Duânın Kabul Olmasının Sebepleri:

Duânın kabulüne dair sebepler vardır, bunlar şöyle beyan edilmiştir[1]:

1- Helâl lokma yemektir.

Saad b. Ebî Vakkas Radiyallâhu anhu, huzuru saadete gelerek, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den duâsının kabul olunmamasının sebebini sorduğunda, Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz:

″Yâ Saad! Haramdan sakın. Zîrâ bir kimsenin karnında haramdan bir lokma bulunsa, kırk gün duâsı kabul olunmaz″ buyurmuştur.[2] Bu husus bir Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَلَمْ تُسْتَجَبْ لَهُ دَعْوَةٌ أَرْبَعِينَ صَبَاحًا وَكُلُّ لَحْمٍ يُنْبِتُهُ الْحَرَامُ فَالنَّارُ أَوْلَى بِهِ وَاِنَّ اللُّقْمَةَ الْوَاحِدَةَ مِنَ الْحَرَامِ لَتُنْبِتُ اللَّحْمَ (الديلمي عن ابن مسعود)

″Her kim haram bir lokma yerse, kırk gece namazı kabul olunmaz ve kırk sabah duâsı kabul olmaz. Haramın bitirdiği et, Cehenneme daha lâyıktır ve haramın bir lokması da et bitirir.″[3]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ اللّٰهَ طَيِّبٌ لَا يَقْبَلُ إِلَّا طَيِّبًا وَإِنَّ اللّٰهَ أَمَرَ الْمُؤْمِنِينَ بِمَا أَمَرَ بِهِ الْمُرْسَلِينَ فَقَالَ {يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ} وَقَالَ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ} ثُمَّ ذَكَرَ الرَّجُلَ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ إِلَى السَّمَاءِ يَا رَبِّ يَا رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وَغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنَّى يُسْتَجَابُ لِذَلِكَ (م ت عن ابى هريرة)

″Ey insanlar! Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah’u Teâlâ, Resullere neyi emretmiş ise Mü’minlere de aynı şeyi emretmiştir. Resullerine, Sûre-i Mü’minûn, Âyet 51’de: ″Ey Resuller! Temiz ve helâl rızıklardan yiyin ve sâlih amelde bulunun. Şüphesiz ki Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim″ diye buyurmuş ve aynı şekilde Mü’minler için de, Sûre-i Bakara, Âyet 172’de: ″Ey îman edenler! Eğer sâdece Allah’a ibâdet ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların temiz ve helâl olanlarından yiyin ve Allah’u Teâlâ’ya şükredin″ diye buyurmuştur.″ Son­ra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem uzun yolculuktan dolayı saçı birbirine karışmış, yüzü tozlanmış, iki elini semâya kaldırmış ve ″Yâ Rabbi, Yâ Rabbi!″ diyen bir adamdan bahsetti ve buyurdu ki: ″Halbuki bu adamın yediği haram, içtiği haram, giydiği haram; haramla beslenmiş onun duâsı nasıl kabul olur?″[4]

2- Duâ eden kimse, temiz ve tam bir itikat üzere olmalıdır. Duânın kabul olacağından aslâ şüphe etmemelidir.

Allah’tan ümit kesilerek duâ terk edilmez. Dâimâ hem korku, hem de ümitle Allah’u Teâlâ’ya duâ edilmelidir. Allah’u Teâlâ Sûre-i Â’raf, Âyet 55’te: ″O’na, korkarak ve ümit ederek duâ edin″ diye buyurmaktadır.

Tüm ibâdetlerde olduğu gibi, duâda da riyâdan kaçınmak gerekir. Bu sebeple duâ ederken, Allah’tan korku ve ümit olmadan samimiyetsiz bir şekilde kullara beğendirmek için veya kendi ilmini göstermek maksadıyla güzel cümleler kullanmaya çalışmak doğru değildir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ادْعُوا اللّٰهَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ (ت عن ابى هريرة)

″Allah’a duâyı, size icâbet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki, Allah’u Teâlâ gafletle oyalanan kalbin duâsını kabul etmez.″[5]

3- Tevbedir, yani isyandan temizlenmiş olarak duâ etmektir.

4- Kabulünde acele etmemektir, yani istediğinin gecikmesini Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine bağlamalıdır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ عَبْدٍ يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُوَ إِبِطُهُ يَسْأَلُ اللّٰهَ مَسْأَلَةً إِلَّا آتَاهَا إِيَّاهُ مَا لَمْ يَعْجَلْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ وَكَيْفَ عَجَلَتُهُ قَالَ يَقُولُ قَدْ سَأَلْتُ وَسَأَلْتُ وَلَمْ أُعْطَ شَيْئًا (ت عن ابى هريرة)

″Herhangi bir kul, koltuğunun altı görünecek şekilde ellerini kaldırır ve Allah’tan herhangi bir dilekte bulunursa, acele etmediği takdirde dileği kendisine verilir.″ Bunun üzerine Ashâb: ″Yâ Resûlallah! Acelesi nasıldır?″ deyince, buyurdu ki: ″Diledim, diledim, fakat bana bir şey verilmedi″ der.[6]

Bu Hadis-i Şerif’te: ″Herhangi bir kul, koltuğunun altı görünecek şekilde ellerini kaldırır″ diye geçen ifadeyle, duânın yapılma şekli açıklanmıştır. Bu da kişinin duâ yaparken ellerini semâya açarak koltuk altlarının beyazlığı görünecek şekilde yukarı kaldırmasıyla olur. Elbiseli olan bir kimsenin koltuk altı görülmez. Bu ifade duânın yapılma şeklini tarif etmek için söylenmiştir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَا يَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَا لَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ مَا لَمْ يَسْتَعْجِلْ قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا الِاسْتِعْجَالُ قَالَ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ وَقَدْ دَعَوْتُ فَلَمْ أَرَ يَسْتَجِيبُ لِي فَيَسْتَحْسِرُ عِنْدَ ذَلِكَ وَيَدَعُ الدُّعَاءَ (م عن أبى هريرة)

Kulun duâsı, günah üzerine duâ etmediği, sıla-ı rahimi (akraba ziyaretini) terk etmediği ve acele etmediği müddetce kabul olunur. Yâ Resûlallah! Acele etmek ne demektir? diye sorulunca, buyurdu ki: ″Kul, duâ ettim, duâ ettim ancak kabul olunduğunu görmedim der ve duâ etmekten yorularak duâyı bırakır:″[7]

Meselâ bir kimse; Yâ Rabbi! Filan kadınla zinâ etmeyi bana nasip eyle veya akrabayı ziyaret etmemeyi kolaylaştır veya isteklerimi hemen ihsan eyle, demek gibi şeriata ve âdâba aykırı şeylerle duâ ederse, kabul olunmaz demektir.

5- Duâya aralıksız devam etmektir. Nitekim Hadis-i Şerif’te:

اِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى يُحِبُّ الْمُلِحِّينَ فِى الدُّعَاءِ.

″Cenâb-ı Hakk, duâda kullarından ısrarla isteyenleri sever″[8] diye buyrulmuştur.

6- Duânın kabulü zamanının uzamasından üzüntüye ve bıkkınlığa düşmemektir. Zîrâ bu uzayış, kulun daha fazla ısrarını istemekten ileri gelebileceği gibi, istediği şey dünyâca hakkında zararlı olduğundan Âhirette daha hayırlısının kendisine verilmek üzere geciktirilmiş olmasındandır. Yahut, başına gelecek bir belâ veya musîbetin, o duâ ile karşılaşarak def olunduğundandır. Hâsılı, duânın kabulünün gecikmesini, bu üç hikmet üzerine yorumlamalıdır. Hattâ mahşer gününde bir kimse, amel defterinde dünyâda işlemediği bir takım sevaplar görerek şaşırır. Cenâb-ı Hakk buyurur ki: ″Dünyâda filân ve filân işlerin hakkında duâ etmiştin. Dünyâda istediğini vermedim ve bugüne geciktirdim. Şimdi defterinde gördüğün sevaplar, dünyâda ettiğin duâların karşılığıdır.″ O kimse, bunu duyunca: ″Ah nolaydı, bütün duâlarım dünyâda kabul olmasaydı da, hepsinin mükâfatını bugün defterimde hazır bulsaydım″ diye temenni eder.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْعُو بِدَعْوَةٍ لَيْسَ فِيهَا إِثْمٌ وَلَا قَطِيعَةُ رَحِمٍ، إِلَّا أَعْطَاهُ اللّٰهُ بِهَا إِحْدَى ثَلَاثٍ: إِمَّا أَنْ تُعَجَّلَ لَهُ دَعْوَتُهُ، وَإِمَّا أَنْ يَدَّخِرَهَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ، وَإِمَّا أَنْ يَصْرِفَ عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا قَالُوا: إِذًا نُكْثِرُ، قَالَ: اللّٰهُ أَكْثَرُ (ك عن سعيد)

Herhangi bir Müslüman, günahkâr olmamak ve sıla-i rahimi (akrabalarla münâsebeti) koparmamak sûretiyle Allah’u Teâlâ’ya duâ ederse, Allah şu üç şeyden birini mu­hakkak ona verir: ″Ya onun duâsını çabucak kabul eder veya duâsını onun için âhirette azık yapar veya duâsı nisbetinde ona kötülüklerin gelmesini önler.″ Orada bulunanlar ″Öyleyse çok duâ edelim″ dediklerinde Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet, Allah’u Teâlâ en çok duâyı kabul edendir″ buyurdu.[9]

إنَّ الْعَبْدَ لَا يُخْطِئُهُ مِنَ الدُّعَاءِ إحْدَى ثَلَاثٍ إمَّا ذَنْبٌ يُغفَرُ لَهُ وَإمَّا خَيْرٌ يُعَجَّلُ لَهُ وَإمَّا خَيْرٌ يُدَّخَرُ لَهُ (الديلمى عن انس)

″Kul, duâsında üç şeyin birini almaktan şaşmaz. Ya duâ sayesinde günahı bağışlanır veya peşin bir mükâfat alır yahut âhirette karşılığını bulur.″[10]

7- Genişlik, ferahlık, bolluk, rahat ve huzur vaktinde duâyı ziyâde tekrar etmektir. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ اللّٰهُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكَرْبِ فَلْيُكْثِرْ الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ (ت عن أبى هريرة)

″Her kim dar ve sıkıntılı zamanlarda Allah’u Teâlâ’yı duâsını kabul eden bulup sevinmek isterse, genişlik zamanlarında çok duâ etsin.″[11]

Acziyet hâlinde nasıl Rabbimize duâ ediyorsak, normal hallerde de böyle duâ etmeliyiz.

8- Duâ yapmaya abdestli olarak; ″Besmele, Hamd ve Resûlü Ekrem üzerine salâtü selâm″ ile başlamaktır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîym, Elhümdülillâhi Rabb’il âlemin, ve’s-selâtü ve’s-selâmü alâ Resûlinâ Muhammed’in ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn” demektir.

Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

كُلُّ دُعَاءٍ مَحْجُوبٌ حَتَّى يُصَلَّ عَلَى النَّبِيِّ (الديلمى عن انس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e salât-u selâm getirilmedikçe, her duâ önlenir (kabul edilmez).″[12]

9- Kıbleye dönüp, ellerini semâya doğru açarak duâ etmektir. Eller yukarı kaldırılıp avuçların içlerini duâların kıblesi olan arş tarafına açmaktır. Câbir b. Abdulah Radiyallâhu anhu’nun rivâyetinde; ″Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem kıbleye dönerek akşama kadar duâ etti″ diye buyrulmuştur.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ رَبَّكُمْ تَبَارَكَ وَتَعَالَى حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ إِذَا رَفَعَ يَدَيْهِ إِلَيْهِ أَنْ يَرُدَّهُمَا صِفْرًا (د ت عن سلمان)

″Muhakkak ki, sizin Rabbiniz hayâ ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman onları boş çevirmekten hayâ eder.″[13]

Mûsâ el-Eş’ari Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ (خ عن موسى الاشعرى)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem duâ ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm.[14]

10- Duâda annesini, babasını ve bütün Mü’minleri zikretmektir. Duâda annesini ve babasını zikretmeyen kimseye fakirlik gelir. Ehl-i îmana duâ etmek, dolayısıyla kendine duâ etmektir. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا دَعَا الرَّجُلُ لِأَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ قَالَتْ الْمَلَائِكَةُ آمِينَ وَلَكَ بِمِثْلٍ (د أبو الدرداء)

Bir kimse Mü’min kardeşine gıyâbında duâ etse, bir melek; ″Âmin, Cenâb-ı Hakk onun mislini sana da ihsan etsin″ der.[15]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

دُعَاءُ الْاَخِ لِاَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ لَا يُرَدَّ (البزار عن عمران ابن حصين)

″Din kardeşi hakkında gıyâbi olarak yapılan duâ reddolunmaz.″[16]

11- Duânın sonunda; ″Subhâne Rabbike Rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn ve selâmun alel-mürselîn, velhamdulillâhi Rabbi’l-âlemîn″ diye söylemektir.

Bu hususta Hz. Ali Kerremallâhu veche şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَكْتَالَ بِالْمِكْيَالِ الأَوْفَى فَلْيَقُلْ عِنْدَ فُرُوغِهِ مِنْ صَلَاتِهِ: {سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ. وَسَلامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ. وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ} (مصنف عبد الرزاق عن على)

Her kim mahşer günü mükâfatının en bol ölçekle kendisine ölçülüp verilmesini arzu ederse, namazı tamamladıktan sonra en son şöyle söylesin: Subhâne Rabbike Rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn. Ve selâmun alel mürselîn. Velhamdulillâhi Rabbi’l-âlemin ″Senin Rabbin, izzet (kudret ve şeref) sahibi olan Rabb Teâlâ, kâfirlerin isnat ettikleri vasıflardan uzaktır.* Resullere selâm olsun!* Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun!″ (Sûre-i Sâffât, Âyet 180-182)[17]

12- Duânın sonunda ″Âmin″ demelidir. Kâab’ul-Ahbar’da; Âmin sözü Cenâb-ı Kibriyâ’nın mührüdür. Kullarının duâsının sonunu onunla mühürledi″ diye rivâyet olunmuştur. Bir kimse kendi duâsına dahi ″Âmin″ demelidir. Çünkü bir kimse duâ ederken kendi duâsına âmin dese, melekler dahi âmin der.

Âmin sözünün anlamı; ″Mühürlüyorum, zerre kadar şek ve şüphem yoktur″ demektir. Bir Hadis-i Şerif’te:

آمِينَ خَاتَمُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

″Âmin, âlemlerin Rabbinin mührüdür″[18] diye buyrulmuştur.

Yine âmin ifadesi hakkında Ebû Musabbih el-Makrâi Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

كُنَّا نَجْلِسُ إِلَى أَبِي زُهَيْرٍ النُّمَيْرِيِّ وَكَانَ مِنْ الصَّحَابَةِ فَيَتَحَدَّثُ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ فَإِذَا دَعَا الرَّجُلُ مِنَّا بِدُعَاءٍ قَالَ اخْتِمْهُ بِآمِينَ فَإِنَّ آمِينَ مِثْلُ الطَّابَعِ عَلَى الصَّحِيفَةِ … (د عن ابى مصبح المقرائى)

Ebû Züheyr’in yanında otururduk. Çok güzel bir şekilde konuşurdu. Bizden herhangi bir kimse bir duâda bulun­duğu zaman: ″Onu âmin sözü ile bitir″ derdi. Çünkü âmin bir sahifenin üzerindeki mühür gibidir. Ebû Züheyr buyurdu ki: Bunun neden böyle olduğunu size bil­direyim. Bir gece, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte çıkmıştım. Israrla duâ eden birisinin yanından geçtik. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onun duâsını işitecek bir şekilde durdu. Sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Eğer mühürlerse duâsı kabul olunur″ dedi. Orada bulunanlardan birisi: ″Ne ile mühürleyecek Yâ Resûlallah?″ diye sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Âmin ile″ buyurdu. Çünkü o âmin ile duâsını bitirirse kabulünü gerektirmiş olur. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bu soruyu soran adam, duâ eden adamın yanına gitti ve ona: ″Ey filan! Duânı mühürle (âmin, diyerek bitir) ve böylece kabul olunacağına dair sana müjde olsun!″ dedi.[19]

13- Duâyı bitirdikten sonra ellerini yüzüne sürmektir. Zîrâ bu hususta Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ لَمْ يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ (ت عن عمر بن الخطاب)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ellerini duâ ederken kaldırınca, ellerini yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazdı.[20]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي أَنْ يَرْفَعَ الْعَبْدُ يَدَيْهِ فَيَرُدُّهُمَا صِفَرًا لَا خَيْرَ فِيهِمَا, فَإِذَا رَفَعَ أَحَدُكُمْ يَدَيْهِ, فَلْيَقُلْ: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ثَلاثَ مَرَّاتٍ, ثُمَّ إِذَا رَدَّ يَدَيْهِ فَلْيُفْرِغْ ذَلِكَ الْخَيْرَ إِلَى وَجْهِهِ (طب عن ابن عمر)

″Allah’u Teâlâ, hayâ sahibi ve cömerttir. Kulu tarafından kendisine açılan elleri, hayırla doldurmadan boş olarak geri çevirmekten hayâ eder. Biriniz el açıp duâ edeceği zaman üç defa, -Ey Hayy ve Kayyûm[21] olan Allah’ım! Senden başka ilah yoktur. Ey Merhamet edenlerin en merhametlisi- diyerek duâ etsin. Duâsını bitirince de, ellerine inen hayırları yüzüne sürsün.″[22]

Ayrıca duâ için vakitlerin en efdalini ve saatlerin eşrefini seçmelidir. Meselâ: Arefe günü, Ramazan ayı, Cuma günü ve seher vakti, Regâib, Berat, Mîrâç, Kadir, bayram geceleri gibi vakitlerdir. Bunlardan başka; yağmur yağarken, İslâm orduları ve kâfir orduları karşılaşınca, Kâbe’yi görünce, Kâbe’nin belli yerlerinde, Mina, Arafat ve Müzdelife’de, Peygamber Efendimizin mübârek kâbrinde, sâlih zâtların kabirlerinde, sözün kısası duânın icabetine kuvvetli sebep olabilecek mübârek mekanları ganimet bilmektir.

Duâ için belli zamanları gözetmeyle ilgili Sûre-i Yûsuf, Âyet 97-98’de, işledikleri günahlardan dolayı babalarına gelerek; Yakub‘un oğulları: ″Ey babamız! Allah’tan günahlarımızın affını dile. Şüphesiz biz, hatâ ettik″ dediler.* Yâkub da: ″Yakında Rabbimden, sizin için günahlarınızın affını dileyeceğim. O, çok bağışlayandır ve çok merhametlidir″ dedi.

Bu Âyet-i Kerîme’de Yâkub Aleyhisselâm’ın, ″Yakında Rabbimden, sizin için günahlarınızın affını dileyeceğim″ diye söylemesinin sebebine dair Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

- Yâkub Aleyhisselâm, Allah’u Teâlâ’dan, oğullarının affını hemen dilememiş, seher vaktine bırakmıştır. Çünkü o vakit, duâların daha çok kabul edileceği bir andır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرُ فَيَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ (د عن ابى هريرة)

″Her gece, gecenin son üçte biri kaldığında, Allah’u Teâlâ dünyâ semasına iner ve şöyle buyurur: ″Yok mu bir isteyen, istediğini vereyim, yok mu bir duâ eden kabul edeyim, yok mu istiğfar eden bağışlayayım.″[23]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

اغْتَنِمُوا الدُّعَاءَ عِنْدَ الرِّقَّةِ فَإِنَّهَا رَحْمَةٌ (فر عن أبى بن كعب)

″Bağışlanacağınız zamanlarda duâyı ganimet bilin. Zîrâ o zaman yapılacak duâ rahmettir.″[24]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

عِنْدَ ذَكَرِ الصَّالِحِينَ تَنْزِلُ رَحْمَةٌ.

″Sâlihler zikredildiğinde rahmet iner.″[25] Rahmet inince de yapılan duâ kabul olur.

Hastanın duâsını da ganimet bilmelidir. Bu hususta Hz. Ömer İbnu’l-Hattâb Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

قَالَ لِي النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا دَخَلْتَ عَلَى مَرِيضٍ فَمُرْهُ أَنْ يَدْعُوَ لَكَ فَإِنَّ دُعَاءَهُ كَدُعَاءِ الْمَلَائِكَةِ (ه عن عمر بن خطاب)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bana: ″Bir hastanın yanına girince, ondan sana duâ etmesini talep et. Çünkü onun duâsı meleklerin duâsı gibidir″ buyurdu.[26]

Mazlumun, misafirin ve babanın duâsını da ganimet bilmelidir. Bu hususta da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثُ دَعَوَاتٍ مُسْتَجَابَاتٌ لَا شَكَّ فِيهِنَّ دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ عَلَى وَلَدِهِ (ت عن أبى هريرة)

″Üç duâ şüphesiz makbuldür. Mazlumun duâsı, misafirin duâsı ve babanın evladına duâsı.″[27]

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

(فر عن أنس) دُعَاءُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ كَدُعَاءِ النَّبِىِّ لِاُمَّتِهِ

″Babanın, evlâdına karşı duâsı, Peygamberlerin ümmetine olan duâsı gibidir.″[28]

Oruçlunun, âdil hükümet başkanının duâsı da makbuldür. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثَةٌ لَا تُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ الْإِمَامُ الْعَادِلُ وَالصَّائِمُ حِينَ يُفْطِرُ وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ يَرْفَعُهَا فَوْقَ الْغَمَامِ وَتُفَتَّحُ لَهَا أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَيَقُولُ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ وَعِزَّتِي لَأَنْصُرَنَّكِ وَلَوْ بَعْدَ حِينٍ (ت عن ابى هريرة)

″Üç kişi var ki duâları çevrilmez. Âdil hükümdar, orucunu açtığında oruçlu kimse, bir de mazlum. Allah, mazlumun duâsınıbulutların üstüne kaldırır ve göklerin kapısını ona açar. Rabb Teâlâ: ″Bir müddet sonra bile olsa, izzetim hakkı için sana mutlaka yardım edeceğim″ buyurmuştur.″[29]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثَةٌ لَايَرُدُّ اللّٰهُ دُعَائَهُمْ اَلذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَثِيرًا وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ وَاْلاِمَامُ الْمُقْسِطُ (هب عن ابى هريرة)

″Allah‘u Teâlâ, üç kimsenin duâsını kabul eder. Allah’ı çok zikredenlerin, zulme uğrayanların ve âdil hükümet reislerinin.″[30]


[1] Bakınız: Mecmâ’ul-Âdab, s. 51-61; İhyâu Ulûmi’d-Din, c. 1, s. 877-890.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 6683

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 409/4.

[4] Sahih-i Müslim, Zekât 19 (65 Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 3.

[5] Sünen-i Tirmizî, Daavât 66.

[6] Sünen-i Tirmizî, Daavât 118.

[7] Sahih-i Müslim, Zikir, Duâ, Tevbe, İstiğfar 25.

[8] Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 334.

[9] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1770.

[10] İhyâu Ulûm’id-Din, c. 1, s. 877, Hadis No: 955 Kenzl-Ummal, Hadis No: 3169.

[11] Sünen-i Tirmizî, Daavât 7; Muhtar’ül-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 1207.

[12] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 342/12; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 2149, 3988. Yine bakınız: Sünen-i Nesâî, Sehvi Secde 48; Kadı İyaz, eş-Şifâ, s. 450.

[13] Sünen-i Ebû Dâvud, Duâ 1; Sünen-i Tirmizî, Daavât 56.

[14] Sahih-i Buhârî, İstiskâ 21, Daavât 23.

[15] Sünen-i Ebû Dâvud, Duâ 7; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3311.

[16] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3312; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 337.

[17] Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Hadis No: 3196; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 4962.

[18] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 1, s. 127.

[19] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 167-168.

[20] Sünen-i Tirmizî, Daavât 11.

[21] ″Hayy ve Kayyûm″ ifadeleri; Allah’u Teâlâ‘nın Esmâ’ül-Hüsnâ‘sındandır. Hayy: Diri olmak yani hayatı ezelî ve ebedîdir. Kayyûm da: Bütün mükevvenâtın halk ve tedbiri, muhafazası O‘na aittir, demektir.

[22] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c.2, s. 237; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13381.

[23] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 21.

[24] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3341.

[25] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûmi’d-Din, c. 2, s. 589; Kenz’ul-İrfan, Hadis No: 129, s. 40.

[26] Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 1.

[27] Sünen-i Tirmizî, Birr 7.

[28] Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 336; Kenz’ül-Ummal, Hadis No: 3314; Sünen-i İbn–i Mâce, Duâ 11.

[29] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cennet 2.

[30] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 611, 7107; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 265/5.