rüyâyı Kureyş beylerinden hayra yoran olmadı. Bunun üzerine beyler, ″Kervan kurtuldu, hep akrabayız, birbirimizi öldüreceğiz. Görülen rüyâ iki oldu. Harp etmeyelim″ dediler. Ebû Cehil ise, ata binmiş, gayrete, namusa dokunacak sözler söyleyip askerin moralini yükseltmeye çalışıyordu. Yine beylere dönerek, ″Sizde hiç akıl yok mu? Utbe’nin oğlu, Muhammed’in askerinin içindedir. Oğlunun öldürüleceğinden korkup uydurma rüyâ söylüyor. Bu rüyâ da uydurmadır″ deyince Utbe sinirlendi. Ebû Cehil’e dönerek, ″Ey suratı kanlı herif! Benim oğlum için konuşmaya-cağımı, Muhammed’e ve adamlarına düşman olduğumu, onları yok etmek istediğimi daha anlayamadın mı?″ dedi. Beyler araya girdiler. Yine harbe karar verdiler. Utbe’nin öfkesi geçmiyordu. Bir yanına oğlu Velid’i bir yanına kardeşi Şeybe’yi alarak, Ebû Cehil’e çağırdı: ″Ey suratı kanlı herif! Beni, oğluma ve Muhammed’e acıyormuş gibi tanıtıyorsun! İşte oğlum, kardeşim ve ben, üçümüz mübâreze meydanına gidiyoruz.″ O zamanda iki ordu arasındaki bulunan açıklığa mübâreze meydanı denirdi. Harp için ortaya girenlere mübâriz denilirdi. Utbe de mübâreze meydanına girip, ″Yâ Muhammed! Bizim karşımıza adam gönder″ diye çağırdı. Afra Hatun diye birisi vardı. Yedi oğlu vardı. Yedi oğlunun hepsi Müslümandı. Yedisi de bu harpte hazırdı. Bu kardeşlerden üçü meydana çıktılar. Utbe yine çağırdı: ″Yâ Muhammed! Biz beyiz, bunlar bizim dengimiz değil, karşımıza dengimizi gönder. Senin en yakınların olsun″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bu söz üzerine Hz. Hamza, Hz. Ebû Ubeyde ve Hz. Ali’yi gönderdi. Utbe’nin işâreti üzerine yaşta en büyük olan Hz. Ubeyde’nin karşısına kendisi, Şeybe’nin karşısına Hz. Hamza, Velid’in karşısına Hz. Ali çıktılar. Hz. Ali bir vuruşta Velid’i öldürdü. Hz. Hamza’da Şeybe’yi öldürdü. Ubeyde ile Utbe birbirlerini yenemediler, Ubeyde yaralandı. İkisi de Ubeyde’nin imdadına koştular. Hz. Hamza kılıcı kaldırmıştı ki, Hz. Ali kılıcını ondan evvel indirdi. Utbe de öldü. Kureyş ordusu karıştı. Rüyâlar çıkıyor korkusu baş gösterdi. Ebû Cehil, ortaya at sürüp, ″Utbe ve Şeybe acele ettiler; hep birden hücum etsek bunları mahvederdik″ diye söyleyince, yatıştılar. Kureyşliler köleleri hücuma kaldırdılar. Köleler çok zâyiât verdiler. Kölelerin hücumundan Ashabdan Hz. Mihcâ ağır yaralandı. Peygamberimizin huzuruna getirdiler. Hz. Mihcâ, Cennetteki makâmını seyrediyorken, şehit oldu. Muharebe meydanında ilk şehit Hz. Mihcâ’dır.

Cebrâil Aleyhisselâm Allah’u Teâlâ’dan aldığı emirle yanına bin melek alarak,[5] buraklara binmişti. Cebrâil Aleyhisselâm’ın bindiği Burak’a; ″Yâ Hayzum, çabuk git!″ diye nidâ ettiği bu sesi, çobanlar dahi işitmişlerdi.[6] O Burak’ın adı ″Hayzum″ idi. Melekler insan sûretinde, buraklar da at sûretinde idi.

Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَوْمَ بَدْرٍ هَذَا جِبْرِيلُ آخِذٌ بِرَأْسِ فَرَسِهِ عَلَيْهِ أَدَاةُ الْحَرْبِ (خ عن ابن عباس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Bedir Günü: ″Yâ Ebû Bekir! İşte şu Cebrâil’dir. Allah tarafından sana yardımcı geldi. Atının başını ve gemini tutmuş, harp silahı ve zırhı üzerinde, hücuma hazır bir halde″ buyurmuştur.[7]

Ashâbın tevekkülü hakkında bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:

Ukkâşe b. Mihsan Radiyallâhu anhu Bedir’de savaşırken kılıcı kırıldı. ″Yâ Resûlallah! Kılıçsız kaldım″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, yerden bir hurma dalı alarak Hz. Ukkâşe’ye verdi ve ″Bununla harbe devam et″ buyurdu. Hz. Ukkâşe, dalı aldı ve harbe devam etti. Peygamber Efendimizin mûcizesi olarak o hurma dalı, kılıçtan tesirli oldu. Hz. Ukkâşe: ″Bu hurma dalı ile birçok savaşa katıldığını″ beyan etmiştir. Hattâ şehit olduğu zaman da o hurma dalı kendisinin yanında idi.[8]

Kureyşli müşrikler sayıca çok fazla, techizat bakımından da çok üstün oldukları için daha savaşın başında iken zaferden emin idiler. Fakat Müslümanlar, kendilerinden kat kat güçlü olan bu müşrik ordusu ile Allah’ın emrini yerine getirmek için Bedir’de savaştılar ve Allah’ın yardımıyla büyük bir zafer kazandılar, çok miktarda ganimet elde ettiler. Müşriklerin lideri olan Ebû Cehil ve Mekke beylerinin ileri gelenleri öldürülerek hepsini bir kuyuya doldurdular.

Bu savaşta Kureyşten toplam yetmiş kişi öldürülmüş ve yetmiş kişi de esir alınmıştır. Alınan yetmiş esire ne yapılacağı hususunda Allah’tan bir emir gelmeyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ashâbıyla istişâre yapmıştır. Bunun sonucunda maddi durumu iyi olanlar fidye karşılığında, maddi durumları zayıf olanlar da, on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakılmıştır.

Bu alınan yetmiş esir arasında, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kızı Hz. Zeyneb’in kocası Ebu’l-Ass b. Rebi de vardı. Alınan esirlerin serbest bırakılması karşılığında Mekke müşrikleri tarafından gönderilen fidyeler gelince, Peygamber Efendimiz, bu fidyeler içerisinde, Hz. Hatice vâlidemiz tarafından kızları olan Hz. Zeyneb’e onun düğününde takmış olduğu takıları görünce tanıdı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Zeyneb’e ait olan bu takıları geri iade etti ve kocasını, kızı Hz. Zeyneb’i iade etmesi karşılığında anlaşarak serbest bıraktı. Ebu’l-Ass da sözünde durarak Hz. Zeyneb’i Peygamber Efendimize gönderdi. Daha sonra Ebu’l-Ass Müslüman olunca, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Zeyneb ile onu tekrar nikâhlamıştır.

Yine Bedir ile ilgili Enes Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

Hz. Ömer ile beraber Mekke ile Medine arasında bir yerde idik. Bedir’de savaşanları anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu:

إِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيُرِينَا مَصَارِعَهُمْ بِالْأَمْسِ قَالَ هَذَا مَصْرَعُ فُلَانٍ إِنْ شَاءَ اللّٰهُ غَدًا قَالَ عُمَرُ وَالَّذِي بَعَثَهُ بِالْحَقِّ مَا أَخْطَئُوا تِيكَ فَجُعِلُوا فِي بِئْرٍ فَأَتَاهُمْ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَادَى يَا فُلَانُ بْنَ فُلَانٍ يَا فُلَانُ بْنَ فُلَانٍ هَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا فَإِنِّي وَجَدْتُ مَا وَعَدَنِي اللّٰهُ حَقًّا فَقَالَ عُمَرُ تُكَلِّمُ أَجْسَادًا لَا أَرْوَاحَ فِيهَا فَقَالَ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ. (ن عن انس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem savaştan önce, kâfirlerin öldürülecekleri yerleri bize göstererek: ″Allah’ın izni ile burası, yarın filanın öldürüleceği yer olacaktır″ buyurdu. Hz. Ömer sözüne devamla dedi ki: Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i hak din ile gönderen Allah’a yemin olsun ki kâfirler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in gösterdiği yerlerde öldürüldüler. Onların hepsi bir kuyuya atıldı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kuyunun başına gelerek şöyle seslendi: ″Ey filan oğlu filan! Ey filan oğlu filan! Rabbinizin vaad ettiği şeyi buldunuz mu? Ben, Rabbimin bana vaad ettiği şeyi hak olarak buldum.″ Hz. Ömer: ″Yâ Resûlallah! Sen, ruhları olmayan cesetlerle konuşuyorsun″ dedim. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi işitemezsiniz″ buyurdu.[9]

Bedir Savaşı’nda Müslümanlar on dört şehit vermişti.

Bedir Savaşı’na katılan Müslümanların faziletine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَا خَالِدُ لِمَ تُؤْذِي رَجُلًا مِنْ أَهْلِ بَدْرٍ لَوْ أَنْفَقْتَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا لَمْ تُدْرِكْ عَمَلَهُ (ع حب طب خط ك كر عن عبد اللّٰه بن ابى اوفى)

″Yâ Hâlid! Bedir Ehli’nden olan bir kişiye niye eziyet ediyorsun? Eğer sen Uhud Dağı kadar altın infak etsen, onun ameline ulaşamazsın.″[10]

Yine Muaz İbn-i Rifâa Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

وَكَانَ أَبُوهُ مِنْ أَهْلِ بَدْرٍ قَالَ جَاءَ جِبْرِيلُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ مَا تَعُدُّونَ أَهْلَ بَدْرٍ فِيكُمْ قَالَ مِنْ أَفْضَلِ الْمُسْلِمِينَ أَوْ كَلِمَةً نَحْوَهَا قَالَ وَكَذَلِكَ مَنْ شَهِدَ بَدْرًا مِنْ الْمَلَائِكَةِ (خ عن معاذ بن رفاعة بن رافع الزرقى عن ابيه)

Bedir Harbi sırasında Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi de: ″Yâ Resûlullah! İçinizdeki Bedir kahramanlarını ne mertebede sayarsınız?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Müslümanların en faziletli simaları sayarız″ buyurdu. Yahut buna benzer söyledi. Cebrâil Aleyhisselâm: ″Biz de meleklerden Bedir’de hazır bulunanları böylece meleklerin hayırlısı addederiz″ dedi.[11]

Bedir Savaşı’nın sonunda Müslümanlardan sâdece on dört kişi şehit düşmüştür. Müşriklerden ise yetmiş kişi öldürülmüş ve yetmiş kişi de esir edilmiştir.

Başta Ebû Cehil olmak üzere öldürülen müşriklerin atıldığı kuyu ve savaşın yapıldığı yer, hâlen günümüzde yeri belli olarak durmakta, ancak özel izin ile oraya girilebilmektedir.


[1] Beyhakî, Delâil’un-Nübüvve, Hadis No: 907.

[2] Sünen-i Tirmizî, Siyer 37; Tâlut hakkında Sûre-i Bakara, Âyet 246-252’ye bakınız.

[3] Sûre-i Kamer, Âyet 45.

[4] Sahih-i Buhârî, Magâzi 4; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11807.

[5] Meleklerin yardıma geldiğine dair Sûre-i Enfâl, Âyet 9’a bakınız

[6] İmam Kastalâni, Mevahib-i Ledünniye, s. 68. Ayrıca bakınız: İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 7, s. 175.

[7] Sahih-i Buhârî, Megâzi 9; Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1565.

[8] İmam Kastalânî, Mevahib-i Ledünniye, s. 70; M. Asım Köksal, İslam Târihi, Hz. Muhammed (A. S.) ve İslâmiyet, Medine Devri, c. 2, s. 144.

[9] Sünen-i Nesâî, Cenâiz 117.

[10] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 7216; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 496/8.

[11] Sahih-i Buhârî, Megâzi 9; Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadîs No: 1564.