Sevr Mağarası:

Sevr dağının zirvesine yakın bir yerinde, girilmesi çok zor olan dar bir mağara olup, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Medine-i Münevvere’ye hicret buyurdukları sırada, üç gün kadar kaldığı yerdir.

Kapısı gâyet dar ve küçük, küçük bir çocuğun bile girmesi imkânsız denilecek derecede dar olduğu halde Allah’ın bir hikmeti en şişman adamlar bile girip çıkabilirler. Şu kadar ki, giriş ve çıkış esnâsında salât ve selâm getirilmesi icab eder. Mağaranın kapısı hem dar ve hem de giriş tarafı minare içi gibi sağdan sola kıvrıldığından girmek isteyen önce bir miktar sağa, sonra sola meylederek girerse hiçbir yere ilişilmeyip su gibi akar gider. Bu mağaraya girenler iki rek’at namaz kıldıktan sonra doğusunda bulunan geniş çıkıştan çıkarlar ki, mağaranın çıkışı iki üç kişi birden girip çıkabilecek kadar geniştir. Burası Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in çıkışlarında Cebrâil Aleyhisselâm’ın kanatları vâsıtasıyla açılmış ve Peygamber Efendimiz önce mağaranın dar kapısından girip sonra Cebrâil Aleyhisselâm’ın açtığı kapıdan çıkmış olduğundan ziyaretçiler teberrüken batı tarafında bulunan girişten girip, doğu tarafındaki çıkıştan çıkarlar.[1]

Tevbe Sûresi, Âyet 40 bu olayı anlatır: Ey îman edenler! Siz, Resûle yardım etmezseniz, Allah’u Teâlâ vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine eder. Hani, iki kişiden biri iken kâfirler onu Mekke’den çıkarmışlardı. İkisi mağarada iken, arkadaşına (Ebû Bekir es-Sıddîk’a): ″Mahzun olma, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ bizimle beraberdir!″ diyordu. Böylece Allah’u Teâlâ onun üzerine tarafından sükûnet indirdi, onu görmediğiniz ordularla kuvvetlendirdi ve kâfirlerin sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah’u Teâlâ her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.″

İşte bu Âyet-i Kerîme’de, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile Hz. Ebû Bekir, Mekke’den Medine’ye hicret ederken bir müddet gizlendik-leri Sevr Mağarası’nda iken, müşriklerin, mağaranın ağzına kadar gelme hâdisesi anlatılmaktadır. Bu olayı Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu anhu şöyle anlatır:

نَظَرْتُ إِلَى أَقْدَامِ الْمُشْرِكِينَ عَلَى رُءُوسِنَا وَنَحْنُ فِي الْغَارِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ لَوْ أَنَّ أَحَدَهُمْ نَظَرَ إِلَى قَدَمَيْهِ أَبْصَرَنَا تَحْتَ قَدَمَيْهِ فَقَالَ يَا أَبَا بَكْرٍ مَا ظَنُّكَ بِاثْنَيْنِ اللّٰهُ ثَالِثُهُمَا (خ م عن ابى بكر)

Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum. Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler. ″Yâ Resûlallah! Onlar ayaklarının hizasından eğilip bir bakacak olsalar, bizi mutlaka görürler″ dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: ″Yâ Ebû Bekir! İki yoldaş ki üçüncüleri Allah’tır, hiç endişe edilir mi?″[2]

Bâzı siyercilerin anlattıklarına göre; Hz. Ebû Bekir Efendimiz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e; ″Yâ Resûlallah! Onlar ayaklarının hizasından eğilip bir bakacak olsalar, bizi mutlaka görürler″ dediğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona şöyle cevap vermiştir:

″Eğer onlar şuradan gelirlerse, biz de buradan çıkıp gideriz.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem böyle deyince, Hz. Ebû Bekir mağaranın öbür tarafına bakmış ve oradan bir kapı açıldığını, kapının öbür yanında denizin bulunduğunu, denizde de kapı ağzına halatla bağlı bir kayık (kürekleri de yan taraflarında hazır olarak) durduğunu görmüştü.″ Allah’ın yüce kudreti bakımından bu kabul edilmeyecek birşey değildir. Ancak bu konuda kuvvetli ya da zayıf bir sened rivâyet edilmiş değildir. Biz de bu hususta herhangi bir şeyi kendiliğimizden tespit edecek durumda değiliz. Yalnız senedi sahih veya hasen olan şeyleri söyleriz. Doğrusunu Allah bilir.[3]

Yine Hafız Ebû Bekir el-Bezzar, Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan naklettiğine göre; Hz. Ebû Bekir, kendi oğluna Sevr Mağarası hakkında şöyle demiştir:

″Ey oğulcuğum! Eğer insanlar arasında bir hadise vukû bulursa[4], Resûlullah’la birlikte içinde gizlendiğimizi gördüğün mağaraya git, içinde dur. Çünkü orada sabah-akşam rızkın sana gelecektir.″[5]

Bu mağaraya giren hacıların ömür boyu üzüntü ve elem çekmediği söylenir. Anlatıldığına göre; çok zengin bir adam vardı; bir zaman ailesini, çocuklarını ve bütün malını kaybetti, elinde avucunda hiçbir şey kalmadı. Böyle olduğu halde üzüntü ve keder hâli göstermiyordu. Bu hâle hayret eden komşuları kendisine: ″Bütün malın, ailen, çocukların hep senden gitti, sen ise zerre kadar hüzün ve keder göstermiyorsun, hiç müteessir değilsin, bu ne acâib haldir!″ deyince, onlara: ″Bir kimse Sevr mağarasına girerse hüzün ve keder çekmez, benim buna itikadım tamdır. Ben de bir gün tam bir ihlas ile gidip oraya girmiş idim. Kerim olan Allah’a hamd olsun ki, o günden beri uğradığım her musîbet, bende hüzün ve kedere neden olmuyor″ demiştir.[6]

Sevr mağarasında şöyle bir hâdisenin gerçekleştiği de rivâyet edilmiştir:

Sevr mağarasında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir ara mübârek başla­rını Ebû Bekir Efendimizin dizlerine koyup hafif bir uykuya dalmışlardı. O esnâda mağaranın içerisinde bir çok delik vardı. Ebû Bekir Efendimiz, o deliklerin birinden bir yılanın kafasını çıkardığını gördü. Hemen o deliği yanında bulunan bez parçalarıyla tıkadı. Bu sefer yılan başka bir delikten başını çıkardı, orayı da tıkadı. Böyle böyle yılan hangi delikten başını çıkardı ise, orayı tıkadı. Son bir delik kalmıştı. Orayı tıkayacak yanında bir şey kalmamıştı, orayı da ayağının topuğuyla kapattı. O yılan, Ebû Bekir Efendimizin ayağını ısırdı. Buna rağmen ayağını delikten çekmedi. Zehir vücuduna dağılmaya başlayınca, dayanılmayacak şekilde bir acı verdi. Peygamber Efendimiz uyanmasın diye hiç kıpırdamıdyordu, ancak gözlerinden akan yaşa mâni olamadı ve bir damla göz yaşı, Peygamber Efendimizin mübârek yüzüne düştü. Bunun üzerine uyanan Peygamber Efendimiz ona: ″Ne oldu, yâ Ebû Bekir, neyin var?″ diye sordu. Hz. Ebû Bekir Efendimiz de meseleyi olduğu gibi anlatttı. Peygamber Efendimiz, hemen mübârek tükürüğünü yılanın ısırdığı yere sürdü, o anda Hz. Ebû Bekir Efendimizin acı ve ızdırâbı dindi ve iyileşti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, yılana: ″Ey yılan! Arkadaşımın ayağını neden ısırdın?″ diye sordu. Bunun üzerine o yılan: ″Yâ Resûlallah! Ben, Îsâ Aleyhisselâm’dan; âhir zamanda Ahmed isminde bir Peygamber geleceğini, onun hürmetine Allah’u Teâlâ’nın bütün mevcudatı yarattığını, onun ümmetini diğer ümmetlerden üstün kıldığını, onun âhir zamanda gelecek son peygamber olduğunu ve bütün Peygamberlerden üstün olduğunu, kendi ümmetine anlatırken duydum ve seni görmeyi çok arzuladım. Senin başından geçecek halleri de anlatmaya başladı; senin hicret edeceğini ve hicret ederken de Sevr dağındaki bu mağarada kalacağını haber verdi. O sebeple altı yüz yıldan beri seni bu mağarada görmek için bekliyorum. Bu mağara içerisinde seni mutlaka görebilmek için farklı yönlerden bir çok delik açtım. Bu deliklerin birinden çıkıp sana bakarken, Hz. Ebû Bekir o deliği tıkadı, ben diğer bir delikten baktım, o deliği de tıkadı. Nihâyet son deliğe gelince, oraya da topuğunu koydu. Ben de seni görebilmek için mecbur kaldım ve ayağını ısırdım″ dedi.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ebû Bekir’in ayağındaki yılanın ısırdığı yere tükürüğünü sürünce, Allah’u Teâlâ yılanın o zehrini Hz. Ebû Bekir’in vücudunda bekletti. Nihâyet eceli tamam olduğunda, Allah’u Teâlâ o zehri aktif duruma geçirdi, Hz. Ebû Bekir Efendimiz de yılanın o zehriyle ölerek şehit oldu.


[1] Mir’at-ı Mekke (Mir’at’ul-Haremeyn), c. 2, s. 1152-1153.

[2] Sahih-i Buhârî, Fedâil’ul-Ashâb 2, Menâkib 45; Sahih-i Müslim, Fedâil’üs-Sahâbe 1.

[3] İbn-i Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 278.

[4] Hz. Ebû Bekir Efendimizin ″İnsanlar arasında olacak hadise″ diye haber verdiği fitne, vallâhu âlem Hz. Osman Efendimizin şehit edilmesi hâdisesidir. Hz. Ebû Bekir Efendimizin oğlu Muhammed Radiyallâhu anhu’nun bu olayda hiçbir suçu olmadığı halde, o da münâfıkların iftirası neticesinde suçlanan kişilerin arasındaydı. Bu fitne sonucunda Sıffin savaşı meydana gelmiştir. Hz. Osman Efendimizin şehit edilmesiyle suçlanan toplam on dokuz kişi vardı. Bunların büyük çoğunluğu münâfıklardan oluşmaktaydı. Bu fitnenin çıkması ve Hz. Osman Efendimizin şehit edilmesi, bu münafıkların eliyle olmuştu. Bu münâfıkların başında da Hakem İbn-i Ebi’l-As isminde bir münâfık vardı. Hz. Ebû Bekir Efendimizin oğlu ve onun arkadaşlarının bu olayda hiçbir suçları yoktu. Böyle olduğu halde bu fitnenin sonucunda suçlu, suçsuz ayırt edilmeden hepsi öldürülmüştür. Birçok olayda olduğu gibi, Hz. Osman Efendimizin şehit edilmesine sebep, Hakem İbn-i Ebi’l-As isminde bir münâfık idi. Bu münâfık, ortalığı karıştırıp Müslümanların birbirine düşmesine sebep olmuştur. Hz. Ebû Bekir Efendimiz, bu hâdiselerin olacağını önceden oğluna haber vermesi, onun bir kerametidir. Bu hâdise ile ilgili geniş bilgi için, Tefsir-i Nâdirî, Sûre-i İsrâ, Âyet 60’ın izahına bakınız.

[5] İbn-i Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 278.

[6] Mir’at-ı Mekke (Mir’at’ul-Haremeyn), c. 2, s. 1154.