DUÂ:

Duâ lügatta; çağırmak, seslenmek, istemek ve yardım talep etmek anlamına gelmektedir. Duânın dîni terim olarak anlamı ise, insanın bütün benliği ile Allah’a yönelerek ve kabul olacağını da umarak maddî, manevî isteklerini O’na arz etmesidir.

Duânın nasıl yapılması gerektiğine dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Â’raf, Âyet 55’te şöyle buyurmaktadır:

″Ey îman edenler! Rabbinize yalvararak ve gizlice duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.″

Duâyı gizli yapmak da, âşikâre yapmak da vardır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رَكْعَتَانِ بِسِوَاكٍ أَفْضَلُ مِنْ سَبْعِينَ رَكْعَةً مِنْ غَيْرِ سِوَاكٍ وَدَعْوَةٌ فِي السِّرِّ أَفْضَلُ مِنْ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَانِيَّةِ وَصَدَقَةٌ فِي السِّرِّ أَفْضَلُ مِنْ سَبْعِينَ صَدَقَةً فِي الْعَلَانِيَّةِ (إبن النجار فر عن أبي هريرة)

″Misvak kullanılarak alınan abdest ile kılınan iki rek’at namaz, misvaksız olarak alınan abdestle kılınan yetmiş rek’at namazdan efdaldir. Gizli yapılan duâ, âşikâre olan yetmiş duâdan efdaldir. Gizlide verilen sadaka ise, âşikâre verilen yetmiş sadakadan efdaldir.″[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez″ diye buyrulmaktadır. Yani Allah’u Teâlâ duâda haddi aşanları, riyâ ile bağıra çağıra duâ edenleri sevmez. Her hususta olduğu gibi duâda da ölçülü olmak lâzımdır. Bir kimse kendi hâline lâyık olmayan bir şeyi temenni etmemelidir. Meselâ; Peygamberler mertebesine ulaşmak gibi, semâya yükselmek gibi bir şey hakkında duâ etmemelidir.

Bu hususta nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Abdullah b. Muğfel Radiyallâhu anhu, oğlunun: ″Allah’ım! Bana Cennetin sağında bir beyaz köşk ver″ diye duâ ettiğini işitmiş. Bunun üzerine ona: Oğlum! Allah’tan Cenneti iste ve Cehennemden ona sığın. Ben, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim:

إِنَّهُ سَيَكُونُ فِي هَذِهِ الْأُمَّةِ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الطَّهُورِ وَالدُّعَاءِ (د عن عبد اللّٰه بن مغفل)

″Bu ümmette bir kavim olacak, abdestte[2] ve duâda haddi aşacaklardır.″[3]

Duâ bir ibâdettir. Bu hususta da Nu’man İbn-i Beşîr Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ ثُمَّ قَرَأَ: وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى أسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ۟. (ت د عن النعمان بن بشير)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Duâ ibâdettir″ buyurdu ve sonra, Sûre-i Mü’min, Âyet 60’ı okudu: Rabbiniz buyurdu ki: ″Bana duâ edin ki, size icâbet edeyim. Bana ibâdet etmekten kibirlenip yüz çevirenler, hakir ve zelil olarak Cehenneme gireceklerdir.″[4]

Yine duâ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

أُعْطِيَتْ أُمَّتِي ثَلَاثًا لَمْ تُعْطَ إِلَّا لِلْأَنْبِيَاءِ كَانَ اللّٰه تَعَالَى إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ قَالَ اُدْعُنِي أَسْتَجِبْ لَك وَقَالَ لِهَذِهِ الْأُمَّة اُدْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ وَكَانَ اللّٰه إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ قَالَ مَا جَعَلَ عَلَيْك فِي الدِّين مِنْ حَرَج وَقَالَ لِهَذِهِ الْأُمَّة وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّين مِنْ حَرَج وَكَانَ اللّٰه إِذَا بَعَثَ النَّبِيّ جَعَلَهُ شَهِيدًا عَلَى قَوْمه وَجَعَلَ هَذِهِ الْأُمَّة شُهَدَاء عَلَى النَّاس (الترمذي الحكيم في نوادر الأصول عن عبادة بن الصامت)

Üm­metime ancak Peygamberlere verilmiş üç şey verilmiştir. Allah’u Teâlâ bir Peygamberi gönderdiği zaman ona, ″Bana duâ et, ben de sana icâbet ede­yim″ diye buyururdu. Bu ümmete de, ″Bana duâ edin ki, size icâbet edeyim″[5] diye buyurmuştur. Bir Peygamber gönderdi mi, ″Senin üzerine din­de herhangi bir zorluk kılmamıştır″ denilirdi. Allah bu ümmete de, ″Dinde size güçlük vermedi″[6] diye buyurmuştur. Allah’u Teâlâ bir Peygamber gönderdi mi, onu kendi kavmine şâhit kılardı. O, bu ümmeti de, bü­tün insanlara karşı şâhit kılmıştır.[7]

اَلدُّعَاءُ سِلَاحُ الْمُؤْمِنِ وعِمَادُ الدِّينِ وَنُورُ السَّمواتِ وَالْاَرْضِ (ع ك عن علي)

″Duâ, Mü’minin silahı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.″[8]

اَلدُّعَاءُ جُنْدٌ مِنْ اَجْنَادِ اللّٰهِ تعَالَى مُجَنَّدٌ يَرُدُّ الْقَضَاءَ بَعْدَ اَنْ يُبْرَمُ (كر عن تمير عن ابيه عن جده ابو الشيخ عد عن ابى موسى مرسلا)

″Duâ, Allah’ın ordularından bir ordudur. Kazâ yürürlüğe girdikten sonra dahi onu önler.″[9]


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 291/13; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 26180.

[2] Abdestte haddi aşmak, abdest alırken suyu israf etmektir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Peygamberimiz, abdest almakta olan Sa’d’a rastladığında: ″Bu israfta nedir Yâ Sa’d?″ diye buyurdu. Sa’d da: ″Abdestte israf olur mu Yâ Resûlallah?″ dedi. Resûlullah da: ″Evet, akan bir nehir kenarında bile olsan″ buyurdular. (Sünen-i Ebû Dâvud, Tercüme ve Şerhi, c. 1, s. 183.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Tahâre 45.

[4] Sünen-i Tirmizî, Tefsir-i Mü’min 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 358; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 1750.

[5] Sûre-i Mü’min, Âyet 60.

[6] Sûre-i Hacc, Âyet 78.

[7] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 327; Yine şâhitlikle ilgili de Sûre-i Bakara, Âyet 143 ve izahına bakınız.

[8] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1766; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3117.

[9] Râmûz’ul Ehâdîs, s. 207/12.