HACDA KESİLEN KURBAN (HEDY):

Hacda bayramın birinci günü şeytanı taşladıktan sonra hacıların kestikleri kurbanlara ″Hedy″ denir. Bu kurbanlar, Harem bölgesinin sınırları içerisinde kesilir.[1] Mina’da kesmek ise efdaldir. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kurbanını Mina’da kesmiştir.[2] Kurbanın kesilme yerleri hakkında da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مِنًى كُلُّهَا مَنْحَرٌ وَكُلُّ فِجَاجِ مَكَّةَ طَرِيقٌ وَمَنْحَرٌ (حم عن جابر)

″Mina’nın her tarafı kurban kesme yeridir. Mekke’nin de bütün yol ve dereleri kurban kesme yeridir″[3] diye buyurmuştur.

Hacca gitmeyen ve kurban kesmekle mükellef olan kimselerin, Kurban bayramında kendi memleketinde kestikleri kurbanlara da ″Udhiyye″ denir. Hedy ve udhiyye kurbanlarının kesilme günleri, bu kurbanlarda aranan bütün özellikler ve etlerinin sarf edilme şekli aynıdır.[4] Hedy kurbanı, aynı udhiyye kurbanı gibidir; deve, sığır ve davar cinsinden olur. Deve ve sığır yedi kişiye kadar kesilebilir, koyun ve keçi ise sâdece bir kişi adına kesilebilir. Yaş ve kusur bakımından udhiyye kurbanı olmayacak hayvanlardan hedy kurbanı da olmaz. Bu kurbanlar; deve en az beş yaşında, sığır en az iki yaşında, keçi en az bir yaşında olmalıdır. Koyunda ise, yaş sınırı yoktur, annesinden ayırt edilemeyecek boya gelmişse, yaşını doldurmasa dahi kurban olur. Bu sebeple hacca giden bir kimsenin, kendisi için evinde Udhiyye olarak kurban kesme zorunluluğu yoktur.[5]

Daha geniş anlamda ″Hedy″; hac menâsiki ile ilgili olarak kesilen kurbanlara denir. Hedy, Harem’e ve Kâbe’ye hediye olmak üzere kesilen kurbanlık hayvan anlamına gelmektedir. Hedy olacak hayvanın hiçbir kusurunun olmaması lâzımdır. Deveyi ayakta, sığır, koyun ve keçiyi ise yatırarak kesmek daha iyidir.

İfrad haccı yapan kimseye kurban kesmek sünnettir.[6] Temettu ve kıran haccı yapanlara ise vâciptir.[7] Bir kimse kurban kesmekten âciz kalırsa, hac esnâsında[8] Kurban bayramından önce üç gün oruç tutar. Efdal olan Zilhicce’nin 7. 8. ve 9. günleri oruç tutmasıdır.[9] Yedi gün de hac fiillerini yaptıktan sonra tutar. Hacdan sonra tutulması gereken yedi günün, oruç tutulması câiz olmayan teşrik günleri[10] dışında, Mekke’de veya memleketine döndükten sonra tutması câizdir. Ailesinin yanına döndükten sonra tutması efdaldir. Bu orucun hepsi on gündür.[11] Gerek hac esnâsında tutulan üç gün, gerekse hacdan sonra tutulması gereken yedi gün, orucun peş peşe veya aralıklı tutulması câizdir. Fakat peş peşe tutulması efdaldir. Bu kimse bayram gününden önce üç gün oruç tutmasa, mutlaka kurban kesmesi lâzım gelir. Üç gün oruç tuttuktan sonra, eyyâm-ı nahr denilen kurban kesme günleri içerisinde ve henüz tıraş olmadan önce, kurban kesme imkanı elde edilirse, tutulan oruç, kurbana bedel olmaz; kurban kesmek gerekir. Tıraş olduktan veya eyyâm-ı nahr geçtikten sonra bu imkan elde edilirse, oruç kurbana bedel olur; kurban kesmek gerekmez.

Sâdece umre yapanların, orada kurban kesmeleri vâcip değildir. Bunlar isterlerse nâfile olarak kurban kesebilirler. Kestikleri bu kurbanlar, onlar için çok sevaplı olur. Orada yapılan her türlü hayır-hasenata Allah’u Teâlâ çok büyük mükâfatlar verir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اِنَّ الْحَسَنَةَ فِيهَا تُضَاعِفْ اِلَى مِائَةِ اَلْفِ وَكَذَلِكَ السَّيِّئَةِ.

Mekke’de bir sevap yüz bine kadar katlanır, günah da aynı şekilde yüz bine kadar katlanır[12]diye buyurmuştur.

Kişinin temettu ve kıran haccı için veya nâfile olarak kesmiş olduğu kurbanın etinden yemesi sünnettir. Bu hususta Câbir Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

فَنَحَرَ ثَلَاثًا وَسِتِّينَ بِيَدِهِ ثُمَّ أَعْطَى عَلِيًّا فَنَحَرَ مَا غَبَرَ وَأَشْرَكَهُ فِي هَدْيِهِ ثُمَّ أَمَرَ مِنْ كُلِّ بَدَنَةٍ بِبَضْعَةٍ فَجُعِلَتْ فِي قِدْرٍ فَطُبِخَتْ فَأَكَلَا مِنْ لَحْمِهَا وَشَرِبَا مِنْ مَرَقِهَا (م د ه عن جابر)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem; Mina’da mübarek eliyle altmış üç deve boğazladı. Sonra Hz. Ali Efendimize emretti, kalan otuz yedi tanesini de o kesti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Ali Efendimizi kurbanlarına ortak etti. Kesim bittikten sonra her deveden bir parça et getirilmesini emretti, bunlar bir tence­reye konarak pişirildi. İkisi de develerin etinden yiyip suyundan içti­ler.″[13] Bu sebeple herkesin kendi kurbanını yapabiliyorsa, kendi eliyle kesmesi daha iyidir. Temettu veya kıran haccı yapanların kesmeleri vâcip olan kurbanlar ile orada nâfile olarak kesilen kurbanların etlerinden zengin, fakir herkes yiyebilir.

Keffâret yahut hacdan menolunup ihramdan çıkmak için Mekke’ye gönderilen veyahut orada işlediği hac görevindeki hatâdan dolayı cezâ[14] için kesilen kurbanlara da ″Hedy″ denir. Bu kurbanlar da vâciptir. Ancak bunların etlerinden, kesenlerin aileleri yukarıya ne kadar çıkarsa çıksın, anne, baba ve ataları, aşağıya ne kadar inerse insin çocukları ve torunları yiyemez. Bunların etlerini fakirlere tasadduk etmek vâciptir. Eğer yerlerse kıymetlerinin fakirlere tasadduk edilmesi gerekir. Ancak etlerini yiyebilme hususunda, Harem bölgesinin fakirleri ile diğer ülkelerin fakirleri arasında fark yoktur.

İmam-ı Âzam’a göre; temettu veya kıran haccı için kesilen kurban, bayramın birinci, ikinci ve üçüncü gününde kesilebilir. Üçüncü gün, güneş batınca kurban kesme vakti biter.[15] Bu süre içinde kesilmeyip, daha sonraya bırakılırsa, ayrıca dem (cezâ kurbanı), yani biri kazâ, diğeri de cezâ olmak üzere iki kurban gerekir.[16] Bunların dışındaki kurbanların (nâfile veya cezâ kurbanı) ise, bayram günlerinde kesilmesi şart değildir. Ancak bu kurbanların, fazla geciktirilmeden kesilmesi evlâdır.

Hedy kurbanlarının tamamının Harem bölgesinin sınırları içerisinde kesilmesi şarttır.[17] Ancak Kurban bayramının ilk üç gününde kesilen hedy kurbanlarının, Mina’da kesilmesi efdaldir. Zîrâ bu kurbanların Mina’da kesilmesi sünnettir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kurbanlarını Mina’da kesmiş ve Mina’nın her yerinin kurban kesme yeri olduğunu söylemiştir.[18] Bu bayram günlerinin dışında kesilenlerin ise, Mekke’de (Harem bölgesinde) kesilmesi efdaldir. Bu kurbanın etleri tasadduk edilebilir. Kurbanın üzerindeki çulu ve yuları tasadduk edilir, kasaba ücret olarak verilmez. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ali Kerremallâhu veche’ye:

تَصَدَّقْ بِجِلَالِهَا وَخِطَامِهَا وَلَا تُعْطِي أَجْرًا لِجَزَّارٍ مِنْهَا.

″Çulları ile yularını da sadaka olarak ver, kasabın ücretini onlardan verme″[19] diye buyurarak, bunların da tasadduk edilmesini emretmiştir.

Bir kimse, vâcip olan kurbanlık ölür veya kurban olamayacak şekilde sakatlanırsa, o kurbanlığın yerine başkasını alır ve sakatlanan kurbanlığı dilediği gibi tasadduk eder. Fakat Medine’de veya Mekke’de nâfile olarak keseceği kurban, yolda giderken yahut Mekke veya Medine’ye ulaştığında ölse, o kurbanın yerine tekrar kurban alması gerekmez.

Temettu ve kıran haccı kurbanları ile nâfile olan kurbanları teşhir için nişanlamak evlâdır. Çünkü bunlar ibâdet kurbanlarıdır. Bunlara nişan koymak ise teşhir içindir. Bu takdirde bunları, alâmetlemek evlâdır.[20] Bunlardan başka kurbanlar nişanlanmaz. Yani keffâret ve hacdan menolunup Harem-i Şerif’te kesilmek üzere gönderilen kurbanların nişanlanmaması evlâdır. Zîrâ ihramda kusur işlemek olduğu için gizli kalmaları daha uygundur. Hacdan menolunup Harem-i Şerif’te kesilmek üzere gönderilen kurbanlar da, keffâret olduğu için kusur işleme kurbanları hükmündedir. Muhît adlı eserde; ″Adak kurbanı alâmetlenir (işâretlenir). Zîrâ o da, ibâdet kurbanıdır″ denilmiştir.

Bir kimse, Harem-i Şerif’te kesilmek üzere alâmet konulmuş bir kurbanlık beraberinde bulunduğu halde hacca gitse, telbiye etmese bile ihrama girmiş sayılır. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ قَلَّدَ بَدَنَةً فَقَدْ أَحْرَمَ.

″Her kim, Harem bölgesinde kesilmek üzere bedeneye (deve veya sığıra) nişan koyarsa, o ihrama girmiştir″[21] buyurmuşlardır. Harem bölgesinde kesilmek üzere kurban götürmek mânen telbiyedir. Çünkü kurbanlığa alâmeti, ancak hac ve umreyi birlikte yapmak isteyen kimse koyar. Bu takdirde Allah’u Teâlâ’nın emrinin yapılması, bâzen fiil ile olur, bâzen de söz ile olur. Meselâ bir kimseye; ″Ey filan!″ diye nidâ etsen, bâzen cevap verir, bâzen de cevap vermeden kendisi gelir. Beraberinde kurban götüren kimse de ihrama girmiş sayılır. Bir kimse kurbanlık deveyi Mekke’ye gönderse, sonra da kendisi gitse, o kimse kurbanlık deveye yetişmedikçe ihrama girmiş sayılmaz. Bu meselede âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bâzıları; ″Deveye kurbanlık alâmeti konulmakla, sahibi ihrama girmiş sayılır″ demişlerdir. Bâzıları; ″Kurbanlığın ardından gitmekle, ihrama girmiş sayılır″ demişlerdir. Bâzıları da; ″Gönderdiği kurbana yetişip, onu sürerse ihrama girmiş sayılır″ demişlerdir. Ancak bir insan, temettu haccı için götürdüğü kurbanlıktan dolayı ihrama girmiş sayılmaz. Bu takdirde, gönderdiği kurbanlık deveye yetişsin, yetişmesin fark etmez.

Bu söylediğimiz hac aylarında olursa, ihrama girmiş sayılır. Hac aylarında olmazsa, ihrama girmiş sayılmaz. Devenin üzerine çul koymak veya nişan olsun diye kan akıtmak veyahut koyunun boynuna alâmet olsun diye bir şey takmakla, o kimse ihrama girmiş sayılmaz. Zîrâ devenin üzerine çul koymak, hac fiillerinden olmayıp, sıcaktan, soğuktan, sinekten korunmak için konulması da âdettir.

İmam-ı Âzam’a göre; nişan için hayvanın sırtını çizerek kanatmak bid’attır. Hac fiillerinden değildir. Koyunun boynuna bir nişan takmak ise, (Sahabe tarafından) uygulanan bir âdet olmadığı için sünnet olarak da görülmemiştir. Boynuna nişan takmak deveye ve sığıra mahsus olup, kurbanlık olduğunu bildirmek içindir ki, bir kimse ona binmesin ve yük yükletmesin. Koyun ise, bunlara elverişli değildir. Bu itibarla o kimse, bunlarla ihrama girmiş sayılmaz. Deve ve sığıra ″Bedene″, koyun cinsinden olan kurbana da ″Dem″ denir.

Kurbanlığını beraberinde süren kimse, eğer yolda ona binmek zorunda kalırsa binebilir. Binmek ihtiyacında olmayan kimseye ise, binmemek daha iyidir. Çünkü onu Allah yolunda vermek üzere malından ayırdığı için, yerine varıncaya kadar ondan yararlanması doğru değildir. Ancak eğer ona binmek ihtiyacında ise, o zaman binmesinde bir sakınca yoktur. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir adamın bir deveyi önüne katıp sürdüğünü görmüş ve o adama:

ارْكَبْهَا وَيْلَكَ (خ م عن أبى هريرة)

″Binsene, ne diye yaya yürüyorsun?″[22] diye kınamıştır. Derler ki; Peygamber Efendimiz, adamın devenin arkasında yorgun yorgun yürüdüğünü görünce ona böyle söylemiştir. Eğer deveye binmek yüzünden devede (zayıflayarak kıymeti noksana düşmek sûretiyle) bir eksiklik meydana gelirse, meydana gelen eksiklik miktarınca tasaddukta bulunur. Eğer kurbanlığın sütü bulunursa sağamaz ve kuruması için memelerine soğuk su serper. Zîrâ süt, kurbanlığın vücudundan oluştuğu için kendisi ondan yararlanamaz. Bu da eğer onu kesme zamanı yakınsa, böyledir. Eğer kesilmesi daha uzak ise, hayvanın zarar görmemesi için onu sağıp sütünü fakirlere verir. Şâyet sütü kendisi harcarsa, o kadar süt veya sütün değerini fakirlere vermesi lâzım gelir.

Eğer kurbanlık deve yolda yorulup yahut hastalanıp yürüyemez olursa, nâfile ise onu kaldığı yerde keser. Kurbanlık olduğunu bildirmek için boynuna takılan nişanı kanı ile boyar ve hörgücünün yanlarına da sürer. Onun etinden kendisi de zenginlerden herhangi biri de yiyemez. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem; Nâciye el-Eslemi’ye böyle emretmiştir. Böyle yapmanın faydası şudur ki; kurbanlık olduğu bilinsin de zenginler yemeyip fakirlere kalsın. Çünkü zengin, fakir herkesin ondan yiyebilmesi için yerine varması şarttır. Bu ise, yerine varamadığı için hiç kimseye helal olmaması gerekirdi. Fakat onu vahşi hayvanlara yem yapmaktansa fakirlere vermek daha iyidir. Zîrâ ne de olsa, fakirlere vermek sevaplıdır. Kurbandan da gaye sevaptır. Eğer yolda hastalanıp yürüyemeyen deve vâcip bir kurbanlık ise, onun yerine bir başkasını koyar ve onda, hem malı olduğu hem de artık kurbanlığa yaramadığı için istediği tasarrufu yapar.[23]


[1] Bakınız: Sûre-i Hac, Âyet 32-33.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 65.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 13974; Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 398.

[4] Bakınız: Sûre-i Hacc, Âyet 36.

[5] Bu hususta bakınız: Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Hadis No: 8142

[6] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 321.

[7] Temettu veya kıran haccı yapanların, bir mevsimde iki menâsiki; hac ve umreyi yerine getirebilmiş olmalarına şükretmek üzere kesmeleri vâcip olan kurbanlara ″Şükür hedyi″ denilmiştir.

[8] Temettu haccı yapan kişi, hac için ihrama girer ve üç gün orucunu tutar. Bu kimse efdal olan şekliyle orucunu tutabilmesi için terviye gününden önce ihrama girer. Kıran haccı yapan kişi zaten ihramlı olduğu için, o efdal günlerde orucunu tutmaya başlar.

[9] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 195.

[10] Teşrik günleri; Kurban bayramının 2, 3 ve 4. günleridir. Bayramın birinci günü zâten oruç tutulmaz.

[11] Temettu ve kıran haccı yapanların kurban kesmelerinin vâcip olduğu ve kesemeyenlerin hükmü hakkında Sûre-i Bakara, Âyet 196’ya bakınız.

[12] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 192; Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, I/201. Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1645. Yine bakınız: Râmûz’ul-Ehâdîs, 309/12, 310/1.

[13] Sahih-i Müslim, Hac 19 (147 Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 56; Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 84.

[14] Cezâ hedyi: Haccın vâciplerinden birinin mâzeretsiz terki, zamanında yerine getirilmemiş olması veya ihram yahut Harem bölgesi yasaklarının ihlalinden dolayı kesilmesi vâcip olan kurbanlardır.

[15] Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 116. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, temettu veya kıran haccı yapanların kestikleri kurbanların eyyâm-ı nahr’da kesilmesi vâcip değil, sünnettir. Bu itibarla, mâzeretsiz eyyâm-ı nahr’dan sonraya bırakılması mekruh ise de herhangi bir cezâ gerekmez. Fakat burada hüküm Hanefi mezhebinde, İmam-ı Âzam Ebû Hanife’ye göre verilmiştir. Eyyâm-ı Nahr (Bayram günleri Ebû Hanife, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre Kurban bayramının ilk gününden itibaren üç gündür. İmam Şâfii’ye göre dört gün olup, dördüncü gün güneş batana kadar devam eder. İmam Mâlik’e göre, geceler bu günlere dahil olmadığından, geceleri kurban kesilmesi câiz değildir. Diğer üç mezhepte geceler de bu günlere dahildir. Bu itibarla gece de kurban kesilebilir.

[16] Ebû Hanife’ye göre tıraş ve ziyâret tavafının da eyyâm-ı nahr’dan sonraya bırakılmasından dem (cezâ kurbanı) gerekir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, her iki durumda da cezâ gerekmez. Çünkü onlara göre; vaktinde yapılamayan bir nüsük, kazâ edildiğinde cezâ düşer. Kazâ edilen bir nüsük için ayrıca cezâ gerekmez. Şâfii mezhebinde ise, temettu ve kıran hedyleri, şükür kurbanı olmayıp, cezâ kurbanı sayıldığından belli bir vakitte kesilmesi vâcip değildir. İhrama girdikten sonra olmak şartı ile, eyyâm-ı nahr’dan sonra kesilmesi de câizdir. Eyyâm-ı nahr’da (onlara göre bayramın dört günü içinde) kesilmesi sünnettir.

[17] Hedy olarak kesilen kurbanlar, Harem bölgesi dışında kesilmesi hâlinde nâfile olarak kesilenlerin iadesi gerekmez ise de, vâcip olanlar edâ edilmiş (yerine getirilmiş) olmadığından, Harem bölgesinde yeniden kesilmesi gerekir.

[18] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 65.

[19] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 399; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 4, s. 297.

[20] Peygamber Efendimiz’in, bu kurbanlara taktıkları gerdanlıklar hakkında bakınız: Sünen-i Tirmizî, Hac 70; Sahih-I Buhâri, Hac 111; Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 95.

[21] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 193; el-İnâye şerh’ul-Hidâye, c. 4, s. 13.

[22] Sahih-i Buhârî, Hac 103; Sahih-i Müslim, Hac 65; Sünen-i Tirmizî, Hac 72.

[23] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 400-401.