Teşrik Tekbirleri:

Kurban bayramının birinci gününe ″Yevm-i Nahr (bayram günü)″, diğer üç gününe ″Eyyâm-ı Teşrik (teşrik günleri)″ denir. Kurban bayramından önceki gün ise, ″Yevm-i Arefe”dir yani arefe günüdür ki, Zilhicce’nin dokuzuncu günüdür. Bu da hacıların Arafat’a çıktığı gündür. Arefe ismi de burdan gelmektedir. Ramazan bayramında ise Arefe yoktur. Sûre-i Bakara, Âyet 185’te: ″… Umulur ki bu şekilde orucun sayılarını tamamlarsınız ve size hidâyet buyurmuş olduğundan dolayı Allah’u Teâlâ’ya tekbirde bulunursunuz ve şükredersiniz″ buyruğunda geçen tekbirler, Hanefi mezhebine göre; Ramazan ayı bittikten sonra bayram günü, bayram namazı içerisinde getirilen tekbirlerdir.[1]

Kurban bayramı hakkında ise Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 203’te: ″Allah’u Teâlâ’yı sayılı günlerde tekbir ile zikredin″ diye buyurmaktadır. Bu sayılı günler; Hanefi mezhebine göre; kurban bayramı günleridir. Bayram günlerinde getirilen teşrik tekbirleri de Allah’u Teâlâ’yı zikretmektir. Bu şekilde zikretmek de vâciptir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيَّامُ التَّشْرِيقِ أَيَّامُ أَكْلٍ وَشُرْبٍ وَذِكْرِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ (د حم عن نبيشة الهذلى)

″Teşrik günleri, yeme içme ve Allah’u Teâlâ’yı zikir günleridir.″[2]

Bu tekbirler, Hanefi mezhebine göre Arefe günü sabah namazında başlar, bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla sona erer. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in görüşü budur. Toplamı yirmi üç vakittir. İmam-ı Âzam’a göre ise, bu tekbirler, arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın birinci gününün ikindi namazına kadar devam eder, yani sekiz vakittir. Bu konu Ashab-ı Kirâm arasında da ihtilaflıdır. Bu hususta Hanefi mezhebinde İmâmeyn’in görüşü ile amel edilmektedir. Bu tekbirleri getirmek vâcip olduğundan, unutularak getirilmeyen tekbirlerin sonradan kazâ edilmesi gerekir. Namazlar cemaatle kılındığı zaman tekbirler hep beraber yüksek sesle getirilir. Eğer namaz yalnız kılınıyorsa, kendi duyacağı şekilde getirilir. Her farz namazın sonunda ″Allâhümme entesselâmü…″ demeden önce en az bir defa: ″Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, lâ ilâhe illallâhu vallâhu Ekber, Allâhu Ekber ve lillâhi’l- hamd″ diye teşrik tekbiri getirmek vâciptir.

İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre; farz namazları kılmakla yükümlü olan herkes için bu tekbirler vâciptir. Bu hususta tek başına namaz kılan, imama uyan, yolcu ile mukim, köylü ile şehirli, erkek ile kadın eşittir. Fetvâ da bu iki imamın görüşüne göredir. İmam-ı Âzam’a göre ise, bu tekbirlerin vâcip olması için mukim olmak, hür olmak, erkek olmak ve namazın cemaatle kılınan farz bir namaz olması şarttır. Buna göre, yolculara, kölelere, kadınlara ve tek başına namaz kılan kimselere bu tekbirler vâcip değildir. Fakat bunlar, kendilerine tekbir vâcip olan cemaatle namaz kılanlara uymaları hâlinde tekbir getirmeleri gerekir. Kadınlar ise gizlice söylerler. Cuma ve bayram namazları kılınmayan köylerde bulunanlara ise tekbir getirmek vâcip olmaz. Cuma günü mâzeretli olup öğle namazını kendi aralarında cemaatle kılan kimselere de vâcip olmaz. Kadınların da kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları, müstahap şekilde olan cemaattan sayılmaz. Çünkü kadınların kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları mekruhtur.

Teşrik tekbiri hakkında İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَفْضَلُ مَا قُلْت اَنَا وَالْأَنْبِيَاءُ مِنْ قَبْلِي يَوْمَ عَرَفَةَ: اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ لَا إلَهَ إلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلِلّٰهِ الْحَمْدُ (عن ابن عمر)

″Arefe günü, Benim ve benden önceki Peygamberlerin söyledik-lerinin en faziletlisi; ″Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, lâ ilâhe illallâhu vallâhu Ekber, Allâhu Ekber ve lillâhilhamd″ ifadesidir.″[3]

Teşrik tekbirlerini imam terketse bile, cemaat terketmez. Çünkü tekbir, namazdan sonra getirilir. Bunda imama uyulmaz. İmam Ebû Yusuf’tan: ″Arefe gününün Akşam namazında insanlara imam olmuştum. İmâm-ı Âzam da bana uymuştu. Teşrik tekbirlerini unuttum. İmâm-ı Âzam, tekbiri aldı″ diye rivâyet olunmuştur. Buna göre; imam Teşrik tekbirlerini almasa bile, cemaatin terketmemesi lâzımdır.

Bu teşrik tekbiri İbrâhim Aleyhisselâm’dan kalmıştır:

İbrâhim Aleyhisselâm, oğlu İsmâil Aleyhisselâm’ı kesileceği yere getirip yan üzere yatırdığında, bıçağı boynuna çaldı. Fakat bıçak Allah’ın dilemesiyle kesmedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ, İbrâhim Aleyhis-selâm’ın bu sadâkatinden dolayı Cebrâil Aleyhisselâm ile büyük cüsseli bir koç gönderdi ve İsmâil Aleyhisselâm’ın yerine onu kurban etmesini emretti.

Bu husus Sûre-i Sâffât Sûresi, Âyet 103-111’te şöyle geçmektedir:

İbrâhim ve oğlu, Allah’u Teâlâ’nın emrine boyun eğdikleri vakit, oğlunu yan üzere yatırdı.* Ona şöyle nidâ ettik: ″Yâ İbrâhim!* Rüyâna sadâkat gösterdin. Şüphesiz Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.* Şüphesiz bu, açık bir imtihandır.″* Ve büyük cüsseli bir kurbanı, onun yerine fidye olarak ver­dik.* Sonradan gelenlere onun güzel senâsını dâim kıldık.* İbrâhim’e selâm olsun!* Şüphesiz Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.* Şüphesiz o, Bizim Mü’min kullarımızdandır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

أَنَا ابْنُ الذَّبِيحَيْنِ (المستدرك على الصحيحين للحاكم)

″Ben, iki kurbanlığın oğluyum.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in böyle söylemesi, şu iki olaydan dolayı idi.

Birincisi: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in soyu Hz. İsmâil’e dayanıyordu. Yukarıda âyetlerde anlatıldığı üzere, bir imtihan olarak İbrâhim Aleyhisselâm, oğlu İsmâil Aleyhisselâm’ı keseceği zaman, Allah tarafından onun yerine bir koç gönderilmiştir. Bu olay şöyle nakledilmiştir: İbrâhim Aleyhisselâm’ın, Sâra vâlidemizden çocuğu olmuyordu. Daha sonra Hacer vâlidemiz ile evlenmişti. Allah’u Teâlâ’ya erkek çocuğunun olması için duâ ediyordu. Duâsında da: ″Yâ Rabbi! Bana bir oğlan çocuğu verirsen, sana en çok sevdiğim şeyi kurban ederim″ dedi. Nihâyet Hacer vâlidemizden İsmâil Aleyhisselâm dünyâya geldi. İsmâil Aleyhisselâm büyüyüp kendisine yardım edecek yaşa gelince, Allah’u Teâlâ da İbrâhim Aleyhisselâm’a yapmış olduğu vaadi rüyâsında hatırlattı ve ona: ″Vaadinde en çok sevdiğini kurban edeceğini söylemiştin. Şu anda en çok sevdiğin İsmâil Aleyhisselâm’dır; onu kurban et″ dedi.[5] Bu onun için büyük bir imtihandı.

İbrâhim Aleyhisselâm önden gidiyor, oğlu İsmâil Aleyhisselâm arkadan geliyordu. Şeytan ikisinin arasına girdi ve İsmâil Aleyhisselâm’a: ″Babana âsi gel, gitme. Baban seni kesecek″ dedi. İsmâil Aleyhisselâm: ″Babam beni kesmez″ dedi. Bu sefer şeytan: ″O, Allah’tan emir aldı″ dedi. İsmâil Aleyhisselâm: ″Allah’tan emir aldıysa sen ne karışıyorsun? Öyleyse kessin″ dedi. Şeytan: ″Sen büyümeyecek, evlenmeyecek, bir hayat sürmeyecek misin?″ dedi. İsmâil Aleyhisselâm, ne yaptıysa şeytanı yanından kovamadı, en sonunda yerden bir taş aldı, attı; şeytana vurdu ve onun bir gözünü kör etti. İşte ″Kör şeytan″ sözü oradan kaldı. Onun için şeytanın bir gözü kördür. O şeytan ona mâni olmak için bir daha yanına yaklaşamadı. İkinci şeytan geldi, ona da bir taş vurdu. Bu sefer üçüncü şeytan geldi. İsmâil Aleyhisselâm, bir taş da ona vurdu.

İşte İsmâil Aleyhisselâm’ın, üç şeytanı taşladığı yer Mina’dır. Hacıların aynı yerde üç defa şeytanı taşlamaları da bu sebeptendir.

Koç kurban edilirken Cebrâil Aleyhisselâm: ″Allâhu Ekber, Allâhu Ekber″, İsmâil Aleyhisselâm: ″Lâ ilâhe illallâhü vallâhu Ek­ber″ İbrâhim Aleyhisselâm da: ″Allâhu Ekber ve lillâhilhamd″ demişler­di. İşte teşrik tekbiri buradan kalmıştır. Bu tekbirlerin kurban kesilirken getirilmesi ise sünnettir.

İkincisi: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in dedesi Abdulmuttalib, bir gün Kâbe’nin gölgesinde uyurken rüyâsında kendisine zemzem kuyusunun yeri gösterildi: ″Ey Abdulmuttalib! Kalk ve burayı kaz″denildi. Abdulmuttalib de kalktı ve tek oğlu Hâris ile gösterilen yeri kazmaya başladı. Bu çalışmaları ile işin fazla ilerlemediğini görünce, Mekkelilerden yardım istedi. Onlar da: ″Bizden öncede kazı yaparak zemzemi arayan çok kişi olmuş ama hiçbirisi bulamamış. Boşuna yorulmayalım″ diyerek yardım etmedikleri gibi bir de alaya almışlardı.Abdulmuttalib, işi bırakmamış ve oğlu Hâris ile çalışmaya devam etmiş ve çok yoruldukları bir sırada: ″On oğlum olursa, onlardan birini kurban edeceğim″ demişti.

Nihâyet zemzem suyunu bulmuş ve yıllar sonra dediği gibi on oğlu olmuştu. Rüyâsında kendisine yıllar önce yaptığı adağı hatırlatıldı. Abdulmuttalib de oğulları arasında kura çekti. Kur’a genç ve bekâr oğlu Abdullah’a çıktı. Abdullah da dedesi İsmâil Aleyhisselâm gibi kurban edilmeye hazırdı. Mekkeliler, bu işe karşı çıktılar. Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’ı kurban etmesinin bir gelenek hâline gelmesinden korktular. Abdulmuttalib’i bu işe bir çözüm bulması konusunda ikna ettiler. Abdulmuttalib de çözüm arayışına çıktı ve çeşitli yerlere gitti. Medine’de halkın itibar ettiği Arrâfe isminde biri kendisine: ″Ey Abdulmuttalib! Sizin şehriniz Mekke’de kan bedeli nedir?″ diye sordu. Abdulmuttalib de: ″Bizde kan bedeli on devedir″ diye cevap verdi. Bu cevaptan sonra Arrâfe: ″Ey Abdulmuttalib! Mekke’ye gidersin, on deve ile oğlun Abdullah arasında kura çekersin. Kura develere çıkarsa, on deveyi kurban eder oğlunu kurtarırsın. Kura oğluna çıkarsa, develerin sayısını on tane daha artırırsın. Kura, develere çıkıncaya kadar sayılarını onar onar artırarak yukarı doğru çıkarsın. Sonra da onları kurban eder, oğlunu kurtarırsın″ dedi.

Bu çözüm yolunu benimseyen Abdulmuttalib, hemen Mekke’ye döndü. Getirdiği haber Mekkelileri de sevindirdi. Abdülmuttalib, Arrâfe’nin öğrettiği çözümü gerçekleştirmek için develeri hazırladı ve herkesin gözü önünde oğlu ile on deve arasında kura çekti. İlk kura oğluna çıkınca, develeri on tane artırdı. Her seferinde kura Abdullah’a çıkıyordu. Develer, yüz olunca kura develere çıktı. Abdulmuttalib de yüz deveyi kurban edip oğlunu kurtardı.

İşte bu iki sebepten dolayı Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben, iki kurbanlığın oğluyum″ diye buyurmuştur.


[1] Bu hususta bakınız: Ahkâm-ı Kur’âniyye, s. 111.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Dahâya 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19797.

[3] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 127; Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 376.

[4] Bu hususta bakınız: Sûre-i Sâffât Sûresi, Âyet 99-102.

[5] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4009; Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr c. 13, s. 139.