Şehitler ve Onlara Ait Hükümler:

Şehit lügatte; bir olaya şâhit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak gibi anlamlara gelmektedir. Dini bir terim olarak da, Allah yolunda canını fedâ eden bir Müslümana denir. Böyle bir kimseye şehit denilmesi; ölürken Allah’u Teâlâ’nın Cemâlini gördüğü, Allah’u Teâlâ’nın huzurunda diri olarak rızıklandırıldığı, bir takım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu ve Cennete gireceğine şehâdet olunduğu içindir.

Şehitler hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 169-171’de şöyle buyurmaktadır:

″Allah yolunda öldürülenleri, ölüler zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar.* O öldürülenler, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine lütfundan verdiği şeyler ile mesrur olurlar. Onlar, arkalarından kendilerine şehit olarak dâhil olamayan Mü’minler için, bir korku ve hüzün olmadığını müjdelerler.* Onlar, Allah’tan gelen bir nîmete ve ihsana nâil olacaklarını ve Allah’u Teâlâ’nın, Mü’minlerin mükâfatından bir şey zâyi etmeyeceğini de müjdelerler.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَا يَجِدُ الشَّهِيدُ مِنْ مَسِّ الْقَتْلِ إِلَّا كَمَا يَجِدُ أَحَدُكُمْ مِنْ مَسِّ الْقَرْصَةِ (ت عن أبى هريرة)

″Şehit, kendini öldüren darbenin açısını, ancak birinizin kendisine dokunan iki parmak acısını hissettiği kadar duyacaktır.″[1] Bu Hadis-i Şerif’te; şehit ölürken acı hissetmeyeceği bildirilmektedir. Bunun sebebi, ölüm anında Allah’u Teâlâ’nın cemâlini gördüğü içindir, onun güzelliğinden dolayı acı hissetmez. Bu hususa benzer bir hâdise Sûre-i Yusuf, Âyet 31’de şöyle geçmektedir:

″Azizin zevcesi, kadınların bu sözlerini işitince, onlara haber gönderip çağırdı. Ve onlar için yaslanacakları bir yer ve bıçakla kesilecek bir şeyler hazırladı. Geldiklerinde de herbirine bir bıçak verdi. Onlar kendileri için hazırlanan şeyleri (meyveleri) bıçakla keserlerken, Azizin zevcesi, Yusuf’a: ″Yanlarına çık!″ diye emretti. Yusuf çıktı. Şehrin kadınları onu yüce bir varlık olarak gördüler ve onun güzelliğinden kendi ellerini kestiler de haberleri olmadı. ″Allah’ı tenzih ederiz, bu bir insan değil, ancak kerîm (güzel) bir melektir″ dediler.

Bu Âyet-i Kerîme’de, Yusuf Aleyhisselâm’ın bir kul olduğu halde, onun güzelliğinden etkilenen kadınların, elindeki bıçakla kendi parmaklarını kestikleri halde hiçbir acı hissetmedikleri bildirilmektedir. İşte şehit olan bir kimse de, ölüm anında Allah’u Teâlâ’nın Cemâlini gördüğü için, onun güzelliğinden hiçbir acı hissetmez.

Şehitliğin mükâfatı hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

لِلشَّهِيدِ عِنْدَ اللّٰهِ سِتُّ خِصَالٍ يَغْفِرُ لَهُ فِي أَوَّلِ دُفْعَةٍ مِنْ دَمِهِ وَيُرَى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ وَيُجَارُ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَيَأْمَنُ مِنَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ وَيُحَلَّى حُلَّةَ الْإِيمَانِ وَيُزَوَّجُ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ وَيُشَفَّعُ فِي سَبْعِينَ إِنْسَانًا مِنْ أَقَارِبِهِ (ه عن المقدام بن معديكرب)

″Şehidin Allah katında altı özelliği vardır. Kanının ilk damlası ile günah­ları bağışlanır. Cennetteki yeri kendisine gösterilir. Kabir azâbından korunur. En büyük korkudan (Cehennem korkusundan) emin olur. Îman elbisesi kendisine giydirilir. Hûruliyn ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş (Müslüman) kişi hakkında şefaat etmesi kabul edilir.″[2]

اَلشُّهَدَاءُ ثَلَاثَةٌ: رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ، يُرِيدُ أَلَّا يُقْتَلَ وَلَا يَقْتُلَ وَلَا يُقَاتِلَ، يُكَثِّرُ سَوَادَ الْمُسْلِمِينَ، فَإِنْ مَاتَ وَقُتِلَ غُفِرَتْ لَهُ ذُنُوبُهُ كُلُّهَا، وَأُجِيرَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَأُومِنَ مِنَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ، وَزُوِّجَ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ، وَحُلَّتْ عَلَيْهِ حُلَّةُ الْكَرَامَةِ، وَوُضِعَ عَلَى رَأْسِهِ تَاجُ الْوَقَارِ وَالْخُلْدِ، وَالثَّانِي: رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا يُرِيدُ أَنْ يَقْتُلَ وَلَا يُقْتَلَ، فَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ كَانَتْ رُكْبَتُهُ مَعَ رُكْبَةِ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلِ الرَّحْمَنِ، بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ، وَالثَّالِثُ : رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا، يُرِيدُ أَنْ يَقْتُلَ وَيُقْتَلَ، فَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ شَاهِرًا سَيْفَهُ وَاضِعَهُ عَلَى عَاتِقِهِ وَالنَّاسُ جَاثُونَ عَلَى الرُّكَبِ، يَقُولُ: أَلَا أَفْسِحُوا لَنَا مَرَّتَيْنِ، فَإِنَّا قَدْ بَذَلْنَا دِمَاءَنَا وَأَمْوَالَنَا لِلّٰهِ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ قَالُوا ذَلِكَ لِإِبْرَاهِيمَ خَلِيلِ الرَّحْمَنِ أَوْ لِنَبِيٍّ مِنَ اَلْأَنْبِيَاءِ لَتَنَحَّى لَهُمْ عَنِ الطَّرِيقِ؛ لِمَا يَرَى مِنْ وَاجِبِ حَقِّهِمْ، حَتَّى يَأْتُوا مَنَابِرَ مِنْ نُورٍ عَنْ يَمِينِ الْعَرْشِ، فَيَجْلِسُونَ فَيَنْظُرُونَ كَيْفَ يُقْضَى بَيْنَ النَّاسِ، لَا يَجِدُونَ غَمَّ الْمَوْتِ، وَلَا يَغْتَمُّونَ فِي الْبَرْزَخِ، وَلَا تُفْزِعُهُمُ الصَّيْحَةُ، وَلَا يُهِمُّهُمُ الْحِسَابُ وَلَا الْمِيزَانُ وَلَا الصِّرَاطُ، يَنْظُرُونَ كَيْفَ يُقْضَى بَيْنَ النَّاسِ، وَلَا يَسْأَلُونَ شَيْئًا إِلَّا أُعْطُوا، وَلَا يَشْفَعُونَ فِي شَيْءٍ إِلَّا شُفِّعُوا فِيهِ، وَيُعْطَوْنَ مِنَ الْجَنَّةِ مَا أَحَبُّوا، وَيَنْزِلُونَ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ أَحَبُّوا (البزار والبيهقي عن أنس بن مالك)

″Şehitler, üç sınıftır. Biri Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar, ancak ne öldürmeyi ne de ölmeyi düşünür, sâdece düşmana karşı Müslümanların sayısını fazla gösterir. Bu kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman bütün günahları bağışlanır, kabir azabından uzak tutulur, kıyâmet günündeki büyük korkudan emin kılınır, Cennet hurileri ile evlendirilir, kendisine kerâmet giysisi giydirilir. Başına sonsuzluk ve vakar tacı konulur.

Bir diğeri Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak, Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar. Gâyesi öldürülmeden düşmanları öldürmektir. Böylesi bir kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman, Halîlurrahman olan İbrâhim Aleyhisselâm’ın dizinin dibinde olur. Allah’u Teâlâ’nın, O kudretli hükümrânın huzurunda sıdk makâmında oturur.

Üçüncüsü de Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak canını ve malını ortaya koyup cihada çıkar, gâyesi hem öldürmek, hem de öldürülmektir. Böylesi bir kişi de öldüğü veya öldürüldüğü zaman, mahşer gününde kılıcını çekip omuzuna dayamış bir şekilde gelir, tüm insanlar diz üstü çökmüşken, iki defa ″Bize yol verin, biz ki canımızı ve malımızı Allah yolunda fedâ ettik″ der. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ″Yol verin″ sözünü Halîlurrahman olan İbrâhim Aleyhisselâm’a veya başka bir Peygambere dahi söyleyecek olsa, onlar bile böylesi bir kişinin değeri ve hakkı karşısında ona yol açarlar. Böylesi kişiler Arş’ın sağında bulunan nurdan minberlere gelip otururlar. Oradan insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. Aslâ ölüm derdi çekmezler. Berzahta (kabir âleminde) üzüntüye mâruz kalmazlar. Kıyâmet günündeki o çığlıktan korkmazlar. Hesap, mizan ve sırat derdi taşımazlar. Oturdukları yerden insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. İstedikleri her şey kendilerine verilir. Bir konuda ettikleri şefaat kabul edilir. Cennetten istedikleri kendilerine verilir. Cennet içinde istedikleri yere yerleşirler.[3]

Biz Hanefilere göre; savaşta şehit olan kişi yıkanmaz. Fakat namazı kılınır. Hasan Basrî Hazretlerine göre; hem yıkanır hem de namazı kılınır. Hasan Basrî Hazretleri, ″Yıkamak insanoğlundan ölenlere özgü sünnettir″ der. Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ آدَمَ لَمَّا مَاتَ غَسَّلَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَصَلَّوْا عَلَيْهِ ثُمَّ قَالُوا: هَذِهِ سُنَّةُ مَوْتَاكُمْ يَا بَنِي آدَمَ. (ك طس عن أبى بن كعب)

″Âdem Aleyhisselâm ölünce melekler onu yıkadılar, namazını kıldılar ve şöyle dediler: Ey Âdemoğlu! Bu, sizin ölülerinizin sünnetidir.″[4] Şehit de eceliyle ölmüştür. Ayrıca ölüyü yıkamak bir tür onu temizlemektir. Hattâ üzerine namaz kılmak, yıkadıktan sonra câiz olur. Şehidin üzerine de namaz kılınır. Aynı şekilde onun için bir temizleme olsun diye yıkanır. Uhut şehitleri, o savaşta pek çok Sahâbe yaralandığı için yıkanmamıştır. Suyu Medîne’den taşıyıp onları yıkamak Sahabîler için çok zor olacaktı. Çünkü yaraları genellikle ellerindeydi. Bundan dolayı onlar mâzeretli sayıldılar.

Biz Hanefiler ise şu Hadis-i Şerif’e dayanıyoruz. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Uhud şehitleri hakkında şöyle buyurmuştur:

زَمِّلُوهُمْ بِدِمَائِهِمْ وَلَا تُغَسِّلُوهُمْ فَإِنَّهُ مَا مِنْ جَرِيحٍ يُجْرَحُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ إلَّا وَهُوَ يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَأَوْدَاجُهُ تَشْخَبُ دَمًا اللَّوْنُ لَوْنُ الدَّمِ وَالرِّيحُ رِيحُ الْمِسْكِ.

″Onları kanlarıyla gömün ve yıkamayın. Çünkü Allah yolunda yaralanan her yaralı, mahşer gününde şah damarından kan akarken gelir. renk kan rengi, koku ise misk kokusudur.″ [5] Hasan Basrî Hazretlerinin bu husustaki görüşü doğru değildir. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, teyemmümü emretmemiştir. Eğer yıkamayı terketmek, su olmadığı zaman ölünün yıkanması mümkün değildir gibi bir özürden dolayı olsaydı, Peygamberimiz Sallallâhua leyhi ve sellem onlara teyemmüm etmeyi emrederdi. Ayrıca Uhud şehitleri yıkanmadığı gibi, Ukbe b. Âmir Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre; Bedir şehitleri de yıkanmamıştır. Bu zaruret o gün yoktu. Aynı şekilde Hendek ve Hayber şehitleri de yıkanmamıştır. Öyleyse şehidin yıkanmayacağı açıkça ortadadır.[6]

Hanefilere göre, şehitler üzerine de cenâze namazı kılınır. Zîrâ bu hususta şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَّى عَلَى شُهَدَاءِ أُحُدٍ صَلَاتَهُ عَلَى الْجِنَازَةِ.

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Uhud şehitlerinin üzerine, cenâze üzerine namaz kıldığı gibi namaz kıldı.″[7] Hattâ Hz. Hamza üzerine yetmiş defa namaz kıldığı rivâyet edilmiştir. Hz. Hamza Efendimizin cenâzesi, Peygamber Efendimizin önüne kondu. Diğer şehitler de birer birer getirilip orada Peygamberimiz tarafından namazları kılındı. Râvi bu olaydan dolayı, Peygamber Efendimizin her defasında Hz. Hamza üzerine namaz kıldığını zannederek, onun üzerine yetmiş defa namaz kıldı demiştir.[8]

Şehitler hükmî ve hakîki diye iki kısma ayrılır:

1- Hükmî şehit: Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadis-i Şerif’lerde şehitlerin belirtildiği vasıflar üzere ölen ve insanlar tarafından da şehit olarak kabul edilip muamelesi ona göre yapılan kimselerdir. Bu şeklide ölen şehitler, kâmil ve dünyevî şehit diye iki kısma ayrılır.

Kâmil şehit: Dünyâ ve âhiret itibariyle şehit olanlardır. Bunlar, hem Allah katında hem de insanlar yanında şehittirler.

Bu şehitler, harp meydanında düşman tarafından, devlete karşı gelen isyancılar tarafından herhangi bir silahla, yangın veya boğulmakla öldürülen yahut harp meydanında düşman tarafından öldürüldüğüne dair bir alâmet olduğu halde bulunan kimselerdir. Bu şehitler kanları ve elbiseleri ile yıkanmadan, cenâze namazı kılınarak defnolunur. Ancak kefen olmaya elverişli olmayan kürk, miğfer, zırh ve silah gibi şeyler üzerinden çıkartılır. Sünnet olan kefene riâyet etmek için kefenden noksan olanı tamamlanır ve fazla olanı da çıkartılır. Bunların elbiseleri ve kanlarıyla defnedilmesinin sebebi; Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Uhud şehitleri hakkında:

زَمِّلُوهُمْ بِكُلُومِهِمْ وَدِمَائِهِمْ وَلَا تُغَسِّلُوهُمْ. وَفِى رِوَايَةٍ: لَا تُغَسِّلُوهُمْ فَإِنَّ كُلَّ جُرْحٍ يَفُوحُ مِسْكًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ.

″Onları yaraları ve kanlarıyla defnedin, yıkamayın.″ Bir rivâyette de: ″Onları yıkamayın, çünkü mahşer gününde her yara misk-i amber gibi koku saçacak″[9] diye buyurdukları içindir. Bunlar da Uhud şehitleri hükmündedirler.

Yine malını, canını, ırzını ve Müslümanları veya Müslümanların koruması altında bulunan gayr-i müslimleri korurken haksız yere öldürülen bir Müslüman da böyledir. Bu gibi şehitler kâmil şehittir. Hem dünyâ, hem de âhiret bakımından şehittirler.

Her kim yol kesiciler tarafından veya kendi malını korurken öldürülürse, aynı şekilde yıkanmaz. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ (خ ن عن عبد اللّٰه بن عمرو)

″Her kim malını korurken öldürülürse o şehittir.″[10]

Biz Hanefilere göre; şehirde haksız yere silahla öldürülen kişi de, aynı şekilde yıkanmaz. Haksız yere kasıtlı olarak öldürme, kısası gerektirir. Bu sebeple cephede ölen şehit gibi yıkanmadan defnedilir. Hanefilerin bu husustaki delili, Hz. Osman Efendimizin de şehit edildiğinde yıkanmadan defnedilmiş olmasıdır. Eğer bir kimse silahın dışında başka bir şeyle öldürülmüş olarak bulunsa, yıkanır. İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf’a göre; kişinin taş veya büyük bir değnekle öldürülmesi ile silahla öldürülmesi arasında fark yoktur. İmam-ı Âzam’a göre ise, taş veya değnekle öldürülmesi durumunda yıkanır. Bu farklı görüşler, onların bu âletlerle öldürme durumunda kısasın şart olup olmaması konusundaki görüş ayrılıklarına dayanır. Burada fetvâ, İmam-ı Âzam’a göredir.[11]

İmam-ı Âzam’a göre; böyle öldürülen çocuk, cünüp, deli, âdet gören veya lohusa kadın olursa yıkanır. Kılıç günahı yok eder. Çocuk ile delinin günahı bulunmadığından, bunlar Uhud şehitleri mânâsında olmadığından yıkanırlar. Cünübün şehâdeti yıkanmaya mânidir. Fakat cenâbeti kaldırıcı olduğu bilinmemektedir. Bu takdirde yıkanması lâzımdır. Âdet gören kadın ile lohusa kadın cünüp gibi kabul edilmiştir. Hanzala b. Ebû Âmir-i Sekafî Radiyallâhu anhu şehit olduğunda, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Melekler Hanzala’yı yıkadılar″ buyurmuşlardır. Hattâ bu husus merak edilerek hanımından sorulduğunda, ″Cünüptü, cihad için çağrı yapılınca eline kılıcı alıp acele olarak gitti″ diye cevap verince, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Ashâbına hitap ederek:

لِذَلِكَ غَسَّلَتْهُ الْمَلَائِكَةُ.

″Bundan dolayı melekler onu yıkadı″[12] buyurmuştur.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, şehit olan hiçbir kimse yıkanmaz. Zîrâ şehitte yıkanmanın düşmesi, haksız yere öldürülmesinin eserini ortaya koymak içindir. Çocukla, delinin öldürülmesindeki haksızlık daha fazladır. Bu takdirde yıkanmanın bunlardan düşmesi daha lâyıktır. Cünüp, âdet gören kadın veya lohusanın vâcip olan yıkanmaları da öldürülerek şehit oldukları için düşmüştür.

Bu meselede Hanefi ulemâsı, İmam-ı Âzam’ın kavli (görüşü) üzere fetvâ vermişler ve bu durumda olan şehitlerin yıkanmaları gerektiğini söylemişlerdir.

Bir kimse şehirde ölü olarak bulunsa, o kimsenin kasten haksız yere öldürüldüğü bilinmese yıkanır. Zîrâ bu kimsenin öldürülmesinden ötürü diyet lâzım geldiği için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. Eğer o kimsenin kasten haksız olarak öldürüldüğü bilinip, katili de bulunursa yıkanmaz. Zîrâ bu öldürme diyeti değil, kısâs cezâsını gerektirir ve bunu öldüren kimse, cezâsını dünyâda görmese de âhirette mutlaka görecektir.

Kişi savaş meydanından diri olarak taşınıp sonra evinde veya kişilerin ellerinde ölse, yıkanır. Bu kimselere ″Mürtes″ denir. Mürtes; Allah yolunda mücâdele ederken düşman tarafından yaralanarak bir tarafa çekilen ve biraz yiyip içtikten veya konuştuktan yahut uyuduktan ya da ilaç aldıktan sonra veya bilinci yerinde olarak bir namaz vakti geçtikten sonra vefat eden Müslümandır. Harp sona ermeden, bu kimseler ″Mürtes″ sayılmazlar. Mürtes olan kişinin, her ne kadar şehit olduğunda şüphe yok ise de, yıkanarak defnedilmesi gerekir. Nitekim Hz. Ömer ile Hz. Ali Radiyallâhu anhumâ yaralandıktan sonra evlerine götürüldüler ve vefat edince de yıkanarak defnedildiler. İkisinin de şehit olduğunda hiç şüphe yoktur. Hulefâ-i Râşidin’den Hz. Osman Radiyallâhu anhu ise, saldırıya uğradığı yerde vefat ederek şehit olmuş ve böylece onun cenâzesi yıkanmadan defnedilmiştir. Bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

صَعِدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُحُدًا وَمَعَهُ أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ وَعُثْمَانُ فَرَجَفَ وَقَالَ اسْكُنْ أُحُدُ أَظُنُّهُ ضَرَبَهُ بِرِجْلِهِ فَلَيْسَ عَلَيْكَ إِلَّا نَبِيٌّ وَصِدِّيقٌ وَشَهِيدَانِ (خ عن انس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir ara Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman Radiyallâhu anhum ile beraber Uhud dağına çıkmıştı. Orada bulundukları sırada Uhud’da zelzele oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: Ey Uhud, sâkin ol! Senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehit bulunmaktadır.″[13]

Bir kişi, üzerinde hiçbir iz olmaksızın harp meydanında ölü olarak bulunsa yıkanır. Çünkü öldürülen; kendiliğinden ölenden bir iz ile ayrılır. Üzerinde herhangi bir iz olmadığında, canının çıkması düşmandan olan öldürme ile değil de, iki safın karşılaşması anında korkunun şiddetinden kalbinin perdesi yırtılarak ölmüş olabilir. Korkakların başlarına bu tür şeyler gelebilir. Üzerinde bir iz bulunursa yıkanmaz. Onun ölümüne bu yaranın neden olduğu veya düşman tarafından olduğu açıktır. Çünkü iki safın kavuşması bunun için olur. Kural şudur; hüküm, bir nedenin peşinden ortaya çıkarsa o nedene dayandırılır. Şayet kan bâzı deliklerden çıkıyorsa bakılır; eğer içteki bir yaradan değilde, burun, dübür ve tenâsul uzvu gibi yerden çıkıyorsa yıkanır. Çünkü bâzen kişi de burun kanaması olabilir. Bâzen korkunun şiddetinden kan işeyebilir. Bâzen kan içte herhangi bir yara olmaksızın dışkı deliğinden çıkabilir. Eğer kan, kulağından veya gözünden çıkıyorsa yıkanmaz. Çünkü kan bu iki bölgeden ancak içteki bir yara nedeniyle çıkar. Öyleyse, başına vurulan bir darbe nedeniyle kulak ve gözünden kanın çıktığı açıkça ortadadır. Ağzından kan çıkma durumunda ise, eğer kan başından (geniz kısmından) geliyorsa yıkanır. Yaranın ağız tarafından veya burun tarafından olması aynıdır. Eğer kan, karnından (içerden ağza) geliyorsa, yıkanmaz. Çünkü kan, karından ancak içteki bir yara nedeni ile gelir.

Dünyevî şehit: Dünyâ itibariyle şehit olanlardır. Bunlar, insanlar tarafından şehit olarak görülse de Allah katında şehit değildirler.

Münâfık olduğu halde görünüşte Müslüman sanılan ve savaşta Müslümanların safında bulunurken düşman tarafından öldürülen bir şahısa dünyâ ahkâmı itibariyle şehit denir. Bunun da görünüş hâli esas alınarak yıkanmaz, üzerine namaz kılınıp elbisesi ile defnolunur.

Bu tür insanlar, kalpleri bilinmediğinden ve zahire göre hüküm verildiğinden şehit muamelesine tâbi tutulurlar. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

كَمْ مِمَّنْ أَصَابَهُ السِّلَاحُ وَلَيْسَ بِشَهِيدٍ وَلَا حَمِيدَ وَكَمْ مِمَّنْ قَدْ مَاتَ عَلَى فِرَاشِهِ حَتْفَ أَنْفِهِ عِنْدَ اللّٰهِ صَدِّيقٌ وَشَهِيدٌ (ابو الشيخ حل عن ابى ذر)

″Nice silahla vurulup öldürülenler var ki, şehit değildir. Övülmüş de değildir. Yemin ederim ki, nice kendi döşeğinde eceli ile ölen var ki, hem sıddîktir, hem de şehit.″[14]

أَنَّ اللّٰهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ يَنْزِلُ إِلَى الْعِبَادِ لِيَقْضِيَ بَيْنَهُمْ وَكُلُّ أُمَّةٍ جَاثِيَةٌ فَأَوَّلُ مَنْ يَدْعُو بِهِ رَجُلٌ جَمَعَ الْقُرْآنَ وَرَجُلٌ يَقْتَتِلُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَرَجُلٌ كَثِيرُ الْمَالِ فَيَقُولُ اللّٰهُ لِلْقَارِئِ أَلَمْ أُعَلِّمْكَ مَا أَنْزَلْتُ عَلَى رَسُولِي قَالَ بَلَى يَا رَبِّ قَالَ فَمَاذَا عَمِلْتَ فِيمَا عُلِّمْتَ قَالَ كُنْتُ أَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ فَيَقُولُ اللّٰهُ لَهُ كَذَبْتَ وَتَقُولُ لَهُ الْمَلَائِكَةُ كَذَبْتَ وَيَقُولُ اللّٰهُ بَلْ أَرَدْتَ أَنْ يُقَالَ إِنَّ فُلَانًا قَارِئٌ فَقَدْ قِيلَ ذَاكَ ِ(ت عن ابى هريرة)

Allah’u Teâlâ mahşer günü, kulları arasına hükmetmek için iner. Her ümmet diz üstü çöker. İlk çağırılacak olan insan, Kur’ân ezberleyen kişidir. Sonra malı çok olan kişi ve Allah yolunda öldürülen kişidir.

Allah’u Teâlâ, Kur’ân okuyana der ki: ″Ben sa­na Peygamberime indirdiğimi öğretmedim mi?″ O da: ″Evet Yâ Rabbi!″ der. Allah’u Teâlâ: ″Peki, sana öğrettiğimle ne yaptın?″ diye sorar. O da: ″Gece gündüz elimden bırakmadım, de­vamlı okudum″ diye cevap verince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Sen filan ne güzel okuyor desinler, diye okudun. Nitekim de öyle oldu. Ne güzel Kur’ân okuyor, dediler.″

Sonra malı çok olan adam getirilir ve ona da Allah’u Teâlâ der ki: ″Sana bol mal vermedim mi? Seni kimse­ye muhtaç olmayacak duruma getirmedim mi?″ O da: ″Evet Yâ Rabbi!″ der. Allah’u Teâlâ: ″Peki, o malı ne yaptın?″ diye sorar. O da: ″Akrabaya ikram ettim, sadakalar ve zekâtlar verdim″ diye cevap verince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Sen verirken filan kimse ne kadar cömerttir, desinler diye verdin. Nitekim de öyle denildi.″

Sonra Allah yolunda öldürülen ge­tirilir ve ona da Allah’u Teâlâ der ki: ″Sen neden öldürüldün?″ O da: ″Yolunda savaşırken öldürüldüm″ deyince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Filan adam ne kadar kahraman ve yiğit bir adam­dır, desinler diye savaştın ve öldürüldün. Nitekim öyle de denildi.″

Ondan sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem dizime vurup buyurdu ki: ″Yâ Ebû Hüreyre! İşte o üçler var ya, üzer­lerine Cehennem ateşi tutuşturulacak olan ilk insanlardır.″[15]

إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ وَإِنَّمَا لِامْرِئٍ مَا نَوَى (خ م عن عمر بن الخطاب)

″Şüphesiz ki, bütün ameller niyete göredir. Herkes yaptığı amelin karşılığını niyetine göre alır.″[16]

2- Hakikî şehit (uhrevî şehit): Âhiret itibariyle şehit olanlardır. Bunlar, insanlar tarafından şehit olduğu bilinmese de Allah katında şehittirler. Hükmî şehitte aranan vasıfların çoğu, hakikî şehitte yoktur. Bunların şehâdetleri Hadis-i Şerif’lere veya Hadis-i Şerif’lere kıyasla fukahânın görüşlerine dayanmaktadır.

Hatâ yolu ile öldürülüp vârislerine diyet adı altında bir mal verilmesi gereken bir Müslüman da, âhirette sevaba kavuşma yönünden şehit sayılırsa da, dünyâ ahkâmı bakımından şehit sayılmaz. Bunun için diğer ölüler gibi yıkanır, kefene konur ve namazı kılındıktan sonra defnolunur. Bu kimse yalnız âhiret ahkâmı itibariyle şehit sayılan bir Müslümandır.

Vebâdan, ishalden, suda boğularak ve bina altında kalarak ölenler gibi Hadis-i Şerif’lerde belirtilen kişiler, âhirette sevaba kavuşma yönünden şehit sayılsalar da, dünyâ ahkâmı bakımından şehit sayılmazlar. Bu sebeple yıkanıp kefenlenerek defnedilirler.

Bu şehiter hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ مَا تَقُولُونَ فِي الشَّهِيدِ فِيكُمْ قَالُوا الْقَتْلُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ قَالَ إِنَّ شُهَدَاءَ أُمَّتِي إِذًا لَقَلِيلٌ مَنْ قُتِلَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَالْمَبْطُونُ شَهِيدٌ وَالْمَطْعُونُ شَهِيدٌ (ه عن أبى هريرة) قَالَ سُهَيْلٌ وَأَخْبَرَنِي عُبَيْدُ اللّٰهِ بْنُ مِقْسَمٍ عَنْ أَبِي صَالِحٍ وَزَادَ فِيهِ وَالْغَرِقُ شَهِيدٌ.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Sahâbilere: ″İçinizde kimleri şehit sayıyorsunuz?″ diye sordu. Sahâbiler: ″Yâ Resûlallah! Her kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O halde ümmetimin şehitleri gerçekten pek azdır″ buyurdu. Sahâbiler: ″Yâ Resûlallah! Öyleyse kimler şehittir?″ diye sordular. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Her kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir. Her kim Allah yolunda ölürse o da şe­hittir. Her kim vebâdan ölürse o da şehittir. Her kim ishalden ölürse o da şehittir″ buyurdu. Bir rivâyette de ziyâdeyle; ″Suda boğulan da şehittir″ diye geçmektedir.[17]

Yine âhiret itibariyle şehit olanlar hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

مَنْ مَاتَ غَرِيبًا مَاتَ شَهِيدًا وَوُقِيَ فَتَّانَاتِ الْقَبْرِ وَغُدِيَ وَرِيحَ عَلَيْهِ بِرِزْقِهِ مِنَ الْجَنَّةِ.

″Garip[18] olarak ölen şehit olur. Kabir ibtilâsından emin olur, gıdalanır ve Cennetten rızkının rüzgârı kendisine estirilir ve kokusunu alır.″[19]

مَنْمَاتَ يَوْمَ الْجُمُعَةِأَوْلَيْلَةَ الْجُمُعَةِ أُجِيرَمِنْعَذَابِ الْقَبْرِ وَجَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ طَابَعُ الشُّهَدَاءِ (حل عن جابر)

″Her kim Cuma günü veya Cuma gecesi ölse, kabir azabından kurtulur ve mahşer günü şehitlerin üniformasıyla gelir.″[20]

مَنْ أَتَاهُ الْمَوْتُ وَهُوَ عَلَى وَضُوءٍ أُعْطِيَ الشَّهَادَةَ (طس عن أنس)

″Kim abdestli iken kendisine ölüm meleği gelse, ona şehitlik mertebesi verilir.″[21]

اَلشَّهَادَةُ سَبْعٌ سِوَى الْقَتْلِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ الْمَطْعُونُ شَهِيدٌ وَالْغَرِقُ شَهِيدٌ وَصَاحِبُ ذَاتِ الْجَنْبِ شَهِيدٌ وَالْمَبْطُونُ شَهِيدٌ وَصَاحِبُ الْحَرِيقِ شَهِيدٌ وَالَّذِي يَمُوتُ تَحْتَ الْهَدْمِ شَهِيدٌ وَالْمَرْأَةُ تَمُوتُ بِجُمْعٍ شَهِيدٌ (د جابر بن عتيك) فِى آخِرِ الْحَدِيثِ: وَالنُّفَسَاءُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ شَهِيدٌ (ن عن عقبة بن عامر)

″Allah yolunda öldürülmekten başka yedi tane daha şehitlik vardır. Vebâdan (salgın hastalık sebebiyle) ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Karın hastalığından ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen kadın şehittir.″[22] Rivâyet edildiğine göre; ″Hâmile veya bâkire iken ölen kadın şehittir″ diye buyrulmuştur.

اَلْحُمَّي شَهَادَةٌ (فر عن أنس)

Hummadan dolayı (salgın hastalık sebebiyle) ölen şehittir.[23]

مَنْ مَاتَ مَرِيضًا مَاتَ شَهِيدًا وَوُقِيَ فِتْنَةَ الْقَبْرِ وَغُدِيَ وَرِيحَ عَلَيْهِ بِرِزْقِهِ مِنْ الْجَنَّةِ (ه عن أبى هريرة)

″Her kim hasta olarak ölürse, şehit olarak ölmüş olur. Kabir fitnesinden korunur. Sabah, akşam Cennetten rızıklandırılır.″[24]

وَالطَّاعُونُ شَهَادَةٌ وَالنُّفَسَاءُ شَهَادَةٌ وَالْحَرْقُ شَهَادَةٌ وَالْغَرْقُ شَهَادَةٌ والسُّلُّ شَهَادَةٌ وَالْبَطْنُ شَهَادَةٌ (طس عن سلمان)

″Vebâdan ölmek bir şehadettir. Lohusayken ölmek bir şehadettir. Yanarak ölmek bir şehadettir. Suda boğularak ölmek bir şehadettir. Veremden ölmek bir şehadettir. Karın hastalığından ölmek bir şehadettir.″[25]

اَلْغَرِيقُ شَهِيدٌ وَالْحَرِيقُ شَهِيدٌ واْلغَرِيبُ شَهِيد وَالْمَلْدُوغُ شَهِيدٌ وَالْمَبْطُونُ شَهِيدٌ وَمَنْ يَقَعُ عَلَيهِ الْبَيْتُ فَهُوَ شَهِيدٌ وَالْغَيرَي عَلَي زَوْجِهَا كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ فَلَهِا اَجْرٌ شَهِيدٍ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ نَفْسِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ اَخِيهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَ مَنْ قُتِلَ دُونَ جَارِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَاْلاَمْرُ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهِي عَنِ الْمُنْكَرِ فَهُوَ شَهِيدٌ (ابن عساكر عن علي)

Suda boğulan şehittir. Ateşte yanan şehittir. Garip olarak ölen şehittir. Akrep veya yılan tarafından sokulan şehittir. Karın hastalığına yakalanıp ölen şehittir. Üzerine ev yıkılıp da ölen şehittir. Kocasını kıskandığı halde ona itaat eden kadın da Allah yolunda savaşan kimse gibidir, onun için bir şehit sevabı vardır. Malı uğrunda öldürülen şehittir. Canı uğrunda öldürülen şehittir. Kardeşi uğrunda öldürülen şehittir. Komşusu uğrunda öldürülen şehittir. Emri bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker görevini yaparken öldürülen kişi de şehittir.[26] Bir yırtıcı hayvan tarafından parçalanarak öldürülen veya yenilen kimseler de şehit olarak görülmüştür.

اَلْمَقْتُولُ دُونَ مَالِهِ شَهِيدٌ وَالْمَقْتُولُ دُونَ أَهْلِهِ شَهِيدٌ وَالْمَقْتُولُ دُونَ نَفْسِهِ شَهِيدٌ (طب عن ابن عباس)

″Malı uğrunda öldürülen şehittir. Ailesi uğrunda öldürülen şehittir. Canı uğrunda öldürülen şehittir.″[27]

مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ أَهْلِهِ أَوْ دُونَ دَمِهِ أَوْ دُونَ دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ (د عن سعيد بن زيد)

″Her kim malı uğrunda öldürülürse, o şehittir. Her kim ailesi veya kanı yahut dîni uğrunda öldürülürse, o şehittir.″[28]

مَنْ قُتِلَ دُونَ مَظْلَمَتِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ (حم عن ابن عباس ن عن أبى جعفر)

″Kendisine yapılan haksızlığı önlemek uğruna öldürülen kişi şehittir.″[29]

مَنْ قَاتَلَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ فُوَاقَ نَاقَةٍ فَقَدْ وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ وَمَنْ سَأَلَ اللّٰهَ الْقَتْلَ مِنْ نَفْسِهِ صَادِقًا ثُمَّ مَاتَ أَوْ قُتِلَ فَإِنَّ لَهُ أَجْرَ شَهِيدٍ زَادَ ابْنُ الْمُصَفَّى مِنْ هُنَا وَمَنْ جُرِحَ جُرْحًا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ أَوْ نُكِبَ نَكْبَةً فَإِنَّهَا تَجِيءُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَأَغْزَرِ مَا كَانَتْ لَوْنُهَا لَوْنُ الزَّعْفَرَانِ وَرِيحُهَا رِيحُ الْمِسْكِ وَمَنْ خَرَجَ بِهِ خُرَاجٌ فِي سَبِيلِ اللّٰهَ فَإِنَّ عَلَيْهِ طَابَعَ الشُّهَدَاءِ (د ن عن معاذ بن جبل)

″İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihat yapmayı temenni eden bir kimse, daha sonra ölse de, öldürülse de şehit sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda düşmanın sebep olmadığı bir musîbetle bile yaralansa bu yara, mahşer günü olduğundan daha ağır, rengi zaferân renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihap gibi bir yara açılacak olsa, bu da onun için şehitlik mührü olur.″[30]

مَنْ سَأَلَ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ الشَّهَادَةَ بِصِدْقٍ بَلَّغَهُ اللّٰهُ مَنَازِلَ الشُّهَدَاءِ وَإِنْ مَاتَ عَلَى فِرَاشِهِ (ن م عن سهل بن حنيف)

″Kim samimi bir kalple Allah’tan şehit olmayı dilerse, yatağında da ölse, Allah’u Teâlâ onu şehitlerin makamına eriştirir.″[31]

مَنْ قَالَ حِينَ يُصْبِحُ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ أَعُوذُ بِاللّٰهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ وَقَرَأَ ثَلَاثَ آيَاتٍ مِنْ آخِرِ سُورَةِ الْحَشْرِ وَكَّلَ اللّٰهُ بِهِ سَبْعِينَ أَلْفَ مَلَكٍ يُصَلُّونَ عَلَيْهِ حَتَّى يُمْسِيَ وَإِنْ مَاتَ فِي ذَلِكَ الْيَوْمِ مَاتَ شَهِيدًا وَمَنْ قَالَهَا حِينَ يُمْسِي كَانَ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ (ت عن معقل بن يسار)

Her kim sabahı ettiğinde üç defa ″Eûzu billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racim″ deyip de Haşr Sûresi’nin son üç âyetini okuyacak olursa, Allah’u Teâlâ ona, akşamı edinceye kadar duâ edecek yetmiş bin melek gönderir. Şâyet o gün ölürse şehit olarak ölür. Her kim bunu akşamleyin (akşam namazından sonra) oku­yacak olursa, onun için de aynı şey söz konusudur.[32]

مَنْ صَلَّى لَيْلَةَ الْخَمِيسِ مَا بَيْنَ الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ رَكْعَتَيْنِ يَقْرَأُ فِي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ وَآيَةَ الْكُرْسِيِّ خَمْسَ مَرَّاتٍ وَقُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ خَمْسَ مَرَّاتٍ وَالْمُعَوَّذَتَيْنِ خَمْسَ مَرَّاتٍ فَإِذَا فَرَغَ مِنْ صَلَاتِهِ اسْتَغْفَرَ اللّٰهَ تَعَالَى خَمْسَ عَشْرَةَ مَرَّةً وَجَعَلَ ثَوَابَهُ لِوَالِدَيْهِ فَقَدْ أَدَّى حَقَّ وَالِدَيْهِ عَلَيْهِ وَإِنْ كَانَ عَاقًّا لَهُمَا وَأَعْطَاهُ اللّٰهُ تَعَالَى مَا يُعْطِي الصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ (أبو موسى المديني وأبو منصور الديلمي في مسند الفردوس عن أبى هريرة)

″Perşembe gecesi akşam ile yatsı arası iki rek’at namaz kılıp her rek’atında Fatihâ’dan sonra beşer kere Âyete’l-Kürsi ve Muavvezeteyn’i okur ve namazdan sonra on kere istiğfar eder sevabını anne ve babasına bağışlarsa, onlara âsi olmuş olsa da haklarını ödemiş sıddîk ve şehitler mertebesine yükselmiş olur.″[33]

تَرْكُ الدُّنْيَا أَمَرٌّ مِنَ الصَّبْرِ وَأَشَدُّ مِنْ حَطْمِ السُّيُوفِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَلَا يَتْرُكْهَا لِلّٰهِ أَحَدٌ إِلَّا أَعْطَاهُ اللّٰهُ مِثْلَ مَا يُعْطِي الشُّهَدَاءَ وَتَرْكُهَا قِلَّةُ الأَكْلِ وَالشَّبَعِ وَبُغْضُ الثَّنَاءِ مِنَ النَّاسِ فَإِنَّهُ مَنْ أَحَبَّ الثَّنَاءَ مِنَ النَّاسِ أَحَبَّ الدُّنْيَا وَنَعِيمِهَا وَمَنْ سَرَّهُ النَّعِيمُ فَلْيَدَعِ الدُّنْيَا وَالثَّنَاءَ مِنَ النَّاسِ (الديلمي عن ابن مسعود)

″Dünyâyı terketmek; sabırdan daha acıdır. Allah yolunda kılıç sallamaktan da şiddetlidir. Bir adam bunu yaparsa, Allah’u Teâlâ şehitlere verdiğinin mislini ona da verir. Dünyâyı terketmek; az yemek, doymadan sofradan kalkmak ve insanların övmesinden hoşlanmamaktır. Zîrâ kim insanların övmesinden hoşlanırsa, dünyâyı ve nîmetlerini sevmiş olur. Kimin de Cennetin ebedî nîmetleri hoşuna giderse, dünyâyı ve insanların kendini övmesinden hoşlanmayı terketsin.″[34]

اَلتَّاجِرُ الْأَمِينُ الصَّدُوقُ الْمُسْلِمُ مَعَ الشُّهَدَاءِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (ه عن ابن عمر)

″Güvenilir ve doğru sözlü olan Müslüman bir tüccar, mahşer günü şehitlerle berâberdir.″[35]

إذَا جَاءَ الْمَوْتُ لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَهُوَ عَلَى هَذِهِ الْحَالَةِ مَاتَ وَهُوَ شَهِيدٌ (البزار عن أبي ذر وأبي هريرة)

″İlim tahsil eden bir Müslüman bu halde iken eceli gelirse, şehit olarak vefat eder.″[36]

يُوزَنُ يَومَ القِيامَةِ مِدادُ العُلَمَاءِبِدَمِ الشُّهَدَاءِ فَيَرْجَحُ مِدَادُ العُلَمَاءِ عَلَىدَمِ الشُّهَدَاءِ (ابن عبد البر في العلم عن أبي الدرداء)

″Mahşer gününde âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanıyla tartılır, âlimlerin mürekkebi daha ağır gelir.″[37]

مَنْ فَصَلَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ فَمَاتَ أَوْ قُتِلَ فَهُوَ شَهِيدٌ أَوْ وَقَصَهُ فَرَسُهُ أَوْ بَعِيرُهُ أَوْ لَدَغَتْهُ هَامَّةٌ أَوْ مَاتَ عَلَى فِرَاشِهِ أَوْ بِأَيِّ حَتْفٍ شَاءَ اللّٰهُ فَإِنَّهُ شَهِيدٌ وَإِنَّ لَهُ الْجَنَّةَ (د عن ابى مالك الاشعرى)

″Kim Allah yolunda evinden ayrılıp gider, ölür veya öldürülürse o şehit­tir veya atı yahut katırı kendisini öldürürse, yine kendisini bir haşere sokarak öldürürse ya da Allah’ın dilediği herhangi bir ölümle yattığı yerde ölürse o kimse şehittir. Onun için Cennet vardır.″[38]

مَنْدَاوَمَ عَلَى قِرَاءَةِ يس كُلَّ لَيْلَةٍ ثُمَّ مَاتَ،مَاتَ شَهِيدًا (طس عن أنس بن مالك)

Her gece, Yâsin okumaya devam eden kimse, sonra ölürse, şehit olarak ölmüş olur.″[39]

مَنْ عَشِقَ فَكَتَمَ وَعَفَّفَمَاتَ فَهُوَ شَهِيدٌ (خط ابن عباس وعن عائشة)

Aşık olup, aşkını gizleyip ve iffetini koruyup ölen şehit olur.″[40]

إِنَّ مِنْ عِبَادِ اللّٰهِ لَأُنَاسًا مَا هُمْ بِأَنْبِيَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ يَغْبِطُهُمُ الْأَنْبِيَاءُ وَالشُّهَدَاءُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِمَكَانِهِمْ مِنَ اللّٰهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَخْبَرَنَا مَنْ هُمْ وَمَا أَعْمَالُهُمْ؟ فَإِنَّا نَحْبُهُمْ لِذَلِكَ قَالَ هُمْ قَوْمٌ تَحَابُّوا فِي اللّٰهِ بِرَوْحِ اللّٰهِ عَلَى غَيْرِ أَرْحَامٍ بَيْنَهُمْ وَلَا أَمْوَالٍ يَتَعَاطَوْنَهَا فَوَاللّٰهِ إِنَّ وُجُوهَهُمْ لَنُورٌ وَإِنَّهُمْ لِعَلَى نُورٍ لَا يَخَافُونَ إِذَا خَافَ النَّاسُ وَلَا يَحْزَنُونَ إِذَا حَزِنَ النَّاسُ وَقَرَأَ هَذِهِ الْآيَةَ اَلَا اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (هب عن عمر بن الخطاب)

″Allah’ın kulları arasında öy­le kimseler vardır ki, onlar ne Peygamberdir, ne de şehittirler. Fakat mahşer günü, Allah katındaki makamlarının yüksekliğine Peygamberler de, şehitler de gıpta ederler.″ Denildi ki: ″Yâ Resûlallah! Bunlar kimlerdir, amelleri nedir? Bize haber ver, biz de onlara dost olalım!″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Bunlar, Allah’ın kullarından bir taifedir ki, aralarında ne bir akrabalık ve ne maddi bir alâka olmaksızın, Allah için birbirlerini severler. Allah’u Teâlâ, onların yüzlerini nûrlandırır. Şüphesiz onlar, nurdan minberler üzerinde olacaklardır. İnsan­lar korktuğu vakit, onlar korkmaz ve insanlar mahzun oldukları vakit, onlar mahzun olmazlar.″ Daha sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Haberiniz olsun! Muhakkak Allah’ın evliyâsı için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır″ mealindeki Sûre-i Yûnus, Âyet 62’yi okudu.[41]

مَنْ تَمَسَّكَبِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادَ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِشَهِيدٍ (الزهد الكبير للبيهقى عن ابن عباس، مشكاة المصابيح عن ابى هريرة، ابن عدي في الكامل، ك فى تاريخه عن محمد ابن عجلان، طب عن ابى هريرة )

″Ümmetim fesâda gittiği zamanda sünnetime yapışarak onunla amel eden kimse için yüz şehit sevabı vardır.″[42]

اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِيفِيدِينِهِفِيالْهَرْجِ لَهُ أَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ (الابانة الكبرى لابن بطة عن علي بن أبي طالب)

″Fitne, kargaşa ve öldürme olaylarının çoğaldığı zamanda dîni hususunda sünnetime yapışarak onunla amel eden kimse için yüz şehit sevabı vardır.″[43]

اِنَّ الْمُتَمَسِّكَ بِسُنَّةِ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ عِنْدَ فَسَادِ الْخَلْقِ وَاخْتِلَافِ الْمَذَاهِبِ وَالْمِلَلِ كَانَ لَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ فَاِنَّهُ كَالْقَابِضِ عَلَى الْجَمْرَةِ.

″Halkın fesâda gittiği millet ve mezheplerin ihtilafa düştüğü devirde her kim, Resullerin Efendisinin sünnetine yapışırsa, yüz şehit sevabı alır. Çünkü o kimse, ateş korunu eline almış gibidir.″[44]

Yine bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Ashâb-ı Kirâm’dan bir adam, (bir rivâyete göre de Resûlü Ekrem’in kölelikten azat ettiği Sevban Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i çok sever ve ondan bir an bile ayrı kalmaya tahammül edemezdi. Bir gün o, yüzü kül gibi olduğu halde Resûlü Ekrem’e geldi. Peygamber Efendimiz: ″Hasta mısın?″ diye sorunca, o zât: ″Hayır″ dedi ve konuşmasına şöyle devam etti:

يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِنِّى لأُحِبُّكَ حَتَّى اِنِّى لأَذْكُرُكَ فَلَوْلا أَنِّى أَجِيءُ فَأَنْظُرُ اِلَيْكَ ظَنَنْتُ أَنَّ نَفْسِى تَخْرُجُ فَأَذْكُرُ أَنِّى اِنْ دَخَلْتُ الْجَنَّةَ صِرْتُ دُونَكَ فِى الْمَنْزِلَةِ فَشَقَّ ذَلِكَ عَلَيَّ وَأُحِبُّ أَنْ أَكُونَ مَعَكَ فِى الدَّرَجَةِ فَلَمْ يَرُدَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَيْئًا فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ: "وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ [النساء آية 69] فَدَعَاهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَتَلاهَا عَلَيْهِ. (طب عن ابن عباس)

″Yâ Resûlallah! Şüphesiz ki sen bana, elbette canımdan daha sevgilisin. Şüphesiz ki sen bana, elbette çocuklarımdan daha sevgilisin. Şüphesiz ki ben, elbette evde seni düşünüyorum da sabredemiyorum. Tâ ki geliyorum da sana bakıyorum. Ölümümü ve ölümünü hatırladığımda anladım ki, sen Cennete girdiğinde Peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacaksın. Ben de Cennete girmem hâlinde seni göremeyeceğimden korktum. Resûlulah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir cevap vermedi. Nihâyet Cebrâil Aleyhisselâm ona şu âyeti indirdi: Her kim Allah’a ve Resûle itaat ederse, işte onlar Allah’u Teâlâ’nın, kendilerine nîmet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihler ile beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.[45] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, o zâtı çağırdı ve inen bu Âyet-i Kerîme’yi ona okudu.[46]

Hadis-i Şerif’teki Resûlullah Efendimize olan sevgi, tek taraflı olan bir sevgi değildir. Bir kimse, ″Allah’ın Resûlünü seviyorum″ diyerek onun sünnetleri ile amel etmezse, bu sevginin hiçbir önemi yoktur. Çünkü kişi, sevdiğini örnek alır ve onun yaşadığı gibi yaşar. İşte Ashâb-ı Güzîn Efendilerimiz böyle yapmıştır. Böylece karşılıklı bir sevgi oluşur ve Hadis-i Şerif’teki müjdeye nâil olunur.

Zalim hükümdarın öldürdüğü kişinin şehit olduğuna dair de Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِوَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ (طس عن جابر)

″Şehitlerin efendisi, Abdulmuttalib’in oğlu Hamza ile zalim bir hükümdara iyiliği emredip, kötülükten nehyeden ve bu sebeple öldürülen kişidir buyurdu.″[47]

شُهَدَاءُ أُمَنَاءُ اللّٰه قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا عَلَى فُرُشِهِمْ. (الحكيم عن راشد بن سعد)

″Şehitler, Allah’ın himâyesinde olan kişilerdir. İster öldürülsün, ister kendi döşeklerinde ölsünler.″[48]


[1] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Cihad 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7612; Sünen-i İbn-i Mâce, Cihad 16; Sünen-i Nesâî, Cihad 35; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11103; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 301.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Cihat 16.

[3] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 130-131.

[4] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 395; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3963; Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 8497.

[5] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 395; Sünen-i Nesâî, Cenâiz 83.

[6] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 78.

[7] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 396. Şehidin üzerine namaz kılındığına dair bakınız: Sahih-i Buhârî, Cenâiz 72; Sahih-i Müslim, Fedaâil 30; Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 69-71; Sünen-i Nesâî, Cenâiz 61. İmam Şâfii ise şehitler üzerine cenâze namazı kılınmaz der. Bu hususta onun delili Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen: أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا صَلَّى عَلَى أَحَدٍ مِنْ شُهَدَاءِ أُحُدٍ (عن جابر) ″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Uhud şehitlerinden hiç birisi üzerine namaz kılmadı″ diye nakledilen Hadis-i Şerif’tir. (Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 396)

[8] Serahsî, Mebsut, c. 2, s. 396.

[9] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 137.

[10] Sahih-i Buhârî, Mezâlim 33; Sünen-i Nesâî, Teharîm’ud-dem 22.

[11] Serahsî, Mebsut, Tercümesi, c. 2, s. 83.

[12] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 137.

[13] Sahih-i Buhârî, Menâkib 31.

[14] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 344/3.

[15] Sünen-i Tirmizî, Resûlullah’ın Zühdü 37; Rudânî, Câm’ul-Fevâid, Hadis No: 8086.

[16] Sahih-i Buhârî, Îman 41, Nikâh 5; Sahih-i Müslim, İmâre 45 (155 Sünen-i Ebû Dâvud, Talak 11; Tirmizî, Fedâil’ül–Cihat 16.

[17] Sünen-i İbn-i Mâce, Cihat 17.

[18] ″Garip″ kelimesi lügatte; yabancı, tanıdık olmayan, şaşırtıcı, ilgi çekici, anlaşılması zor, acayip, nadir, az bulunan gibi anlamlara gelmektedir.

[19] İmam Gazâli, İhyâu Ulumi’d-Dîn, c. 4, s. 884; Hadis No: 621.

[20] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 21084. Yine bakınız: Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 68; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6294.

[21] Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 6156; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 26066. Yine bakınız: Râmûz’ul-Ehâdis, s. 411/1.

[22] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 16; Sünen-i Nesâî, Cenâiz 14, Cihat 36’da

[23] Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 304; Kenz’ul-Ummal, Hadis No:11181.

[24] Sünne-i İbn-i Mâce, Cenâiz 62.

[25] Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 1297; Sünen-i Nesâî, Cihat 36.

[26] Râmûz’ul-Ehâdis, s. 225/9; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11172.

[27] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12474; Râmûz’ul-Ehâdis, s. 236/14.

[28] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 32; Sünen-i Tirmizî, Diyet 21.

[29] Sünen-i Nesâî, Tahrîm’ud-dem 22; Ahmed. b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 2643.

[30] Sünen-i Nesâî, Cihat 25; Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 59.

[31] Sahih-i Müslim, İmâre 46 (157 Sünen-i Nesâî, Cihat 36; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 422/12.

[32] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Kur’ân 15.

[33] İhyâu Ulûmi’d-Din, c. 1, s. 547, Hadis No: 629; Günyet’üt-Tâlibîn, c. 2, s. 204.

[34] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 250/9.

[35] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 1.

[36] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28693; Sünen-i Tirmizî, İlim 2.

[37] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28715, 28902.

[38] Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 15.

[39] Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 7217.

[40] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 7000, 6999

[41] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 8714; İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 15, s. 121.

[42] Beyhakî, ez-Zühd’ül-Kebîr, Hadis No: 217; Mişkât’ul-Mesâbih, Hadis No:176; Kadı Iyaz, Şifâ-i Şerif, s. 389.

[43] İbn-i Batta, el-İbânet’ul-Kübrâ, Hadis No: 151.

[44] Mecmâ’ul-Âdab, s. 65. Yine bu hususta şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir: اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِي عِنْدَ اخْتِلَافِ أُمَّتِي كَالْقَابِضِ عَلَى الْجَمْرِ(الحكيم عن ابن مسعود)″Ümmetim ihtilaf ettiğinde, sünnete tutunarak onunla amel eden kimse, ateş korunu avucuna almış gibidir.″ (Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 937).

[45] Sûre-i Nisâ, Âyet 69.

[46] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12394; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 510.

[47] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4872.

[48] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 216/7; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11148.