Tertib Sahibi:

Kazâya kalan namazlar ile vaktinde kılınan namazlar arasında tertib (sırayı gözetmek) şarttır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ نَسِىَ صَلَاةً فَلَمْ يَذْكُرَهَا اِلَّا وَهُوَ مَعَ الْإِمَامِ، فَلْيُصَلِّ الَّتِى نَسِيَهَا ثُمَّ لِيُعِدِ الَّتِى صَلَّاهَا مَعَ الْإِمَامِ. (عن بن عمر)

″Bir kimse namazı unutup da onu hatırlamazsa, ancak imamla beraber kılarken hatırlarsa, unutmuş olduğu namazı kılsın, sonra imamla beraber kılmış olduğu namazı tekrar kılsın″[1] diye buyurmuştur.

Eğer namaz arasında sırayı gözetmek şart olmasaydı, Peygamber Efendimiz imamla kılınan namazın tekrar kılınmasını emretmezdi. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hendek Muharebesi’nde dört vakit namazı kılamamıştı. Peygamber Efendimiz, bu namazları sıra ile kazâ ettikten sonra:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ عن مالك)

″Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın″[2] diye buyurmuştur.

İmam Muhammed, Kitab’ul-Asl adlı eserinde İmam-ı Âzam’a bu hususu şöyle sormuştur:

قلت: أرأيت رجالا افتتح الصلاة يوم الجمعة مع الامام ثم ذكر أن عليه صلاة الفجر؟ قال: عليه أن يقطع الجمعة وينصرف فيبدأ فيصلى الغداة فاذا فرغ منها دخل من الامام فى الجمعة ان أدركه فى الصلاة وان لم يدركه صلى الظهر أربع ركعات. والجمعة وغيرها فى هذا سواء. ألا ترى أنه اذا فاتته الجمعة كان عليه الظهر والظهر فريضة فليس يفوته... قلت: أرأيت ان لم يقطع الجمعة ولم ينصرف ولكنه مضى عليها مع الامام حتى فرغ منها؟ فال: لا يجزيه وعليه أن يصلى الفجر ثم الظهر.

Ben, İmam-ı Âzam’a: ″Bir adam Cuma günü imamla beraber namaza başladı. Sonra üzerinde sabah namazı borcu olduğunu hatırladı, ne dersin?″ diye sordum. ″O kişinin Cumayı bırakıp ayrılması ve böylece sabah namazına başlayıp onu kılması gerekir. O bundan ayrıldıktan sonra eğer namazda ona yetişebilirse Cumada imama uyar. Eğer ona yetişemezse, öğle namazını kılar. Bu konuda Cuma namazı veya başka bir namaz eşittir. Sen bilirsin ki, Cuma namazını kaçıran bir kimsenin öğle namazını kılması gerekir. Zaten öğle namazı farz olduğu için onu kaçıramaz″ diye cevap verdi. ″Eğer o kişi Cumayı bırakıp çekilmezse, imamla beraber ona devam edip tamamlarsa ne dersin?″ diye sordum. ″Bu onun için yeterli olmaz; onun önce sabah namazını kılması, sonra da öğleyi kılması gerekir″ dedi.[3]

Şu üç durumda tertib bozulur:

1. Vaktin daralmasıyla: Meselâ; bir kimse kazâya kalmış olan yatsı namazını sabah namazında hatırlasa, vakit ise yalnız sabah namazını kılmaya müsâit olsa, sabah namazını kılar. Yatsı namazını önce kazâ etmemesi, bu sabah namazının sahih olmasına mâni olmaz. Geçirmiş olduğu bu yatsı namazını, artık sabah namazından sonra dilediği bir vakitte kazâ eder.

2. Unutmakla: Kişi bir namaz vaktini geçirmişse, bir sonraki vakti kıldıktan sonra, önceki vakti kılmadığını hatırlarsa, kıldığı namazı sahih olur. Bu kimse de aynı şekilde önceki geçirdiği namazı dilediği bir vakitte kazâ eder.

3. Kazâya kalan namazların altı olmasıyla: Bu durumda da sırayla kılma zorunluluğu kalkar. Çünkü günlük kılınan farz namazlar beş vakit olduğu için, geçmiş namazların sayısı altı olursa, altıncısı beş vakit farzdan birinin tekrarı olur ve tekrar olunca da çokluk sınırının içine girer. Bu kimse de artık bu geçirdiği namazları sıra gözetmesine gerek kalmadan dilediği zaman kazâ eder.

Eğer bir kimsenin hem eski, hem de yeni kazâları bulunur ve yeni kazâları altı vakitten az olursa, bâzı âlimler; eskileriyle birlikte eğer altı vakti bulursa, onları kazâ etmeden vakit namazını kılabilir, demişlerdir. Bâzı âlimler de, eskileri yokmuş gibi sayarak, yeni olanları kazâ etmedikçe namazını kılamaz; zîrâ eğer kılabilir diyecek olursak, kazâlarına kılmakta gevşeklik göstermesine yol açmış oluruz, demiştir.[4] Burada bizce de isabetli olan görüş ikincisidir. Yani bir kimsenin değişik günlerde kazâya kalmış namazları da olsa, bu kimse namazlarını kılarken yine kazâya bir namazı kalsa, namazdaki tertibe uyması gerekir.[5]

Tertib sahibi olan bir kişi, her nasılsa bir vakit namazı kılamayıp kazâya bıraksa, ikinci namaz vakti gelince önce kazâya kalan namazını kılması lâzımdır. Eğer o kazâya kalmış namazı hatırında olduğu halde, onu kazâ etmeden vaktin namazını kılarsa, İmam-ı Âzam’a göre; kılmış olduğu vakit muvakkaten (geçici olarak) bozulmuş olur. Bu kalan kazâ namazını altı vakitten önce kılarsa, kılmış olduğu vakit namazlarının farziyeti bozulup nâfile olurlar. Altı vakit kıldıktan sonra bu kalan kazâyı kılarsa, bu altı vakit namaz sahih olur. Meselâ; bir kimse uyanamayıp sabah namazını kılmamış olsa, sabah namazını kazâ etmeden, hatırında olduğu halde öğle namazını kılarsa, bu kılmış olduğu öğle namazı ve sonrasında kılacağı ikindi, akşam, yatsı ve ertesi günün sabah namazı sahih olmaz. Ancak ertesi günün öğle namazını da kılarsa, vakit altı olduğundan bu öğle namazı önceki beş vakit namazın sahih olmasına sebep olur. Çünkü altı vakit geçtiği için artık tertibi gözetme zorunluluğu kalkmıştır.[6] Şâyet altıncı vakit olan öğle namazından önce kazâya kalmış olan sabah namazını kazâ ederse, öncesinde kılmış olduğu beş vakit namaz bozulmuş olur.

Bir kimse namazın farz olduğunu inkâr etmedikçe, namazı terk etmekle kâfir olmaz. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

مَنْ تَرَكَ الصَّلَاةَ مُتَعَمِّدًا فَقَدْ كَفَرَ (طس عن أنس)

″Her kim kasten namazı terk ederse muhakkak kâfir olmuştur″[7] diye geçen Hadis-i Şerif’i ise, namazın farziyetini inkâr ederek terk edenler hakkındadır. Nitekim usûlde beyan edilmiştir.

Bir kimse farz namazını kılınca, -Allah’u Teâlâ cümlemizi korusun- mürted olsa (İslâm’dan dönse), sonra vakit içinde Müslüman olsa, o kimsenin o vakti tekrar kılması lâzımdır.[8] Hanefilere göre; küfrün kendisiyle amel yok olur. Buna delil, Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Mâide, Âyet 5’te geçen: ″Her kim dinin ahkâmını inkâr ederse, muhakkak yaptığı sâlih ameller mahvolur″ buyruğudur. Ameli boşa gidince, sanki o kimse namaz kılmamıştır. Namaz vaktinde tekrar Müslüman olunca iâde etmesi gerekir. Fakat mürtedlik zamanında geçirmiş olduğu namazların kazâsı gerekmez. İmam Şâfii’ye göre ise, kazâsı gerekir. Hanefilerin bu husustaki delili, Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Enfâl, Âyet 38‘de geçen: ″Ey Resûlüm! Kâfir olanlara de ki: ″Eğer (İslâm’ı kabul edip düşmanlıklarına) son verirlerse, geçmiş günahları bağışlanır″ buyruğudur. Bu Âyet-i Kerîme’nin metninde geçen ve mânâ olarak geçmiş günahları kastedilen ″Selef″ kelimesi, umûm (genel) olduğundan mürtedi de kapsar. İmam Şâfii’ye göre; bu umûm olan lafız, mürtedi kapsamaz. Zîrâ hiç Müslüman olmayan kâfir, Müslümanlığı bilmediğinden, İslâm’ın şartlarıyla mükellef değildir. Eğer kâfir olanlara Müslüman olduktan sonra, küfür hâlinde kılmadıkları namazların kazâları şart olsaydı, bu onların Müslüman olmalarına mânî olurdu. Bu yüzden küfür zamanlarındaki namazların kazâsı affolundu. Ama mürted olan böyle değildir. Çünkü o kimse Müslümanlığın güzelliğini bildikten sonra inadından İslâmiyet’ten çıkmıştır.

Bir kimse dâr-ı harpte (Müslümanlarla savaş hâlinde olan kâfir memleketinde) Müslüman olup namazın farziyetini bilmeyerek namaz kılmasa, sonra namazın farz olduğunu öğrense kılmamış olduğu namazları kazâ etmez. İnsan ibâdetleri bilmeden namazı kılmaktan âcizdir. Dâr-ı harpte olan bir kimsenin ibâdetlerin farz olduğunu bilmemesi bir özürdür. Fakat İslâm memleketinde olan bir kimsenin ibâdetlerin farz olduğunu bilmemesi özür sayılmaz. Ama îman hususu bunun gibi değildir. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın varlığına, birliğine deliller pek çoktur. Bu ibâdetle kıyas edilmez.


[1] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfat, c. 1, s. 105; Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 163; İmam Mâlik, Muvatta, Kasr’us-Salât 77.

[2] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfat, c. 1, s. 105; Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 164; Sahih-i Buhârî, Ezan 18.

[3] İmam Muhammed, Kitâb’ul-Asl, s. 305; Kitâb’ul-Asl Tercümesi (Osman Eskioğlu), s. 186-187.

[4] Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 164.

[5] Hadislerle Hanefi Fıkhı, c. 5, s. 175.

[6] Yani kişinin kazâsı hatırında olduğuna göre, kıldığı beş vaktin beşi de daha kılarken bozulmuştur ve tekrar kazâya kalmıştır. Beşinci vaktin sonunda ise ilk kazâ ile birlikte altı kazâsı biriken bu kişiden sıra gözetmek mecburiyeti düşmüştür. (Nûr’ul-İzah Tercümesi, s. 87)

[7] Taberâni, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 18876; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 107. Bu Hadis-i Şerif bir diğer nakilde de: إِنَّ الْعَهْدَ الَّذِي بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ الصَّلَاةُ فَمَنْ تَرَكَهَا فَقَدْ كَفَرَ ″Kâfirlerle aramızı ayıran fark, kılmayı taahhüt ettiğimiz namazdır. Kim namazı terk ederse, kâfir olur″ diye geçmektedir. (Sünen-i Nesâî, Salât 8). Hz. Ümmü Eymen’den nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de: لَا تَتْرُكْ الصَّلَاةَ مُتَعَمِّدًا فَإِنَّهُ مَنْ تَرَكَ الصَّلَاةَ مُتَعَمِّدًا فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُ ذِمَّةُ اللَّهِ وَرَسُولِهِ “Namazı kasıtlı olarak terk etme. Zîrâ her kim namazı kasten terk ederse, onun üzerinden Allah ve Resûlünün zimmeti (himayesi) kalkar″ diye geçmektedir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 26098; Sünen-i İbn-i Mâce, Salât Fiten 23).

[8] İmam Şâfii’ye göre; tekrar kılmaz. Çünkü mürtedlik ameli bozmaz. Ancak mürted olarak ölmek ameli bozar. Buna delil, Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Bakara, Âyet 217’de geçen: ″Sizden her kim dîninden dönüp de kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyâda da âhirette de boşa gitmiş olur″ kavl-i kerîmidir.