Altın, Gümüş ve Ticaret Mallarının Zekâtı:

Altının nisabı 20 miskaldir (80 gram). Gümüşün nisabı da 200 dirhemdir (561 gram). Altın ile gümüşte farz olan zekât miktarı, yüzde iki buçuktur. Yirmi miskal altının zekâtı, yarım miskal altın olduğu gibi, iki yüz dirhem gümüşün zekâtı da, beş dirhem gümüştür. Bir miskal, yirmi kırattır, her kırat da beş arpa ağırlığıdır (bir kırat: 0,2004 gram’dır). Bir şer’î dirhem, on dört kırattır. Bu halde ağırlık olarak on şer’î dirhem, yedi miskal ağırlığına denktir. Bir de örfî dirhem vardır ki, on altı kırattır. O halde iki yüz şer’î dirhem, yüz yetmiş beş örfî dirheme eşittir. Bâzı fıkıh âlimlerine göre; zekât ve fıtır sadakası konusunda her beldenin örfî dirhemi esas alınmalıdır. Buna göre; gümüşün nisabı, iki yüz örfî dirhemden ibârettir. Bu şekilde de fetvâ verilmiştir.[1] Ancak zekâtta fetvâ, şer’î dirheme göredir. Çünkü bunda fakirin menfaati vardır.

Altın ile gümüşün nisablarında, bunlardan zekât verilmesi için, kıymetlerine değil, ağırlıklarına bakılır. Bunda ittifak vardır.

Altın ve gümüş sahan, tepsi, diğer kullanılmış altın ve gümüş eşyalarda ve kadınların ziynet için taktıkları altın ve gümüşlerde de zekât farzdır. Bu hususta Amr b. As Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَأَى امْرَأَتَيْنِ تَطُوفَانِ بِالْبَيْتِ وَعَلَيْهِمَا سِوَارَانِ مِنْ ذَهَبٍ فَقَالَ: أَتُؤَدِّيَانِ زَكَاتَهُمَا فَقَالَتَا: لَا، فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتُحِبَّانِ أَنْ يُسَوِّرَكُمَا اللّٰهُ بِسِوَارَيْنِ مِنْ نَارٍ، فَقَالَتَا: لَا، فَقَالَ: صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَدَّيَا زَكَاتَهُمَا (عن عبد اللّٰه بن عمرو بن العاص)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem; Kâbe-i Muazzama’da kollarında altın bilezikler olan iki kadının tavaf ettiklerini görünce, ″Bunların zekâtını veriyor musunuz?″ diye sordu. Onlar da, vermediklerini söylediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’nın size ateşten bilezikler vermesini ister misiniz?″ buyurdu. Kadınların; ″Hayır istemeyiz, Yâ Resûlallah!″ diye cevap vermeleri üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Öyleyse bunların zekâtını verin″ diye emretti.[2]

Nitekim bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Tevbe, Âyet 34-35’te şöyle buyurmaktadır:

… Ey Resûlüm! Altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenleri (zekâtını vermeyenleri) elim bir azap ile müjdele.* O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşün üzerleri Cehennem ateşiyle kızdırılıp, onunla alınları, yanları ve arkaları dağlanır ve onlara: ″İşte bunlar, nefsiniz için biriktirdiğiniz şeylerdir, artık biriktirdiklerinizin azâbını tadın″ denilir.

Cenâb-ı Hakk Teâlâ, zekâtın farz olmasını altın ile gümüşe bağladı. Zekâtı verilmeyen mal hazînedir yani biriktirilmiş maldır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

كُلُّ مَالٍ لَمْ يُؤَدَّ زَكَاتُهُ فَهُوَ كَنْزٌ وَاِنْ كَانَ ظَاهِرًا.

″Zekâtı verilmeyen mal meydanda olsa bile, biriktirilmiş hazînedir″[3] diye buyurmuştur. Zekâtı verilen mal, bir yerde gömülü olsa bile biriktirilmiş mal sayılmaz.

Altın veya gümüşten yapılmış bulunan ziynet takıları ve süs eşyaları, tablolar gibi maddelerden de, nisab miktarına ulaşınca zekât gerekir. Bu zekât, kendi cinslerinden olmayan bir mal ile ödeneceği takdirde, ağırlıklarına değil, kıymetlerine bakılır. Bunda da ittifak vardır. Fakat kendi cinsleriyle ödeneceği takdirde, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre; ağırlıkları esas alınır, İmam Züfer’e göre; kıymetlerine bakılır. İmam Muhammed’e göre de, fakir için daha faydalı olan tarafa itibar edilir. Meselâ; Yirmi miskal ağırlığında bulunan bir altın bilezik, kendisindeki sanat bakımından yirmi beş miskal kıymetinde bulunsa, bakılır. Eğer zekâtı gümüş gibi başka bir cinsten verilecek olursa ağırlığı olan yirmi miskale değil, kıymeti olan yirmi beş miskale bakılarak zekâtını vermek gerekir. Fakat bunun zekâtı kendi cinsinden olan altından verilecekse, İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre; ağırlığı olan yirmi miskal altına göre verilmesi gerekir, İmam Muhammed ile İmam Züfer’e göre, bu yeterli olmaz, altının kıymetine göre, değer farkı olan beş miskalin de ayrıca zekâtını vermek gerekir.

Her çeşit ticaret malı zekâta tâbidir. Kumaş, metâ, buğday, arpa, pirinç, ev, han, dükkan, her çeşit hayvan gibi malların kıymeti altın veya gümüşten birinin nisabını tutarsa, bunlardan zekât verilmesi gerekir. Altın ve gümüşten hangisi fakirler için menfaatli olursa nisab onunla ölçülür. İnâye’de; ticaret mallarının nisabı, altın ve gümüşten birinin nisabıyla ölçüldüğünde nisab miktarından noksan olsa, diğeriyle ölçüldüğünde nisab miktarı tutsa, ittifakla nisab miktarı tutanla ölçülür.[4]

Zekât nisabını tamamlamak için ticaret mallarının kıymeti, altın ve gümüşe katılır. Meselâ; bir kimsenin yüz dirhemi veya on miskal (40 gram) altını bulunsa ve ayrıca yüz dirhem veya on miskal altın kıymetinde ticaret malı bulunsa, bunların toplamı iki yüz dirhem gümüş nisabı veya yirmi miskal altın nisabı olduğundan, o kimseye zekât farz olur.

Altın ve gümüşten herbiri nisab miktarından noksan olursa, İmam-ı Âzam’a göre; kıymet itibariyle, İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; kısımlar itibariyle birbirini tamamlar. Meselâ; bir kimsenin yüz elli dirhem gümüşü, beş miskal altını olsa, bu beş miskal altın elli dirhem gümüşe eşit olmasa, İmam-ı âzam’a göre; zekât gerekmez. Çünkü kıymet ile nisab hâsıl olmadı. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, zekât gerekir. Çünkü kısımlar itibariyle ikisinde nisab bulunmuştur. Meselâ; yüz elli dirhem gümüşün nisabından dörtte üçü bulunmuştur. Altının nisabından da dörtte biri vardır. İkisi birbirine eklenince, tam bir nisab miktarı olduğundan zekât gerekir.

Ticaret mallarının zekâtı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur ve bu kıymetlere göre zekât verilir. Bu kıymetler nisab miktarından aşağıya düşerse, zekât verilmez. Sene ortasında azalıp çoğalmalarının bir tesiri olmaz. Ticaret için olan hayvanlarda da, hayvanların sayısına veya sâime (senenin çoğunda otlayan hayvan) olmalarına bakılmaz. Bunların da kıymetleri esas alınır. Ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri, bulundukları yerdeki piyasaya göre takdir edilir.

Sene içerisinde nisab cinsinden kazanılan malların da sene sonunda zekâtı verilir. Meselâ; bir kimsenin senenin başlangıcında iki yüz dirhemi olsa, bunun üzerinden altı ay geçtikten sonra yüz dirhem kazansa, altı aydan sonra asıl paranın senesi tamam olunca zekâtı üç yüz üzerinden verir. Zekâtın nisabı senenin iki tarafında tamam olursa, sene içerisindeki nisabın noksan olması zekâtın farz olmasına zarar vermez. Meselâ; bir kimsenin sene başında iki yüz dirhemi olup, sene ortasında yüz dirhemi helâk olsa ve yine sene sonunda nisab miktarı tam olsa zekâtını verir. Bir kimse mâlik olduğu bir malın veya çeşitli malların zekâtını sene dolmadan verse sahih olur. Meselâ; bir kimsenin iki yüz dirhemi varken, o sene üzerine farz olan beş dirhemden başka dört yıllık zekât için yirmi dirhem daha verse sahih olur. Yine bir kimsenin iki yüz dirhemi olsa, üzerine lâzım olan beş dirhem iken sene tamam oluncaya kadar üç dört nisab miktarı kazanırım, diyerek dört nisab miktarının zekâtını verse sahihtir. Zîrâ zekâtın farz olmasının sebebi, malın çoğalmasıdır.

Zekâtlık malın üzerinden senenin geçmesi ise, zekâtın ödenmesinin şartıdır. Fıkıh usulünde açıklandığı üzere bir ibâdetin sebebi bulununca, o ibâdetin yapılması sahihtir. Zekâtın nisabı bulununca, sene geçmeden zekâtın verilmesi sahih olur. Zekâtın bir defada verilmesi lâzım değildir.

Kendilerinde fâiz uygulanmayan, şer’an ölçek ve tartı esasına bağlı bulunmayan mallardan zekât verilmesinde kıymetlerine bakılır. Ağırlık ve adetlerine bakılmaz. Buna göre; üzerine zekât olarak orta durumda iki koyun farz olan kimse, bunların kıymetlerini para olarak verebileceği gibi, bu ikisinin kıymetine denk iyi bir koyun vererek de zekâtını ödeyebilir. Çünkü koyunlar kıymete bağlı mallardandır. Bunlarda fâiz olmaz.
Fakat kendilerinde fâiz işlemi yürütülebilen mallarda böyle kıymete değil, ağırlığa itibar edilir. Meselâ; Zekât olarak verilmesi gereken beş kilo buğday karşılığında, dört kilo iyi cins buğday verilemez. Yine iki miskal altın yerine, bir miskal ağırlığında olup üzerindeki sanattan dolayı, iki miskal kıymetinde bulunan bir altın verilemez. Çünkü bu durumda fâiz gerçekleşir. Bu mesele, İmam-ı Âzam ile iki îmama göredir, İmam Züfer’e göre verilebilir. Çünkü kıymetleri eşittir. Kıymetler eşit olunca, kul ile Allah’u Teâlâ arasında fâiz düşünülemez.


[1] O zaman gümüşün nisabı; 641 gram olmaktadır.

[2] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 149; Serahsî, Mebsut, c. 3, s. 297.

[3] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 149.

[4] Bu hüküm, 80 gram altınla 561 gram gümüşün değerlerinin birbirine yakın olduğu zaman dikkate alınarak söylenmiştir. Çünkü ticaret mallarında zekatın nisabı, bu iki ölçüden birine göre hesap edilmesi gerekir. Şuanda 561 gram gümüşü, değer olarak altına çevirdiğimizde yaklaşık 6 gram altın yapmaktadır. Görüldüğü üzere arada çok büyük fark vardır. Günümüzde gümüş çok fazla kullanılmadığından, değeri de altına oranla çok fazla düşmüştür. İnsanlar, en fazla altını kullandıklarından dolayı altın değerini korumaktadır. Bu sebeple nisabın altına göre yapılması gerekir.