Zekât Verecek Durumda Olan Kimsenin üzerinden Zekâtın Düşmesi:

Hanefilere göre; zekâtı düşüren şeyler üçtür: 1- Zekât borcu olan kimsenin vasiyet etmeden ölmesi. 2- Mürted olması. 3- Yıl tamamlandıktan sonra fakat ödeme imkânı elde edemeden malın yok olması. İmam Şâfii: ″Eğer kişi malının zekâtını vermeye imkân bulduktan sonra malı zâyi olursa, zekâtı sakıt olmaz (üzerinden sorumluluğu gitmez). Çünkü o zaman zekât da fitre gibi kişinin boynuna geçen bir borç olur. Şayet borç olmasa da -kendisinden istendiği halde vermediği için- zâyi olunca onu kasten harcamış gibi olur″ demiştir. Bu hususta Hanefiler ise şöyle söylemişlerdir: ″Zekât malın bir cüz’üdür (parçasıdır). Malın hepsi gidince içinde bulunan cüz’ü de gider. Kaldı ki ziyâna uğramazdan önce hiçbir fakir onu istememiş olabilir. Şâyet istemiş olsa da mal sahibi zekâtını istediği fakire vermekte muhayyer (serbest) olduğu için kendisinden isteyen fakire vermemiş olması kusur değildir. Ancak isteyenin zekât memuru olması hâlinde ihtilâf edilmiştir. Bâzı âlimler; ″Sakıt olmaz. Çünkü zekât memuruna vermek gerektiği için vermemesi kusurdur.″ Bâzı âlimler de; ″İsteyen, zekât memuru da olsa, mal, sahibinin isteği dışında zayi olduğu için zekâtı sakıt olur″ demişlerdir. Zekât farz olduktan sonra eğer malın tamamı değil, bir kısmı zayi olursa, zayi olan miktarın zekâtı sakıt olur.

Eğer nisaba mâlik olan kimse yıl tamam olmadan zekâtını verirse câizdir. Çünkü zekâtın farz olma sebebi nisaptır. Bu kimse de nisaba maliktir. Ancak yıl daha bitmediği için ödemek zorunda değildir. Bunun için bu kimse de, henüz borcunun vadesi gelmiyen borçluya benzer. Bu borçlunun, vadesinden önce borcuna ödemesi nasıl caiz ise bununki de öyledir. İmam Mâlik ise, ″Câiz değil″ demiştir. Aynı sebepten dolayı birden fazla yılların zekâtını önce vermek de caizdir. Bir nisaba mâlik olan kimsenin birden çok nisapların zekâtını da vermesi câizdir. Zîrâ zekâtın farz olmasına sebebiyet vasfında birinci nisap –Allah daha iyi bilir- asıl olup, diğer nisaplar ona tabidirler. Yani, birden fazla senenin zekâtını verecek olan kimse, farz olan senenin zekâtını verdiği nisap üzerinden diğer senelerin zekâtını da o nisap üzerinden hesap ederek verir. Sonraki senelerin zekâtınıın artıp artmayacağını ise ancak Allah bilir. Zekâtı veren kişi, o vermiş olduğu senelerin zekâtından artık mesul değildir. İmam Züfer ise, birden fazla senenin zekâtının verilmesinin câiz olmadığı görüşündedir.

Bu hususta Hanefiler, Hz. Ali Kerremallâhu veche’den nakledilen şu Hadis-i Şerif’i delil almışlardır:

أَنَّ الْعَبَّاسَ سَأَلَ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي تَعْجِيلِ صَدَقَتِهِ قَبْلَ أَنْ تَحِلَّ فَرَخَّصَ لَهُ فِي ذَلِكَ (د ت عن على)

″Hz. Abbas, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vakti gelmeden önce malının zekâtını peşin ödemeyi sormuş, Peygamber Efendimiz, bu konuda ona ruhsat (izin) vermiştir.″[1] Ayrıca Hanefiler:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اسْتَسْلَفَ مِنْ الْعَبَّاسِ زَكَاةَ سَنَتَيْنِ.

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Abbas’dan iki yılın zekâtını peşin aldı″[2] diye geçen rivâyeti de delil olarak almışlardır.

Zekât vermekle mükellef olduğu hâlde önceki yıllarda zekâtını vermemiş olan bir kimse, elinde malı varsa zekâtını vermediği geçmiş yılların zekâtını da vermesi gerekir.

Zekâtını önceden peşin olarak veren bir kimsenin malı, yıl esnâsında telef olur da, yıl sonunda kendisine zekât farz olmazsa, Hanefi mezhebine göre; verdiği zekâtı fakirden geri alma hakkı yoktur. Önceden vermiş olduğu bu zekât, kendisine farz olmadığı için nafile hükmünde olur.

Eğer âsiler, bir yerin haraç ve öşür vergilerini toplarlarsa, o yerin halkından bu vergiler bir daha toplanamaz. Çünkü devlet, halkı baskın ve saldırılardan koruduğu için bu vergileri halktan toplamaya hak kazanır. Oysa devlet bu yerin halkını koruyamamıştır. Ancak âsilerin, zekât olarak aldıkları şeyler fakirlere dağıtılmadığı anlaşılırsa, halkın ihtiyâten zekâtını tekrar fakirlere vermesi gerekir.[3]


[1] Sünne-i Ebû Dâvud, Zekât 22; Sünen-i Tirmizî, Zekât 37.

[2] Bedâi’us-Sanâi, c. 4, s. 46; Mebsut Tercümesi, c. 3, s. 263.

[3] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 337; Feth’ul-Kadir, c. 13, s. 318; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 8, s. 127.