Hacer’ül-Esved:

Hacer’ül-Esved; Arapçada ″Siyah taş″ anlamına gelmektedir.[1] Yerden üç arşın kadar yükseğe konmuş olan bu taş, bütün Peygamberlerin dudağı değdiği cihetle çok mübârektir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem henüz Peygamberlik gelmeden otuz beş yaşlarında iken hakemlik yaptığı bir olayda bu taşı mübârek elleri ile yerleştirmiştir.

Hacer’ül-Esved’i kimseye eziyet vermemek şartıyla öpmek sünnettir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hacer’ül-Esved’i öpmüş ve Hz. Ömer’e şöyle buyurmuştur:

يَا عُمَرُ إِنَّكَ رَجُلٌ قَوِيٌّ لَا تُزَاحِمْ عَلَى الْحَجَرِ فَتُؤْذِيَ الضَّعِيفَ إِنْ وَجَدْتَ خَلْوَةً فَاسْتَلِمْهُ وَإِلَّا فَاسْتَقْبِلْهُ فَهَلِّلْ وَكَبِّرْ (حم عن عمر بن الخطاب)

″Yâ Ömer! Sen kuvvetli bir adamsın, Hacer’ül-Esved’e ulaşmak için insanları sıkıştırıp onlara zahmet verme. Lâkin bir boşluk bulursan, onu öp. Aksi takdirde Hacer’ül-Esved’e yönelerek geriden tekbir ve tahlil ile isti’lâm et.″[2] Yani ellerini kaldırıp, Bismillâhi Allah’u Ekber diyerek onu selamla, demektir.

Demişler ki: ″Hacer’ül-Esved’in isti’lâm edilmesinin hikmeti nedir?″ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: ″Allah’u Teâlâ ruhları yaratıp onlara; ″Elestü birabbikum″ (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabına onlar; ″Gâlû belâ″ (Evet, Rabbimizsin) demişlerdi.[3] Bu hitap ile kuvvetli söz almış ve bu hitâbı da Hacer’ül-Esved’in içine koymuştur. Bir kimse Hacer’ül-Esved’i isti’lâm ettiğinde o ahdini yenilemiş olur ve Hacer’ül-Esved mahşer gününde o kimseye şâhitlik yapar.″[4]

Yine Ahd-i Mîsâk’ın Hacer’ül-Esved’in içine konduğuna dair Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ لَمَّا أَتَى الْحَجَرَ الْأَسْوَدَ وَقَفَ فَقَالَ: أَمَا إنِّي أَعْلَمُ إنَّك حَجَرٌ لَا تَضُرُّ وَلَا تَنْفَعُ، وَلَوْلَا أَنِّي رَأَيْت رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اسْتَلَمَك مَا اسْتَلَمْتُك فَبَلَغَتْ مَقَالَتُهُ عَلِيًّا رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ فَقَالَ: أَمَا إنَّ الْحَجَرَ يَنْفَعُ ، فَقَالَ لَهُ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ وَمَا مَنْفَعَتُهُ يَا خَتْنَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: إنَّ اللّٰهَ تَعَالَى لَمَّا أَخَذَ الذُّرِّيَّةَ مِنْ ظَهْرِ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَقَرَّرَهُمْ بِقَوْلِهِ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا: بَلَى، أَوْدَعَ إقْرَارَهُمْ الْحَجَرَ فَمَنْ يَسْتَلِمْ الْحَجَرَ فَهُوَ يُجَدِّدُ الْعَهْدَ بِذَلِكَ الْإِقْرَارِ، وَالْحَجَرُ يَشْهَدُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ. (ك عن أبي سعيد الخدري)

Hz. Ömer, tavafta Hacer’ül-Esved’e geldiğinde, orada durdu ve dedi ki: ″Ey Taş! Ben biliyorum ki, sen sâdece bir taşsın. Ne bir faydan ne de bir zararın vardır. Eğer Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in seni öpüp, elini yüzünü sürdüğünü görmeseydim, sana elimi yüzümü sürmezdim.″ [5] Bu sözü Hz. Ali duyunca, ″Yâ Ömer! Öyle söyleme, o taşın faydası var″ dedi. Hz. Ömer: ″Ey Resûlullah’ın amcasının oğlu! Onun faydası nedir?″ deyince, buyurdu ki: ″Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: Allah’u Teâlâ, bir zaman Âdem evlatlarının arkasından zürriyetlerini çıkarıp, yani ruhlarımızı yaratıp, Onlara: ″Ben sizin Rabbiniz değil miyim?″ diye hitap etti. Bu hitâba, ruhlarımız: ″Evet Rabbimizsin″ demişlerdi. Allah’u Teâlâ, bu şekilde onlardan Ahd-i Mîsâk almıştı. İşte o mîsâktaki ahdi, Hacer’ül-Esved taşının içine koymuştur. Bir kimse Hacer’ül-Esved’i isti’lâm ettiğinde, o ahdi yenilemiş olur. İşte o taş, mahşer gününde o kimseye şâhitlik yapar.″[6] Bu söz üzerine Hz. Ömer’in: ″Allah senden râzı olsun Yâ Ali! Ben bunları bilmezdimdiye buyurduğu rivâyet edilmiştir. İşte Hacer’ül-Esved’i isti’lâm esnâsında okunan: ″Bismillâhi Allâh’u Ekber, Allâhümme îmânen bike ve tasdîken bikitâbike ve vefâen biahdike ve ittibâen lisünneti nebiyyike...″ (En büyük olan Allah’ın adıyla başlıyorum. Allah’ım! Sana îman ederek, kitabını tasdik ederek, sana verdiğim ahdi (sözü) tutarak ve Peygamberinin sünnetine uyarak geldim işte buradayım…) duâsının hikmeti budur.

Hacer’ül-Esved’in önemine dair şu Hadis-i Şerifler nakledilmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْحَجَرِ وَاللّٰهِ لَيَبْعَثَنَّهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَهُ عَيْنَانِ يُبْصِرُ بِهِمَا وَلِسَانٌ يَنْطِقُ بِهِ يَشْهَدُ عَلَى مَنْ اسْتَلَمَهُ بِحَقٍّ (ت عن ابن عباس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hacer’ül-Esved hakkında buyurdu ki: ″Vallâhi! Mahşer gününde Allah’u Teâlâ Hacer’ül-Esved’i haşredecektir. İki gözü vardır. Onlarla görecek. Ve bir de dili vardır onunla konuşacak ve kendisini hak ile isti’lâm edenlere şâhitlik yapacaktır.″[7]

اَلْحَجَرُ يَمِينُ اللّٰهِ فِي الْأَرْضِ يُصَافِحُ بِهَا عِبَادَهُ (خط وابن عساكر عن جابر)

″Hacer’ül-Esved, yeryüzünde Allah’u Teâlâ’nın sağ elidir[8] ve kullarıyla onun vâsıtası ile musafaha eder.″[9]

اَلْحَجَرُ يَمِينُ اللّٰهِ فَمَنْ مَسَحَهُ فَقَدْ بَايَعَ اللّٰهَ (فر عن أنس الازرقي عن عكرمة موقوفا)

″Hacer’ül-Esved, Allah’u Teâlâ’nın sağ elidir ve ona dokunan kimse muhakkak Allah’a biat etmiş olur.″[10]

Nakledildiğine göre; Cennet yâkutu olan bu taş[11], Hz. Âdem ile beraber Cennetten indirilmiş ve Âdem Aleyhisselâm onu Kâbe-i Muazzama’ya yerleştirmiştir. Nuh tufanında Ebû Kubeys dağına emânet edilmiş ve İbrâhim Aleyhisselâm Kâbe’yi tekrar yaparken şimdiki yerine yerleştirmiştir. Kâbe’yi ilk inşaa eden Âdem Aleyhisselâm’dır. Kâbe, Nuh tufanı gibi sebeplerle yıkılmış ve İbrâhim Aleyhisselâm tarafından yeniden yapılmıştır.

Kâbe-i Muazzama’nın zaman içinde sel ve yangın gibi çeşitli âfetlere maruz kalmasının neticesinde Hacer’ül-Esved’de bâzı hasar ve parçalanmalar meydana gelmiş, daha sonra birkaç parçaya bölünen bu taşı Osmanlı sultanı IV. Murat Han kurşun içerisine toplayıp, ona gümüşten bir muhafaza yaptırmıştır.


[1] Bir diğer Hadis-i Şerif’te de: ″Hacer’ül-Esved, Cennet yâkutlarından beyaz bir yakuttur. Onu, müşriklerin hatâları kararttı″ diye geçmektedir. (Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 202/6)

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 185; Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, I/190; el-İnâye Şer’ul-Hidâye, c. 3, s. 433; yine bakınız: Sünen-i Nesâî, Menâsik’ul-Hac 148.

[3] Sûre-i A’raf, Âyet 172.

[4] Bakınız; Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 27.

[5] Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 27.

[6] Şemseddin Serahsî, el-Mebsut, c. 4, s. 434-435; Envâr’ül-Âşıkîn, s. 36; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1635 (benzeri).

[7] Sünen-i Tirmizî, Hac 111; Ayrıca bakınız: Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 361/2.

[8] ″Allah’u Teâlâ’nın sağ eli″ ifadesi, müteşabih olan bir husustur. Allah’u Teâlâ’nın elinin nasıl olduğunu kimse bilemez, tarif de edemez. Bir Hadis-i Şerif’te de; ″Allah’u Teâlâ’nın iki eli de sağdır, mübârektir″ diye geçmektedir. Bu hususta bakıız: Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 8.

[9] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34729; Heysemî, c. 3, s. 242.

[10] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34730.

[11] Bakınız: Sünen-i Tirmizî, Hac 49.